• Sonuç bulunamadı

Kişisel İlişki Hakkının Cebri İcra Yoluyla Kurulması Konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması

BOŞANMANIN ÇOCUKLARLA İLGİLİ HUKUKİ SONUÇLAR

F. Kişisel İlişki Kurma Hakkının Cebri İcra Yolu İle Uygulanması 1 Genel Olarak

5. Kişisel İlişki Hakkının Cebri İcra Yoluyla Kurulması Konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması

Türkiye aleyhinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlardan biri olan, Sophia Gudrun Hansen davasında690, kişisel ilişki kurma hakkı; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi kapsamında çeşitli yönlerden ele alınırken, bu hakkın cebri icra yoluyla uygulanması hususuna da yer verilmiştir.

Söz konusu davada, başvuran Sophia Gudrun Hansen; İzlanda’daki yetkili makamlara, boşanmak ve iki kızının velâyetini almak için başvuruda bulunmuştur. İzlanda Adalet Bakanlığı, bir ayrılma izni vermiş ve çocukların velâyetini muvakkaten başvurana bırakmıştır. Daha sonra Adalet Bakanlığı, ebeveynlerin ayrılmasından beri, çocukların anneleriyle yaşadığı ve evlerinin her zaman İzlanda’da olduğunu göz önüne alarak; velâyetin, başvurana verilmesi gerektiği kararına varmıştır. Çocukların, babalarını ziyarete gitmelerinin ardından, baba, başvuranı arayarak, çocukların dönmek istemediklerini ve kendisi ile kalmak istediklerini söylemiştir. Bunun üzerine, başvuran, 25.10.1991 tarihinde, Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, boşanma ve çocuklarının velâyetini alma talebiyle bir dava açmıştır. Dava sonucunda, Yerel Mahkeme, başvuran ile Halil Al’ın boşanmasına karar vererek; çocukların velâyetini, babalarına bırakmıştır. Mahkeme, ayrıca başvurana, her yıl temmuz ayında otuz gün süresince çocuklarını görme hakkı

688 Serdar, Kişisel İlişki, s. 773.

689 Akyüz, Boşanmada Çocuğun Korunması, s. 158; Serdar, Kişisel İlişki, s. 773.

690Bkz.Sophia Gudrun Hansen/Türkiye Davası, Başvuru No. 36141/97, 23.09.2003 [Mustafa Çolaker,

“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Sekizinci Maddesi ve Türkiye Uygulaması”, www.yayin.adalet.gov.tr/dergi/36.sayı/mustafaçolaker.pdf, (27.11.2011)].

vermiştir. Başvuran, kararı temyiz etmiştir. Uzun bir yargılama sürecinin ardından, taraflar arasındaki boşanma ve velâyet davası, 31.03.1997’de kesinleşebilmiştir.

Başvuran, 1992 ve 1998 yılları arasında yapmış olduğu sayısız girişime rağmen, Türk makamlarının, çocuklarını görme hakkını etkili bir şekilde güvence altına almadığından şikâyetçi olmuştur. Kızlarını görebilmek için, İzlanda’dan Türkiye’ye, altı yıl içinde yüz kereden fazla seyahat etmiştir. Ancak, boşandığı eşinin görüşme düzenlemelerine uymayı devamlı reddetmesi nedeniyle, bütün girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Ziyaretlerden önce, boşandığı eşi tarafından saklanan çocukların yerini tespit etmek için, Türk makamlarının hiçbir etkili tedbir almadığını ileri sürmüştür. Başvuran, eski eşi aleyhinde, mahkeme kararlarına uymadığı gerekçesiyle, on sekiz adet ceza davası açıldığını ileri sürmüştür. Ancak, eski eşi, sadece hafif cezalar alarak kurtulmuş, ciddi bir cezaya çarptırılmamıştır.

Dava, açıldığı tarihten altı yıl beş ay sonra, 31.03.1997 tarihinde sonuçlanmıştır. Bu arada, 12.03.1992 tarihinde, başvuranın, her ayın ilk ve üçüncü cumartesi günleri çocuklarını görmesine muvakkaten izin verilmiştir. Ancak, başvuran, çocuklarını 12.03.1992 ve 12.11.1992 tarihleri arasında, yalnızca iki sefer görebilmiştir. 12.11.1992 tarihinde, başvurana, her yıl temmuz ayında otuz gün boyunca çocuklarını görme izni verilmiştir. Ancak Yargıtay, ilk derece mahkemesi’nin söz konusu kararını 23.02.1993 tarihinde bozunca, bu karar geçerliğini yitirmiştir. 30.06.1993 tarihinde, başvurana, yine geçici olarak cuma 17.00 ile pazar 17.00 saatleri arasında çocuklarını ziyaret etme izni verilmiştir. Başvurana, her yıl temmuz ve ağustos aylarında altmış gün ziyaret izni verildiği 13.06.1996 tarihine kadar, bu düzenleme yürürlükte kalmıştır. Mart 1992 ve Ağustos 1998 tarihleri arasında, çocukların bulunduğu eve icra memurlarıyla birlikte, elli defadan fazla gitmesine rağmen; başvuran, çocuklarıyla, sadece dört sefer görüşebilmiştir. İki sefer başvuran, bir sefer de başvuranın avukatı Türkiye’nin doğusundaki bir şehir olan Divriği’ye, çocukları görmeye gitmiştir. Velâyet ve boşanma işlemlerinin basının ve kamuoyunun ilgisini çekmesi nedeniyle, dava süreci içerisinde, çocuklar büyük baskıya maruz kalmıştır. Ancak, bu zor şartlar altında bile, ilgili makamlar, uzun süren dava sürecinde, başvuranın, çocuklarıyla görüşmesini

sağlamak için herhangi bir tedbir almamıştır. Özellikle de başvuranın, kızlarını görmesini kolaylaştırmak ve boşandığı eşi ile arasında daha işbirlikçi bir ortam yaratmak için sosyal hizmet kuruluşlarının veya psikologların görüşleri alınmamıştır.

Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çocukların, annelerini görmek istemediklerini birçok sefer dile getirdiklerini belirtmiştir. Hükümet, ulusal makamların, çocukların annelerini görmek istememelerinden veya babanın mahkeme kararlarına uymamasından sorumlu tutulamayacağını belirtmiştir. Çocukların, annelerini görmek istemediklerini söylemelerine rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin görüşüne göre; dışarıdan herhangi bir baskı olmaksızın duygularını özgürce ifade edebilecekleri ve anneleri ile iletişim kurabilecekleri bir ortam yaratılmamıştır. Türk makamlarının icra işlemleri hakkındaki tutumuna ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, icra memurlarının görüşme için eve gittiklerinde, başvuranın eski eşinin çocuklarla birlikte evde bulunmadığını gözlemlemiştir. Ancak ulusal makamlar, başvuranla temasa geçmelerini kolaylaştırmak için çocukların yerini tespit etmeye yönelik bir girişimde bulunmamıştır. Halil Al’ın görüşme düzenlemelerine uymayı ısrarla reddettiği göz önüne alındığında; başvuranın çocuklarıyla görüşmesini sağlamak için, yetkili makamlar tarafından eski eşin işbirliği yapmasına yol açacak gerçekçi baskı tedbirleri de dâhil çeşitli önlemler alınması gerekliydi. Böyle hassas bir durumda, çocukları, ebeveynlerden biriyle buluşmaya zorlayacak tedbir alınması, arzu edilir olmasa da; çocukların birlikte yaşadığı ebeveynin yasadışı davranışları karşısında, bu yöntem de göz önüne alınmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hükümetin, başvuranın çocuklarıyla görüşme hakkını güvence altına alacak tüm makul önlemlerin alındığı yönündeki savunmasına katılmamıştır. Başvuranın eski eşine verilen para cezalarının, etkili ve yeterli olmadığı hükmüne varmıştır. Hükümetin, başvuranın, icra memurlarından Halil Al’ın evine zorla girmelerini istemesinin mümkün olduğu önerisine ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; bu yönteme başvurulsa bile, yetkili makamların ilgili sorumluluklarından kurtulamayacağı, zira idari yetkinin onlarda olduğu kanısındadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, öncelikle, başvuranın şikâyetlerinin 1990 yılından itibaren V.A. ve A.A. isimli iki kızı ile görüşemediği iddialarına ilişkin olduğunu belirterek; bu konuların, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında, “aile hayatı” ile ilgili olduğunu kabul etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 8. maddesi ile, bireyin resmi görevlilerin keyfi fiillerine karşı korunmaya alındığını tekrarlamıştır. Buna ek olarak, aile hayatına gösterilen saygının etkili olması için, bazı pozitif yükümlülükler vardır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 8. maddesinin, ebeveynlere, çocuklarıyla görüşmelerini sağlayacak önlemler aldırma hakkı tanıdığını ve ulusal makamlara bu yönde tedbir alma yükümlülüğü verdiğini vurgulamıştır. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal makamların sorumluluğunun mutlak olmadığını; zira, bir süreden beri anne veya baba ile birlikte yaşayan çocukların diğer ebeveynle hemen bir araya gelmesinin mümkün olmayabileceğini ve hazırlık tedbirlerinin alınmasını gerektirebileceğini vurgulamış, bu hazırlıkların doğası ve kapsamının, davadan davaya değişiklik gösterebileceğini belirtmiştir. Bu konuda tüm ilgililerin göstereceği anlayış ve işbirliğinin önemi büyüktür. Ulusal makamların, böyle bir işbirliğini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapmaları şarttır. Ama bu yönde uygulanacak baskının bir sınırı olmalıdır. Çünkü, haklar ve özgürlükler kadar, tarafların çıkarları, özellikle de çocukların Sözleşme’nin 8. maddesi ile korumaya alınan hakları dikkate alınmalıdır. Anne veya baba ile iletişim kurmak, bu çıkarları tehlikeye sokacak ya da hakları ihlal edecekse; bu hususlar arasında adil bir denge kurmak, ulusal makamların görevidir. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal makamların, icrayı kolaylaştırmak için, davaya özel şartların gerektirdiği makul tedbirleri aldığından ve ilgili kişilerin çıkarları ile hukukun üstünlüğüne saygı duyulması gerekliliği arasında adil bir dengenin kurulduğundan emin olmalıdır. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, buna benzer davalarda alınacak tedbirin yeterliğinin, uygulamanın ne kadar hızlı gerçekleştiğine bakılarak ölçülebileceğini tekrarlamıştır. Ailevi sorumluluğun verilmesi ile ilgili verilen kararın uygulanmasını da kapsayan işlemlerin, zaman kaybetmeden sonuçlandırılması gereklidir. Zira, zaman geçmesi halinde, çocuklar ile onlarla birlikte yaşamayan ebeveyn arasındaki ilişki, onarılmaz bir şekilde zarar görebilir.

Sonuç olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk makamlarının çocuklarıyla görüşmesini sağlamak için etkili ve yeterli çaba göstermediğini ve bu nedenle, Sözleşme’nin 8. maddesi ile güvence altına alınan, “aile hayatına saygı” hükmünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır.