• Sonuç bulunamadı

D. KİŞİLİK GELİŞİMİ-DİN

2. Kişilik-İbadet İlişkisi

62

yeteneğini, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan elde eder; yani ona ilham olunur.

Demek hayvanın asıl vazifesi; ilim öğrenmekle kendini gerçekleştirmek ve Allah’ı tanıyıp ona dua etmek değildir. Bilakis vazifesi; yeteneklerine göre amel etmektir, fiilî ibadettir.

İnsan ise, dünyaya geldiğinde her şeyi öğrenmeye muhtaçtır ve hayatın kanunlarını bilmez bir haldedir. Hatta yirmi yaşına kadar yaşam için gerekli şartları tamamen öğrenemiyor. Ömrünün sonuna kadar öğrenme eylemi devam ediyor. Bir iki senede ancak yürüyebiliyor. On beş senede ancak kendisine zararı ve yararı olan şeyleri fark edebiliyor. Yani insan hazır bir bilgi alt yapısı ile dünyaya gelmiyor.

Fakat dünyaya geldiğinde ruhunda, nefsinde, kalbinde, aklında ve insanın manevi yönünü teşkil eden unsurların tümünde potansiyel olarak geliştirilmeye muhtaç özellikler taşımaktadır.

Jung da buna benzer olarak, kişilik oluşumunda kolektif bilinçaltından bahsetmektedir. Her bireyin davranışlarını etkileyen ve diğer bilinçaltı malzemeler gibi doğrudan ulaşılamayan ortak bir bilinçaltı malzeme ile dünyaya geldiğimiz görüşünü savunmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki insanın asıl vazifesi, ilim öğrenerek kendini gerçekleştirmektir ve dua ederek kulluk etmektir. Yani iman ettiği yaratıcısını düşünüp ona göre nasıl terbiye olunduğunu anlamaya çalışmasıdır.

Freud ve diğer materyalistlerin bu noktada insan ile hayvanı aynı görüp buradan hareketle insanın psikolojisini ve buna bağlı olarak kişiliğini anlamaya çalışmasını ele alırsak imanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu ve iman eden mü’minin hayata bakış açısını, kişiliğini geliştirirken hangi dayanak noktasından hareket ettiğini daha iyi anlayabiliriz.

63

Hz. Peygamber: “ Mü’minlerin iman yönünden en mükemmel olanları ahlâk yönünden en güzel olanlarıdır” 194 ve “Sizin en seçkinleriniz (hayırlılarınız) ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır”195 buyurmuştur. Bu sebeple güzel ahlâkla bezenmek, Allah’a yakınlığın, bunun aksi de ilâhî sıfatlardan uzaklaşmanın açık bir alâmetidir. Bu sebeple ahlâk, ibadetlerin gayelerinden biri hâline gelmiştir.196 Bu konuda Hz. Peygamber: “Mü’min güzel ahlâkı ile oruç tutan ve geceleri namaz kılanların derecesine yetişebilir”197 buyurmuştur.

Kur’ân âyetlerine baktığımızda bunlarda imanın sadece kalpte bulunan soyut bir varlık olmadığına, aynı zamanda bunun dış dünyaya yönelik yansımalarının olduğuna, onun ve ondan kaynaklanan ahlâkın statik değil, dinamik bir olgu olduğuna vurgu yapıldığını görürüz.198 Bundan dolayı imanın sadece‚ kalbî ve vicdanî bir olay olmadığını, aynı zamanda bunun amelî ve ahlâkî boyutunun da bulunduğunu, dolayısıyla bir yaptırım gücüne ve insanı iyi yönde dönüştürme özelliğine sahip olduğunu rahatlıkla anlayabilmekteyiz. 199

Kuşkusuz iman ve amel aynı şeyler değildir. “Allah’a inandım de sonra dosdoğru ol”200 hadisine baktığımızda birinci kısım “imanı”, ikinci kısım ise “ameli”

anlatmaktadır. Yine “iman edip sâlih amel işleyenler”201 ve “her kim, mü’min olarak iyi olan işlerden yaparsa…”202 şeklinde geçen birçok âyette de iman ve amelin birbirlerinden ayrıldıklarını ve birbirinden farklı birer olgu olduklarını görmekteyiz.

Bu nedenle imanın ameli gerekli kıldığı gibi, amelin de imanı beslediği ve koruduğu;

194 Ebû Dâvud, Sünnet, 15-16; Tirmizî, İman, 6, Radâ, 11; İbn-i Mâce, Sünen, Çev. Haydar Hatipoğlu, Kahraman Yay., İstanbul, 2012, Fiten, 17.

195 Buhârî, Sahih, Edeb, 38; Müslim, Fezâil, 68.

196 Nilüfer Ünsal, el-Buhârî’nin El-Edebü’l-Müfred’i Bağlamında Hz. Peygamber’in Sünnetinde Görgü Kuralları (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2006, s. 9.

197 Ebû Dâvud, Edeb, 8; İmam Mâlik, Husnü’l-Hulk, 6.

198 Ankebût, 29/45; Bakara, 2/62; Mâide, 5/69.

199 M. Sönmez, a.g.e., s. 120.

200 Müslim‚ İman, 13 ve 62; Tirmizî, Zühd, 61; İbn-i Mâce, Fiten, 12.

201 Asr, 103/3; İnşikak, 84/25.

202 Tâhâ, 20/112.

64

dolayısıyla haklı olarak bunların birbirlerinden ayrılması düşünülemeyen iki ayrı unsur oldukları vurgulanmaktadır.203

Bakara sûresinde “ibadetin” insanın kişiliğini istenilen yönde nasıl terbiye ederek mü’min insan yetiştirmeye katkı sağladığından bahsediliyor.204 Kur’an’a has terminoloji kullanılarak psikolojik bir yöntemle ibadetin kişilik ile olan ilişkisini açıklamak gerekirse; insan, bütün canlılardan seçkin ve müstesna olarak, farklı ve latif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit yönelimler, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en seçkin şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, süslü şeyleri arzu eder, insanlığa lâyık bir geçim ve bir şerefle yaşamak ister.

Fakat insandaki şehvetle ilgili kuvvetlere, gazap ile ilgili kuvvetlere ve aklî kuvvetlere Allah tarafından bir sınır belirlenmediği için ve insana verilen irade ile insanın kişisel gelişimini temin etmesi için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından eylemlerde zulüm ve aşırılıklar meydana gelir. İbadetler kişinin bu tür kuvvetlerine bir ölçü getirir ve insanı yaratılış gayesine uygun bir mü’min olma yolunda yetiştirir.

Jung; Freud’un cinsellik ve saldırganlık olarak ileri sürdüğü libido kavramını farklı şekilde yorumlayarak libido kavramına “yaşam enerjisi” şeklinde bir tanımlamada bulunmuştur. Bu yaklaşım, Kur’an’ın bahsi geçen ayetteki yorumlarda insanın; şehevanî, gazabî ve aklî kuvvetlerini kullanarak kendini gerçekleştirmesi idealine yakın bir açıklamadır.

Bilinçli bir varlık olarak insanın kendi yaratıcısına karşı duyduğu sevgi ve saygıdan daha büyüğü düşünülemez. Her şeyimizle kendisine borçlu olduğumuz Rabbimize karşı duacı ve şükür içerisinde olduğumuzu anlamaktan daha değerli bir gerçek olamaz. “İnsan ihsanın (iyiliğin) kulu, kölesidir” şeklindeki, yani “iyilik gören kişi iyilik yapana borçlu kalır, minnet hisseder” manasında söylenmiş prensip penceresinden insanın vicdanına baktığımız zaman, onun kendisini yaratan yüce Rabbine karşı ne kadar derin bir muhabbet ve hürmet beslediğini, ne kadar minnettar olduğunu görebiliriz.

203 M. Sönmez, a.g.e., s.124.

204 Bakara, 2/21.

65

Bu çerçevede “Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise secdede duayı çok yapın” 205 hadisinin yorumu olarak “namaz mü’minin miracıdır”

denilmiştir. Ayrıca Kur’an’da “secde et ve yaklaş”206 ayeti ile ifade edilen mana aynıdır.

Bu açıdan “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz”207 yalvarışı, kulun ibadet ettiği Yüce Yaratıcısına karşı samimiyetini ve her şeyiyle kendisine muhtaç olduğu yaratan Rabbine karşı sevgi ve saygısını sunmanın en veciz ve en kapsamlı bir ifadesidir. Bunu da” Namaz mü’minin miracıdır” hakikati gereği namaz ile gerçekleştirir.

Ayrıca Allah’ın insana kendi varlığını duyma bilinci (ene şuuru) ve bununla ilgili manevi özellikleri vermesine ve dünyalık varlıklarla ilgili onları bilip tanımak, ilişki kurmak için gerekli donanımları vermiş olmasına rağmen kendi ilahî varlığını tanımak, Onunla ilişki kurabilmek için hiçbir donanım lütfetmemesi yine de onu ibadet ve kulluk için yarattığını, sorumlu bir varlık olduğunu bildirmesi Allah’ın şanına uygun görünmemektedir. İşte insana yüklenen bu ilahî gaye ve sorumluluk, kendisine uygun ve onu yerine getirmeye müsait bir insan yapısını gerektirmektedir ki en genel anlamıyla buna insanın dinî yapısı veya fıtrat denilmektedir.208