• Sonuç bulunamadı

araştırmacısının gündemi üzerinde pek etkili olmayacaktır. Doğal olarak, bu örnekte bir güvenlikleştirme araştırmacısının yapacağı şey, Gürcistan`ın güvenlik pratiklerini ve karşılıklı etkileşim davranışlarını inceleyerek bu ülkenin ait olduğu güvenlik kompleksini saptamaya çalışmak olacaktır. Dolayısıyla, “Güvenlik kompleksleri, yalnızca güvenlik gözüyle görülebilen bölgelerdir.” önerrmesi merkez konumda işlev görecektir.71 Böylelikle, Güvenlikleştirme yaklaşımını temel alan bir araştırmacı, güvenlik ilişkisi bağlamında kendi analitik kurgusunu - güvenlik kompleksini inşa edecektir.

içi kuramsal açılımlar sürecinde önemli rol oynamıştır.73 Bununla birlikte, Uluslararası İlişkiler`e özgü yaklaşımlararası farklılıklar kimlik ögesinin disiplin içindeki öneminin değerlendirilmesinde çeşitli varsayımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başka bir deyişle, neorealistler ve neoliberaller arasında görülen yaklaşımsal farklılıkların kimlik sorunsalının ele alınmasında doğurduğu sonuçlar, izleyen yıllarda Eleştirel Dönüş`ün (Critical Turn) yaşam bulmasıyla çok daha karmaşık hale gelmiştir.74

Belki de kimi açılardan haklı olarak Alina Hosu`ya göre, neorealist ve neoliberal düşünce akımlarını kapsayan geleneksel yaklaşımlar Soğuk Savaş sonrası dönemde kendi çalışmalarında kimlik ögesine yer ayırsalar da, bu konuyu yüzeysel olarak ele almış, daha çok etnik ve milliyetçi çatışmalarla ilgili açıklamalarının belirli bir yerine sıkıştırma izlenimi vermişlerdir. Kısacası, kimliğin inşası, dönüşümü gibi yaşamsal konuları görmezden gelmişlerdir.75

Buna karşın, Eleştirel Dönüş`ten beslenen Konstrüktivizm, Postmodernizm, Post-yapısalcılık, Feminizm gibi yeni nesil yaklaşımlar bir taraftan kimlik konularını gereğince işlemeyen/işleyemeyen geleneksel gündemi eleştirirken, diğer taraftan kendi ontolojik ve epistemolojik önermeleri temelinde kimlik ögesini Uluslararası İlişkiler`de

73 Alina Hosu, “Identity Politics and Narrativity”, Conference on ‘Narrative, Ideology, and Myth’, Presentation Paper, Tampere, 26-28 Haziran 2003.

74 Neorealist yaklaşımlarda kimlik konusunu işleyen bazı kaynaklar için bkz: Barry R. Posen, ‘The Security Dilemma and Ethnic Conflict’, Survival, Cilt 35, Sayı 1, 1993, s.27-47; Stephen Van Evera,

‘Hypotheses on Nationalism and War’, International Security, Cilt 18, Sayı 4, 1994, s.5-39; Neoliberal yaklaşımlarda kimlik konusu için bkz: Robert O. Keohane, International Institutions and State Power:

Essays in International Relations Theory, Westview, Boulder,1989.

75 Neorealist kimlik yaklaşımlarının eleştirisi için bkz: Keith Krause ve Michael C. Williams ‘Broadening the Agenda of Security Studies? Politics and Method’, Mershon International Studies Review, Cilt 40, Sayı 2, 1996, s. 229-54; Neoliberal kimlik yaklaşımların eleştirisi için bkz: Mark Laffey ve Jutta Weldes,

‘Beyond Belief: Ideas and Symbolic Technologies in the Study of International Relations’, European Journal of International Relations, Cilt 3, Sayı 2, 1997, s. 193-237. Aktaran: Hosu, a.g.m.

yeniden konumlandırmaya girişmişlerdir.76 Bu süreçte feminist yaklaşımlar izleyen dönemlerde kendi içinde liberal, Marksist-Sosyalist, postmodernist alt-bileşenlere ayrılırken, postyapısalcı yaklaşımlar metinsellik ve söylem merkezli kimlik konusundaki duruşlarını geliştirmişlerdir. Öte yandan Konstrüktivizm de kendi akademik gündeminde kimlik konularına önemli yer ayırarak, bu alandaki kuramsal olanaklarını genişletmeye çalışmıştır.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yukarıdaki bölümlerde de açıklanmaya çalışıldığı üzere, Kontrüktivizm içerisinde çeşitli alt-bileşenler olmasına rağmen, bütün konstrüktivist çalışmaların kimlik konusunda ortak olarak kabul ettiği üç temel husus vardır. Birincisi, geleneksel (realist ve liberal) yaklaşımların tersine, Konstrüktivizmde kimlikler a priori olgular değildir. İkincisi, postyapısalcı yaklaşımların tersine, kimlikler bireysel iradeyi yansıtan söylemsel eylemler temelinde oluşmaz. Üçüncüsü, konstrüktivist yaklaşıma göre kimlik, sosyal ve kültürel olarak öznelerarası (intersubjective) düzeyde inşa edilmektedir. Bu görüşü biraz daha açmak gerekirse, özellikle sonuncu önermeye – öznelerarasılık faktörüne odaklanılarak aşağıdakileri özetlemek mümkündür.

Öncelikle, geleneksel analiz düzeylerinden (birey, devlet ve sistem) farklı olarak Konstrüktivizm, öznelerarası (intersubjective) analiz düzeyi’ni temel almaktadır.77 Bu

76 Kimlik yaklaşımına ilişkin feminist yaklaşımların önde gelen çalışmaları için bkz: Marysia Zalewski ve Cynthia Enloe, “Questions about Identity in International Relations”, Ken Booth ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Polity Press, Cambridge, 1995, s.279-305; Chris Beasley, What is Feminism, Sage Publications, London, Thousand Oaks ve New Delhi, 1999. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe`den önemli ölçüde esinlenen Campbell`in çalışmaları post-yapısalcı kimlik yaklaşımı ile ilgili önemli örnek teşkil etmektedir. Bkz: David Campbell, National Deconstruction. Violence, Identity, and Justice in Bosnia, University of Minnesota Press, Minneapolis ve London, 1998.

77 Stefano Guzzini, “A Reconstruction of Constructivism in International Relations”, European Journal of International Relations,Cilt 6, Sayı 2, 2000, s. 147–182.

bağlamda, konstrüktivist çözümlemeleri geleneksel (realist ve liberal) yaklaşımlardan ayıran önemli fark, Konstrüktivizm`in adı geçen ekollerin insanı tanımlarken ima ettikleri fayda-artırıcı (utility-maximizing) homo oeconomicus kavramına yönelttiği eleştirileridir. Rugguie’nin tanımıyla, neo-faydacıların genel görüşüne göre idealar, değerler, normlar, kültürler veya kimlikler sadece çıkarların değerlendirilmesinde ya da meşrulaştırılmasında rol alabilirler78. Buna karşılık konstrüktivist yaklaşım, bu değişkenlerin (norm, kültür, kimlik gibi) bağımsız etkilere sahip olduğunu savunmaktadır. Konstrüktivist görüşe göre, aktörlerin eylemleri norm, kültür, kimlik ve diğer değer esaslı faktörler tarafından yönlendirilmektedir. Bu tür sosyo-kültürel unsurların bağımsız etkilere sahip olduğu iddiasının ise egoist, rasyonel homo oeconomicus kavramı ile örtüşmeyeceği belirtilmektedir. Bu kavram Konstrüktivizim`de homo sociologicus konsepti ile yer değiştirmiş bulunmaktadır. Konstrüktivist yaklaşıma göre aktörler, kararlarını öznel faktörler, tarihsel-kültürel tecrübeler ve kurumsal unsurlar geçmişine dayanan norm ve kurallar ile kimlikleri temelinde ve öznelerarası düzeyde almaktadırlar79. Dolayısıyla, konstrüktivist ontolojiye göre genel anlamda devletin çıkarları, özel anlamda ise devletin güvenlik çıkarları “kendini düşünen”,

“bencil”, rasyonel aktörler tarafından “keşfedilen” bir kavram değildir. Çıkarlar, karşılıklı sosyal etkileşim süreci sonucunda, diğer bir deyişle öznelerarası düzeyde inşa edilmektedir. Ancak burada adı geçen sosyal karşılıklı etkileşim, diğer adıyla

78 Ruggie, neorealist ve neoliberal kuramcıları neo-faydacı olarak tanımlamaktadır. Bkz: Ruggie, Constructing the Global Polity…, s.10

79 Boekle, Rittberger ve Wagner, a.g.y.

öznelerarasılık kavramı, bireysel algılama psikolojisine indirgenmemelidir80. Habermasçı ifadeyle, kültür, değer, norm gibi tinsel faktörler, özellikle de kimlik temelinde inşa edilen “iletişimsel çıkar” söz konusudur81. Rasyonel kuramlarda olduğu gibi a priori ve dışsal değildir.

Öte yandan, postyapısalcı yaklaşımlar tarafından öne sürülen ve devlet kimliğinin söylemsel olarak farklılaştırma (differentiation) ve birleştirme (linking) süreçleri temelinde inşa edildiğini iddia eden argümanlara karşı, özellikle Wendt merkezli Konstrüktivizm`de devletin öznelerarası düzeyde biçimlenen kimliğinin iki boyutuna dikkat çekilmektedir: ulusal ve uluslararası. Devlet kimliğinin ulusal boyutu pre-sosyal kavramı üzerine geliştirilmiştir.82 Buna göre, kendinden örgütleyici (self-organizing) niteliğe sahip olan pre-sosyal kimlik, bir devletin (Biz) herhangi bir diğer devletle (Öteki) ilişkisine ihtiyaç duymadan sahip olduğu ön özelliklerine işaret etmektedir. Buna örnek olarak, devletlerin kurumsal-hukuksal düzenleme yetkisi, meşru örgütlü şiddet kullanma tekeli, egemenlik vb. nitelikleri gösterilmektedir.83 Şöyle ki Wendt`e göre, eğer post-yapısalcıların belirttiği gibi, devletlerin kendisi salt anlamda karşılıklı etkileşim (söylemsel ilişki) sürecinin bir ürünü ise, o zaman karşılklı etkileşimin üzerine geliştiği herhangi bir bağımsız ögenin sözkonusu olmayacağı anlamı ortaya çıkacaktır ki, bunun da kabul edilmesini olanaksız bulmaktadır. Ona göre,

80 Jeffrey T. Checkel, “Why Comply? Constructivism, Social Norms and the Study of International Institutions”, <http://www.arena.uio.no/publications/wp99_24.htm> 14.03.2004; Jeffrey T. Checkel,

“Social Construction and Integration”,<http://www.arena.uio.no/publications/wp98_14.htm> 17.06.2004.

81 “İletişimsel Çıkar” kavramı için bkz: Kaveh L. Afrasiabi, After Khomeini: New Directions in Iran’s Foreign Policy, Westview Press, Oxford, 1994, s.17.

82 Lene Hansen, Security as Practice...s. 24.

83 Hatta Wendt ünlü Social Theory of International Politics isimli çalışmasında bu argümanı daha da ileriye taşıyarak, devletlerin kimlik ve çıkarlarına ilişkin karşılıklı etkileşimin etkilerinin sadece sistem düzeyinde (devletlerarası ortamda) görülebileceğinden sözetmektedir. Bkz: Alexander Wendt, Social Theory…, s.313

sosyal varlık olan devletler diğer devletlerle ilişkilerinin ilk aşamasında bencil olmaya eğilimlidirler. Sosyal kimlik kuramında olduğu gibi, bir devleti oluşturan grubun üyeleri, grup dışı üyelerden farklı olarak kendi aralarında birbirlerine daha fazla favori duyacaklardır. Böylece, karşılıklı etkileşim sürecinin (state-to-state) daha ilk aşamasında devletin bencil, kendine yeten (self-help) davranışını görmemiz mümkündür.84 Ama Wendt burada devletlerin bencil niteliğine vurgu yapmasını, kendi konstrüktivist yaklaşımının tamamen neorealist paradigma ile örtüştüğü şeklinde okumamamız konusunda bizi uyarmaktadır. Dahası, bu bencilliğin sürekli başat nitelik olarak kalmayacağını özellikle vurgulamaktadır. Bilindiği üzere, realist gelenek Hobbes`ten esinlenerek insanoğlunun bencil niteliklerine dikkat çekmiştir. Wendt göre, öğrenen bir sosyal varlık olan devlet, zamanla diğerlerine saygı gösterme (other-regarding) ve onlarla işbirliği kurma niteliği kazanabilmektedir.

Wendt, devlet kimliğinin öteki boyutunu – uluslararası boyutunu anlatırken, göreli sabitleşmiş (relative stable) yapılar kavramından sözetmektedir.85 Buna göre, devlet kimliğinde hiç bir sosyal karşılıklı etkileşime ihtiyaç duymadan var olan (pre-sosyal) unsurlarla beraber, karşılıklı etkileşim sonucunda devletin kimliksel profiline kazınan bazı nitelikler de söz konusudur. Bu nitelikler, kendi pre-sosyal değerleri ile

84Wendt bu süreci 1992 yılındaki çalışmasında daha detaylı şekilde anlatmaktadır. Mealen şöyle özetlemek mümkündür: Ego (Ben) ve Alter`in (Öteki) ilk kez karşılaştığını düşünün. Belirli bir maddi kapasiteye sahip olan bu aktörlerin her ikisi de yaşamlarını devam ettirmek isteyeceklerdir. Birbirlerine karşı ilişkinin ilk aşamasında ne a priori biolojik bir neden, ne de ülkeiçi herhangi bir güç onları zorlamaktadır. Aralarında güvenlik veya güvensizlikle ilgili herhangi tarihsel kayıt bulunmaz. Peki, bu aktörler ne yaparlar? Örneğin, Ego bir jest yaparak kendisinin Alter`in her türlü etkisine hazır olduğunu belirtmeye çalışır. Bu durumda asıl amacı bilmeyen Alter, bunu Ego`nun “niyetinin” işareti olarak algılar. Böylece Alter, Ego`nun davranışını çıkarsamaya çalışırken bir anarşinin ortaya çıkması da söz konusudur (anarchy is what states make of it ). Kısacası, böylelikle tehdit doğal olarak değil, sosyal olarak inşa edilecektir. Bunun için bkz: Wendt, “Anarchy is what states make of it...”, s.404.

85 Alexander Wendt, “Identity and Structural Change in International Politics”, Yosef Lapid ve Friedrich Kratochwil (der.) The Return of Culture and Identity in IR Theory, Lynne Reinner, Boulder ve London, s.48; Maja Zehfuss, “Constructivism and identity...”, s.95-118.

uluslararası alana çıkan devletlerin diğer devletlerle karşılıklı etkileşimini takiben belirmektedir. İşare verme, yorumlama, karşılık verme ve sosyal öğrenme gibi 4 süreçten oluşan söz konusu etkileşim neticesinde kazanılan nitelikler, Buzan`ın deyimiyle, “taşlaşarak” devlet kimliğinin geliştirilmesinde, dönüştürülmesinde ve sürdürülmesinde başlıca rol oynamaktadır.

Özetle, Konstrüktivizm`e göre bir devletin kimliği, ulusal ve uluslararası olmak üzere iki boyutta oluşmakta, aynı zamanda söz konusu her boyuta uygun değişimlere paralel olarak zamanla evrim geçirebilmektedir.86 Devlet kimliğinin ulusal boyutu, ilk olarak pre-sosyal özellikleri içermek koşuluyla, ülkesel düzeyde mevcut olan sosyo-kültürel değer yargılarına ve temel siyasal rejim kriterlerine tekabül etmektedir.

Kimliğin uluslararası boyutu ise bir devletin, ulusal düzeyde hakim toplumsal ve siyasal görüşlere dayanan dış politika perspektifiyle uluslararası düzeyde çeşitli sosyal çevrelerle girdiği karşılıklı etkileşim sürecini ve bu süreç sonucunda kimliğine yansıyan yeni özellikleri kapsamaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, her iki boyuta (ulusal ve uluslararası) ait unsurlar ve zamanla her iki boyutta ortaya çıkan değişimler birbirinden bağımsız olmayıp, karşılıklı etkileşim şeklinde birbirini besleyerek devlet kimliğinin, dolayısıyla da devlet çıkarlarının formülasyonunda ve yeniden biçimlendirilmesinde eş-oluşturucu rolünü oynamaktadır. Konstrüktivist kimlik tanımının temelinde yatan da bu husustur. Diğer bir deyişle, rasyonalist yaklaşımlardan farklı olarak konstrüktivist kimlik kavramı, devletlerin ulusal çıkar adına izlediği politikalarda ikinci dereceli stratejik

86 Konstrüktivizm`e göre, kimlik için burada kullanılan ulusal boyut, sadece yaygın olarak algılanılan etnik ya da milli ölçütlerle sınırlı kalmamaktadır. Aynı zamanda, devletin egemenlik ögesini de içermektedir. Bunun için bkz: Ronald L. Jepperson, Alexander Wendt, and Peter J. Katzenstein, “Norms, Identity and Culture in National Security”, Peter J.Katzenstein (der.), The Culture of National Security:

Norms and Identity in World Politics, Columbia University Press, New York, 1996, s.33-78.

kaldıraç (leverage) ve bağımlı değişken değil, aksine, söz konusu çıkarların oluşumunda bizzat görev alan temel öğedir.

Başka bir deyişle, yerleşik Uluslararası İlişkiler kuramcılarına karşın konstrüktivist yazarlar, kimliği ulus devletin kendi çıkarlarını artırmak için kullandığı bir stratejik faktör olarak değil, çıkarların oluşumunda doğrudan rol alan bir unsur olarak ele almaktadırlar. Uluslararası politikanın temel birimlerinin devletler (agents) olduğu ve devletlerin içinde bulundukları ortamların (structure) maddi özellikten çok kültürel-kurumsal niteliğe sahip olduğu varsayımından yola çıkarak, ulus devletin dış politika davranışlarıyla kimlikleri arasında bağlantı kurmaya çalışmaktadırlar87. Buna göre, etkili bir dış politika uygulaması ulusal kimlik, ulus devletin “dünyadaki yeri” ve onun dost ve düşman tanımlama kalıpları ile ilgili ulusal düzeyde ortak paylaşılan görüşlerin niteliğine doğrudan bağlıdır88. Diğer bir deyişle konstrüktivist analitik çerçeve, dış politikadaki genel davranış profilinin belirlenmesinde, kararların motive edilmesi ve meşrulaştırılmasında kimlik kavramının birinci derecede etkili olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda bir siyasal kültür içerisinde oluşturulan ve kurumsallaştırılan kimlik söylemlerinin, dış politika karar vericilerine siyasal gerçekliği algılama ve yorumlama çerçevesi sağladığı savunulmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, tarihsel olması nedeniyle gerek iç, gerek dış politikada kimliğin ve buna bağlı olarak da dış politika çıkarlarının yeniden tanımlanabildiği ileri sürülmektedir.

87 Jorge Larrain, İdeoloji ve Kültürel Kimlik: Modernite ve Üçüncü Dünyanın Varlığı, çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995, s.195-198; William E. Connolly, Kimlik ve Farklılık, çev.

Ferma Lekesizalın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995, s.24-81.

88 Alexander Wendt, "Collective Identity Formation and the International State", American Political Science Review, 88 (Haziran) 1994, s. 385; Jeffrey T. Checkel, “Role Conceptions and the Politics of Identity in Foreign Policy”, <http://www.arena.uio.no/publications/wp99_8.htm> 27.06.2003.

Öte yandan konstrüktivistlere göre, kimlik gibi toplumsal-kültürel faktörlerin devlet çıkarlarının tanımlanmasında ve dış politika stratejilerinin belirlenmesinde etkili olması ile, dolayısıyla da, bu konuda kararverme seçkinlerine genel değerlendirme ve algılama çerçevesi sağlamasıyla beraber, devletin yönetim mekanizmasında yer alan farklı birey ve grupların da çıkar ve kimlikleri göz ardı edilmemelidir. Başka bir ifadeyle, devlet çıkarları ve bu çıkarlara yönelik politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında etkili olan kimlik gibi tarihsel-kültürel kavramlar kadar, bu kavramların kurumsallaştırılmasına katkı sağlayan bireysel (kişi ve grup düzeyinde) kimlikler de önemlidir. Devlet yönetiminde hükümetlerin değişmesiyle dış politika davranışlarında gözlemlenen yeni eğilimler ve yeni politika çizgileri buna bir örnek olarak gösterilebilir.

III. Azerbaycan Dış Politikası Açısından Güvenlikleştirme

Yaklaşımının Uygulanabilirliği