• Sonuç bulunamadı

2.10.1. Ruhsal Zekâ Kavramõnõn Anlamõ

Beyin üzerine yapõlan çalõşmalar devam ettiği sürece yeni veriler toplanmaya ve bunlardan hareketle yeni tezler ortaya atõlmaya devam edecektir. Ancak elimizde bulunan şu anki bilgilerimizle akõl zekâsõnõn ve duygusal zekânõn varlõğõnõ kabul etmiş durumdayõz.

Üçüncü zekâ olarak da her iki zekâyõ birleştiren, bir varlõğõ bütün boyutlarõyla algõlamamõzõ ve doğru tanõmamõzõ sağlayan ruhsal zekâ kavramõ vardõr. Edebiyat eğitiminde ele alacağõmõz ruhsal zekâyõ, öğrencilerin bir metinde karşõ karşõya kaldõğõ bir kavramõ, söz grubunu dõş anlamõ, iç anlamõ ve diğer kavramlarla bağlantõlarõ ile tam olarak bir bakõşta anlamasõ amacõna yönelik değerlendireceğiz. Örneğin, sobayõ gördüğü ve duyduğu zaman sobanõn bütün işlevlerini; bacasõnõ, içindeki ateşi, õsõtõcõ özelliğini, üzerinde pişirilen çayõ, bu çayõn diğer demlenen çaylardan kalite farkõnõ, tarihteki yerini, günümüzdeki fonksiyonunu bir bütün olarak ele alabiliyorsa bütün boyutlarõyla varlõğõ algõlõyor demektir. Buna üç boyutluluk denilmektedir.

Bu görüşün dayanak noktasõ beynin çalõşma biçimi ve bu konuda yapõlan araştõrma sonuçlarõdõr. Daha önceki inanõş, beyindeki merkezî işlevin beynin loblarõna ait olduğuydu. Ancak, bu bölgelerden parçalar çõkarõldõğõnda veya buralarda bir zedelenme olduğunda zihinsel fonksiyonlarda herhangi bir değişiklik olmamasõ, beynin bütün hâlinde çalõştõğõ görüşünü ortaya çõkarmõştõr. Hücreler birbiriyle bağlantõlõ olmasõna rağmen bağõmsõz olarak da işlev görürler. Oleron, K.H. Pribram’õn “Beynin Dilleri” kitabõna dayanarak beyin kabuğunun “holograma ya da hologramlar düzenine” benzetilerek açõklanabileceğini belirtir. Holograma ait bir

parçanõn bütünü yansõtmak için yeterli olmasõ gibi beynin zarar gören bölümleri, başka bölümlerdeki hücrelerin görevi devralmasõyla işlevini devam ettirebilir. Nöron plastisitesi (esnekliği) olarak bilinen durum beynin bir bölümünün tek bir iş yapmadõğõnõ ortaya koyar.

Ruhsallõğõn tanõmõnda karşõlaşõlan en büyük sorun din ve ruhsallõğõn eş anlamlõ olduğunun düşünülmesidir. Bu iki kelime birbiriyle çok örtüştüğünden aralarõnda bir ayrõm yapmak da güçtür. Bazõ dinlerce din, insanõn ruhu olarak tanõmlanõr. Ruhsallõk ise dinî bir hayat ve iç hayatõ kapsar. Bizim burada “ruhsal” lõktan kastõmõz bilgiyi içselleştirme, tüm boyutlarõyla bir bütün olarak anlama sürecidir.

Descartes’õn zihni bedenden ve beyinden ayrõ gördüğü dualizm, “Düşünüyorum öyleyse varõm” ifadesiyle açõklanõr. Descartes, “Buradan, doğasõ ya da tüm özü düşünmek olan bir madde olduğumu ve bu maddenin var olmasõ için hiçbir mekâna ya da herhangi bir maddî şeye ihtiyacõ olmadõğõnõ anladõm. Öyle ki, bu ‘ben’, yani beni ben yapan ruh, vücuttan tamamen ayrõ ve bilinmesi ondan daha kolaydõ; ve vücut olmasa da, ruh neyse öyle olmaya devam edecekti.” şeklinde madde ve ruhu açõklar (Damasio, 2006, s. 256). Descartes hem ayrõ hem de tek bir nesneymişçesine iç içe olduklarõnõ düşündüğü ruh ve beden tezinde, ruhun bedeni harekete geçirme gücüne sahip olduğunu, bedenin de ruhta duygulara yol açacak etkiler meydana getirdiğini savunur. Ancak bir yanda ayrõ ve bağõmsõz iki unsur, diğer yanda her şeyi birleştiren bütünleştirici bir ruh fikri kendi içinde iki zõt düşünce barõndõrmaktadõr (Rodis-Lewis, 1993, s.51, 55). Descartes ruh ve bedenin birleştiği yer olarak salgõ bezini gösterir. Günümüzde beyin fonksiyonlarõ açõsõndan bu salgõ bezinin çok önemli bir organ olmadõğõ anlaşõlmõştõr. Ayrõca ruh ve bedeni ayõrõp tekrar birleştirmek istemesi anlamsõz sonuçlar doğurur (Jaspers, 2005, s.74). Spinoza’ya göre ruh, “aslõnda sõnõrsõz olan anlama yetisinin özel bir düşüncesinden (idée) başka bir şey değildir.” Ruh ve beden ait olduklarõ tözün (kökün, aslõn) iki farklõ ifadesidir (Rodi-Lewis, 1993, s. 95, 96). Aşağõda hem bir vazo hem de iki insan kafasõ gibi görülen şekil gibi ruh ve beden tek ve aynõ şeydir, ancak ne beden

zihnin düşünmesine karar verebilir ne de zihin bedenin hareket etmesini veya dinlenmesini belirleyebilir (Scruton, 2002, s. 60, 61).

Şekil 18. Zihin ve Beden İlişkisi

Aristo ise ruhu “bedenin biçimi, yaşamayõ güç hâlinde taşõyan oluşmuş bir bedenin ilk eylemidir.” diye tanõmlar (Jaspers, 2005, s.154).

Tezimiz, bireylerin akõl zekâsõ ve duygusal zekânõn yanõnda bütünleyici bir zekâ olan ruhsal zekânõn var olduğu kabulüne dayanmaktadõr. Ruhsallõk kavramõ, her iki zekâyõ da kapsayan derin yapõlarõ kavramayõ sağlayan bütünleyici bir süreç olarak ele alõnmaktadõr. Günlük yaşamõmõzda bize yön veren, sosyal ilişkilerimizde aldõğõmõz kararlarõ ve sorumluluklarõmõzõ etkileyen ruhsallõktõr, ancak edebiyat eğitiminde bizim üzerinde duracağõmõz husus, ruhsal zekânõn bir duyguyu, düşünceyi veya olayõ tüm boyutlarõyla bütünün içinde kavramayõ sağlama özelliğidir.

Ruhsallõk kapsam alanõ genişleyen bir kavram olarak din kavramõnõn yerine kullanõlmaya başlamõştõr. Dolayõsõyla din, ruhsallõğõn alt basamaklarõndan biridir. Ruhsal kelimesini bütünleyici özelliği ile ele aldõğõmõzda anlama, olaylarõn farkõna varma, değerlendirme gibi işlevleri vardõr. Ruhsal zekâyõ akõl ve duygu zekâsõnõ bütünleştiren yeni bir zekâ çeşidi olarak ortaya atan Danah Zohar da ruhsal zekâya sahip olan insanlarõn dindar olmakla eş kabul edilemeyeğini, dindar olup ruhsal zekâ

seviyesi düşük insanlar bulunabileceğini savunmaktadõr. David Hay ruhsal duyarlõlõğõ; farkõnda olma, bilinmeyenlere ve değerlere karşõ duyarlõ olma başlõklarõ altõnda incelemektedir. Farkõnda olma yaşanan bir olaya veya düşünceye dikkatini vermedir (Hay, 1998, s.60). İkinci olarak bahsettiği bilinmeyenlere duyarlõ olma, kavrayamadõklarõmõza karşõ duyduğumuz merak duygusudur. Hayal gücünü de beraberinde getiren bu duygu, metaforlar, semboller ve hikâyelerle zenginleşir. Değerlerin farkõnda olma ise mutluluk ve keder gibi duygularõ yaşamayõ kapsar (Hay, 1998, s.66-69).

Ruhsal zekâ, bireyin sahip olduğu anlamlarõn farkõna varmasõdõr. Günlük yaşamõmõzda yaptõğõmõz işin bizim için ne ifade ettiği, bizim değerlerimizle ne kadar örtüştüğünü sorgulatan ruhsal zekâmõzdõr ve bu sorularõ birçok kişi çalõşma hayatõnõn bir döneminde kendisine sormuştur. Bu bir nev’i, sahip olduklarõ ve yaptõklarõ arasõnda ne derece tutarlõlõk olduğunu değerlendirmedir. Bireyin kendisini huzurlu hissetmesini ve doğru bir iş yaptõğõna inanmasõnõ sağlar.

Ruhsallõk, nasõl düşündüğümüz ve günlük hayatõmõzda nasõl davranacağõmõz üzerinde geniş etkisi olan anlam sistemidir. Daha önceki deneyimlerle yaşadõğõmõz zamandaki olaylar arasõnda bağlantõ kurmamõzõ sağlayan “anlam”dõr. Bu açõdan bakõldõğõnda, eğitim alanõnda ruhsallõğõ anlam sistemi olarak adlandõrmak, “anlama” ve “ilişkilendirme” olarak kabul etmek gerekir. Ruhsal zekâyõ edebiyat eğitiminde öğrencilerin eleştirel düşünmesini geliştirmede (farklõ konularda eleştirel düşünmek ve onlarõn eleştirisini yapmak) kullanmayõ hedefliyoruz. Bu da öğrencilerin objeleri zengin ve derin bir biçimde anlamasõ ve bunlar arasõndan bağlama uygun bağlantõ kurmasõdõr. Bu sadece edebiyat eğitimi için değil, diğer bilim dallarõ için de geçerlidir. Öğrencilerin olay ve durumlarõn sebeplerini belirlemeleri, bağlantõ kurmalarõ ve anlam çõkarmalarõ gerekir. Bilgiyi sadece nesnel açõdan algõlamalarõ değil, öğrencilerin bilgiyi hayatlarõnda kullanabilmeleri, deneyimlerle ve günlük hayatla ilişkilendirmeleri amaçlanmaktadõr. Bu noktada, öğretmenlerin de kendi anlama sistemlerinin hayatlarõnda ne derece rol oynadõğõnõn farkõna varmõş olmalarõ gerekir.

Zohar’a göre ruhsal zekâ insanõn ihtiyaç duyduğu, deneyimlerinden anlam çõkarmasõnõ sağlayan bir yetenektir. Zohar, bunun gerçek olduğunu ve bilimsel olarak ispat edilebildiğini savunmaktadõr. Her ne kadar Gardner insanõn “bilinçsizce” yolunu bulduğundan bahsetse de, farklõ bir isim verdiği bu zekâ çeşidi ile ruhsal zekâ ortak özellikler taşõmaktadõr.

Gardner, insanõn varoluşla ilgili “Biz kimiz?”, “Nereden geliyoruz?”, “Amacõmõz nedir?”, “Neden ölüyoruz?” gibi en temel sorularõ sorma eğilimini anlatan varoluşçu zekâdan bahseder. Varoluşçu zekânõn görünmeyeni, dõş dünyayõ bilmemizi sağladõğõnõ söyler (Checkley, 1997: 10-14). Sinir sisteminde varoluşsal zekâ ile ilgili yeterince bilimsel kanõt bulunmadõğõ ve bu durum zekâ ölçütüne yeterince uymadõğõ için bunu dokuzuncu zekâ çeşidi olarak kabul etmediğini; bu nedenle “yarõm zekâ” durumunda olduğunu belirtir (Solomon, 2002).

“Varoluşsal zekâ, insanõn kendi anlamlandõrma sisteminin farkõnda olmasõ ve bu sistem aracõlõğõyla genellikle bilinçsizce düşüncelerinde ve davranõşlarõnda yolunu bulmasõ” dõr (Solomon, 2002).

Ruhsal zekâyõ kõsaca, anlam ve değerlerin insan zihninde bütünleyici bir yaklaşõmla ele alõnmasõ olarak tarif edebiliriz.

Michael Berman, Jeannette Littlemore’un “metaforik zekâ” olarak adlandõrdõğõ zekâ çeşidinin Gardner’õn sekiz zekâ ölçütüne uygun olmadõğõnõ ve bu sebeple çoğul zekâ teorisi içinde ele alõnamayacağõnõ, daha çok Zohar’õn ruhsal zekâ yaklaşõmõna yakõn olduğunu belirtir (Berman, 2002). Ancak Littlemore beyin araştõrma sonuçlarõndan hareketle metaforik zekânõn tüm zekâ ölçütlerine uyduğunu, Gardner’õn varoluşşal (ruhsal) zekâ tanõmõyla kendisinin tanõmladõğõ metaforik zekânõn bir ilgisi olmadõğõnõ ileri sürer. Holistik ve ilişkilendirici özelliklerinin ortak olmasõna rağmen ruhsal zekânõn metaforik zekâdan farklõ bir zekâ çeşidi olduğunu açõklar (Littlemore, 2002). Fakat ileride göreceğimiz gibi, ruhsal zekânõn bilimsel kanõtlarõ Berman’õ haklõ çõkarmaktadõr.

Ruhsal zekâyõ teorik ve kavramsal açõdan Gardner’õn çoğul zekâ kuramõnõn uzantõsõ olan yeni bir zekâ çeşidi kabul edenler bulunmasõna rağmen, Zohar, üç temel zekâ çeşidinin olduğunu söyleyerek Gardner’õn yedi çeşit olarak ortaya attõğõ ve gün geçtikçe yenilerinin eklendiği çoğul zekâ teorisini farklõ bir açõdan eleştirmiş oluyor. Zekâ sayõsõnõ çoğul zekâ açõsõndan düşündüğümüzde daha ne kadar zekâ ekleneceği belirsizdir, ancak Zohar’õn ortaya koyduğu bilimsel verilerden hareketle beyindeki “üç temel sinir sistemi” yle bağlantõlõ olan üç zekâyõ ele almak bu konuyu daha bilimsel kõlacaktõr. Zohar ve Marshall’a göre Gardner’õn ifade ettiği zekâ çeşitleri üç temel zekânõn “varyasyonlarõ ve de bunlarõn ilişkili sinir düzenişleri” dir (2004, s.16).

Zohar’õn tezinin temelinde Freud’a dayanan bir ilişkilendirme vardõr. Freud’un iki psikolojik sürecini IQ ve EQ’ya benzetir. Bu iki süreci birleştireni de SQ olarak adlandõrõr. SQ’nun bilimsel kanõtõ olarak dört araştõrmayõ esas alõr. Biz, çalõşmamõzda bunlardan sadece üçünü esas alacağõz; çünkü, Zohar’õn araştõrmalar sonucu ortaya çõkarõldõğõnõ söylediği “Tanrõ noktasõ” kavramõ henüz tartõşõlan ve farklõ boyutlara taşõnan bir konudur. Biz, şimdilik kesin sonuçlarõ olan araştõrmalarõ bilimsel kanõt olarak değerlendirip bu çalõşmalar üzerinden tezimize yön vereceğiz.

2.10.2. Ruhsal Zekânõn Bilimsel Varlõğõnõ Kanõtlayan Çalõşmalar

Zohar ve Marshall, ruhsal zekânõn bilimsel varlõğõnõ nörolojik, psikolojik, antropolojik ve dil bilim araştõrmalarõndan hareketle ortaya koyar. Bu araştõrmalar şunlardõr:

1. 1990’lõ yõllarõn başõnda nöropsikolog Michael Persinger’in; 1997’de nörolog V.S. Ramachandran ve ekibinin ortaya çõkardõğõ insan beyninde şakak loblarõndaki sinir bağlantõlarõ arasõnda konuşlanan “Tanrõ noktasõ”, 2. Wolf Singer’in 1990’lardaki “bağlayõcõ sorunu” çalõşmasõ,

3. Rodolfo Llinas’õn Singer’in çalõşmasõnõn gelişmiş bir versiyonu olan beyindeki 40 Hz’lik salõnõmlar,

4. Terrance Deacon’un “Symbolic Species” kitabõnda bahsettiği dilin gelişmesi ile ilgili düşünceleri.

Zohar ve Marshall, beynin şakak loblarõndaki sinir bağlantõlarõnõn arasõnda bulunduğunu iddia eden Tanrõ merkezi ile ilgili yapõlan çalõşmalarõn beyinde ruhsal bir merkez bulunduğunu gösterdiğini belirtiyorlar (2004, s.25). İlk olarak Michael Persinger, sara hastalarõnda gözlemlediği şakak loblarõnda meydana gelen elektriksel faaliyetlerin yol açtõğõ düşünülen ruhsal deneyimlerden hareketle bu bölgeyi yapay bir şekilde uyararak ortaya çõkan deneyimleri inceler. Ramachandran ve Blakeslee (1998), bu durumun muhtemel dört açõklamasõ olabileceğini belirtir. Birincisi tanrõnõn gerçekten bu insanlarõ ziyaret etmiş olabileceği, ikincisi deneklerin o an duygu yoğunluğu yaşõyor olmalarõ (s.182), üçüncüsü epilepsi hastalarõnda meydana gelen durumun birçok işitsel ve görsel uyaranlarla amigdala arasõnda bir tesisat gibi sistem döşemesine sebep olmasõ, dördüncüsü ise beynin aslõnda ruhsal bir deneyime aracõ olma amacõna yönelik uzmanlaşmõş sinir sistemi geliştirmiş olup olmayacağõdõr (s. 183). Ramachandran ve meslektaşlarõ 1997 yõlõnda aynõ çalõşmayõ normal denekler üzerinde uygulayarak farklõ bir inceleme yaparlar. Sara hastalarõnõn kriz anõnda şakak loblarõnda meydana gelen faaliyetlerin benzeri, deneklere ruhsal veya dinî bir konudan bahsedildiği zaman da meydana gelir. Ancak kendilerini çok dindar olarak tanõtanlarõn aynõ uyaranlara düşük tepkiler verdiği görülür. Bu kişilerin normal deneklerden daha yüksek tepkiler vermiş olmasõ gerekirdi. Bu da Tanrõ noktasõ görüşünün bilimsel temeller üzerine oturtulamadõğõnõ, kendi içinde çeliştiğini göstermektedir. Time Dergisi’nin 25 Ekim 2004 tarihli sayõsõnda kapak konusu yaptõğõ Dean Hammer’õn Tanrõ Geni başlõğõyla yayõmladõğõ kitabõnda 1001 ikiz kardeşlerden maneviyat seviyesi yüksek olanlarla olmayanlarõn genlerinin incelendiğinden ve VMAT2 adõnõ verdiği, insanlarda manevi seviyeyi belirleyen biyokimyasal sisteme ulaştõğõndan bahsedilir. Carl Zimmer bu konuda yayõmladõğõ makalesinde “Tanrõ Geni” yerine “Yayõmlanmamõş ve Tekrar Edilmemiş Bir Çalõşmaya Göre, Kişisel Aşkõnlõk Adõ Verilen Bir Faktörü Ölçmek İçin Yapõlan Psikolojik Anket Sonuçlarõnda Deneklerde Sadece Yüzde 1'lik Bir Fark Tespit Eden ve Yeşiller Partisi’ne Üye Olmaktan Altõncõ Hisse Kadar Bir Çok Şeyle İlgili Olabilecek Bir Gen” başlõğõnõ önerir (2004, s. 113).

Materyalist felsefeye göre doğru olan bu görüş, bilinç ve ruh arasõndaki ilişkiyi yok sayan, insanõn sadece maddeden var olduğunu savunan bir yaklaşõmdõr. Genetik biliminin pek çok soruya henüz cevap bulamadõğõ günümüzde, bilimsel doğruluğu onaylanmamõş bir konuda bu derece iddialõ bir görüş ortaya atmak sonraki çalõşmalarõ yanõltmasõ açõsõndan da uygun değildir. Bizim tezimizin konusunu oluşturan ruhsal zekâ kavramõ sadece bilişsel bilginin kanõtlanmõş verilerinden hareketle ele alõnacaktõr. Biz burada sadece ruhsal zekâya delil olarak gösterilen beyindeki Tanrõ bölgesiyle ilgili bu tür tartõşmalarõn var olduğunu, ancak bunu tezimizin konusu kapsamõnda değerlendirmediğimizi belirtmek üzere bahsetmiş bulunuyoruz.

Ruhsal zekânõn varlõğõna dair ikinci kanõt Avusturyalõ nörolog Wolf Singer’in “bağlayõcõ sorunu” çalõşmasõdõr. Singer, beyinde deneyimlerimizi birleştirmeye ve anlamlandõrmaya ayrõlmõş sinirsel bir işlemin varlõğõnõ ortaya koyar (1999, s. 391-393). Buna göre, beyinde üç “sinirsel organizasyon” bulunmaktadõr (Zohar, 2004, s. 59). Bunlardan ilki, akla, mantõğa ve kurallara bağlõ olarak düşünmemizi sağlayan rasyonel zekâmõzdõr. İkincisi, ilişkilendiren, daha önceden edindiğimiz alõşkanlõklarõmõzõ göz ardõ etmeden duygularõmõzla karar vermemizi sağlayan duygusal zekâmõzdõr. Üçüncüsü ise, kurallarõ kendisi oluşturan, yeri geldiğinde kurallarõ yõkan, yaratõcõ özelliğe sahip ruhsal zekâmõzdõr. İlk iki zekâ, bu üçüncü zekâ ile bir araya gelerek işlevsel hâle gelir ve anlama bütüncül bir özellik kazanõr.

İnsan beynindeki birçoğu seri zincirler ve devreler halinde, on bin kadarõ da sinir ağlarõnda birbirlerine çok yakõn bir şekilde bağlõ olan sinir hücrelerini birbirine bağlayan hiçbir fiziksel sinir bağlantõsõ yoktur. Çevremize baktõğõmõzda algõladõğõmõz nesneleri bir bütün olarak görürüz. Bunun açõklamasõ “bağlayõcõ sorun” olarak bilinen şeyin olma olasõlõğõdõr (Zohar, 2004, s. 84).

Singer daha önce yapõlan deneylere atõfta bulunarak birleştirici düşünmeyi bilimsel çalõşmalara dayandõrõr. Bunlardan biri Rodriguez ve meslektaşlarõnõn, 20-30 yaşlarõ arasõnda 7’si bayan 10 deneğe “Mooney” (ay biçimli) yüzler göstererek

yaptõklarõ deneydir. Bu resimler, düz gösterildiğinde kolaylõkla ne olduğu anlaşõlan ama tersten gösterildiğinde siyah beyaz anlamsõz şekiller olarak algõlanan özelliktedir. Deneklerden bir yüz görüp görmedikleri sorularak iki farklõ düğmeden birine basarak hemen cevaplandõrmalarõ istenir. %79’u düz gösterilen resimleri yüz olarak algõlar. Diğer taraftan, %76’sõ ters biçimde tutulduğunda resimlere bir anlam veremez. Bu iki durum “algõlama” ve “algõlayamama” durumlarõ olarak tanõmlanõr. Resimlere dikkatle bakmanõn kortikal bölge üzerindeki görsel işlemlerle ilgili olduğu bilinen alanda 35- 45 Hz sõklõğõ arasõnda yükselmiş gama hareketi ile ilişkili olduğu tespit edilir (Rodriguez ve diğerleri, 1999, s. 430). Fakat bu salõnõmlar, sadece denekler bir yüz fark ettiklerinde gerçekleşir. Bu durum, deneklerin bir düğmeye basarak motor tepki vermelerinden önce kõsa sürede yok olur. Araştõrmacõlar, böyle dinamik değişimlerin eş zamanlõ bağlanan hücre topluluklarõnõn geçici oluşumunu yansõtabileceğini ve iki durum arasõndaki geçişi, önce uyaranõn algõlanmasõnõ daha sonra motor programõnõ gösterebileceğini ileri sürmektedirler (Rodriguez ve diğerleri, 1999, s. 432).

Bir diğer araştõrmada, Miltner ve meslektaşlarõ, insanlarõn görsel ve dokunsal uyaran arasõndaki ilişkiyi öğrenip öğrenemeyeceğini test ederler. Bu çalõşma, önceki sonuçlarõn bir adõm daha önüne geçerek dil bilim uygulamalarõnda, diğer davranõş ve algõlama işlevlerinde artan EEG hareketinin birleştirici öğrenme ile de ilgisi olduğunu gösterir (Miltner ve diğerleri, 1999, s.434-436).

Denekler, sağlõklõ, sağ el kullanan 22 ve 36 yaşlarõ arasõnda 9’u bayan 16 gönüllü öğrencilerden oluşmaktadõr. Deneklerin sõrasõyla görsel ve dokunsal uyarana duyarlõ sinir hücresi topluluğu oluşturmalarõ gerekmektedir. Kõrmõzõ ve yeşil õşõktan biriyle aydõnlatõlan bir odada 8’i baskõn 8’i baskõn olmayan deneklerin sağ ve sol ellerine elektrik şoku verilerek 60 deneme gerçekleştirilir. Görsel uyaran gösterildikten sonra gama hareketinde dikkat çekici bir yükselme gözlenir. Özellikle, dokunsal uyaran alan eli gösteren kortikal alan ve görsel korteks arasõnda gama tutarlõlõğõnda belirgin bir yükseliş fark edilir. Bu gama aktivitesi 37-43 Hz bant (aralõğõnda) görülür. Hücre topluluklarõnõn bağlantõlarõ, hücreler eşzamanlõ olarak

ateşlendiğinde kuvvetlenir. Görsel korteks ve somatosensory/motor korteks arasõnda bağlantõ ve iletişim meydana gelir. Sonuç olarak, birleştirici öğrenme işleminde, iki grup uyarõcõ alan beyin bölgeleri arasõnda gama aralõğõnda artõş görülür (Miltner ve diğerleri, 1999, s.434).

Wolf Singer ve Charles Gray'in “bağlayõcõ sorunu” üzerine yaptõklarõ çalõşmada beyindeki aynõ nesneyi algõlayan sinir hücresi demetleri, eşzamanlõ olarak benzer frekanslarda (40 Hz'lik civarõ) salõnõrlar (Singer, 1995, s. 555-586)

Llinas’õn Singer’in gelişmiş bir versiyonu olan çalõşmasõ ise, uyku ve uyanõklõk durumundaki hâl ile beyindeki bilişsel olaylarõn arasõndaki bağlantõyõ ortaya koyan ruhsal zekâya dair ip ucu veren bir araştõrmadõr.

Aşağõdaki tabloda beyinde hangi durumlarda ne hõzda dalgalanma meydana geldiği görülmektedir (Zohar ve Marshall, 2004, s. 98).

Tablo 2.1. Beyin Dalgalarõ

Tipi Hõzõ Nerede/Ne zaman

gözlemlenir Anlamõ

Delta 0.5-3.5 Hz’lik

Derin uyku veya komada. Aynõ zamanda bebeklerin beyninde de etkin.

Beyin hiçbir şey yapmõyor.

Teta 3.5-7 Hz’lik Rüya görürken ve 3-6 yaş çocuklarda.

Beynin bir bölgesinden diğerine bölüm bölüm bilgi geçişi– hipokampüsten beyin kabuğundaki (korteks) daha kalõcõ depoya

Alfa 7-13 Hz’lik Yetişkinler veya 7-14 yaş

grubu çocuklar Gevşemiş dikkat hâli

Beta 13-30 Hz’lik Yetişkinler Yoğunlaşmõş zihinsel çalõşma

Gama Yaklaşõk 40

Hz’lik

Uyanõk ya da rüya görme sõrasõnda şuurlu beyin

Singer ve Gray tarafõndan yaratõlan algõsal özellik bağõ. Yaklaşõk 200

Hz’lik

Hipokampüste yeni keşfedildi.

İşlevi bilinmiyor.

Yapõlan son araştõrmalarda, 40 Hz'lik salõnõmlarõn hem tamamen uyanõk halde hem de rüya görürken, yani REM uykusunda beyinde var olduklarõ görülmüştür (Llinas ve diğerleri, 1993, s. 2078-2081).

Llinas, 5 yetişkin denekten gözleri kapalõ bir şekilde yatağa uzanmalarõnõ ve uyanõk kalmalarõnõ ister. İlk deney, öğleden sonra yapõlõr. İkinci olarak aynõ günün uyku döneminde gözlem yapõlõr. Gece yarõsõ başlangõcõnda ve son 4-5 saat içinde farklõ uyku dönemlerindeki beyin dalgalarõ kaydedilir. Uyanõk hâlde, derin uykuda ve REM uykusundaki sonuçlar karşõlaştõrõldõğõnda, sadece uyanõk hâldeyken ve rüya görürken beyinde 40 Hz’lik salõnõmlarõn meydana geldiği görülür. Ayrõca, rüya

görme yani REM uykusu sõrasõnda beyin dõştan gelen uyarõlara karşõ duyarlõ olmadõğõ hâlde 40 Hz'lik salõnõmlar görülür (Llinas ve diğerleri, 1993, s. 2079-2080)

Belirli aralõklarla meydana gelen ve geniş bir sõklõk (frekans) aralõğõnõ (2’den küçük 60’tan büyük) kapsayan EEG dalgalarõ, nöronlarõn “farklõ frekans aralõklarõnda eş zamanlõ salõnõm yapabileceğini” göstermiştir. Deneylerde, 40 Hz’lik frekans aralõğõ esas alõnmõştõr; çünkü, “nöronsal tepkilerin eş zamanlamasõ çoğunlukla 40 Hz aralõğõndaki salõnõmlarla birleşir.” (Singer, 1999, s. 391) Bunun

Benzer Belgeler