• Sonuç bulunamadı

2.3. Krizler Dönemi

2.3.1 Dökme Kurşun Harekatı

Kasım 2007’deki Annapolis Konferansı sonrasında oluşan olumlu hava, zamanla yerini karamsar bir sürece bırakmıştır. Bunda, Tel-Aviv’in yerleşimler, duvar inşası ve Filistinlilerin yaşam koşulları gibi konularda önceki uygulamalarını sürdürmesi ve Hamas ile İsrail arasında karşılıklı çatışmaların artması etkili olmuştur. İsrail, bütünüyle Hamas’ın kontrolü altına girmiş bulunan Gazze’yi havadan, karadan ve denizden ablukaya almıştır (Ertosun, 2013: 274). Takip eden süreçte Hamas tarafından gerçekleştirilen roket ve havan

saldırılarının sıklaştığı ve yine Hamas’ın askeri kabiliyetlerinin artması sonucu nüfusun yoğun olduğu yerleşim birimlerini tehdit eder hale geldiği gerekçesiyle İsrail tarafından Gazze’ye yönelik yoğun bir askeri harekat icra edilmiştir (Yıldırım, 2012: 4–80). Harekat boyunca İsrail güçleri, pek çok sivil hedefe saldırıp çok sayıda okul, hastane, cami gibi binaların yanı sıra Gazze’nin altyapısının neredeyse tamamını tahrip etmiştir. İsrail’in 17 Ocak’taki tek taraflı ateşkes ilanına kadar süren çatışmalarda Filistinlilerin can kaybı üçte biri sivil olmak üzere 1000’in üzerinde ölü ve 4000 dolayında yaralı olmuştur (Ertosun, 2013: 276).

Saldırıların başlamasıyla birlikte Türkiye’nin tepkisi büyük olmuş ve İsrail Hükümeti sert bir dille eleştirilmiştir. Başbakan Erdoğan, İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyonu barış çabalarına indirilmiş bir darbe olarak nitelemiş ve “Barış için bu kadar çaba sarf ettiğimiz dönemde, İsrail’in böyle bir yola tevessül etmesini, her şeyden önce barışa, barış teşebbüslerine indirilmiş bir darbe olarak görüyorum. Süratle bu yaklaşımın durdurulmasını, bundan vazgeçilmesini özellikle vurguluyorum. Bugün İsrail-Suriye görüşmeleri ile alakalı olarak, İsrail Başbakanı Olmert’i aramayı düşünürken, bu arama işlemini iptal ettim ve aramıyorum. Çünkü bu bize karşı da yapılmış saygısızlıktır.”

diyerek İsrail’i eleştirmiştir (Bize Karşı Saygısızlık, 2008, http://www.hurriyet.com.tr/

dunya/10656187.asp). Konuyla ilgili Dışişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamada Gazze Şeridi’nde yaşanmakta olan gelişmelerden derin endişe duyulduğunu ve İsrail’in Gazze’ye yönelik hava harekatı sonucunda çok sayıda Filistinlinin yaşamını yitirmesinin “şiddetle kınandığını” belirtmiştir (Gazze Şeridinde Yaşanmakta Olan Gelişmeler Hk., 2008, http://www.mfa.gov.tr/no_220---27-aralik-2008_-gazze-seridinde-yasanmakta-olan-gelis meler-hk _.tr.mfa). Yine Başbakan Erdoğan saldırının Türkiye’nin arabuluculuğunda yürüyen İsrail-Suriye barış görüşmelerinde olumlu gelişmelerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşmesi, orantısız güç kullanılması ve sivil hedefleri kapsaması dolayısıyla eleştirilerini sertleştirmiş ve İsrail’in eylemlerini “insanlık suçu” olarak nitelendirmiştir (Ertosun, 2013: 278). Dışişleri Bakanı Ali Babacan yaptığı açıklamada İsrail’in saldırısının Türkiye açısından derin bir üzüntü ve hayal kırıklığı yaşattığını belirterek, “İsrail-Filistin hattında savaşalım, Suriye-İsrail hattında barış görüşmeleri yapalım tutumu, bir arada yürüyemez.” yorumunu yapmıştır (Operasyonlar Durdurulsun, 2008, http://

www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=siyaset&Ka tegoriID=4&ArticleID=1034414&Date=30.12.2008&b=Operasyonlar%20durdurulsun).

Türkiye’nin Orta Doğu’ya dönüş politikasını taçlandıracak bir başarı olabilecek görüşmelere Başbakan Erdoğan’ın atfettiği önem o kadar büyük olmuştur ki, görüşmelerin İsrail’in Dökme Kurşun Operasyonu sonrasında başarısızlığa uğraması Türkiye’nin İsrail’e bakışını ve bu ülkeye yönelik dış politikasını değiştirmesine yol açmıştır (Aytürk, 2012:

622). Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu operasyonla ilgili olarak yaşadığı üzüntü ve şaşkınlığı şöyle ifade etmiştir: “Suriye ve İsrail ile dolaylı görüşmeleri başlatırken taraflardan bir talebimiz oldu. Filistin ve Lübnan’da gerilim olmasın, buralara dikkat edin dedik. Aksi halde bu görüşmeyi sürdüremeyiz, buralarda sükuneti temin edin diye uyarıda bulunduk. Tamam dediler.” (Zengin, 2010: 229). Türkiye, İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk çalışmaları kapsamında harcadığı yoğun çabanın İsrail’in tek taraflı eylemi sonucunda boşa çıkmış olmasının üzüntüsü yaşamış ve şaşkınlık ve öfke ile İsrail’i eleştirmiştir.

Türkiye, İsrail’i eleştirmenin yanı sıra uluslararası aktörleri harekete geçirmek için girişimlerde bulunmuştur. Bu çerçevede Başbakan Erdoğan, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’la görüşerek, İsrail’in askeri harekatının derhal durdurulması ve Gazze’deki halka insani yardım ulaştırılması için BM’nin aktif olarak devreye girmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca İKÖ Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’yla aracılığıyla İKÖ Dışişleri Bakanları’nın Gazze Şeridi’ndeki olayları görüşmek üzere olağanüstü toplanması sağlanmıştır (Gazze Şeridinde Yaşanmakta Olan Gelişmeler Hk, 2008, http://www.mfa.gov.tr/no_221---28-aralik-2008_-gazze-seridinde-yasanmakta-olan-gelism eler-hk_.tr.mfa). İKÖ yaptığı açıklamada saldırıları “savaş suçu” olarak nitelendirmiştir.

Genel Sekreter Ekmeleddin İhsanoğlu “İsrail'in bu son yaptığı katliam savaş suçudur. İsrail tarafından masum sivillere yapılan, uluslararası toplumun acil ve ciddi tepkisini gerektiriyor.” ifadelerini kullanmıştır (ABD Hariç Herkes İsrail'e Durdur Dedi, 2008, http://www.zaman.com.tr/dunya_abd-haric-herkes-israile-durdur-dedi_789132.html).

Saldırılara bir başka tepki de TBMM Türkiye-İsrail Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Nursuna Memecan’dan gelmiştir. İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını kınayarak, “Bu uygulamalar her türlü uluslararası hukuk kuralına aykırı olduğu gibi, İslam ve Musevilik başta olmak üzere hiçbir dini inanca da sığmaz” diyen Memecan, grubun 300'den fazla üyesinden 136'sının dostluk grubunun bir anlamı kalmadığını düşünerek istifa ettiğini açıklamıştır (Türkiye-İsrail Dostluk Grubu'ndan 136 İstifa, 2008, http://yenisafak.com.tr/politika/?t=31.12.2008&i=159626).

Türkiye çatışma sırasında yürüttüğü diplomasi trafiği ile çatışmaların son bulması için büyük bir çaba harcamıştır. Ankara’nın Gazze’deki savaşın sona ermesi için yaptığı ilk diplomatik girişim Cumhurbaşkanı Gül’ün mevkidaşı Peres’i araması olmuştur. Gül, Peresle görüşmesinde Gazze’deki durumdan duyduğu endişeyi belirtip, bir an önce ateşkesin sağlanmasının ve insani yardımların bölgeye ulaşmasının önemini vurgulamıştır (Zengin, 2010: 279). Başbakan Erdoğan bu kapsamda Orta Doğu turuna çıkmıştır. Dışişleri Bakanı Ali Babacan ABD’de BM Güvenlik Konseyi daimi temsilcileri ile Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu ise Suriye’de Hamas yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Bu noktada Türkiye’nin yürüttüğü bu yoğun diplomasi trafiği, Türk yönetici seçkinlerin bölgedeki gelişmeleri “tribünden izlemeyip” gelişmelere yön verme konusundaki kararlılığını göstermektedir (Yıldırım, 2012: 4–81).

Türkiye’nin İsrail’e yönelik eleştirilerine rağmen, Tel-Aviv, Ankara ile ilişkilerinin bozulmaması için daha yumuşak bir üslupla karşılık vermiştir. İsrail’in Sosyal İşler Bakanı Isaac Hertzog PKK ile mücadele eden Türkiye’nin, İsrail’in Hamas’a karşı yürüttüğü operasyonu da anlayışla karşılamasını beklediklerini ve Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasındaki arabuluculuk çabasını sürdürmesini istediklerini ifade etmiştir (Ertosun, 2013:

281). İsrail gazetesi Jerusalem Post ise 5 Ocak 2009’da yayınlanan başyazısında

“Türkiye’yi eleştirmiş” ve “arabuluculuk rolünü” sorgulamıştır. Aynı zamanda İsrail’in Gazze’de yaptığı operasyonla Türkiye’nin PKK ile mücadelesi arasında paralellikler kurmuştur. Türkiye’nin İran ile görüştüğü ve bu ülkeyle yakın ekonomik ve siyasi ilişkilere sahip olmasını ise Türkiye’nin Batı kampından “hızla uzaklaştığı” şeklinde yorumlamıştır (Tür, 2009a: 28).

BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan Gazze Araştırma Komisyonu raporu Gazze’de yaşananları bir “insanlık suçu” olarak tespit etmiştir. 15 Eylül 2009 tarihinde raporu hazırlayan Richard Goldstone, Güney Afrikalı bir Musevi’dir, raporunda İsrail’in Gazze’de sivil-asker ayrımı gözetmeden hastaneleri bile bombaladığını ayrıntılı biçimde anlatmıştır (Zengin, 2010: 231).

Dökme Kurşun Harekatı Türkiye’nin bölgesinde oynamak istediği merkez ülke rolüne darbe vurmuştur. Özellikle bölgede etkisini arttırmak isteyen Türkiye İsrail-Filistin, İsrail-Suriye ve Hamas-El Fetih arasında arabuluculuk rolüne soyunmuştur. İsrail’in Dökme Kurşun Operasyonuna başlaması ise İsrail-Suriye görüşmelerini sonlandırmış ve Türkiye’nin harcadığı yoğun çabaların boşa gitmesine sebep olmuştur. Güven (2009)’in

belirttiği gibi Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Erdoğan’ın eleştirilerinin bu denli şiddetli olmasının sebebi İsrail’in bu harekatının Türkiye’nin Orta Doğu’da kendine biçtiği merkez ülke rolünü tıkamaya ve işlevsizleştirmeye yönelik bir eylem olarak algılamasından kaynaklanmıştır. Sonuç olarak Dökme Kurşun Harekatı, Türkiye-İsrail ilişkilerini kırılgan bir hale getirmiştir. Denebilir ki Türkiye ve İsrail arasında kriz-kriz-kriz döngüsünü tetikleyen gelişme bu harekat olmuştur.