• Sonuç bulunamadı

Đnsanoğlu doğduğu günden itibaren çevresiyle sürekli etkileşim içerisindedir. Bilerek ya da bilmeyerek birçok kavram ve davranışı çevresinden edinmektedir. Kişinin dünyaya gözünü açtığı andan ölünceye kadar ki süreçte en çok etkilendiği çevre ise ailedir (Yağbasan ve Đmik, 2006: 228).

Bu bölümde öncelikle, genellik arz ettiği için kişilerin etkileşimi üzerinde durulmakta, ondan sonra bu etkileşimin daha dar ama daha yoğun yaşandığı ailede aile içi ilişkiler konusu ele alınmaktadır.

1.3.3.1. Kişilerin Etkileşimi

Etkileşim, toplum yaşamında, her şeyin hem kendisinin bağlı olduğu, hem de kendisine bağlı olan bir karşılıklı etkiler bütünlüğü içinde olması durumudur. Etkileşim, toplumdaki insanların ve grupların ilişkilerinin karmaşık ağına denir (Kızılçelik ve Ergen, 1992: 147).

Đnsan, yaşamak için fiziksel ve ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi bakımından olduğu kadar, kişisel gelişmesi ve doyumu bakımından da diğer insanlara bağımlıdır (Meb, 2006a: 19).

Sosyal bir varlık olan birey, yaşamın her döneminde girmiş olduğu iletişim süreçlerinden hem kendi etkilenmekte, hem de diğerlerini etkilemektedir (Vural, 2003: 181).

Çünkü “Đnsan; sosyal bir varlık olma özelliği ile diğer insanlarla etkileşim içinde yaşama ihtiyacındadır. Sosyal bir varlık olan bireylerin en büyük ihtiyacı; her

hangi bir etkiye uygun tepkiler verebilme ve bu tepkilerini düzenleyerek sosyal çevreden kabul görebilmektir” (Özabacı, 2006: 164).

Đnsanlar ve gruplar birbirleriyle çok sayıda ilişki kurarlar. Etkileşim bu karşılıklı ilişkiler içinde geçerlidir (Kızılçelik ve Ergen, 1992: 147).

Toplumsal ruh sağlığının hedefi olarak, bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayan ve yaşamını sürdürmesini sağlayan sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi gerekmektedir. Toplumdaki insanlar birbirlerine bağımlı ve birbirleriyle ilişkilidir. Karşılıklı temas, iletişim ve etkileşim hem birey hem de grup için son derece önemlidir (Sorias,1986:25-26),

Đnsanların ilk etkileşimleri ailede başlar bu nedenle, Burgess, aileyi "etkileşen kişilerin bir birliği" olarak tanımlamaktadır (Đçli, 1997: 60).

O halde aile, birbirlerini biyolojik, duygusal, sosyal ve ekonomik bağlarla bağlanmış üyelerin, uzun süreli ilişkilerine dayanan güçlü bir birliktir. Bu birliğin güçlü ve sağlıklı bir şekilde yaşatılması ancak üyeler arasındaki çok yönlü iletişim ve etkileşimle mümkündür (Ünlü vd, 2004 : 96).

Aile içi etkileşim ve iletişimin bir özelliği de bireylerin sosyal varlık olmalarını sağlayan ve yönlendiren bir niteliğe sahip olmasıdır. Bu anlamda birincil gruplar, bireyle toplum arasında bir köprü, bir bağ rolü oynar. Bu gruplar, toplumsal özelliklere sahip olduklarından, bireyin toplumsallaşmasını sağlayarak, onların toplumsal uyumunu ve dengeli yaşamalarını kolaylaştırır (Bilen, 2000: 61).

Đnsanlar, bazen kendiliğinden bir grubun üyesi olabilir. Bir aile içinde dünyaya gelen çocuk, o ailenin (aile grubunun) üyesi olur. Bazen de grup üyesi olmak kişinin isteğine bağlıdır grubun üyesi olmak, kişiye çeşitli yararlar sağlar. Bunlardan birisi de, kişinin grupla kendisini özdeş görmesi, grupla bütünleşmesidir. Böylece birey, yalnızlık duygusundan kurtularak, güven duygusuna kavuşur (Bilen; 2000: 55).

Aile üyeleri kendi ailesinin yanı sıra çevrede başka ailelerle de etkileşim içindedir (Ünlü vd, 2004: 6).

Ayrıca, Aile sosyal bir birim olarak ta toplumdaki diğer sosyal birimlerle sürekli etkileşim içindedir. (Ünlü vd, 2004: 139).

Hukuk, eğitim, din, ekonomi, gibi diğer toplumsal kurumlardan etkilendiği gibi aynı zamanda bu kurumları da etkiler (Ünlü vd, 2004: 5)

1.3.3.2 Aile Đçi Đlişkiler

Aile, içinde insan türünün belli biçimde üretildiği, topluma hazırlanma sürecinin belli ölçüde, ilk ve etkili biçimde cereyan ettiği, cinsel ilişkilerin belli bir biçimde düzenlendiği, eşler ve ana babalarla çocuklar (ailenin biçimine göre başka yakınlar) arasında belli ölçüde içten, sıcak, güven verici ilişkilerin kurulduğu, yine içinde bulunan toplumsal düzene göre ekonomik etkinliklerin az ya da çok bir ölçüde yer aldığı toplumsal kurumdur (Ozankaya, 1979: 233).

Aile, toplumu oluşturan bireylerin kişilik yapısının gelişmesinde ve bireylerin sosyalleşme sürecinde ilk ve temel bir etkiye sahiptir (Cansel, 1991: 53).

Bireyin toplumsallaşmasında da aile büyük öneme sahiptir; çünkü bireyin ilk deneyimlerini kazandığı, ilk tutum ve davranışlarının belirlendiği ortam, ailesidir (Meb, 2008: 26).

Aile üyeleri arasındaki ilişkiler ve aile ortamı, psiko-sosyal yönden gelişen bireyin en çok etkileşime uğradığı ortamdır. Bu ilişkiler, bireyin kendine güvenmesini, kendine ve diğer bireylere sevgi duymasını, kimlik kazanmasını, kişilik gelişimini, sosyal beceriler geliştirmesini ve topluma uyum sürecini olanaklı hale getirir (Meb, 2008: 22).

Ailenin işleyişinde önemli konulardan biri de aile bireyleri arasındaki iletişimdir. Etkili bir iletişim, aile üyelerinin karşılıklı olarak birbirlerinin düşüncelerini ve duygularını anlamalarını sağlar. Aynı zamanda; iş birliği, yardımlaşma ve paylaşma davranışlarını geliştirir (Meb, 2008: 26).

Huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamı aile bireyleri arasındaki etkili iletişim kanallarının açık olması ile gerçekleşmektedir (Yağbasan ve Đmik, 2006: 231).

Aile içi ilişkilerimizin sağlıklı olması; yaşantımızı, beden ve ruh sağlığımızı doğrudan etkiler. Sağlıklı iletişim becerilerinin geliştirilebilmesi, ailemizle yaşadığımız çatışmaları, fikir ayrılıklarını ortadan kaldırır. Böylece ailemizle olan ilişkilerimizin daha sağlam ve doyumlu olmasını sağlar (Meb, 2008: 26).

Ailede “Ebeveynlerin, birbirlerine karşı olan tutum ve davranışları çocuklar için bir model niteliği taşır” (Furman1993’den aktaran: Akalın, 2005: 21).

genellemeler yapabilirler (Furman ve Giberson 1995’den aktaran: Akalın, 2005: 21). MacKinnon, (1989’dan aktaran: Akalın, 2005: 21) olumlu kardeş ilişkisi ile ebeveynlerin eşleri hakkındaki olumlu konuşmaları arasında bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Buna göre; çocuklar ebeveynlerinin birbirlerine olumlu duygular ifade ettiklerini duydukları zaman, birbirlerine karşı daha olumlu davranmaya başlamaktadırlar. Diğer yandan, eşlerin ilişkilerindeki sıkıntılardan dolayı yaşadıkları mutsuzluk ve stres, çocuklarının ihtiyaçlarına karşı duyarsız ve ilgisiz kalmalarına ya da onlara sert davranmalarına neden olabilmektedir. Bu durum çocukları ile ilişkilerinin bozulmasına neden olmaktadır. Çocuklar hem anne babayı model aldıklarından, hem de ebeveynleriyle yaşadıkları ilişkinin üzerlerinde yarattığı baskı ve sıkıntıdan dolayı, birbirlerine karşı daha olumsuz bir tavır sergileyebilirler (Akalın, 2005: 21).

Ebeveyn-çocuk ilişkisi, kardeş etkileşiminin doğasını belirleyen en önemli etkenlerden biridir (Furman ve Buhrmester 1985’den aktaran: Akalın, 2005: 22).

Ebeveyn-çocuk arasındaki yakınlığın, olumlu kardeş ilişkilerinin gelişmesine katkı sağladığı, çatışmaların ise diğer ilişkilere de taşındığı saptanmıştır. Örneğin, annesi ile problem yaşayan bir çocuk, öfkesini kardeşine yönlendirebilir. Bu noktada, ebeveynlerinin etkileşimde kullandıkları yaklaşımların, çocuklar için model teşkil ettiğini de hatırlamakta fayda vardır (Furman ve Giberson 1995’den aktaran: Akalın, 2005: 23).

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Aile içindeki ilişkilerin temelini ana ve babanın birbirine karşı tutumu oluşturur. Onların sevgi ve anlayışla sürdürdükleri karı koca ilişkisi, evin genel havasını belirler. Uyumlu ve sıcak ilişkiler, ana ve babadan çocuklara doğru yayılır. Gergin ve sürtüşmeli bir karı koca ilişkisi, çocuklar için güvensiz ve tedirgin bir ortam yaratır. Olumlu da olsa olumsuzda olsa her ailede, süre giden kalıplaşmış bir ilişki biçimi vardır. Ana ve babanın ayrı kişilikleri ve birbirleriyle etkileşiminden doğan ve her aile özgü olan ilişkidir bu. Başka bir deyişle, aile üyelerini birbirini bağlayan ortak inanışlar, değerler ve tutumlar aile ilişkilerine biçim verir (Yörükoğlu, 2002: 127).

1.4. Sosyal Đletişim Olgusu

Đnsanların sosyal olabilmesi için iletişimde bulunmaları ve sürekli olarak iletişim yeteneklerini geliştirmeleri gerekmektedir (Gökçe, 2003: 148). Bunun için de sosyal iletişim sürecinde yer alırlar.

Đletişim, duygu, düşünce ya da bilgilerin her türlü yolla başkalarına aktarılmasıysa, iletişimin olduğu her yerde etkileşim, etkileşimin de olduğu her yerde iletişim vardır. Đletişim ve etkileşim bir birinden ayrılmayan iki olgudur. Đletişim ve etkileşim insanlar arası ilişkilerde bir hedef, bir idealdir. Çünkü paylaşma, bütünleşme ve uyum içinde davranma anlamında etkileşim çok sık başarılabilinen bir olgu değildir (Güngör, 2007).

Bundan dolayı sosyal etkileşim, sosyal iletişim olgusu içinde değerlendirilmektedir.

1.4.1. Sosyal Etkileşim ve Đletişim

Bireyler bulundukları sosyal çevrelerden etkilenmektedirler. Bu etkiye sosyal etkileşim denilmektedir (Ünver ve Bakırtaş 2008: 46).

Etkileşim; ortak eylemin, ortak eyleme katılanlar (kişiler) tarafından görülen duygusal gücüdür; Đnsanlar toplumda her vesileyle etkileşimde bulunurlar. Evde, okulda, iş yerinde ve arkadaşlık grupları buna dahildir. Etkileşimler, bir grubun üyeleri arasında veya bir grubun bir üyesiyle bütün grup arasında oluşan alma-verme sürecidir (Meb, 2006a: 22-23).

Etkileşim için öncelikle mevcut bilgisini paylaşmaya ve etraftan gelecek bilgileri kabule hazır bireylerin olması gerekir, zira insan kendi ile etkileşim içinde olamaz. Bu bireyler karşı tarafın anlayabileceği lisan, sembol, jest ve mimiklerle mevcut bilgilerini karşı tarafa aktarmalı ve karşı taraftan verilen bilgileri de kabul edip, kullanılabilirliğini test ederek benimsemeli ve edindiği bu yeni bilgileri kendi bilgi ve tecrübesi ile harmanlayabilmelidir; etkileşimden söz edebilmek için (Çetin, 2007: 29).

Đnsanın sosyal bir varlık olduğu, bir grup ya da toplum içerisinde diğer insanlarla etkileşim halinde yaşadığı, onlarla insani ilişkiler içinde bulunduğu temel

bir gerçektir (Fichter,1990’dan: aktaran: Erdem, 2004: 7).

Ayrıca, “Sosyal etkileşim, insan yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır ve insanların sağlıklı, mutlu bireyler haline gelmelerinde sosyal etkileşimin önemli bir payı vardır” (Oral, 2007: 1).

Bireyler arası ilişkileri düzenlemesi ve organizasyonun sosyal bir yapı kazanmasını sağlaması bakımından da etkileşim oldukça önemlidir (Çetin, 2007: 29).

Đnsanların etkileşiminde; iyi niyet, ön yargı, sevgi, saygı, hoşgörü gibi duygusal durumların değişik açılardan etkileri vardır (Bilen;2000: 22).

Bunun yanı sıra “Etkileşim halinde olmak için sadece birbirinin varlığından haberdar olmak bile yeterlidir” (Kağıtçıbaşı, 1996: 200).

Bir çevrede yaşayan kişiler, eğer o çevreyi birbirine benzer şekilde algılar ve değerlendirirlerse, orada iletişim ve etkileşim olabilir. Eğer bir ortamda yaşayan insanların çevrelerindeki eşyalara, olaylara ve kavramlara verdikleri anlamlar birbirlerine zıt veya birbiriyle ilgisiz ise, orda karşılıklı etkileşim mümkün değildir (Ergün, 1987: 141).

Sosyal etkileşim aracı olan iletişim, aynı zamanda insan ihtiyaçlarının doğurduğu, hatta insanın temel faaliyetlerinden biridir (Meb, 2007a: 6).

Günlük sosyal hayatın, insanlar, gruplar ve toplumlar arası ilişkilerin temelini iletişim kavramı oluşturmaktadır (Küçükarslan, 2007).

Đletişim, alıcı ile gönderici arasında gerçekleşen bir ilişki, olayıdır. Bu ilişkiler bir karşılıklılık esasına dayalı olduğu için, konuya bir toplumsal etkileşim olayı olarak da bakılabilir (Arslan, 2004). Zaten, “iletişimin temel özelliği toplumsal oluşudur” (Zıllıoğlu 1993: 13).

Tüm algılamalar örneğin bir insanın bir ağaç görmesi bir iletişim sayılır. Eğer hem gönderici hem de alıcı birer organizma örneğin birer insan ise bu iletişim şekline sosyal iletişim adı verilir. Sosyal iletişimde gönderici ve alıcı arasında zaman ve mekan birliğinin bulunması şart değildir (Dökmen, 2000: 23).

Sosyal iletişim, “bir toplumun üyelerinin ortak maddi ve manevi etkinlikleri dolayısıyla aralarında oluşan bağlantıları doğrudan ve dolaylı yollarla göreceli olarak toplumun bütününde gerçekleştirdikleri süreçlerin tümü”dür (Zıllıoğlu 1993: 62).

Sosyal iletişimin bir öğesi olarak değerlendirilen örgütsel iletişim de, örgütün işleyişini sağlamak ve örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için gerek örgütü meydana getiren çeşitli bölüm ve öğeler, gerekse örgüt ile çevresi arasında girişilen sürekli bilgi ve düşünce alış-verişi ya da bölümler arasında gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak sağlayan toplumsal bir süreçtir (Sabuncuoğlu ve Zeyyat, 2003: 74).

Toplumsal yaşam, sosyal grupların oluşturduğu bir organizasyondur. Bu organizasyon temel olarak insanlar arası ilişki ve etkileşime dayanır. Toplum yaşamının öğeleri, gruplar, kurumlar ve kültür olarak belirlenebilir. Toplum yaşamında insanlar arası etkileşimler sosyal grupların oluşumuna, gruplar arası ilişki ve etkileşimler ise bütün olarak toplum hayatının şekillenmesine yol açar (Küçükarslan, 2007).

Đnsanlar birlikte oluşlarının kaçınılmaz sonucu olarak karşılıklı bir takım ilişkilerde bulunurlar. Bu ilişkiler çok çeşitli ve karmaşıktır. Kısaca toplumsal ilişki, kişiler veya gruplar arasındaki etkilenişimdir (Küçükarslan, 2007).

Max Weber'e göre; bir ilişkinin sosyal nitelikli olabilmesi için aşağıdaki özellikleri taşıması gerekir. Bunlar:

• En az iki insan arasında olması, • Bir zaman süresi içinde devam etmesi, • En az iki kişinin birbirinden haberdar olması, • Đlişkinin ortak bir anlam taşıması,

• Đnsanlar ilişki içinde iken karşılıklı etkileşim halinde olması,

• Kişilerin ortak ilişkilerine kendilerinin birer öznel anlam vermeleridir (Kızılçelik ve Ergen, 1996: 496).

Sonuçta; Bireyler ve içinde yaşadıkları ortamlar (çevreler) amaçlara yönelmiş belli dinamikler içindedirler. Bunlar kendi amaçlarına ulaşmak için karşılıklı etkileşime girerler ve birbirlerini sürekli olarak etkilerler (Ergün, 1987: 141).

1.4.2. Sosyal Đletişim Sürecinde Toplum Birey Đlişkisi

Aristo'nun deyimi ile toplumsal bir canlı olan insan doğduğu andan ölünceye değin bir toplum içinde yaşamak durumundadır. Çünkü insan hayata aile adı verilen toplumsal bir grup içinde başlamakta ve ölümüne kadar da bütün eylem ve davranışlarını bulunduğu toplum içinde gerçekleştirmekte ve sürdürmektedir. Anlaşılıyor ki insanın söz konusu bu durumu onun sosyal bir varlık olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır (Dede,1999: 243).

Aslında biyolojik bir varlık olan insan ancak diğer insanlarla bir toplum halinde yaşaması durumunda, esas insani özellikleri kazanmaktadır. Đnsanın zaman ve mekan üstündeki gelişmesi, onun sosyal yaşayışına bağlıdır (Ergün, 1994: 26).

Đnsan davranışları üzerinde toplumun etkisi büyüktür. Çocuk aynı anda hem biyolojik olarak gelişir hem de toplumsallaşarak, içinde bulunduğu toplumun değer yargılarını öğrenir ve benimser (Baymur, 1994: 272).

Toplum ve birey birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Çünkü aralarında yoğun bir etkileşim vardır (Özkalp, 2004: 43).

Đnsan, kendini bildiğinden beri, toplum gerçeğini de bilir; içinde yaşadığı toplumdan etkilenir, onu etkiler (Kağıtçıbaşı, 1996: 51).

Ancak, toplumun birey üzerindeki etkisi daha yoğundur. Toplum bizi yönlendirerek yaşamımızı anlamlandırır. Bizlerde sayısız bir biçimde onu şekillendirerek gelecek nesillere aktarırız.(Özkalp, 2004: 43).

Toplumlar olmaksızın bizler yaşayamayız. Çünkü insanların dünyaya geldiklerinde bakınmaya ve korunmaya ihtiyaçları vardır. Öte yandan hiçbir gelişmiş canlı belirli bilgilere sahip olmaksızın hayatta kalamaz. Bu bilgilerde ancak belirli bir toplum içinde yaşayarak ve ondan etkilenerek elde edilir (Özkalp, 2004: 43 ).

En geniş anlamda toplum insanları etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. Diğer bir deyimle insanların bir toplum içinde var olmalarını sağlayan birbirleriyle her tür ve biçimde kurmuş oldukları ilişkinin bütünüdür (Özkalp, 2004: 43 ).

Bu bütün içinde, “birey, toplumun yapı taşıdır. Toplum bireylerden meydana gelmektedir” (Yılmaz, 2002: 43).

sağlıklıdır. Đnsan, toplumsal bir varlıktır. Đnsanlar, yalnızca tek tek kişilerle değil, değişik toplumsal gruplarla da ilişki içindedirler. Bu süreç içinde, çeşitli grupların üyesi olur çeşitli gruplar kurar ve yaşatır (Yılmaz, 2002: 34).

Birey o toplumun bir üyesi olarak toplumdaki rollerini almakta; topluma egemen olan kuralları (normları) benimsemekte, onamaktadır. Ancak bu sürecin ilk bakışta somut gibi görünen, gerçekte ise soyut bir kavram olan toplumda değil, toplumu oluşturan, biçimlendiren aile, okul, yönetsel birimler, dernekler, yaşıt, arkadaş komşu kümeleri vb. gibi etmenler yolu ile yapıldığı bir gerçektir (Aziz, 1982: 16).

2.BÖLÜM

ÖZÜRLÜLÜK VE SOSYAL ĐLETĐŞĐM

Đnsan ilişkilerinin önemli bir unsuru olan iletişim insanla süregelen, devamlı gelişerek ve daha etkin hal alarak günümüze kadar gelen bir olgudur. Đnsanla varola gelen sadece iletişim olgusu değildir. Bireyin hareketlerini kısıtlayan onu yetersiz bir duruma sokan özürlülükte insanla beraber hep ola gelmiştir.

Đletişim ve özrü bir araya getiren ortak nokta ise özürlü bireyinde sağlıklı olan insanlar gibi iletişim kurma isteğidir. Bu bölümde özürlülük olgusu ile ilgili kavramlar açıklanmak ta olup özürlü birey ve ailesinin çevresiyle kurduğu sosyal iletişim süreci ile bu süreçte karşılaştığı durumlar ve yaşadığı sorunlar ele alınmaktadır. Ayrıca bu süreçte olumlu yönde tutum geliştirmek için yapılması gerekenler üzerinde durulmaktadır.

2.1. Özürlülük Kavramı ve Tanımı

Özür olgusu ile ilgili açıklamalara geçmeden önce; bölümün kilit noktası olan, özürlülük-engellilik terimleri ve bu terimlerle ilişkili kullanılan bazı kavramlarla ilgili birtakım hususları açıklığa kavuşturmakta yarar görülmektedir.

Ülkemizde gerek toplumsal kültürde gerekse de yasal düzenlemelerde özürlü, engelli, sakat gibi terimler çoğu zaman aynı anlamda kullanılmakta ve bu durum özürlülere yaklaşımda belirgin bir karmaşaya neden olmaktadır (Kalyon vd., 2004, 18).

Özürlülük, doğuştan ya da sonradan olma herhangi bir hastalık veya kaza nedeniyle kişinin bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal fonksiyonlarında belirli bir oranda sürekli azalma ve kayıplara neden olan, organ yokluğu veya bozukluğu sonucu normal yaşam gereklerine uyum sağlama ve günlük ihtiyaçlarını karşılamada güçlük olarak tanımlanmaktadır. Bu düzeyde özürlü olan kişiye “özürlü- sakat-engelli” adı verilmektedir (Özida, 2007: 26).

Engellik; normal yaşına göre vücut fonksiyonlarında veya yapısındaki herhangi bir kayıp olarak tanımlanmaktadır (The Disability Partnership, 2003’den aktaran: Şahin, 2004: 40).

Daha ayrıntılı veya fonksiyon kaybı biçimine göre farklı tanımlar da yapılabilir. Toplumların kültürel düzeylerine göre günlük yaşam içinde sakat özürlü kör, sağır, dilsiz, cüce gibi farklı isimlendirmeler de kullanılmaktadır (Şahin, 2004: 40).

Yalnız bizim dilimizde değil diğer birçok dilde de engelli ve engellilik anlamına gelen birden fazla sözcük bulunmaktadır. Örneğin Türkçede genel düzeyde engelli, özürlü, sakat sözcükleri aslında aralarında anlam fakları olduğu halde aynı anlama gelmek üzere kullanılmaktadır. Genelde tüm engelliler için yaşanan bu karmaşa belirli engelli kümeleri için de geçerlidir. Örneğin kör, ama, görme engelli, görme özürlü, az gören, vb. Bu sözcükler değişik anlamlar taşıdıkları gibi yer yer aynı anlama gelmek üzere de kullanılabilmektedirler (Karataş,2002: 43).

Engellilik”, “özürlülük”, “sakatlık” kavramları, bu kavramlar arasındaki farklar ve dünyadaki dağılımı, sıklıkla karşılaşılan başlıklardır. Söz konusu kavramlar arasındaki farkların günlük yaşamda değeri yoktur. Çünkü önemli olan, bireylerin engellilik durumunu tanımlayan kavramlar değil, engelli bireylerin toplumdaki diğer bireylere göre farklı hizmet gereksinimlerinin olduğunun bilinmesidir (Şahin, 2004: 40).

Genelde olduğu gibi akademik alanda da çoğu zaman özürlü, yetersizlik, engelli, ayrıcalıklı, sakat ve özel eğitime muhtaç kavramları birbirinin yerine sıklıkla kullanılmaktadır (Üre,2008: 208).

Ayrıca, toplumsal realiteye koşut olarak, bireyler arasındaki iletişimin en büyük öğelerinden biri olan dil de sosyal veya ruhsal baskıları göz önünde tutarak doğasının el verdiği ölçüde kendi bünyesinde çeşitli değişikliklere uğrar. Dolayısıyla, Türkçe'de çöpçü dediğimizde çöpçülük yapan şahısların aşağılanacağını varsayarak onlara temizlik işçisi, sakat yerine özürlü veya engelli dememiz bu tür değişikliklere birer örnektir (Demirci, 2008: 23).

Türkçemizde ki “aşevi” yerini önce Đtalyancadan gelen “lokanta”ya, sonra Fransızcadan giren “restaurant”a terk etmiştir. “Güvey” unutulmuş “damat” baş

köşeye kurulmuştur. “Sağır, işitme özürlü, işitme engelli” ifadeleri aslında aynı kavramın örtmece (euphémisme) yoluyla adlandırılmasıdır (Sav, 2003: 154).

Açıklamalardan da anlaşıldığı üzere “özür-engel, özürlü-engelli, özürlülük- engellilik kavramları” birbirleriyle ilişkili oldukları için çalışmada da zaman zaman aynı anlama gelecek şekilde kullanılacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü, özürlülük kavramı hakkında aşağıdaki gibi hastalık sonuçlarına dayanan, sağlık yönüne ağırlık veren bir tanımlama ve sınıflama yapmıştır (Yıldız ve Karabacakoğlu, 2003: 7).

Bu sınıflandırma dünyada pek çok ülkede geniş kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Terimlerin tanımı şöyledir (Bilge vd., 2005: 183).

• Noksanlık (Impairment): “Sağlık bakımından “noksanlık” psikolojik, anatomik veya fiziksel yapı ve fonksiyonlardaki bir noksanlığı veya dengesizliği ifade eder”.

• Özürlülük (Disability): “Sağlık alanında ‘sakatlık’ bir noksanlık sonucu

Benzer Belgeler