• Sonuç bulunamadı

Bu görüşü savunanlar, sermaye yeterliliği ile krizler arasındaki ilişkiyi konjonktür dalgalanmaları etrafında açıklamaya çalışmışlardır. Toporowski80, sermaye yeterliliği

78

Clementi, David, “Crisis Prevention and Resolution – Two Aspects of Financial Stability” Inaugural Lecture, London, 2000.

79

Akerlof, George A. ‘The market for Lemons: Quality, Uncertainty and the Market Mechanism’, Quarterly Journal of Economics, 1970, Vol.89 ss.488-500.

80

Toporowski Jan, “Enforced Indebtedness and Capital Adequacy Requirements”, The Levy Economics Institute of Bard College Policy Note, 2009/7, ss.1-4.

118

düzenlemelerinin uluslararası alanda çok fazla gereksiz yere önemsendiği, bir

şirketin kendi finansal yükümlülüklerini diğer firmaların finansal yükümlülüklerini

dikkate almadan kendi kendine seçebileceği, oysaki sermaye yeterliliği düzenlemeleriyle finans dışı firmaların borçlanmaya teşvik edildikleri, böylece “teşvik edilen borçluluk” nedeniyle ekonomideki kredi kalitesinin azaldığı, konuları üzerinde durmaktadır.

Makalede, dinamik karşılık ayırma önerisinin, ekonomik büyüme dönemlerinde sermaye gereksiniminin artırılmasının büyümeyi tersine çevireceği, özel sektöre kullandırılan kredilerde aynı zamanda hükümetlere gayrinakdi kredi kullandırılması yanında yabancı özel sektöre de kredi kullandırılmasıda güçlü bir alternatif olarak kullanılabileceği belirtilmektedir.

Toporowski’ye göre; ekonomik büyüme dönemlerinde sermaye yeterliliği rasyolarını istenen seviyeye çekebilmek için banka bilançolarını düzenlemek gerekecektir. Basel I’de öngörülen sabit sermaye yeterliliği rasyosu (Sermaye / Risk Ağırlıklı Varlıklar) ekonomik büyüme dönemlerinde döngüsellik arzeder ve likidite ve bilanço net değeri artış gösterir. Bu rasyo dolayısıyla, bankalar riskli kredilendirme faaliyetlerine girmek istemezler. Büyüme dönemlerinde sermaye yeterliliği rasyolarının artırılması yerine dinamik karşılık ayırma yönteminin benimsenmesi daha yararlı olabilecektir. Ancak bu yaklaşıma birçok yönden itiraz edilmiştir.

Yakın tarihten örneklerle global finansal piyasaların düzenlenmesinin etkilerini tartışan bir makalede81, 1997 yazında Asya krizi başladığında, Henry Kaufman’ın küresel finansal sistemi bir risk kuvözüne benzettiği ifade edilmekte ve hızlı büyüme ve türev ürünlerin karmaşıklığının finansal sistemi risklere çok daha kırılgan hale getirdiği vurgulanmaktadır. Burada asıl problem, uluslararası finansal sistemin bağımsız ve güçlü yapılar tarafından oluşturulmaması ve üniter bir küresel finansal sistemin bulunmamasıdır. Finansın karmaşık yapısı, tasarruf ve yatırımların sosyal paternleri ve finansın bu anlamda sosyalleşmesi, yeni kurumsal ve düzenlemesel

81

Picciotto Sol, Jason Haines, “Regulating Global Financial Markets”, Journal of Law & Society, Vol. 26 No.3, 1999, ss.351- 368.

119

yapıları da beraberinde getirmektedir. Bu da her aşamada yeni düzenleme formlarını beraberinde getirmektedir.

Toporowski’ye göre, piyasalar kurallardan bağımsız değildir ve kurallarla çevrili ve

şekillendirilmiş vaziyettedir. Piyasa katılımcıları açısından düzenleme

kaçınılmazdır. Ancak, “kim tarafından” ve “nereye kadar” sorusu burada önem kazanmaktadır. Tabiiki burada, kendi kendine düzenleme ve minimum dışsal müdahale önemlidir. Küresel finansal piyasaların karmaşıklığından dolayı birden çok düzenlemeci kuruluş aktif rol alabilmektedir. Burada, düzenlemeci kuruluşun kamu menfaati kavramı öne çıkmaktadır. Düzenlemeciler kendi rollerini, piyasayı çalışır durumda tutmak ve sistemik iflasları önlemek olarak belirlemektedir. Para sadece bir mal değildir tasarrufları biriktirme ve sosyal değer yaratma işlevi vardır. Düzenlemeci kuruluşların görevi sadece iflasları önlemek değil, kamu menfaatinin yaygın bir şekilde korunarak piyasanın işlemesini sağlamaktır.

White 82, Hayek’in meşhur konjonktür dalgalanmaları teorisinin bir anlamda para politikasını ve bunun uzantısı olarak bankacılık teorisini de ilgilendirdiğini ancak, Hayek’in çalışmalarında serbest bankacılığı tam anlamıyla desteklemediğini belirtmekte ve bunun nedenlerini açıklamaya çalışmaktadır.

Hayek, sürdürülebilir olmayan döngüsel yükselmelerin, çoğu zaman artan kredi verilebilir fonlara olan talebin doğal faiz yada denge faiz oranının yükselmesini sağlamadığına inanmıştır. Burada taleple faiz oranı aynı yönde ve aynı hızda hareket etmemekte ve kredi talebindeki yükselme sadece miktar ile ilgilidir. Aynı anda faizlerinde yükselmesini gerektirmemektedir. Hayek, bankaların para miktarını artırmakta yada azaltmakta büyük bir özgürlük içinde hareket etmelerinin dengeyi bozan şokların kaynağı olduğunu savunmaktadır.

82

White Lawrence H., “Why Didn’t Hayek Favor Laissez Faire in Banking?”, History of Political Economy, Vol.31, No.4, ss.753-769.

120

Barrel ve Gottschalk83, Basel Sermaye Uzlaşısı’nı kullanan gelişen ekonomilerden Meksika ve Brezilya’da sermaye yeterliliği düzenlemelerinin makroekonomik etkilerini incelemiştir. Ulusal ve uluslararası düzeyde sermaye yeterliliği düzenlemelerinde yapılan değişiklikler çalışmada dikkate alınmış ve genel denge modeli kullanılmıştır.

Burada, bir ekonomik şok simülasyonu yapılarak bu şokun etkisinin ulusal ve uluslararası sermaye yeterliliği rasyolarına etkisi analiz edilmiştir. Bu çerçevede, yapılan simülasyon analizlerinde, sermaye yeterliliği rasyolarında yapılan bir artışın Brezilya ve Meksika’nın GSYĐH’na ters etkide bulunduğu, ılımlı bir kredi krizinde tüm ekonomilerde borç verme faiz oranlarının yükseldiği, buna karşılık bankaların daha sıkı ödeme gücü rasyolarına verdikleri tepkilerde önemli farklılıklar bulunduğu, sözgelimi Brezilya’da sermaye yeterliliği düzenlemelerinde yapılan artışlarda bankalar sermayelerini artırmak yerine özel sektöre kullandırdıkları daha yüksek riskli krediler yerine daha düşük riskli –hatta sıfır riskli- hükümetlere ve kamu kesimine kredi vermeyi tercih ettikleri görüldüğü belirtilmektedir. Brezilya’da Hükümete verilen kredilerin artmasıyla kamu harcamaları da keskin bir artış sergilemiştir.

Kredi krizi ertesinde özel kesim yatırımları düştüğünden, kamu harcamalarının artması bu durumu dengelemektedir. Meksika’da sermaye yeterliliği gereksinimi arttığında, hükümetlere verilen krediler etkilenmemiş buna karşılık kamu sektörünün kullandığı yabancı para kredilerde düşme meydana gelmiştir. Meksika’da her iki durumda da sermaye gereksiniminin değişikliğinin getirdiği yükü özel sektör taşımıştır. Bulgular, özel sektör borçlanmasının yerini hükümet borçlanmasının alması nedeniyle “finansal dışlama etkisi” (financial crowding-out) nin varlığını işaret etmektedir.

Meksika ve Brezilya’da hane halkı borçlanması GSYĐH’nın sırasıyla %5 ve %8’ini oluşturmakta olup ödeme gücü rasyolarında yapılan değişikliklere karşı duyarlı

83

Barrell Ray, Sylvia Gottschalk, “The Impacts of Capital Adequacy Requirements on Emerging Markets”, National Institute of Economic and Social Research (NIESR), 2005, ss.1-46.

121

değildir. Ancak buna rağmen anılan ülkelerde, sermaye yeterliliği oranlarında artış yapıldığında, hane halkının tüketimi azalmaktadır. Aktarım mekanizması aracılığı ile hane halkı kesiminin net varlığı azalmış bulunmaktadır. Daha yüksek ödeme gücü rasyoları, hane halkı kesiminin daha yüksek faiz oranlarına katlanmalarını zorunlu kılmaktadır.

Çalışmada kullanılan modelde, daha düşük finansal varlıklar daha düşük tüketimin gerçekleşmesine neden olmuştur. Ödeme gücü rasyolarının % 0.5 oranında artırılması durumunda GSYĐH Brezilya’da %3.5, Meksika’da %2.2 oranında düşmektedir. Önemli bir bulguda, yabancı sermaye yeterliliği rasyolarının yurtiçi dengeye daha çok zarar verdiği, bunun portföyün yeniden dağılımı etkisi anlamına geldiğidir.

Teglio, Raberto ve Cincotti tarafından yapılan bir araştırmada84, sermaye yeterliliği düzenlemelerinin bankacılık sistemine olan etkileri Asil-Vekil bazlı bir analiz yöntemiyle araştırılmaya çalışılmıştır. 2008 Global finans krizinin başlamasından sonra bankacılık sektöründe etkin düzenlemeler yapılması önem kazanmıştır. Yapılan çalışmalar daha çok finansal sistemin istikrarının makro ekonomik değişkenlere ve büyümeye olan etkilerini anlamaya yönelmiştir. Düzenleyiciler, bankaların uzun dönemli farklı sermaye yeterliliği gereksinimlerini ölçmeye çalışmışlardır.

Çalışmada, etken bazlı yaklaşımı kullanılarak, belirli ülkelerden sağlanan data setleriyle Dinamik Stokastik Genel Denge Modelini kullanarak konuyu analiz etmeye çalışılmıştır. Geliştirilen Eurace modeli, karmaşık ekonomik yapının daha kolay anlaşılmasını sağlamıştır. Modelde, bankaların sermaye tabanı ile risk ağırlıklı varlıklar rasyosu yani SYR burada ana değişken parametre olarak seçilmiş ve altı farklı değer aldığı varsayılmıştır. Her bir değer için farklı şans faktörleriyle 10

84

Teglio Andrea, Marco Raberto, Silvano Cincotti, “The Impact of Banks’ Capital Adequacy Regulation on the Economic System: An Agent-Based Approach”, Universitat Jaume Castellon Working Papers, 2011/01, 2011, ss.1-22.

122

simülasyon seti oluşturulmuş ve model çalıştırılmıştır. Modelin çıktıları olarak, zaman serileri elde edilmiştir.

Yapılan ekonometrik analizler sonucunda, uzun vadeli büyüme ve içsel konjonktür dalgalanmaları gözlenmiş olup Sermaye Yeterliliği Rasyosu’nun belirlenen zaman aralığında önemli makro ekonomik etkilerinin bulunduğu görülmüştür. Kısa vadede (5 yıla kadar) daha düşük bir kaldıraç politikası nedeniyle kredi arzının kısıtlandığı, negatif makroekonomik sonuçlara yol açtığı, büyümeyi, yatırımları ve istihdamı azalttığı gözlemlenmiştir. Gerçekten de, sınırlı kredi arzı firmaların tayınlanmasına neden olurken, bunun tersine yüksek kaldıraç düzeylerinde firmalar tayınlama olmaksızın kredilere ulaşabilmektedirler. Yüksek borçluluk oranları firmalar üzerinde, kısa vadede daha az kısıtlayıcı politikalar geliştirmelerine neden olmaktadır. Buradan da bankaların düşük sermaye yeterliliği ile çalışmalarının piyasalara önemli etkilerinin bulunduğu sonucunu doğurmaktadır.

Araştırmanın diğer önemli bir sonucu ise, düşük sermaye yeterliliği rasyolarının bulunması durumunda, firmaların finansal kırılganlıklarının artması ve daha yüksek boyutlarda firma iflaslarına rastlanmasıdır. Bu nedenle oluşan iflaslarda tersine bir etki yaratarak bankaların sermaye yeterliliği rasyolarını azalttığı zira, uzun vadede bankacılık sektörünün kredi verme kapasitesinin azalmasıyla birlikte yüksek kaldıracın kendiliğinden azaldığı belirtilmektedir.

Diğer taraftan, bankaların sermaye yeterliliği rasyoları yüksek ise firmalar kısa vadede üretimlerini ve işçi sayılarını artırmaya yönelmemektelerse de, daha sonra yüksek sermayeler nedeniyle kredi talebini karşılayabilmek için kârlarını biriktirmekteler, bu da, daha düşük kredi tayınlaması ve daha yüksek kredi miktarı seviyesininde katkısıyla bankacılık sistemini daha güçlü ve istikrarlı yapmaktadır.

Euroce modelinin çıktılarına göre, kredi dinamikleri makroekonomik aktiviteyi çok yakından etkilemektedir. Bu nedenle, ekonomik istikrarı ve büyümeyi sağlayabilmek için bankacılık sistemi daha katı ve detaylı düzenlemelere maruz kalmaktadır. Model, ekonomik faktörler arasında kendi aralarında bir etkileşim sağlamakta ve ekonomik analizler, tahminler ve politika stratejileri oluşturmak için elverişli bir çevre yaratmaktadır.

123