• Sonuç bulunamadı

Kolektif bir Ruh: ODTÜ’de Mimarlık Bilimleri Hareketi

“Mimarlık eğitiminin karakteristik özelliği oldukça farklı bilgi türlerini kapsamasıdır. Eğer mimarlık üniversitede kendi özel yerini edinecek ve sağladığı bilgi yüksek standartlarda öğretilecekse, fakülteler arasında bir köprü kurma ihtiyacı olacaktır; sanatlar ve bilimlerle, mühendisliklerle, sosyoloji ve ekonomi ile. Ayrıca üniversiteler tekniklerin çalışılmasından ve bunun kollarından ve bu tür bir bilgiden daha fazla bir şeye ihtiyaç duyacaklardır. Bu bilgiye kuram yolu ile rehberlik edecek ve geliştirecek prensipleri umacak ve ummaya hakları olacaktır. Araştırma, kuramın ilerletildiği bir araçtır. Onsuz, öğretimin herhangi bir yönelimi ve düşüncenin çığır açan bir yanı olamaz.”Leslie Martin, 1958 [135]

“Mimarlık disiplininin yeterli bir kuramdan yoksun olması, çoğu kez başka disiplinlerin kuram ve yöntemlerine özenmesine yol açmaktadır. Geçerli kuramsal temelin oluşturulması, başka disiplinlerin öğreti ve yöntemlerinden tümü ile arınmak olmasa da, mimarlığın kendine özgü araştırma ve yöntemler geliştirmesi ile sağlanabilir. Bu tür bir yaklaşım, disiplinler arası bir alışverişi etkili kılması, sorunların tanımlanması ve çözümlenmesinde gereken sınırlamaların getirilebilmesi, üretilen bilginin daha etken olarak kullanılabilirliğini sağlaması açısından sağlıklı olduğu kadar zorunludur da.”Mete Turan, 1977 [136]

1956’da Cambridge Mimarlık Okulu’nun başına geçen Leslie Martin’in 1958’de Oxford’da RIBA konferansındaki sözleri, mimarlık eğitiminin farklı bilgi türlerini barındırması ile ilişkili olarak disiplinler arası karakterine duyulan gerekliliği vurgulamaktadır. [135] Bu bakış açısında mimarlık eğitimi, sadece tekniklere odaklanan bir disiplin olmak yerine, öğretilebilir ve geliştirilebilir bir bilgi birikimine ihtiyaç duymaktadır. Leslie Martin’in sözlerindeki kritik vurgu mimarlık kuramını, mimarlık bilgisinin öğretilebilmesi ve geliştirilebilmesi için temellenilecek objektif bir zemin olarak görmesinde ortaya çıkmaktadır. Disiplinler arası bilgi ile ilişki kurarak oluşacak mimarlık kuramının ihtiyaç duyduğu araç ise araştırmadır. Böylece, Martin’in bakış açısında ortaya çıkan mimarlık kuramı anlayışı, ihtiyaç duyduğu bilgiyi araştırma yolu ile, farklı disiplinlerden beslenerek elde eden geliştirilebilir bir bilgi birikimini ifade etmektedir. Martin’in anlayışında kuram, düzgüsel (normative) bir kuram anlayışının aksine, pozitivist bir bakış açısındaki somut (substantail) ve yöntemsel (procedural) bir içeriğe sahiptir.[84]

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 1970’lerin ikinci yarısında etkili olan hareketin Mustafa Pultar ile birlikte öncülerinden kabul edilen Mete Turan’ın 1977’deki bir yazısından

88

aktarılan alıntı da, aynı mimarlık kuramı anlayışını içermekte ve kuramın oluşturulmasının mimarlık disiplini içindeki yaşamsal önemine vurgu yapmaktadır.

[136] Turan’ın dile getirdiği “geçerli kuramsal temelin oluşturulması” konusu, her iki söylemde de paylaşılan ilk nokta olarak ortaya çıkmaktadır. Benzer olan ikinci nokta ise, kuramın oluşturulmasında ihtiyaç duyulan disiplinler arası araştırma kültürü olarak belirmektedir. Her iki bakış açısında da, birçok farklı bilgi türünü barındıran mimarlık disiplini, normative bir kuramsal çerçeveden çok, farklı disiplinlerin araştırmalarını kendi bünyesine barındıran nesnel bir somut zemin olarak kurama ihtiyaç duymaktadır.

İki görüşün bir arada değerlendirilmesi sadece kişisel fikirlerin bir çakışmasına değil, bu figürlerin etkili oldukları iki akademik oluşumun arasındaki bir paralelliğe de işaret etmektedir. Farklı koşulların sonucunda 15 yıl ara ile ortaya çıkmış iki oluşumdan, Land Use and Built Form Studies –LUBFS-‘ta Leslie Martin tarafından oluşturulan disiplinler arası araştırma kültürü ile mimarlık kuramını oluşturma düşüncesi, ODTÜ’de Mimarlık Bilimleri Bölümü olarak önerilen ancak YAPÇAT – Yapı Bilimleri ve Çevre Tasarımı (BSED) olarak hayata geçen programın amaçlarında ortaya çıkmaktadır.

LUBFS’ta yürütülen çalışmalar hesaplamalı tasarım düşüncesini doğuran öncü entelektüel fikirler olarak gösterilmektedir.[9] Türkiye bağlamında, İTÜ’de sistematik tasarım metotları üzerine yoğunlaşarak 60’larda başlayan eğilimler, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 70’lerde farklı bir entelektüel birikim içinde “mimarlığın bilimselleşmesi” söylemiyle geniş bir öğretim üyesi katılımıyla gerçekleşen kolektif çalışmalarda ortaya çıkmaktadır. Leslie Martin ve Lionel March tarafından düşünsel temelleri atılan LUBFS’ta oluşan çok disiplinli bir araştırma kültürünün nesnel bir mimarlık kuramını oluşturma düşüncesi, benzer olarak ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki söylemle örtüşmektedir. İki oluşum arasında benzer olan bir başka nokta, her ikisinin de nesnel bir mimarlık kuramının dayandığı mimarlık kuramı düşüncesinin prosedürel yanı olan metodoloji çalışmalarına değil, daha çok somut içerik üretme yanına ağırlık vermeleridir. Lionel March tarafından LUBFS’taki çalışmaların içinde metodolojinin yeri şöyle aktarılmaktadır: “LUBFS’taki çalışmanın çok küçük bir kısmı doğrudan tasarım metodolojisini amaçlamaktadır. Ağırlık bu metotların dayanacağı temel bilginin kazanılması üzerinedir.”[135] Benzer olarak, ODTÜ’de bu kapsamda ortaya çıkan

89

çalışmalarda da metodolojiye odaklanan çalışmalara nazaran çevresel verilerin niceliksel çözümlemelerine dayanan bir araştırma yaklaşımı ağırlık kazanmaktadır.

Mimarlık eğitimi ve araştırma kültürü içinde LUBFS’ta ve ODTÜ’de Mimarlık Bilimleri programı önerisi kapsamında ortaya çıkmış bu iki deneyimin benzerliği üzerinden bir değerlendirme yapmak bu tez için iki farklı tartışma için anlamlı görülmektedir. İlk olarak, bu iki deneyimin yeniden ele alınmasında, yaklaşımlarındaki amaçlar ve önerilen eğitim programları karşılıklı olarak incelendiğinde, ikisinin de ortak olarak paylaştığı mimarlık eğitiminde çok disiplinli bir araştırma kültürüne yapılan vurgu ve dayanılacak nesnel ve somut bir mimarlık kuramı anlayışı açığa çıkmaktadır. Kurulan bu ilişki sayesinde, Türkiye’deki mimarlık okullarında uluslararası eğilimlerin nasıl görünür olduğu ve bu oluşumda hangi özgün şartların etkili oldukları tartışılabilmektedir. İkinci olası tartışma ekseni ise mimarlıkta hesaplama ile ilgili bir araştırma kültürünün başladığı bu entelektüel ortamların güncel durumda hesaplamalı tasarım düşüncesinin mimarlık eğitiminde konumlandırılmasında tekrar düşünülmesini içermektedir.

Her iki deneyimde de paylaşılan yerleşik mimarlık anlayışına yöneltilen eleştirel bakış açısında kuramsal bir temelin yoksunluğu vurgusu, güncel durumda da hesaplamalı tasarım düşüncesi için yeniden yorumlandığında değerli bir eleştiri olarak ortaya çıkmaktadır. Hesaplamalı tasarımın 70’lerdeki “geçerli kuram” anlayışını oluşturan paradigmadan ayrıldığı önemli nokta, her durum için geçerli olan ve kapalı bir sistem öngören “genel geçer örüntüler”in yerini daha esnek bir gerekçelendirme anlayışına bırakmasıdır. Salt tasarımla ilişkilenecek problem alanlarının niceliksel çözümlemeleri ile elde edilecek bir bilgiye dayanan genel geçer örüntülerin bulunması düşüncesi, belirli verilerle başlayan ve aynı problemin her çözümünde sabit olarak kullanılacak olan sonuç bilgilerin elde edildiği kapalı bir sistemi içermektedirler. Tasarım sürecine yapısalcı teorilerden aktarılan sistem düşüncesinin mimarlıktaki uygulamaları 1960’lar ve 1970ler boyunca yoğun olarak genel geçer örüntülerin bulunmasına odaklanmaktadır. Bu sebeple tasarım sürecinde tasarımcının mantıksal bir formülasyonu açık olarak yapılamayan gerekçelendirmedeki kişisel farklardan kaynaklanan yaratıcılığın “genel geçer örüntüler” bulmaya yönelik bir kuram anlayışında yer bulamadığı eleştirisi gündeme gelmektedir.[6] Ancak bu kapsamdaki eleştirilerin uç noktasında tasarımda gerekçelendirmenin kökten reddi, hesaplamalı

90

tasarım anlayışı için bir zemin kaybına sebep olmaktadır. Bu görüşün mimarlık eğitimindeki yaygın karşılığı ise hesaplamanın sayısal teknoloji ile özdeş olarak anlaşılması kanısı ile birleştiğinde hesaplamanın mimarlık eğitiminde temkinli yaklaşılacak bir konu olarak kalmasına sebep olmaktadır.[137]

Tasarım metotları hareketinin öncülerinden kabul edilen Christopher Jones ve Denis Thornley, 1950’lerden itibaren tasarımda daha mantıksal ve sistematik metotlara bir eğilim olduğunu ortay koymakta, bu gelişmelerin bilgisayarlari otomatik kontrol sistemleri ile ilişki içinde görünür olduğunu belirtmektedir.[138] 1945’te Alan Turing’in program-hafızalı elektronik bilgisayarın temeli olan tasarımı Otomatik Hesaplama Motoru (ACE: Automatic Computing Engine), 1951 yılında Manchester ve Cambridge Üniversiteleri tarafından mimarlığı da kapsayan pek çok alanda araştırma yapılmak üzere alınmışlardır.[6] 1930’larda Circle’da “kolektif bir ruh” vurgusunu yapan ve Cambridge Mimarlık Bölümü’ün 1956’da başına geçmesiyle LUBFS’un programında bunu sürdüren Martin, 1937’de yayınlanan Ben Nicholson ve Naum Gabo ile birlikte editörü olduğu Circle’da açığa çıkan bilim ve sanat arasındaki sürekliliğin vurgulanması yönünde bir düşünsel arka plandan gelmektedir. Rocha’nın anlatımıyla “Martin’in bilim ve sanat arasındaki sürekliliğin vurgulanması gerekliliğine inancı, planlama ve araştırma bağlamında savaş dönemi edindiği deneyim, matematik ve bilgisayar ortamında modellemeyi temel alan mimarlık uygulamalarını benimseyen vizyonuyla kuvvetli birliktelik gösterir.”[6]

Leslie Martin’in görüşlerinde ortaya çıkan disiplinler arası araştırma yolu ile kurama yapılan vurgunun kişisel geçmişindeki kökenine gidildiğinde, Bauhaus’ta Hennes Meyer’in izlerinden bahsedilebilmektedir.[6] Geoffrey Broadbent, Türkiye’deki ilk tasarım üzerine konferans olan 1978’te İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde düzenlenen Interrelations Among Theory Konferansı’nda sunduğu bildiride, Bauhaus’un önemli isimlerinden Hannes Meyer’in tasarımı standartlar kurmak ve tekrar eden örneklemler olarak görmemekle beraber anatomi, fizyoloji, psikoloji ve sosyal bilimler teorilerinin “iyi” tasarımı üretme olasılıklarını oldukça arttıracağını bildiğinden bahsetmektedir.[139] Broadbent, Meyer’in dünyada ilk kez 1927-1930 arasında Bauhaus eğitim programına kattığı bu kapsamdaki yaklaşımların Ulm’de Maldonado tarafından 1956-72 yılları arasındaki programına bir kaynak oluşturduğuna dikkat

91

çekmektedir.[139] Meyer’in takipçilerinden bir diğerinin ise Leslie Martin olduğunu, Oxford’da 1958’de düzenlenen Mimarlık Eğitimi üzerine konferansta Llewellyn-Davies ile birlikte İngiltere’deki mimarlık eğitiminin geçerli zanaatlardan çok kuram üzerine kurulmasına RIBA’yı ikna ettiklerini anlatmaktadır.[139]

Lionel March 1973 itibari ile geriye dönük olarak Cambridge’deki çalışmaları Leslie Martin’in yukarıdaki sözleri ışığında tekrar değerlendirirken, 1960’ların ilk yarısındaki önemli ve öncü bireysel doktora çalışmalarının disiplin için tutarlı ve yaygın bir entelektüel çerçeve yaratamadığını ortaya koymaktadır. Bunun sonraki deneyimlerden ortaya çıkan en belirgin sebebi olarak mimari ve kentsel çalışmaların koşullarının, genellikle çeşitli akademik yetenekleri bir araya getiren, aynı anda çalışan çok sayıda insanın ortak çabası ile mümkün olabilmesi olarak göstermektedir.[135]

1967’de LUBFS (Center for Land Use and Built Form Studies) Leslie Martin yöneticiliğinde kurulmuş daha sonra 1974’te Martin Center for Architectural and Urban Studies adını almıştır. March tarafından LUBFS’un amacı, kent sistemleri, aktivite örüntüleri, mekân ve çevre tasarımı organizasyonu özel vurgusuyla, mimari tasarım ve fiziksel planlama alanında araştırmayı teşvik etmek ve kuramsal bilgiyi ilerletmek olarak tanımlanmıştır. Çalışmaların yaygın metodu “laboratuvar koşullarında” insan aktivitesinin değişkenlerini barındıran mekânsal ve fiziksel biçimleri tanımlamaya ve incelemeye olanak veren soyut modelleri formüle etmek şeklinde aktarılmıştır.[135] March, LUBFS’taki çalışmalarda geçerli olan üç aşama tanımlamaktadır: birincisi açıklayıcı (descriptive) modellerin formülizasyonu ve uygun olduğunda bunların ampirik kanıtlara karşı test edilmesi, ikincisi modellerin olası tasarımların muhtemel performanslarının tahmin edilebilirliği üzerine kullanılması, üçüncüsü araştırma prosedürlerinin karar vermede yardım sağlama ve belirli kısıtlarda tatmin edici tasarımların seçilmesinde tanıtılmasını içermektedir.[135] March’ın da vurguladığı gibi LUBFS’taki çalışmaların çok az bir kısmı tasarım metotları üzerine odaklanmış, ağırlık bu metotların nihayetinde bağlı oldukları temel bilgiyi kazanmak üzerine yoğunlaşmıştır.

[135]Benzer olarak, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde önerilen Mimarlık Bilimleri Bölümü

programında ve YAPÇAT adıyla anılan yüksek lisans programında da ağırlıklı çalışma alanı tasarım metotları değil, karmaşık çevre sistemlerinin anlaşılması, bilimsel verilerin tasarıma girdi olarak nasıl adapte edilebileceği ile ilgili konularda yoğunlaşmaktadır.

92

Martin’in LUBFS’taki ortamın karakterini ve amacını anlatan bakış açısı, Mustafa Pultar ve Mete Turan’ın öncülüğünde ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde birçok koldan etkili girişimlerde bulunan “mimarlığın bilimselleşmesi” yönündeki hareketin farklı biçimlerde dile getirilen niteliği ve amaçları ile yakından ilişkili noktaları çerçevelemektedir. Bu anlamda ODTÜ’deki mimarlık bilimleri hareketinin eğitime yaklaşım açısından ve izlediği yollar açısından Cambridge’de oluşan çerçeve ile ilişkili olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber, ODTÜ’de Mustafa Pultar ve Mete Turan’ın öncülüğünde biçimlenen Mimarlık Bilimleri hareketi içinde Cambridge LUBFS ya da sonraki adıyla Martin Center ile organik bir bağ olmadığı bilinmektedir. Ancak Pultar 70’lerin ikinci yarısında kendisinin ve arkadaşları ile Lionel March’ın, Philip Steadman’ın ve Martin Center’da çalışmalar yürüten diğer akademisyenlerin birbirlerinden haberdar olduklarını, birbirlerinin çalışmalarını takip ettiklerini belirtmektedir.[140]

İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde dönemin uluslararası bilgi birikiminin bir tezahürü olarak ortaya çıkan akademik çalışmalarda sistematik tasarım metotları 1960’lardan başlayarak görünür olmaktadır. ODTÜ’de bu bilgi birikiminin bilimselleşme eğilimleri ile doğrudan metodoloji üzerine odaklanan bir yoldan farklı bir seyir izlediği tespit edilebilir. ODTÜ’de mimarlığın bilimselleşmesine yönelik eğilimlerin derneğiyle, bölümüyle, fakülte dergisinin başlatılması ile örgütlü bir hareket olarak belirmesinde ODTÜ Mimarlık Fakülte’sinin Türkiye’deki diğer üniversitelerden farklı olan yapılanması etkili olmuştur. 1956’da kurulan ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki örgütsel şema kuruluş yıllarından itibaren kürsü sistemi değil bölüm sistemi ile işlemektedir. Mimarlıkta tasarım metotları ve bilgisayarın kullanımı ile ilgili birçok ilkin gerçekleştiği İTÜ Mimarlık Fakültesi ile ODTÜ arasındaki örgütsel şemadaki fark, ODTÜ’de 1970’lerin ortasında belirginleşen “mimarlığın bilimselleşmesi” genel çerçevesindeki örgütlü bir hareketin oluşmasındaki etkenlerden en belirleyicisi olarak ortaya çıkmaktadır. Harekette öncü olan akademisyenlerin bu ortamı yaratmada etkili olan kişisel özelliklerinin yanı sıra, örgütsel şemanın hem öğretim üyelerinin birbirleriyle ilişkisinde hem de öğrenciyle olan ilişkide daha esnek ve çoğulcu bir ortama imkân vermesi, bu ortamda başka tetikleyici sebeplerle öğrencinin eleştirel bir pozisyonunun belirgin olması, fiziksel koşullar gereği kampüs yaşamının diğer bölümlerle disiplinler arası çalışmaları teşvik edecek özellikte olması gibi faktörler ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki kolektif ortamın

93

karakterinde etkili olmuşlardır. Yapılar Fora: Mustafa Pultar’a Armağan Kitabı için Tosun Terzioğlu’nun kaleme aldığı “En Çalkantılı Dönemde Dekanlık” başlıklı yazıda Pultar’ın 67-68 ders yılında öğretim üyesi olduğu ODTÜ Mimarlık Fakültesi hakkındaki genel kanı şöyle aktarılmaktadır:

“ODTÜ, 1960’lı yıllarda genç akademisyenler için bir çekim odağı olmaya başlamıştı. Türkiye’deki diğer üniversitelerden çok farklıydı ODTÜ... Disiplinler yapay biçimde kürsülere ayrıştırılmamış; daha en baştan bölüm sistemi benimsenmişti. Kimse kimsenin asistanı, doçenti falan değildi. Hiyerarşi neredeyse yoktu. Genç öğretim üyelerine değer veriliyor ve imkân tanınıyordu. ODTÜ, kampüsünde birbiri ardına yükselen yeni binaları, bozkır yazının kavurucu güneşiyle kışının dondurucu soğuğuna rağmen yavaş yavaş boy atan çam fidanları, dinamik öğrencileriyle taptaze bir umuttu.” [141]

ODTÜ’de kuruluşundan itibaren geçerli olan örgütsel şemanın öğretim üyeleri arasında bir dinamizm yaratacak kolektif bir ruhun doğmasında etkili olduğu gibi, bu ortamda itici bir güç olarak beliren bir başka etken de öğrencilerin eleştirel bir tutumla bu süreçte yer almalarıdır. Öğrenciler kimi zaman doğrudan derslerin içeriklerinde etkili olabilecek bir eleştirel tutumu sürdürmekte, dönemin bilimsel eğilimlerine paralel bir paradigmanın mimarlık fakültesi içinde sorgulanmasında rol oynamaktadırlar. Bu dönüştürücü eleştirel tutumun kabul görmesiyle ilgili olarak, İlhan Tekeli kendisinin de genç bir öğretim üyesi olduğu yıllarda ODTÜ’deki ortamın karakterini şekillendiren önemli bir dönüm noktası olarak 1960’lı yıllarda başlayan öğrenci hareketlerini ve bu hareketlerin öğrencilere getirdiği prestijden şöyle bahsetmektedir:

“… dönüm noktası ’68 öğrenci olayları. Orta Doğu’yu anlamak için onu bilmek lazım. Ama ’68 talebe olaylarında bütün dünyada bir kapitalist sistemin eleştirisi, bir demokrasi talebi vardı. Bu Türkiye’de de başlıyor. Ama Türkiye’de ilginç bir şekilde, bunun daha bir geçmişi var. 60 öğrenci hareketleri var. Yani 27 Mayıs devrimini yaratan bir öğrenci hareketi, üniversite hareketi var. Ve üniversitedeki öğrenci hareketi çok büyük prestijli. O yüksek prestijle gelen bir eleştiri furyası var.” [12]

Türkiye’de 60’ların sonu, 70’lerin başında baskın olarak öğrenci hareketleri ile gündemde olan ODTÜ için, 12 Mart dönüm noktalarından biri olarak, öğrenci hareketlerinin bastırıldığı, öğretim üyesinin de görüş bildirmekten kaçındığı bir suskunluk ortamı yaratmakta, 12 Eylül rejimiyle birlikte ise ODTÜ’de radikal değişiklikler olmaktadır. Gönül Pultar dönemin yarattığı etkiyi şöyle aktarmaktadır: “Kuruluşundan beri kendine özel bir yasayla yönetilmiş olan üniversite, Yüksek

94

Öğrenim Kurumu’na tabi tutulur, klasik üniversitelerin, ODTÜ öğretim üyelerinin kaçındıkları, geride bırakmak istedikleri ne kadar kemikleşmiş olumsuz yanı varsa hepsini içselleştirmiş olan bir Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Günlübol (rektörlüğü 1982-1987) rektör atanır. Bu meyanda gelişmeler birbirini izler.”[142] Fakülteye yurtdışındaki eğitimlerinin ardından katılan ve akademik alanda etkili olan hareketlerin öncüsü olarak anılan ikisi de mühendislik eğitimi almış Mustafa Pultar ve Mete Turan’ın yadsınamaz etkisinin yanı sıra, Mimarlık Fakültesi için de akademik alanda hareketlerin öne çıkması bu dönemdeki yeni koşulların bir etkisi olarak yorumlanabilir. Bu dönemde YAPÇAT’ın kurulması, Fakülte Dergisinin yayına başlaması ile birlikte mimarlıkta bilimselleşme eğilimi, disiplinler arası çalışmalar ve insan-çevre kuramları fakülte’nin yeni gündemini oluşturmuş, kuramsal konularda ODTÜ diğer kurumlarca takip edilmiştir.[143]

İlhan Tekeli, 1961 yılında başladığı ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümündeki yüksek lisans eğitimi sırasında, stüdyolarda yeni geçilen rasyonel planlama yaklaşımlarının etkisiyle, şehir planlarında verilen kararların yapılan araştırmalara dayandırılmasının istendiği dönem sonunda uygulamaya dönük plan çalışmalarında ise tasarım aşamasına gelindiğinde bu araştırma verilerinden bağımsız bir değerlendirmenin ortaya çıkması konusundaki düşüncelerini aktarmaktadır:

“Stüdyolarda araştırma dönemleri sonrasında planlama/tasarım bölümüne geçildiğinde de genellikle yapılan araştırmalar görmezden gelinerek, sadece göze hoş görünecek tasarımlar yapılmaya çalışılıyor, bu da beni rahatsız ediyordu. Stüdyo hocalarının, yapılan tasarımları olumlu ya da olumsuz buldukları durumlarda, bu yargılarına ilişkin olarak sorduğum sorulara verilen yanıtlar beni genellikle doyurmuyordu. Ben her çizilen çizginin hesabının verilebilir olmasını, bir açıklamasının yapılmasını bekliyordum.”

[66]

Tekeli’nin de kendi kişisel deneyimlerine dayanarak aktardığı, mimarlık stüdyolarında hala karşılığı olan tasarım eleştirisinde yerleşik olan yaklaşım, tasarımdaki örtük kararların gerekçelendirilmesinin ötesinde kişide saklı olan bir yetenek unsurunun varlığını kabul etmektedir. Tekeli’nin bahsettiği dönemde yaygın olan söylemde, yetenekli öğrenci “bileği kuvvetli” ifadesiyle nitelenmekte; bu ifadeyle kastedilen Tekeli’nin anlatımıyla “o kişinin bir tasarımın arkasındaki gerekçelendirilmiş kararların

95

ötesine geçen bir mükemmellik duygusunu çizimiyle yaratabilmesiydi. Tekeli stüdyoda ortaya çıkan yeteneğe atfedilen anlamı şöyle yorumlamaktadır:

“Burada kararların kalitesinin ötesine geçen bir olumluluk duygusu yaratılıyordu. Çoğu kez tasarım yeteneğinden anlaşılan da bu duyguyu yaratabilmekti. Oysa bu duygunun uygulamayı etkileyecek bir karşılığı bulunmuyordu.” [66]

Örtük tasarım kararlarının açıklanması ve bununla ilişkili olarak tasarım sürecine yapılan vurgu, 1960’lardan başlayarak özellikle ODTÜ’de mimarlık ve bilim ilişkisini kuramya yönelik bir yaklaşımda kavramsallaştırılmaktadır. Öğretim üyeleri içinde bu konudaki fikir ayrılıkları genellikle tasarımda yaratıcılık hakkındaki görüşler üzerinden iki zıt kutupta toplanmaktadır. Güncel olarak da mimari tasarım stüdyolarında geçerli olan, daha geleneksel bir anlayışın ürünü olan anlayış, tasarımda yaratıcılığın bir yetenek işi olduğu kanısına dayanmaktadır. Mimarlık eğitiminin bu pozisyondaki işlevi ise “yetenekli olanların tasarım yeteneğinin takdir edilmesi ve geliştirilmesi” olarak belirmektedir. Tekeli’ye göre bu mimarlık eğitimi anlayışı, stüdyoda tasarım yeteneği

Benzer Belgeler