• Sonuç bulunamadı

II. Dünya Savaşı sırasındaki ve sonrasındaki gelişmeler Arap–İsrail sorununa çok farklı boyutlar kazandırmıştır. Hitler’in yaklaşık altı milyon Avrupa Yahudisini yok etmesi ve pek çoğunu evsiz bırakması, Yahudilerin kendilerini korumanın tek yolunun en kısa zamanda kendilerine ait bir devlet kurmak olduğu kararını pekiştirmiştir. Maruz kaldıkları soykırım Siyonist harekete güç vererek Yahudilerin devlet olma yolunda örgütlenmelerindeki en önemli ihtiyaçları olan uluslararası sempatiyi kazanmalarına neden

olmuştur (Süer ve Atmaca, 2006: 28–29). II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durumda Yahudilerin bölgeye göçü kaçınılmazdı fakat İngiltere göçlere getirdiği sınırlamaları kaldırmaya yanaşmıyordu. Bu yüzden Siyonist örgütlerin hedefi olmaya başlamıştır.

Siyonist milis gücü İrgun örgütü 1946 yılında Kudüs’teki İngiliz karargahını bombalamış ve 92 kişinin ölümüne neden olmuştur.

İngiltere bölgede yaşadığı sorunlar ve II. Dünya Savaşı sonrası karşılaştığı ekonomik ve siyasi problemler nedeniyle Filistin’i elinde tutmanın kendisine yük olduğunu görmüş ve Filistin’den çıkma yolları aramaya başlamıştır. I. Dünya Savaşıyla bölgede etkin duruma gelen İngiltere, II. Dünya Savaşıyla birlikte yerini Ortadoğu’da hakim güç olmaya başlayan ABD’ye bırakıyordu. Truman’ın başkan olmasıyla ABD’nin İsrail konusuna ilgisi ve desteği artmaya başlamıştır.

İngiltere, bir taraftan Filistin’de gerek Araplarla Yahudiler arasındaki çatışmaların, gerekse İngiliz makamlarına ve görevlilerine yönelik Yahudi terörünün gün geçtikçe artması üzerine 1947 Şubatında aldığı karar doğrultusunda Filistin sorununu 2 Nisan 1947’de BM’ye havale etmiştir (Arı, 2012a: 273). İngiltere’nin başvurusuyla birlikte Filistin sorununu incelemek üzere 15 Mayıs 1947 yılında Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komisyonu (UNSCOP) oluşturulmuştur. Bu komisyona büyük devletler ve sorunun tarafları olan ülkeler katılmamıştır.

Komisyon, 16 Haziran–24 Temmuz tarihleri arasında Filistin’de yaptığı incelemelerden sonra 1 Eylül 1947’de raporunu BM Genel Sekreterine teslim etmiştir.

Komisyon raporu iki çözüm önermekteydi. Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay’ın desteklediği çoğunluk teklifine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı. Kudüs şehri milletlerarası statüye sahip olmalıydı. Hindistan, Yugoslavya ve İran tarafından desteklenen azınlık teklifine göre de, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen federal bir devlet olmalıydı. Yahudiler çoğunluk planını Araplar ise azınlık planını tuttular. Çünkü Araplara göre, azınlık planı veya teklifi, Filistin’in toprak bütünlüğünü korumaktaydı (Armaoğlu, 2005: 484–485). Yahudiler yeterli görmemekle birlikte ilk etapta bağımsız bir İsrail devletini öngördüğü için çoğunluk planını kabul ettiler. Yetersiz görülen noktalar ise Kudüs’ün statüsü ve sınırlar konusu olmuştur.

BM Genel Kurulu, 27 Kasım 1947’de yaptığı toplantıda yapılan oylamada 33 kabul, 13 red ve 10 çekimser oy ile çoğunluk teklifini BM 181 nolu Genel Kurul Kararı olarak kabul etti. Karara göre Filistin toprakları Yahudi ve Arapların çoğunlukta oldukları bölgelere göre taksim edilecek ve ayrı ayrı Arap ve Yahudi devletleri kurulacaktı. Kudüs milletlerarası statüye sahip olacaktı. Ayrıca bağımsız Yahudi ve Arap devletleri arasında ekonomik birlik kurulması öngörülmüştür.

BM Genel Kurulu’nun Filistin’in taksimi kararını almasından hemen sonra Filistin’deki Arap ve Yahudi toplumları arasında çatışmalar çıkmıştır. Aralık 1947- Nisan 1948 döneminde dört kez toplanan Arap Birliği, Filistin’in bölünmesine karşı çıkan ve bu kararın gerekirse silah kullanılarak önlenmesini öngören bir dizi karar almıştır. Aynı dönemde, Filistin’de faaliyet gösteren Haganah, İrgun ve Stern adlı Yahudi terör örgütleri sivil Arap halkını hedef alan eylemlerini artırmıştır. Bu durum Arapların da Yahudi sivillere yönelik eylemler düzenlemelerine yol açmıştır (Erhan ve Kürkçüoğlu, 2001a:

638). Yahudilerin yoğun eylemleri sonucu birçok bölgede Araplar topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır.

BM oylamasından sonra İngiltere taksim planını kabul ettiğini, bu kararın tatbiki kuvvet kullanmayı gerektirdiğinden takibini üstlenmeyeceğini ve 14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin’deki manda yönetimine son vereceğini açıklamıştır. Filistin’deki çatışmalar sırasında İngiliz askerlerinin ölmesi, iktidarın bölgede İngiliz varlığının gerekliliği konusunda kamuoyunu ikna edemez hale gelmesi ve ABD’nin bölgeye daha fazla Yahudi göçmen alması konusunda baskı yapması İngiltere’nin bu kararı almasında etkili olmuştur (İbas, 2005: 63).

14 Mayıs 1948 tarihinde İngiltere’nin manda yönetimini feshedip bölgeyi terk etmesinin hemen ardından, Yahudi Ajansı Tel-Aviv’de BM Taksim Planı’nda Yahudilere verilmesi önerilen bölgesini yeni İsrail Devleti olarak ilan etmiştir. İsrail Devleti’nin Bağımsızlık Bildirgesi’nde yeni kurulan devletin tüm Yahudilere açık olduğu ve ırk ya da din farkı gözetilmeden tüm vatandaşların haklarının korunacağı ifadelerine yer verilmiştir.

Kurulan İsrail Devleti’nin ilk Başkanı Chaim Weizmann, ilk Başbakanı David Ben-Gurion olarak ilan edilmiştir. ABD bu ilandan 15 dakika sonra, Sovyetler Birliği ise üç gün sonra kurulan yeni devleti tanıdılar (Süer ve Atmaca, 2006: 33). İsrail Devleti’nin kurulması bölgede yeni mücadelelere sebep olmuştur. Arap devletleri silahlanmaya ve daha önce

Arap Birliği toplantılarında aldıkları kararlar doğrultusunda İsrail Devleti’ne karşı silahlı mücadeleye başlamışlardır.

İsrail’in devlet olarak ortaya çıkması ve akabinde Arap-İsrail çatışmalarının başlaması Yahudi meselesine farklı bir boyut kazandırmıştır. Daha önce Avrupa’daki Hıristiyan-Yahudi çatışması yerini artık Müslüman-Yahudi çatışmasına bırakmıştır. Bu döneme kadar bölgede Avrupa coğrafyasındakine benzer bir Yahudi düşmanlığı yokken artan Yahudi göçleri ve İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Yahudi meselesi Orta Doğu’ya taşınmıştır (Davutoğlu, 2008a: 380).