• Sonuç bulunamadı

Kriz Sonrası Kurtarma Programları Çevresinde Açıklayan Görüşler

Bu bölümde yine Kevın Dowd konuya ışık tutan bir çalışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Dowd makalesinde91, son yıllarda devletin ekonomiye müdahalesinin giderek arttığını, özellikle 1990’ların sonlarında Finansal Hizmetler Otoritesi (FSA)’nin kurulması, uluslararası banka sermaye yeterliliği düzenlemelerinin artan düzenlemelerin örnekleri olduğunu, bankacılığın bu haliyle laissez faire’in tam aksine, çok ağır bir şekilde düzenlenmiş bir sektör olduğunu ifade etmektedir.

Dowd, krizlerde, panik reaksiyonlar gösterilmemesi gerektiğini, bunun yerine düşüne taşına tepki verilmesi gerektiğini, vergi ödeyenlerin daha fazla maliyetlere katlanmamaları gerektiği, hükümet garantilerine ve mevduat sigortasına gerek olmadığı, mali teşviklere gerek olmadığı, daha fazla finansal düzenlemelere ve düzenleyici kurumlara ihtiyaç bulunmadığı, gevşek para politikasının olmaması gerektiğini söylemektedir.

Dowd, yapılması gerekenleri ise, nasıl bir finansal sistem tasarlanıyorsa net bir

şekilde ortaya konulması ve tanımlanması, bunu sağladıktan sonra da gidilmesi

planlanan yön için bir yol haritası belirlenmesi olarak ifade etmiştir. Burada, hedef güvenli, istikrarlı ve etkin bir finansal sistem ise bu hedefe laissez faire ile de ulaşmak mümkündür. Finansal düzenlemelerin bulunmadığı yada çok hafif olduğu dönemlerde Đskoçya’da, Kanada’da ve Avusturalya’da pek çok örnek bunu ispatlamıştır. Bu sistemler oldukça başarılı olmuş, bankalar iyi yönetilmediği, finansal risklerin iyi ölçülemediği ve mali bünyeleri zaafiyete uğradıkları takdirde

91

Dowd Kevin, “Lessons from the Financial Crisis: A Libertarian Perspective”, Libertarian Alliance Lecture, 17.03.2009, ss.1-12.

131

halkın hücumuna maruz kalmışlar ve bankalarını kapatmak zorunda kalmışlardır. Bunun tersine, güvenli, istikrarlı ve etkin bir şekilde yönetilen bankalarda ise bunun tersine hücum riskine maruz kalmamışlar, mevduat sigortası veya hükümet garantilerine gerek kalmaksızın güçlü bilançolarla bankalarını yönetmişler ve sistem etkin bir şekilde çalışmıştır.

Dowd, “Piyasa Bazlı Banka Kurtarma Programı”ndan bahsetmektedir. Bu program tamamen piyasa bazlı olacak, piyasa kuralları işleyecek ve devlet garantisi olmayacak, kurtarmalar sonucunda bankalar devletleştirilmeyecek yada benzer bir teşvik sistemi olmayacaktır. Bu program temel olarak finansal açıdan sıkıntılı olan firmaları kapsayacaktır. Bu Dowd’a göre bir tasfiye modelidir. Tasfiye modeli etkin bir şekilde çalıştığı takdirde devlet müdahalesine gerek kalmayacaktır.

Özellikle takip hukukunda, tüm firmalar borçlarını ödeyemedikleri takdirde aynı takip hukuku çerçevesinde değerlendirilirler. Tüm firmalar için aynı kurallar geçerli olmalıdır. Ancak, takip sürecinde firmanın yaptığı işin doğası da dikkate alınmalıdır. Nasıl ki bir elektrik üreticisi firma finansal güçlük yaşadığında, elektrik üretimine son verilmiyorsa ve akım devam ediyorsa aynı şekilde, finansal güçlük yaşayan bir hastanede tüm hastalar evlerine gönderilip hastane kapatılmıyorsa bankalar içinde aynı şey geçerli olmalıdır. Bu aşamada, Dowd bir reform paketi önermektedir: bu pakete göre; finansal düzenleme ve mevduat sigortası kaldırılmalı, sınırlı sorumlu bir kurumsal yönetim paketi devreye alınmalı, merkez bankaları ve mal bazlı parasal standart kaldırılmalı, hatta altın standardına geri dönülmelidir.

Dowd doğal olarak düzenlemelere karşı çıkan görüşü savunduğu için sadece kurumsal yönetim paketi ve para standardının değiştirilmesiyle sorunun çözülebileceğine inanmaktadır. Bu nedenle, bir bankanın yükümlülüklerini yerine getirememesi durumunda, kapatılmak yerine normal takip hukuku çerçevesinde takip edilerek işlem yapılması gerektiğini savunmaktadır. Halbuki burada Dowd’un gözden kaçırdığı en önemli nokta, elektrik şirketi veya çamaşır makinası fabrikasının kendi kaynakları ile veya borçlanma piyasasından fonlanmasına karşın bankaların halkın mevduatını temel kaynak olarak almaları ve bu kaynakları kredi olarak kullandırmalarıdır. Zaten, bankaları diğer firmalardan ayırt eden en önemli özellikte budur.

132

“Too Big To Fail” isimli bir makalede92, 1998 yılında Federal Reserve (The Fed) in LTCM’yi kurtarma operasyonu kritik edilmektedir. Makalede, LTCM’nin ödeme güçlüğü içerisine düşmesinin hem yönetiminin basiretsizliğinden ve hemde Fed tarafından zamansız kurtarılması kritik edilmektedir. Zira kurtarma yapılırken aslında LTCM’nin henüz iflas etmemiş olduğu, Fed’in LTCM’nin finansal piyasalar üzerindeki etkisini abarttığı, bu müdahalenin uzun vadeli başka problemleri de beraberinde getirdiği, belirtilmektedir. Hatta makalede bir adım ileri gidilerek Fed müdahale etmeseydi muhtemelen LTCM’nin yaşıyor olabileceği, kurtarma işlemi yapılmasaydı belkide finansal piyasaların daha iyi bir tepki verebileceği ifade edilmektedir.

Sözkonusu kurtarma operasyonu sonucunda, hedge fonlar için daha ayrıntılı düzenleme yapılması gereğinin doğduğu, Fed’in sorumluluklarının daha da arttığı, çoktan beri bir politika tercihi olarak terk edilmiş olan “too big to fail” konseptine geri dönüldüğü, bunun uzun vadeli istikrarı gölgeleyeceği, zira sektördeki tüm oyunculara eğer yükümlülüklerini yerine getirmede başarısız olur iseler kendilerinin de kurtarılabilecekleri mesajı verilmiş bulunmaktadır. Burada Fed’in Kongre’den herhangi bir yetki almaksızın kendi kendine büyük finansal kurumların batmasına izin vermemek ve kurtarmak gibi bir misyon üstlendiği, ama bunun ölçüsüz ve sorumsuz riske girmeyi teşvik ettiği, bir taraftan da Fed’in ahlaki otoritesini zedelediği belirtilmektedir.

Makalede, Fed’in acı reçeteyi uygulaması gerektiğine kendisinin inanmadığı, bu nedenle Rusları yada Japonları büyük finansal kuruluşların başarısız olmaları durumunda iflas etmelerine izin verilmesi gerektiğine inandırmanın güç olacağı belirtilmektedir. Günün sonunda, ekonomik serbestleşmenin her alanda gerekli

olduğu ve bunun istisnalarının olmaması gerektiği, oysaki LTCM’nin

kurtarılmasında bütün bunların göz ardı edildiği belirtilmektedir.

Bu makalede yerverilen görüşlerin tümüne katılınmaktadır. Türkiye’de yaşanan 2000-2001 krizi sırasında gerek uluslararası finansal kuruluşlar ve gerekse de diğer

92

133

ülkelerin merkez bankaları, TMSF’na devredilen bankaların kurtarılmak yerine tasfiyelerine karar verilmelerinin daha doğru olacağı ve kurtarma maliyetinin çok yüksek düzeylerde olacağı bunun yerine tasfiye maliyetinin daha sınırlı olacağı yönünde görüş beyan etmişlerdir. Buna karşılık 2008 yılı krizi ertesinde ABD ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası, tasfiye hukuku yerine kurtarma operasyonları ile krizi yönetme tercihinde bulunmuşlardır. Makalede de belirtildiği üzere, FED’in kendisininde acı reçeteyi içmesi gerektiğine inanmadığı ve finansal krizler sırasında politika değişikliklerine yönelebildiği aşikardır.