• Sonuç bulunamadı

şansını kaçıran çoğu Uluslararası İlişkiler yazarları, özellikle de o sıralarda başat konumunu sürdüren neorelistler üzerinde önemli bir ezikliğe neden olmuştur. Ne de olsa bilimin önemli vaadlerinden biri olan öngörülebilirlik ölçütü geç kalmıştı.48 Bu husus uluslararası ilişkilerin önemli bir boyutunu oluşturan güvenlik çalışmaları konusunda kendini daha fazla hissettirmiştir. Peter J. Katzenstein, derlemiş olduğu ünlü The Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics isimli kitabına yazmış olduğu önsözde bu durumu oldukça önemli saptamalarla açıklamaktadır.49 Hugh Gusterson`dan aktarım yapan Katzenstein`e göre 1989-1994 yılları arasında güvenlik çalışmalarının en önde gelen yayın organı olarak bilinen International Security dergisinde disiplinin Soğuk Savaş`ın sona ermesiyle ilgili yaşamış olduğu öngörülebilirlik sorununu sorgulayan çalışmaya rastlamak nerdeyse olanaksızdır. Bu yıllar içinde sadece bir çalışma yapılmıştır ki, o da yazarının tarihçi olması nedeniyle meslekten

47 Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne Reinner Publishers, Boulder-London. 1998.

48 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: Sean M.Lynn-Jones (der.), The Cold War and After: Prospects for Peace, MIT Press, Cambridge, 1991; Michael J. Hogan (der.), The End of the Cold War: Its Meaning and Implications, Cambridge University Press, New York, 1992; Mike Bowker ve Robin Brown (der.), From Cold War to Collapse: Theory and World Politics in the 1980s, Cambridge University Press, Cambridge, 1993.

49 Peter J. Katzenstein, (der.), The Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics, Columbia University Press, New York, 1996

sayılmamaktadır.50 Tabii bu durum o yıllarda seslerini yeni yeni duyurmaya başlayan ve Uluslararas İlişkiler`in genç kuşağı sayılan konstrüktivistler için önemli bir boşluk olarak değerlendirilmiş olsa gerek.

Nitekim 1990`lı yılların başından itibaren Konstrüktivizmin genel Uluslararası İlişkiler Kuramı içinde gelişme sürecine paralel olarak güvenlik çalışmaları üzerindeki etkisi de zaman geçtikçe daha belirgin hale gelmiştir. Başka bir deyişle, Uluslararası İlişkiler gündeminin önemli boyutunu oluşturan güvenlik çalışmaları da konstrüktivist gelişmelerden nasibini almıştır. Katzenstein`in yukarıda adı geçen eseri konstrüktivist güvenlik çalışmalarının ilk versiyonlarından birini oluştursa da, takib eden yıllarda Konstrüktivizmin güvenliğe uygulanması daha geniş yelpazede ve daha farklı açılardan ele alınma fırsatı bulmuştur. Bu girişimlerin başında kuşkusuz ki, öncülüğünü Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap de Wilde gibi yazarların yaptığı Kopenhag Okulu ve bu okulun geliştirmiş olduğu Güvenlikleştirme (Securitization) ve Bölgesel Güvenlik Kompleksi Kuramı` (Regional Security Complex Theory) gelmektedir.51

Bundan böyle kısa şekilde Güvenlikleştirme yaklaşımı olarak tanımlanacak Kopenhag Okulu görüşlerinin entellektüel kökleri aslında Buzan`ın 1983 yılında yayınlanan Regional Security as a Policy Objective isimli makalesine dayanmaktadır.52 Arkasından yine Buzan`ın 1991 yılında yayınlamış olduğu People, State and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era isimli çalışması

50 Hugh Gusterson, “Reading International Security after the Cold War”, (28-30 Nisan 1995 tarihlerinde Kent State Üniversitesinde yapılmış “Culture and the Production od Security/Insecurity” isimli ikinci çalıştaya sunulan tebliğ). Aktaran: Katzenstein a.g.y.

51 Rens van Munster, “Logics of Security: The Copenhagen School, Risk Management and the War on Terror”, < http://www.sam.sdu.dk/politics/publikationer/RensSkrift10.pdf>28.03.2007

52 Barry Buzan, “Regional Security as a Policy Objective: The Case of South and Southwest Asia”, A.Z.Rubinstein (der.), The Great Game: The Rivalry in the Persian Gulf and South Asia, Praeger, New York, 1983.

Güvenlikleştirme yaklaşımının gelişimine önemli katkıda bulunmuş, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönem için uyarlanması açısından ciddi rol oynamıştır.53 Takip eden yıllarda Ole Waever ve Jaap de Wilde`ın de katılımıyla genel çerçevesi belirginleşen Güvenlikleştime yaklaşımı adı geçen yazarlarca 1998 yılında kaleme alınan Security: A New Framework for Analysis isimli çalışmayla akademik alanda kendi etiketini kurmayı başarmıştır.54

Yazarların kendilerinin de itiraf ettiği üzere, Güvenlikleştirme yaklaşımı konstrüktivist eksenli bir yaklaşımdır.55 Bu konuda ileride daha detaylı bilgilere değinilmeye çalışılacaktır. Bundan önce yazarların güvenlik tanımını, onların güvenliğe ilişkin yaklaşımlarını diğerlerinden farklı kılanın ne olduğunu genel hatlarıyla hatırlatmanın faydalı olacağı düşünülebilir.

Literatürde güvenlik çalışmaları ile ilgili genel olarak iki tür yaklaşım bulunmaktadır: a) askeri ve devlet merkezci geleneksel yaklaşımlar;56 b) güvenlik kavramını genişleten yeni nesil yaklaşımlar.57 İkinci kategoriye girdiği anlaşılan Güvenlikleştirme yaklaşımının Eleştirel Dönüş ruhundan beslendiği bir gerçek olsa da, bir taraftan realizm/neorealzim gibi geleneksel yaklaşımlardan farklı olduklarını

53 Barry Buzan, People, State and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, Lynne Rienner, Boulder; Harvester Wheatsheaf, Hempstead, 1991. İlginçtir ki, akademik karyerine İngiliz Okulu takipçisi olarak başlayan B.Buzan, izleyen yıllarda daha çok Konstrüktivizm cephesinde görünmeye başlamıştır. Bkz: Barry Buzan, “From International System to International Society: Structural Realism and Regime Theory Meet the English School”, International Organization, Cilt 47, Sayı 3, 1993, s.327-52; Barry Buzan ‘The English School: An Underexploited Resource’, Review of International Studies 27, 2001, s.471–88.

54 Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne Reinner Publishers, Boulder-London, 1998.

55 Buzan, Waever ve Wilde, Security..., s.203-213

56 Burada daha çok tehdit algılama, kuvvet kullanımı ve kontrolü gibi konulara önem verilmektedir. Bkz:

Stephen Walt, “The Renaissance of Security Studies”, International Studies Quraterly, Cilt 35, Sayı 2, 1991, s.211-239.

57 Burada kullanılan yeni nesil tanımı Eleştirel Kuram, Konstrüktivizm ve Postmodernizm/Post-yapısalcılığı kapsayacak şekilde geniş anlamda kullanılmıştır.

vurgularken, diğer taraftan da post-pozitivist geleneğin dışında olduklarını belirtmek gerekecektir. Başka bir deyişle, Güvenlikleştirme yaklaşımının post-yapısalcı düşünceden kaçınarak Konstrüktivizmin natüralistik ayağını oluşturan modernist ve modernist lingüistik varyantlara eklemlenmeye çalıştığı söylenebilir. Yaklaşımın öncüleri (Buzan, Waever ve Wilde) benimsemiş oldukları bu konumu bu kaç açıdan temellendirmektedirler. Onlara göre, askeri ve devlet merkezci geleneksel yaklaşımların formülü açıktır:

“...Objektivizme dayanarak, güvenlik çalışmalarının gerçek tehditin ne olduğunu açık açık söyleyebileceğine ve buna karşı nasıl en iyi önlemlerin alınabileceğine iman getirmektedirler. Aktörlerin güvenlik politikasını nasıl yönettikleri/yönetemedikleri sorusuna verdikleri yanıt ise, genelde bahse konu aktörlerin entellektüel ve bürokratik başarı(sızlık)larına bağlı olarak izah edilmektedir. Devleti a priori, ezeli bir birim olarak kabul etmektedirler. Güvenlik sorunsalına doğa bilimleri kanunuyla yaklaşırlar.”58

Kopenhag Okulu mensupları kendi görüşleri ile postmodernist/post-yapısalcı yaklaşımlar arasında da önemli farklara dikkat çekmektedirler. Onlara göre, büyük olasılıkla hiç bir zaman demir kanunlara sahip olamayacak postmodernist/post-yapısalcı görüşler, sürekli olarak hegemon anlatının gizli gündemini açığa çıkarma peşindedirler.

Buradan yola çıkarak, postmodernist/post-yapısalcı yazarlar devletlerin ellerinde bulundurdukları güç sayesinde gerçekliğin öteki boyutlarını baskı altında tuttuklarını iddia etmektedirler. Bunun yanı sıra, Postmodernizm/Post-yapısalcılık açısından bütün

58 Ayrıca, Buzan ve arkadaşları başlıca olarak askeri konulara odaklanan geleneksel güvenlik yaklaşımlarının sınırlarını aşarak daha 4 temel alandan söz etmektedirler. Dolayısıyla, güvenlik konularının 5 temel alanda ortaya çıktığını belirtirler: askeri, siyasal, çevresel, ekonomik ve toplumsal. Her bir alanın Uluslararası İlişkilerde özel bir karşılıklı etkileşim tipine işaret ettiğini ifade etmektedirler.

Hangi alanın daha fazla önemli olduğu sorusu gelince, bu konuda genelde akademik ve siyasal konumun etkili olduğunu belirterek kendilerinin bu tür saptamalardan kaçındıklarını dile getirmektedirler. Onlara göre her bir alanın göreli ağırlığı, takip eden bölümde anlatılacak olan güvenlikleştirme sürecinin niteliğine ve ilgili bölgenin özelliklerine bağlıdır. Örneğin, din olgusunun yer aldığı toplumsal alan İran ya da Suudi Arabistan`da ön planda iken, insan hakları ve demokrasi gibi kavramları içeren siyasal alan Avrupa ülkelerinde daha önceliklidir. Bkz: Buzan, Waever ve Wilde, Security..., s.168.

düzenlilikler kırılabilir. Postmodernist/post-yapısalcı görüşlerin ana görevi de budur zaten: düzenlilikleri kırmak. Ayrıca, sözkonusu yaklaşımlar güvenlik çalışmalarının yerleşik konularına karşın yeni konuları çalışma hedefi olarak alırlar: yoksulluk, işsizlik, çevresel problemler vs.

Oysa Güvenlikleştirme yaklaşımına göre, gerçek sorun aslında yukarıda anlatılanlardan hiç birisi değildir. Bu kapsamda Buzan ve meslektaşları kendi yaklaşımlarını sosyal praksis sonucu biçimlenen güvenlik anlayışına dayandırmaktadırlar. Başka bir deyişle, güvenlik meselelerinin güvenlikleştirme eylemi sonucunda ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Onlara göre genel anlamda hayatta kalma, yaşamı idame ettirme (survival) gereksinimine dayanan güvenlik kavramı, tehdit olarak belirlenen süreçlerin ortadan kaldırılması için olağanüstü önlemlerin alınmasını meşrulaştırmaktadır. Başka ifadeyle, güvenliğe yönelik tehditlerin belirlenmesi, devlete ya da diğer ilgili birimlere sözkonusu tehditler karşısında seferberlik imtiyazları sağlamakta ve özel güç kullanabilmenin önünü açmaktadır. İşte yazarların odaklandıkları temel nokta sözkonusu güvenlik tehditlerinin biçimlenmesi, sosyal inşası sürecine ilişkindir. Kendilerinin de belirtmiş olduğu gibi, Güvenlikleştirme yaklaşımı kapsamında Kopenhag Okulu girişimlerinin esas amacı büyük politik etkiye sahip varoluşsal tehdidin öznelerarası düzeyde oluşturulması sürecine eğilmek; siyaseti, belirlenmiş kuralların ötesine götüren güvenlik eylemlerinin doğasını anlamaya çalışmaktır.59

Sonuç itibarıyla yazarlara göre, Güvenlikleştirme yaklaşımının temel kaygısı, objektifist anlamda bir durumun gerçek bir tehdit olup olmamasını belirlemek değildir.

59 Buzan, Waever ve Wilde, Security..., s.21-24

Dahası, onlara göre, Güvenlikleştirme yaklaşımının görevi hangi güncel güvenlik sorununun elit kesimin belirlediği güvenlik sorunlarından daha önemli ve/veya daha gerçekçi olduğunu belirlemek hiç değildir. Buzan ve öteki meslektaşlarına göre tabii ki, her herhangi bir eylemin kasıtlarını gösterecek gizli belgelerin olması mümkündür. Ama güvenlik çalışmalarının sadece bu varsayımlar üzerinden sürdürüleceği taktirde, algılama ve yanlış algılama düzeyine indirgeme riskinin ortaya çıkabileceğini belirtmektedirler. Bunun yerine, diğer sosyal inşalar gibi “taşlaşabilir” konstrüktivist kimlik anlayışı üzerine kurulmuş bir güvenlikleştirme çözümlemesinden sözetmektedirler.60 Buradan yola çıkarak, Konstrüktivizm`in önemli bir boyutu olan öznelerarasılık kavramına vurgu yapmakta ve bu kavramı temel alarak Uluslararası İlişkiler`de bir konunun hangi koşullarda ve nasıl güvenlik konusu olabileceği sorunsalını kendi akademik gündemlerinin merkezine yerleştirmektedirler. Tabii ki, devletin güvenliğine yönelik açık fiziksel saldırılar (örneğin, düşman tanklarının sınıra dayanması gibi) güvenlikleştirme sorunsalının dışındadır. Ama bu tür açık saldırıların sözkonusu olmadığı durumlarda öznelerarası düzeyde güvenlik tehditlerinin inşası ve bu tehditlerin ortadan kaldırılması için önlemlerin öngörülmesi/uygulanması süreci Kopenhag Okulu`nun temel ilgi alanını oluşturmaktadır. İşte yazarların

“güvenlikleştirme” olarak tanımladığı kavram, tam da bu süreci açıklamak üzere geliştirilmiştir.

60 Yazarların kullanmış olduğu “taşlaşabilir” sıfatı aslında Wendit`in çalışmalarından bilinen “göreli sabitleşmiş yapılar” anlayışı ile birebir örtüşmektedir. Bilindiği üzere, kimlik kavramı postmodernist/post-yapısalcı yaklaşımda sürekli söylem temelinde değişim geçiren bir olgu olmasına rağmen, Wendityen anlamda belirli bir aşamadan sonra nesneleşme özelliği sergileyen olgu olarak değerlendirilmektedir. Bu hususların gözönünde bulundurulması nedeniyle olsa gerek, Kopenhag Okulu kimi zaman kendilerini

“durgun konstrüktivistler” (inert constructivists) olarak tanmlamaktadırlar. Bkz: Wendt, “Anarchy is what states make of it…”, s.397; Buzan, Waever ve Wilde, Security..., s.205-6.