• Sonuç bulunamadı

1.6. DÜNYADA TRAFİK KAZALARININ BOYUTLARI

2.1.3. Kalkınma Kuramlarının Gelişimi

2.1.3.1 Klasik Kuramlar

Ekonomik kalkınma kuramı temelinin, Adam Smith’in Milletlerin Zenginligi adlı eseriyle atıldığı söylenebilir. Smith bu eserinde, ekonomik kalkınmayı iş bölümü ve sermaye birikimine bağlamıştır. Yaptığı analizde teknolojik ilerlemenin ve emeğin uzmanlaşmasının, sermaye birikimine ve servet artışına yol açtığını ileri sürmüştür. Ayrıca, rekabet ve serbest ticarete bağlı olarak doğal özgürlük ortamının da sermaye

55

birikimi ve uzmanlaşma ile ekonomik kalkınmanın temelini oluşturduğunu ifade etmiştir (Parasız, 1998: 6).

Adam Smith’ten sonra D. Ricardo da kalkınmanın ana temellerini, sermaye birikimi, teknolojik gelişim, yenilik ve uluslararası ticaretin oluşturduğunu ortaya koymuştur. Marx’a göre kalkınmanın temel unsurları sosyal sınıflandırma ile birlikte kapitalist sisteme göre büyümenin en önemli kaynağı olan birikimdir. Marx’a göre kapitalizm, dünyanın en dinamik üretim biçimidir ve bu sistemde ekonomik sistem kendi kendini yenilemektedir. Bu nedenle birikim en önemli hedeftir (Kaynak, 2007: 38).

Görüldüğü gibi Adam Smith’le birlikte, David Ricardo, Robert Malthus, Karl Marx gibi iktisatçıların kalkınma iktisadı ile ilgili birçok çalışması olmuştur. Ancak şu söylenebilirki, kalkınma iktisadının temel yapısının ortaya konmasındaki en büyük pay Adam Smith ve John Stuart Mill’e aittir. Adam Smith’ten hareketle John S. Mill de, öne sürdüğü tüm analizlerde ülkelerin uyguladıkları ekonomi politikaları ve bunları ekonomik etkilerine göre ülkelerin gelişmişlikleri ile ilgili sonuçlara varmaya çalışmıştır (Lindert ve Kindleberger, 1982: 259).

Kalkınma iktisadının ortaya çıkışının, 1930’lı yıllarda büyük buhranla başladığı söylenebilir. Bu yıllarda dengesizlik iktisadını geliştiren J. M. Keynes, Klasik iktisadın genel denge kuramını yıkarak müdahale söylemini savunmuş ve diğer kuramcıların da önünü açmıştır. 1939-1945 yılları arasındaki uluslararası ekonomik sistemin çöküşünün oluşturduğu sarsıntı, ekonomik kalkınmaya asıl gelişmeyi sağlamıştır. Bu dönemde kalkınma kuramlarında ve kalkınma stratejilerinde problem, üretim sürecinin ekonomik yönlerinde aranmış, böylece çözüm önerileri de üretim faktörlerinin nasıl elde edileceği, nasıl bir araya getirileceği ve nasıl üretime sokulacağı üzerinde geliştirilmiştir (Yavilioğlu, 2002a: 63).

Kalkınma iktisadının başlangıcını, savaş sonrası değil savaş esnasında Paul Rosenstein-Rodan’ın (1943) Doğu Avrupa ülkeleri ile ilgili yazdığı makale olarak kabul eden görüşler de mevcuttur (Şenses, 2003: 104). Bu görüşlere göre, II. Dünya

56

Savaşı ardından gelen 10 yılda kabul edilen ve uygulanan kalkınma anlayışı, savaşta harap olan Avrupa’nın ekonomik olarak tekrar güçlü bir duruma getirilmesi için çaba sarf edilmesine yöneliktir. Bu bağlamda Marshall Planı çerçevesinde verilen büyük çaplı mali destek ile Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasına katkı sağlanmıştır (Kaynak: 2013: 18). Bu dönemde birçok öncü iktisatçı ekonomik kalkınma üzerinde çeşitli görüş ve modeller geliştirmişlerdir. Bu iktisatçılar içinde göze çarpan A. Hirschman, W. A. Lewis, R. Nurkse, P. R. Rodan ve W. W. Rostow gibi isimlerdir (İnsel, 2003: 185).

Rostow, 1960 yılında ortaya koyduğu kuramında Batı Avrupa’daki gelişmiş ülkelerin gelişme süreçlerini incelemiştir. Rostow yaptığı bu çalışmadaki analizde, toplumların genel olarak tarih içinde beş aşamadan (geleneksel toplum, kalkışa hazırlık, kalkı, olgunluğa geçiş, kitle tüketim) sonra kalkınmalarını tamamlayabileceklerini iddia etmiştir. Günümüzdeki azgelişmiş ülkeler bu aşamaların ilkinde yer almaktadır. Rostow bu ülkelerinde, bu aşamaları adım adım geçerek yoksulluğu aşıp gelişmiş ülke durumuna geçeceklerini öne sürmektedir (Solmaz, 2008: 22).

Rostow’un beş aşamalı yaklaşımına benzer bir diğer yaklaşım ise Harrod- Domar modelidir. Her iki doğrusal büyüme modeline ilişkin değişik eleştiriler ifade edilmiş ve bu modeller zamanla geçerliliğini yitirmişlerdir. Bu modellere veya yaklaşımlara getirilen en temel eleştiri, sosyo-ekonomik yapısı farklı olan ülkeler için Avrupa’nın baz alınarak elde edilen kalkınma sürecinin uygulanabilir olamayacağıdır (Todaro ve Smith, 2012: 115).

Diğer önemli yaklaşımlardan biri de Yapısal Değişim Kuramı’dır. Dış ticaret ve kalkınma kuramlarının temeline kaynaklık eden bu kuram, azgelişmiş ülkelerin sektörel yapıları ve bu sektörlerin istihdam ve milli gelir içindeki paylarını nasıl dönüştürebilecekleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu kuram, dış ticaretin en başta milli gelirde artış sağlayacağını ve ekonomik büyüme üzerinde olumlu katkı oluşturacağını ileri sürmektedir (Yakışık ve Fikirli, 2015: 114).

57

İkinci Dünya Savaşı bitiminde güney ve güneydoğu Avrupa ülkelerinin de içinde olduğu endüstrileşen ülkelerin gerisinde kalan ülkelerin gelişmesi problemi ile ilgili tam bir görüş bir görüş birliğine varılmıştır. Bu sebeple, bu ülkelerin kalkınma sorununu çözmek amacıyla “Dengeli Kalkınma Modelleri” başlığı altında toplanabilecek bir grup kuram ortaya çıkmıştır. Bu modeldeki dengeli kalkınma, yiyecek ve giyecek, tarımsal hammaddelerle endüstriyel ürünler, sermaye malları ile tüketim malları, kamu yatırımları ile diğer yatırımlar, ihracat ile iç talep için üretim arasında elde edilen bir denge halini belirtmektedir. Bu modelin temeli ekonomi içinde birbirine bağımlı olan unsurların birlikte harekete geçirilerek ülkenin topyekûn etkileşim içinde kalkınmasının sağlanmasıdır (Özdemir, 2015: 62).

Gerçek dünyada ekonomik gelişmenin doğası gereği düzensiz olduğu savunan “dengesiz kalkınma modellerinin” başında bu kuramının kurucularından Hirschman gelmektedir. Hirschman kuramındaki temel kurgu, ekonomik karar merkezlerinin tetiklenebilmesi için bazı problemler oluşturulması, oluşan bu problemlerin ekonomik karar merkezleri üzerinde oluşturacağı baskı ile bu merkezlerin uyarılması ve bu uyarının üretim faktörlerini artırmaya yönelik bir dürtüye dönüşmesi üzerine şekillenmektedir (Kazgan, 2002: 282).

Dengeli ve dengesiz kalkınma modelleri yanında dual (ikili) yapılar üzerinde odaklanan modeller de gelişme sorunu yaşayan ülkelerin problemlerini açıklama çabası içindedir. Bu modellere örnek olarak Lewis modeli verilebilir. Lewis modelinde aşırı nüfuslu geleneksel geçimlik sektör (tarım) ve geçimlik sektörden emek transfer eden modern sektör (sanayi) ve sektörler arasındaki verimlilik farklıklarına dikkat çekilmektedir. Modeldeki temel bakış açısı; emek transferi ve modern sektördeki istihdam ve çıktının büyümesidir (Özdemir, 2015: 62).

Özetle, her zamanki gibi ekonomik kalkınmanın temel amacı, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin hayat kalitesinin neden düşük olduğu sorusuna cevap bulmak için araştırmalar yapılması olmuştur. Bununla birlikte sosyal ve ekonomik açından gelişmiş ülkeler nasıl bu seviyeye geldikleri incelenerek aynı zamanda bu

58

sorunun cevabı bulunması yönünde çaba gösterilmiştir. Bu tür soruların cevabı klasik iktisatta bulunmadığı için de ekonomik kalkınma ile ilgili yeni kuramların ortaya çıkmasına neden oldu (Kaplan, 2004: 8).

Benzer Belgeler