• Sonuç bulunamadı

Kişi ve Toplum Arasındaki Çatışma

BÖLÜM 3. ÇATIŞMA

3.3. Çatışma Türleri

3.3.3. Kişi ve Toplum Arasındaki Çatışma

69

güç çatışmasının da bir örneğini sunar. Kısacası, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden bugüne geçen zamanda pek çok nedenle kişilerarası çatışmalar yaşandığı görülür. Bu çatışmaların çözümü bazen yapıcı bazen de yıkıcı yollarla olmuştur.

70

uymak istemez, bu kuralları sorgular, değerlendirir, kendisine, kendi değer bilgisine uygun bulmadıklarıyla mücadele eder. Bu noktada kişi ve toplum, yani kişinin değer bilgisiyle toplumun değer yargıları çatışmaktadır. Toplum, uyma davranışı beklerken karşı çıkışlarla karşılaşınca, toplumsal cezalar uygulanmaya başlanır. Behçet Necatigil’in

“Ben aslında hiç de cellât değilim / İster miyim can versin yaşama özlemi hapis / Ama böyle yapmasam / Benden önce sizin töreleriniz.” (Necatigil, 2007, 167) dizeleri insanın bazen toplumun belirlediği kurallara yaşama sevincini feda etmek pahasına uymak zorunda olduğunun iyi bir örneğidir. Aydınlanma ve modernizmi temel alan, aklın yüceltilmesi sonucu akıl almaz bir hızla kurulan ve köklenen kapitalist sistem, insanın kendine dönmesini, kendiyle başbaşa kalmasını, kendini ve üyesi olduğu toplumu sorgulamasını neredeyse imkânsız kılmaktadır. Yine de sistemin kölesi olmamayı başarabilen kişiler vardır. Modernizm eleştirisi üzerine kurulan modernist edebiyat, sistemin kölesi olmayı reddedenlerin yaşadığı iç sıkıntılarını, bunalımları, çatışmaları konu alır. Oğuz Atay’ın tutunamayan ve tehlikeli oyunlar peşinde koşan kahramanları Turgut Özben, Selim Işık, Hikmet Benol; Sevgi Soysal’ın kendini bulmak için serüvenden serüvene atılan ve toplumsal normları hiçe sayan kahramanı Tante Rosa;

Tezer Özlü’nün öz yaşam öyküsel anlatılarının başkahramanı; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın huzursuzluğun romanı Huzur’da anlattığı antikahraman Suat; Yusuf Atılgan’ın aylak adamı C.; Camus’nün yabancılaşmış kahramanı Meursault ve daha pek çok kurmaca kişisi, kendi içlerinde çözemedikleri çatışmaları önce çevresindeki kişilere yansıtan, ardından toplumsal normlarla hesaplaşmak zorunda kalan, bu hesaplaşma sürecinde derin acılar çeken ve sonunda toplum tarafından cezalandırılan kişilerdir. “Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır.” (Atay, 2000, 384) Selim Işık, Hikmet Benol, Tante Rosa, Suat, Meursault bazı şeyleri hayatlarıyla değil ölümleriyle ortaya koyan anlatı kişilerinden sadece birkaçıdır.

Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. ... Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.

Evlerinizle, okullarınızla, işyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz.

Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. (Özlü, 2008, 57-58)

71

diyen Tezer Özlü, toplumla, toplumun kişiyi uymaya zorladığı değer yargılarıyla çatışan kişilerin sözcüsü gibidir.

Kişinin toplumla çatışması gündelik hayatta sıkça karşılaşılan bir durumdur.

Türkiye’de toplumsal baskının oldukça yoğunlaştığı son yıllarda 15-34 yaş arası gençlerin intihar oranında çok artış görülmesi (Harmancı, 2015, 8) kişinin toplumla ve dayatmalarla çatışmasının çözülemediği noktada ölümün bir seçenek olarak görüldüğünün göstergesidir.

Yalnızlık içinde kendi canına kıyan kişi, görünüşte başkalarının canı üzerinde kendine bir hak tanımadığına göre, bir bakıma bir değeri sürdürmektedir. Ölme kararından aldığı korkunç gücü ve özgürlüğü hiçbir zaman başkalarına hükmetmek için kullanmaması da bunu gösterir; her tekil intihar, bir kin ürünü olmadığı zaman, bir yerde cömert ya da hor görücüdür. (Camus, 2012, 17)

İntihar eden kişinin hor gördüğü şey, uyum sağlayamadığı toplumun değer yargılarıdır.

Vicdanî retçilerin durumu da kişinin toplumla çatışması bağlamında incelenmeye uygundur. Ahlakî tercihi, dinsel inancı, siyasal görüşleri, savaşa ve şiddete karşı oluşu gibi nedenlerle askere gitmeyi reddeden kişiler, özellikle askerlik sistemine ve askerlere değer verilen bir toplumda yaşıyorlarsa, üyesi oldukları toplumla ister istemez çatışacaklardır. Einstein’ın vicdanî retçilerin manifestosu haline gelen:

Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır.

Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir.

Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. Ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi. Benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir. 15

sözleri, kişinin vicdanî retçi olma noktasında, önce kendisiyle çatışma yaşadığını, bu çatışmayı kendi içinde çözümledikten sonra toplumla çatışmayı göze aldığını gösterir.

Vicdanî retçilerin durumu bir yanıyla birey-devlet çatışmasını örnekler. İnsanların topluluk halinde güven içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla kurulan devlet, zamanla

15 Yıldırım Türker’in Radikal gazetesinde 02.10.2010 tarihinde yayınlanan yazısından aktarılmıştır.

72

amacından sapmış ve insanların devlet için yaşamaları istenir duruma gelmiştir. En temel ihtiyaçlar olan, barınma, yeme-içme gibi ihtiyaçlardan bile lüks tüketim vergilerinin alındığı bir ülkede birey-devlet çatışmasının yaşanması kaçınılmazdır.

Bazı toplumlarda dinsel inançların da etkisiyle cinsiyet ayırımcılığı en üst noktalardadır. Kadınların insan olup olmadıklarının sorgulandığı sempozyumlar düzenlenen ülkelerde, aklını kullanabilen kadınların, yaşadıkları toplumla, toplumun dayattığı değer yargılarıyla çatışmaması mümkün değildir. Kadınlar için ayrı taşıtlar önerenler tarafından yönetilen, eşcinsellerin cinsel tercihlerinden dolayı baskı gördüğü, hor görüldüğü, yok sayıldığı, şiddete uğradığı, öldürüldüğü, vatandaşının değil küçük bir azınlığın maddî çıkarları için doğanın katledildiği bir ülkede kişilerin toplumla, devletle çatışması kaçınılmazdır. Çok yüksek oy oranıyla kabul edilen bir cunta anayasasına karşı çıkanların, yaşadıkları topluma yabancılaşmaları, toplumun değer yargılarının yanısıra toplumun yapısını ve düşünme biçimini eleştirmeleri doğaldır.

Toplumla çatışma yaşayan kişilerin, Nietzsche’nin insan tiplemesine bakıldığında, sürüye karşı yaşamaya ve var olmaya çalışan insanlar olduğu söylenebilir.

Kişilerin kişiliklerini koruyabilmeleri, kendileri olarak var olabilmeleri için, sürü ile hareket etmek yerine, değer diye dayatılan değer yargılarını sorgulaması ve özgür insan olma yolunda ilerlemesi gerekmektedir. İşte, toplumla çatışan kişiler, çoğunlukla, özgür insan olmaya adım atmayı başarabilen kişilerdir. Bu adımı atan kişiler, pasif nihilizme sürüklenirlerse sadece başkaldıran olarak kalırlar; ama aktif nihilizm aşamasına geçebilenler ve bunu aşabilenler, değer yaratmayı başarabilen, yaratıcı/trajik insan olabilirler. Yaratıcı insan aşamasına ulaşan kişi ise toplumla çatışmayı bir kenara bırakır, yeni değerler yaratır ve topluma/toplumlara yön vermeye çalışır.