• Sonuç bulunamadı

Keynesyen ve Post-Keynesyen (Neokeynesyen) Büyüme Teorileri

1.5. EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

1.5.5. Keynesyen ve Post-Keynesyen (Neokeynesyen) Büyüme Teorileri

Keynesyen ve neokeynesyen büyüme teorileri, John Maynard Keynes (1993-1946), Roy Harrod (1900-1978), Evsey Domar (1914- 1997), Joan Robinson (1903-1983), Nicholas Kaldor (1908-1986), Luigi Pasinetti (1930 - şimdiye kadar), James Meade (1907-1995) vb. içeren önemli bir temsilci listesinin görüşlerine dayanmaktadır. Keynes'in "Genel İstihdam, Faiz ve Para Teorisi" isimli eseri tüm Keynesyen büyüme teorilerinin temelini oluşturmaktadır. Keynesyen modeldeki kilit faktör, efektif taleptir, özellikle toplam efektif talebin artması, ekonomik büyümeye katkıda bulunabilmektedir. Keynesyen

teoriler, Keynesyen makroekonomik dengenin gelişmesi ve kritik bir şekilde işlemesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ulusal gelir, tüketim, tasarruf ve yatırımlar gibi ekonomik değerleri temel alan J. M. Keynes, ekonomik faaliyet düzeyindeki değişiklikleri açıklamak için tasarlanmış bir teori geliştirmiştir. Durgunluk ve işsizliğin artması sırasında gelirin azalmasının tüketimde, tasarruflarda ve yatırımlarda düşüşe neden olduğunu kanıtlamıştır. Bu nedenle, Keynes'e göre, ekonomideki ticari faaliyetlerin canlanmasına ilişkin toplam talebin arttırılmasına yönelik piyasa kaldıracının olmadığı bir ortamda, hükümetin makroekonomik; bir başka deyişle vergi indirimleri veya kamu harcamalarında artış gibi maliye politikası önlemlerini kullanarak müdahale etmesi gerekmektedir.

Keynes, Büyük Buhran'ın çözümünün, iki yaklaşımın bir kombinasyonuyla ekonomiyi (yatırıma teşvik etme) teşvik etmek olduğunu savunmaktadır (Aghion ve Howitt, 2009, s. 348):

i. Faiz oranlarında düşüş (para politikası),

ii. Devletin altyapı yatırımları yapması (maliye politikası).

Merkez bankasının ticari bankalara borç para verdiği faiz oranını düşürerek, hükümet ticari bankalara müşterileri için de aynı şeyi yapmaları gerektiğine dair bir işaret gönderir.

Devlet tarafından altyapıya yapılan yatırım, iş fırsatları, istihdam ve talep yaratarak ve yukarıda belirtilen dengesizliğin etkilerini tersine çevirerek ekonomiye gelir sağlamaktadır (Aghion ve Howitt, 2009, s. 348).

Keynesyen büyüme teorilerinin özü şunlardır (Aghion ve Howitt, 2009, s. 349):

i. Keynes'in ana varsayımına dayanan toplam talep, tüm Keynesyen teorilerde dengeli ekonomik büyümenin belirleyici koşulu olup toplam talebin arttırılması gerekliliği üzerine söz konusu teorilerde odaklanılmaktadır.

ii. Yatırım, geliri arttıran çarpan etkisinin veya hızlandırıcının etkisi altında gelir artışı ile birlikte artış gösteren temel ekonomik büyümenin ana faktörü olarak kabul edilmektedir.

Bununla birlikte teorilerde, istihdam artışı, makine-teçhizat kullanım derecesi, üretimin daha iyi organizasyonu gibi üretim faktörlerinin diğer tüm belirleyicileri dikkate alınmamaktadır. Keynesyen yaklaşım, kısa vadeli dönemleri ve ekonominin depresyon durumunun kendine özgü koşullarını ele almaktadır. Ancak, Keynesyen iktisatçılar uzun vadede bu yaklaşımı genişletmiştir. Keynesyen (Neokeynesyen) ekonomik büyüme teorisi, Polonya kökenli Amerikalı ekonomist Evsey Domar ve İngiliz ekonomist Roy Harrod tarafından formüle edilmiştir. Elde ettikleri sonuçlar birbirine çok yakındır, daha sonra bu görüşler Harrod-Domar teorisi olarak literatüre girmiştir.

Evsey Domar, Keynes'in teorisini geliştirmiştir ve tamamlamıştır. Teorisine göre, yatırım sadece gelirin bir faktörü değildir; aynı zamanda üretim kapasitelerinin yaratılmasında ve bu nedenle de malların üretiminde ve tedarikinde bir gelişme faktörüdür. Domar’ın teorisi, gelirin artmasını sağlamak için yatırımın büyümesi gereken yolu tarif etmektedir.

Bu, doğrudan, milli gelirdeki tasarrufların payına (marjinal tasarruf eğilimi) ve yatırımların ortalama verimliliğine bağlıdır. Bu nedenle, sürekli büyüyen bir sermaye birikimi, yatırım artışı ile ekonomiye toplam talep ile toplam arz arasındaki dinamik dengeyi sağlayan genel bir ekonomi politikası için önemli bir güç sağlamaktadır.

Yatırımların dengeli bir şekilde büyümesini sağlamak için devlet, milli gelirdeki tasarrufların payını veya teknolojik ilerleme oranını etkileyerek veya belirleyerek sermayenin verimliliğini tayin edebilir (Aghion ve Howitt, 2009, s. 48).

Roy Harrod ise teorisi ile kendini ekonominin büyüme yörüngesini incelemeye odaklamaktadır. Bu nedenle, yatırım büyümesinin gelirdeki büyümeye oranını belirlemeye olanak veren hızlandırıcıya (çarpan etkisi) ağırlık vermektedir. Harrod’un teorisi, sadece gelir, tasarruf ve yatırımlar arasındaki fonksiyonel ilişkiyi değil, aynı zamanda girişimcilerin beklentilerinin analizine dayanan dengeli büyüme mekanizmasını da açıklamaktadır (Aghion ve Howitt, 2009, s. 48).

Harrod’un teorisindeki gerçek büyüme oranı, emek ve sermaye verimliliğindeki büyüme oranları ile belirlenir. Fiili büyüme oranı, gerekli (garantili) büyüme oranı ile örtüşürse, ekonomi sürdürülebilir bir gelişime sahip olacaktır. İşgücünün tam kullanımıyla mümkün olan azami ekonomik büyüme oranı, Harrod’un teorisinde doğal büyüme oranı olarak adlandırılmaktadır. Gerekli (garantili) büyüme oranı ise planlanan tasarruf ve planlanan yatırım eşitliğini sağlayan büyüme hızı anlamına gelmektedir. Ekonomik sistemin istikrarlı dinamik dengesi, tam istihdam koşullarında, gerekli ve doğal büyüme oranının eşitliği ile sağlanır. Bununla birlikte, bu eşitliği sağlamak ancak aktif devlet müdahalesiyle mümkündür. Bu denge durumunda planlanan yatırımlar ve tasarruflar birbirine eşit olduğundan, hem üreticiler hem tüketiciler için denge durumu memnuniyet verici olup bu durum ekonominin hızlı bir gelişme sürecine girmesi anlamı da taşımaktadır. Şayet fiili büyüme oranı, gerekli büyüme oranından büyük ise ekonomi, planlanan büyüme oranından daha yüksek oranda büyümektedir. Böylelikle planlanan yatırımdan ve sermaye birikiminden daha fazla bir yatırım ve sermaye ihtiyacı gerekmektedir. Bunun sonucu olarak sermaye azalmaktadır, üretim için yeterli olmamaktadır ve yatırımlara olan talep artmaktadır. Daha fazla yatırım ise daha fazla sermaye gerektirdiği için ekonomide sermaye yetersizliği ortaya çıkmaktadır. Sermaye yetersizliği, üretimin talebe cevap verecek oranda arttırılamamasına neden olmaktadır.

Bu durumda, toplam talep, toplam arzdan fazla olacaktır ve ekonomide üretim ve istihdam seviyesi yükselecektir. Tersi durumda, gerekli büyüme hızı, fiili büyüme hızından yüksek olursa ekonomik durgunluk ortaya çıkacaktır ve planlanan büyüme hızı gerçekleşmeyecektir. Fiili yatırımlar ise planlanan yatırımlardan daha fazla olacaktır ve kullanılmayan sermaye sebebiyle kapasite fazlası ortaya çıkacaktır. Dengesizlik, üretimin talepten daha fazla oranda artması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kapasite fazlası ve arz artışı stokları arttıracak olup yatırımcılar stok fazlası sebebiyle gelecek dönemler için yatırım yapma konusunda ihtiyatlı davranacaklardır; hatta yatırımlarını azaltma eğiliminde olacaklardır. Teoriye göre, ekonomi bir nedenle dengeden uzaklaştığında, gelecekteki her dönem için dengesizlik kümülatif olarak daha da artacaktır. Bu dengesizlik durumuna “dengenin bıçak sırtı” veya her an dengeden uzaklaşılabilen bir durumu ifade eden “kararsız denge” adı verilmektedir (Aghion ve Howitt, 2009, s. 48-55;

D’agata ve Freni, 2003, s. 30-32).

Böylece, analiz sırasında Harrod, Domar tarafından elde edilenlere benzer sonuçlara ulaşmıştır ve genellikle teorileri, daha önce de belirtildiği gibi Harrod-Domar adlı tek bir teori hâlinde birleştirilmiştir. Üretimin teknik koşullarının belirlenmesi, ekonomik büyümenin marjinal tasarruf eğilimi tarafından belirlendiği ve piyasa sistemindeki dinamik dengenin doğal olarak istikrarsız olduğu, dolayısıyla ekonominin tam istihdamda kalmasının ancak devletin aktif ve amacı olan müdahaleleri ile gerçekleşebileceği anlamına gelmektedir. Harrod-Domar teorisinin kısıtları ise şöyledir. Öncelikle, teori dâhilinde analizi oluşturmak için bir önkoşul gereklidir (Harrod, 1939, s. 19-20):

i. Ekonomik büyüme yatırımın büyümesine bağlıdır ve bu bağımlılık doğrusal bir fonksiyondur,

ii. Ekonomik büyüme emek kullanımındaki büyümeye bağlı değildir, iii. Teori, teknolojik ilerlemeyi dikkate almaz.

İkincisi, teorinin kısıtları, tarihsel koşullarla açıklanmaktadır. Bu teori, 1930'lu yıllardaki ve savaş sonrası dönemde gerçekleşen ekonomik büyümenin esas olarak üretim kapasitelerinin kullanımındaki büyümeye bağlı olduğu, gerçek ekonomik büyüme süreçlerini açıklamaktadır. Bununla birlikte, savaş sonrası üretim teknolojisi gelişimindeki öngörüler ve beklentiler, temel olarak, neoklasik ekonomik büyüme teorilerine yansıyan nitel ve teknolojik değişiklikler ile bağlantılıdır (Kurz ve Salvadori, 2008, s. 208; Aghion ve Howitt, 2009, s. 66; Harrod, 1939, s. 32).