• Sonuç bulunamadı

KELİMELERE BAĞLI DENEYİM

II. BAŞKA BİR DİLDE TİYATRO PRATİĞİ

II.III. KELİMELERE BAĞLI DENEYİM

Dilbilimci Özden Ekmekçi, Dilbilim Araştırmaları dergisinde yayınlanan makalesinde, dil ve deneyim arasında çift yönlü bir bağ olduğundan bahseder (1990, sayı : 1 : 129). Ana dil gerçek deneyimlerden yola çıkılarak öğrenilir (Sapir 1968: 36). Ana dili öğren- me sürecinde çocuk, kelimelere kendi gerçek deneyimleri sonucunda bazı anlamlar yük- ler (Özden 1990). Başlangıçta bu kelimeler, direkt olarak bir olaya ya da nesneye bağ-

lıyken, zaman içinde bir kelime, yaşanılan deneyimlerin çoğalmasıyla bir olgu haline gelir (Özden 1990).

Başka bir dil, dilbilimcilerin deyimiyle, yola çıkış, referans dili olarak nitelendirilen ana dilin üzerine yapılanır (Pierra 2003: 358). Burada soracağımız soru, bir kelimeyi başka bir dile çevirdiğimizde ona bağlı olan deneyimler beraberinde aynı şekilde gelir mi? Ke- limeye bağlı aynı deneyimi koruyabilir miyiz? Bir kelimeyi çevirdiğimizde doğal olarak o kelimenin söyleyişi, telaffuzu değişecektir. Aynı (ya da yaklaşık olarak aynı) anlama gelen bu yeni kelimenin telaffuzu sırasında, onu yalnızca anlamını kavrayacak ya da akla getirecek şekilde duymak mümkün müdür ?

Oyunculuk yaparken bir kelimenin dile getirilişi sırasında, onun bazı imajları doğurdu- ğunu ya da imajların kelimeyi doğurduğunu söyleyebiliriz. Peki bu yeni dile çevrilmiş kelimenin dile getirilişi sırasında da eskiden kaynak kelimeyle beraber gelen, ona ait ya da onu doğuran aynı imajları yakalamak mümkün müdür ? Bu soru, sahnede yabancı dil deneyimi konusunda çok ilginç bazı verileri tartışabilmemize olanak vermesinin yanın- da oyunculuğun temelleriyle ilgili de ilginç bir yaklaşım sunabilir.

Dilbilimci Edward Sapir de dil ve deneyim arasındaki ilişkiye dikkat çeker : “Dil, dene- yimin getirilerinin mükemmel bir sembolik çevirisidir. Pratikte eylemden ayrılamaz. Evrensel olarak geçerli psikolojik özelliklerin olduğu kadar, sonsuz sayıda belirtici nü- ansın da taşıyıcısıdır” (1968: 37).

Jean-Marie Prieur’e göre her dil farklı bir sembolik evrene sahiptir (Pierra 2006: 18). Jean-Marie Prieur’ün yaklaşımını takip eden Gisele Pierra, diller ve kültürler arasındaki yolculuğun, gerçekliğin farklı şekilde algılanmasını ve farklı sembolik evrenlerin bir arada var olmasını gerektirdiğini söyler (2006: 18).

Burada bahsedilen sembolik evrenleri bir imajlar topluluğu olarak düşünebiliriz. Öyley- se yeni bir dille başka bir sembolik evrene geçiş, imajları ve kelimelere bağlı deneyim-

leri farklı şekilde ele almamızı gerektirmektedir. Bir kelimenin ses verme niteliği ile o sesin titreşiminin getirdiği/çağrıştırdığı imajlar arasında bir bağ vardır. Bu imajlar, or- ganik bir biçimde ana dile, o kelimeyle ilgili ilk deneyimlere bağlıdır.

Daha önce, sözün maddeselliğinden ve beden üzerindeki etkilerinden bahsetmiştik. Bu- radan yola çıkarak diyebiliriz ki, farklı iki dildeki aynı kelime, bedende farklı bir titre- şim yaratacağı için beden üzerinde aynı etkiye sahip değildir. Başka dildeki kelimenin farklı fonetiği, aynı zamanda o kelimenin anlamından bağımsız başka imajların doğma- sına ya da pratik eden kişinin ana dilinde bambaşka anlamlara gelen kelimelerin çağrı- şımına yol açabilir. Öyleyse, yeni bir dile geçtiğimizde, çevrilen kelimenin ses verme niteliği ile ana dilde sahip olduğu orijinal deneyim arasında artık bir bağdan söz edile- mez. Kelimenin dile getirilişinde ortaya çıkan ses, artık önceki kelimeyle beraber gelen/ doğan/doğurtan zihnimizdeki imajla bağdaşmaz. Yeni kelime ve ses verme niteliği ara- sında tekrar bir uyuma ulaşabilmek için, o kelimenin deneyimlerini ve imajlarını yeni- den yaratmak gerekir.

İspanyol oyuncu Ana Benito, fransızca kelimeleri Fransızlar gibi değil ama başka türlü gördüğünden bahseder :

“Kelimelerin ses verme niteliklerine karşı çok hassasımdır. Bazen bana öyle geliyor ki, bir kelime her şeyi içinde barındırıyor. Harfleri karıştırıp bir kelime yaratıyoruz. Bütün anlam, bütün imajlar bu harflerde gizli. Tabii ki, kelimeyi okuyoruz, öncelikle gözlerden geçiyor ve sonra bedene gidiyor ve sonra çıkıyor. Öyle sanıyorum ki fransızca bana ana dilim olan ispanyolcada sahip olmadığım bir şey verdi. Bu şey, kelimelerin hayatı. Kelimeler, hayat kazandılar. Şimdi tek bir kelime benim için çok şey ifade ediyor. Önceden bunun bilincinde değildim. İcra, kelimelere daha az bağlıydı. Şimdiyse, kelimeler ve söz üstünde çok fazla çalışan bir oyuncuyum. Benim için, iyi denmiş bir kelime iyi oynanmıştır” . 5

Ana dili İspanyolca olan Ana Benito, yaptığımız röportajda, yıllar süren fransızca oyun- culuk deneyiminin sonunda neler kazandığından bahsediyor. Ancak bu deneyimin ilk yıllarında tabii ki yaşadığı zorluklar da var. Örneğin, fransızca oynarken bazen sahnede bir kuruluk hissettiğini söylüyor. Bu kuruluk hissini, sanki vücudunda yeterince su, ye- terince hayat yokmuş gibi tanımlıyor. Bu his, kendinde fransızca kelimelere bağlı yete-

rince öykü, deneyim ya da imaj bulamamasından kaynaklanıyor. Onları aramak için özel bir çalışma yapması gerekiyor. Bu nedenle, fransızca oyunculuk yapmak, daha bü- yük gayret ve zaman istiyor.

Diğer bir röportajda, Amerikalı Vinora Epp, Fransa’da yaptığı bir atölye sırasında yaşa- dıklarından bahsediyor. Akıldan ilk geçenin hiç üstünde düşünmeden söylenmesi gere- ken bazı doğaçlama çalışmaları sırasında Vinora, bunları fransızca yapmakta ne kadar zorlandığını anlatıyor. Yedi yıldır Fransa’da yaşayan ve fransızca oyunculuk yapan Vi- nora’ya göre, bu çalışma sırasında zorlanmasının sebebi, fransızca konuşurken her za- man ufak da olsa ayrı bir gayret göstermesinin gerekmesi. Oysa kendi ana dili olan ingi- lizcede böyle bir gayrete ihtiyaç duymadan, kelimeleri otomatik olarak dile getirebili- yor. Çalışmanın yürütücüsü, egzersizi ingilizce yapabileceğini söyleyince Vinora rahat- ladığını söylüyor. Ana dilinde daha geniş bir imaj ve kelime dağarcığı paletine sahip olduğu için kendini daha rahat hissetmiş.

Tüm bunlardan çıkarımla diyebiliriz ki, başka bir dilde oyunculuk yaparken, hayal gü- cünü besleyip sözü “gerçekten” diyebilmek için, dile getirme anında yeni imajların bu- lunması gerekliliği vardır. Bu nedenle, günümüzde tiyatro, başka bir dil öğrenmek/öğ- retmek için etkili bir yöntem olarak görülüyor. Oyun oynamak, başka bir dildeki metinle ve kelimelerle bağlantılı olarak yeni ve çeşitli deneyimler kazandırdığı için, yeni dilin kazanımı, bedenin yaşadığı birebir tecrübe tarafından desteklenerek kolaylaşır.

Bu alanda araştırmalar yapan Gisele Pierra, Daniel Sibony’nin iki aradalık yaklaşımın- dan yola çıkarak, başka bir dilde gerçekleşen teatral eylemde, kelimelerin sessel madde- sini, etkilerini ve fantezilerini ortaya çıkarak dilin maddeselliği yoluyla, öznenin, dille- rin ve kültürlerin iki arada dinamiği içinde yer değiştirdiğine dikkat çeker (2006: 24).

Sahnede kelimeleri kendimizin yapabilmek için, onları doğuran öznelliği bulmak gere- kir. Hayal gücünü imajlar aracılığıyla uyandırmak, sözün gerçekten doğmasını ve sözün doğru bir şekilde hem oyuncunun bedeninde hem de diğer tarafta seyircinin bedeninde

yankılanmasını sağlamak için gereklidir. Yeni kelimenin sesi aracılığıyla, bedende ve hayal gücünde, geçmişle yeniden bir tanışıklık, geçmişin yankısı yaratılmalıdır. Bu, sözü bedene indirebilmek için olmazsa olmazdır.