• Sonuç bulunamadı

1.6 Sivil Toplum Kuruluşları

1.6.1 Kavramsal Çerçeve

Çalışmanın başında açıklanıldığı üzere yönetim, kısaca belli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelen insanların, amacı gerçekleştirmeye yönelik işlem ve eylemleridir. Burada yönetimin en önemli unsuru insan ve insanların oluşturduğu örgütlerdir. Örgüt, belli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelen insanlardan oluşur. Örgüt, önceden belirlenmemiş kurallara göre toplanmıyor ve amacını gerçekleştirdikten sonra dağılıyorsa doğal örgüt; önceden belirlenmiş kurallara göre toplanıyor ve süreklilik gösteriyorsa biçimsel örgüt olarak sınıflandırılmaktadır. Biçimsel örgütler de kendi içinde birincil (kamu kuruluşları), ikincil (kar, kazanç, büyüme ve ticari amaçlı özel sektör örgütleri) ve son olarak da üçüncül örgütler(Sivil toplum örgütleri) şeklinde sınıflandırılabilmektedir. Araştırmanın konusu gereği üçüncül örgütler ele alınacaktır (Öztekin, 2010: 85-91).

Sivil toplum kuruluşu (STK) kavramı, oluştuğu kültürden etkilenen bir yapıya sahip olduğu için birçok türde ve kavram halinde karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle kavramı tek bir şekilde görmek ya da tek bir tanıma indirgemek zordur. Birçok konuyu içinde barındıran ve farklı alanlarda sınıflandırılabilen STK, tanımlamalarının çeşitliliği nedeniyle kafa karışıklığına yol açabilmektedir. Yukarıda sayılan nedenleri somutlaştırmak için Ryfman’ın şu cümlesi örnek gösterilebilir;

Özgürce sahiplenilebilen ve bazı istisnalar dışında, ulusal hukuklarda özellikle sınırları belli, hukuksal bir kategori oluşturmayan ve uluslararası hukukta neredeyse kesinlikle böyle bir özellik taşımayan bir terim söz konusu olduğunda, gitgide, daha fazla küçük ya da büyük bir oluşum kendini “STK” olarak adlandırıyor ya da bu ada dönüştürüyor adını (Ryfman, 2006: 12).

Ryfman’ın burada özellikle vurgulamaya çalıştığı konu, birçok STK tipinin ve tanımının ortaya çıkmış olmasıdır. Bu STK tipleri; tek kişili STK’lar MONGO (My own NGO), iş çevrelerince düzenlenen hukuksal dernek statüsüne sahip örgütler BONGO (business-organised NGOs), uluslararası sermayenin öncülüğünde, projelerin hayata geçirilmesi amacıyla gerçekleştirilen DONGO’lar (donor-orgonised NGOs) ve GONGO’lar (governmental NGOs; hükümet tarafından örgütlenen sivil toplum kuruluşları)dır. Gongo olarak ifade edilen kuruluşlar, hükümetin etkisi veya yardımıyla kuruldukları için öznel niteliktedirler (Ryfman, 2006: 12; Yıldırım, 2004: 56-59). Bu kavramların dışında sivil toplum örgütlerini anlatmak için kullanılan birçok kavram vardır. Bunlar; CBO (Community Based Organization), NGDO (Non-Governmental Development Organization), NPO (Non- profit Organization), PDO (Private Development Organization), PSO (Public Service Organization), VAG (Voluntary Agency Organization), VO (Voluntary Organization), CSO (Civil Society Organization) ve INGO(International Non Governmental Organization)’dur (Erdoğan Tosun, 2003: 241). Sivil toplumun örgütlü ve kurumsal yüzünü oluşturan STK’ların

temel niteliği, yurttaşların farklı siyasal, toplumsal, insani, kültürel vb. ihtiyaç ve çıkarlarını gerçekleştirmek üzere gönüllü olarak bir araya gelerek kurdukları örgütler olmalarıdır. STK alanı, kavram karmaşasından dolayı terminolojik çorba olarak nitelenirken, burada en yaygın kullanımın İngilizce’de NGO (hükümet dışı kuruluşlar) olduğu savunulmakta, ancak kavram devlet dışı herşeyi içerdiği için her şeyi yakalayan bir içeriğe sahip olması eleştirilmektedir. NGO terimi ilk kez II. Dünya Savaşı’ından sonra kabul edilen BM sözleşmesinin 71. maddesinde “danışma amacıyla BM’nin NGO’lara güvenebileceği” hükmü ile yer almıştır. İlk çalışmalarda terim uluslararası örgütler ve BM içinde yer alan toplumsal aktörlere vurgu yaparken daha sonra birçok anlamda kullanılmaya başlamış ve bu nedenle sorunlu bir kullanım alanına sahip olmuştur (Erdoğan Tosun, 2003: 242).

Sivil toplum kuruluşları yukarıda sayılan kavramlarla ilişkilendirildiği gibi, üçüncü sektör ya da üçüncül örgütler, çıkar grupları, gönüllü kuruluşlar ve platformlarla da birlikte anlamlandırılmaktadır. Üçüncü sektörden anlaşılması gereken, özel sektör ve kamu sektörü dışında kalan alandır (Yıldırım, 2004: 56). Çıkar grupları, üyelerinin çıkarlarını korumak ve savunmak amacıyla oluşturulmuş örgütlü ya da örgütsüz insan gruplarıdır. Dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşları çıkar gruplarına örnek olarak gösterilebilmektedir. Ancak çıkar grupları, üyelerinin çıkarları için siyasi iktidar üzerinde baskı yapmaya başladıkları andan itibaren baskı grubuna dönüşürler. İşçi, işveren sendikaları, dernekler, meslek kuruluşları hem baskı hem de çıkar grubunu oluşturmaktadırlar (Öztekin, 2007: 98). Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına göre kurulduğu için gönüllü kuruluşlardır. Ancak her gönüllü kuruluş sivil toplum kuruluşu değildir (Yıldırım, 2004: 58). Bu alanla ilgili birçok terim olmakla birlikte en yaygın olarak kullanılan Sivil Toplum Kuruluşlarıdır. Bu nedenle bu çalışmada sivil toplum kuruluşları terimi kullanılacaktır.

Yıldırım (2004: 51- 54), birçok tanıma sahip olan STK’yı dar ve geniş olmak üzere iki şekilde tanımlamıştır. Geniş anlamda STK, “sivil toplum alanında faaliyet gösteren ve yönetimin bir parçası olmayan örgütlenmeler” olarak ifade edilebilir. Dar anlamda ise, yalnız sosyo-ekonomik kalkınmaya katkı sağlamak amacıyla, gönüllülük, bağımsızlık, kar amacı gütmemek ve bireysel çıkarına çalışmamak esaslarına dayanan sivil kuruluşlardır.

Uğur ise STK’ları şu şekilde tanımlamıştır;

Yurttaşların ortak bakış, ortak çıkar, ortak duyarlılık, ortak talep vb. temelinde gönüllü olarak bir araya gelerek; devletin hukuki, idari, üretici ve kültürel organlarının dışındaki alanda meydana getirdikleri; dernek, vakıf, sivil girişim, platform, ilişki ağı vb.’lerinden oluşan yapılara ve etkinliklere sivil toplum kuruluşları diyeceğim (1997: 69).

STK içine alabileceğimiz bu yapılar esasında STK’lardan belli yönleriyle ayrılmaktadırlar. Kamu kurumu niteliğinde meslek örgütleri sivil toplum kuruluşu olarak

değerlendirilebilse de Türkiye’de serbest meslek alanında faaliyet gösterebilmek için bu kuruluşlara üye olma zorunluluğu vardır, yani gönüllülük esasına dayanmamaktadır. Meslek kuruluşları homojen bir yapıya sahiplerdir, bu yönleriyle STK’lardan ayrılırlar. Sendikalar da STK içinde değerlendirilmesine rağmen özel hukuk tüzel kişiliklerinin olması nedeniyle farklıdır. Siyasi partiler, “siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla” ve siyasi partiler yasası ile kuruldukları için STK’lardan farklıdırlar. Ancak iktidarda olan değil muhalefette olan siyasi partilerin STK olarak ele alınması kimi yazarlar tarafından daha uygun görülmüştür (Öztekin, 2010: 94-128).

Bugün kar amacı gütmeyen kuruluşlar, yeni toplumsal hareketler, yurttaş girişimleri dışında hükümet temelli, merkezi veya yerel düzeyde kamu kurumları tarafından oluşturulmuş STK’ların da varlığı söz konusudur. Bunun dışında 1980’ler ve 1990’larda hızla gelişen kadın toplulukları, doğa ve çevre toplulukları, bağımsız inisiyatifler ve çeşitli topluluk temelli örgütlenmeler de bu alana dâhil edildiğinde, karmaşık bir kategori oluşmaktadır (Erdoğan Tosun, 2003: 241-243).

Tarihsel olarak ele alındığında STK’lar esas olarak 17. yüzyıldan itibaren etkili olan üç olgu ile gelişmeye başlamıştır. İlki, 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan hayır ve yardım işlerinin laikleşmesidir. Dinsel ve siyasal güçlerden ayrışan özerk bir hayır işleri modeli oluşmuştur. İkinci olgu, 17. yüzyıldan başlayarak devletler arasındaki silahlı çatışmaları bir mevzuata bağlamaya çalışan uluslararası bir hukukun gelişmesidir. Son olarak etki eden unsur da, Aydınlanmanın entelektüel coşkusuyla ortaya çıkan insanlık erdemidir. Bu bağlamda hayırseverlik, insan severlik kavramları geliştirilmiştir. Savaşlar ve sömürgeleştirmeler de sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkışına etki etmiştir. Özellikle I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok dernek kurulmuştur. Bunlar öncelikle savaş kurbanları ve sivillere yardım görevi üstlenen kuruluşlardır. 1950’den sonra da görev alanlarını (savaş kurbanlarına yardımdan üçüncü dünya topluluklarının gelişmesine) genişletmişlerdir. Savaşlarda hemşire birlikleri, yaralılara yardım dernekleri oluşmuş ve bunlar zamanla Kızılhaç ve Kızılay konumuna ulaşmışlardır. Ayrıca Britanya’da sömürünün yasaklanması ve daha sonra köleliğin kaldırılması mücadelesi, uluslararası boyutta ilk sivil toplum girişimleri örnekleri olarak gösterilmektedir. Bu gelişmelerden sonra STK’lar insan haklarını koruma ve geliştirme mücadelesini uluslararasılaştırmışlardır. Örneğin Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü kurulmuştur. Ayrıca çevre ile ilgili olan World Wildlife Fund ve Greenpeace de bu dönemde kurulmuştur (Ryfman, 2006: 15-24).

20. yüzyılın başlarında gözlemlenen uluslararasılaşma sivil toplum kuruluşlarını da etkilemiş ve küresel sivil toplum kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak

uluslararası devlet dışı örgütlerin (INGO) kuruluş tarihi 1839’dur. 1990 sonrası dünyadaki gelişmeler, uluslararası alanda faaliyet gösteren STK’ların sayısında ve etkinliğinde artışa yol açmıştır. Prag ve Seattle’de düzenlenen gelişmiş ülkelerin devlet başkanlarının zirve toplantılarına, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası ve ulusaşırı kuruluşlara yönelik protesto gösterileri örnek gösterilebilir. Bu tür hareketlere bakılırsa bir yanda küreselleşmenin STK’ları küreselleştirdiği, diğer yandan küreselleşme karşıtı STK’ların da ortaya çıktığı görülmektedir (Erdoğan Tosun, 2003: 245).

1990’larda toplumların demokratikleşmesi için sunulan üç ölçüt vardır. Bunlar; ekonomik alanda piyasa, siyasal alanda demokrasi, toplumsal alanda ise demokratik sivil toplumun varlığı ve işlerliğidir. Sivil toplum, ekonomik alanda pazarın, siyasal alanda ise demokrasinin tamamlayıcısı durumundadır (Erdoğan Tosun, 2001: 173).

Yönetişim alanında STK’lar esas olarak toplumsal taleplerin aktarılabileceği bir yapı olarak görülmüştür. Böylece STK’lar temsili demokrasiden çoğulcu ve katılımcı demokrasiye doğru yönelimin aktörleri olarak sunulmuştur. STK’ların bu noktada önem kazanmasının nedeni siyasi partilerin temsil krizi ve temsili demokrasinin meşruiyet krizi yaşaması olarak açıklanmıştır. Siyasi partilerin gözden düşmesi toplumun taleplerinin hiyerarşik ve bürokratik yapılanmalara sahip olmayan STK’lar aracılığıyla temsil edileceği sonucunu doğurmuştur ama aslında olan ekonomik krizin toplumun geniş kitlelerine cevap verememesi ve bundan dolayı liberal demokrasilerin ve siyasi partilerin temsil krizine girmesi olarak nitelendirilebilmektedir. Öte yandan -hepsi olmamakla birlikte- STK’ların neoliberal politikaların yönetişim açılımıyla toplumun istemlerinin doğrudan temsilcisi olma özelliğini kaybetmesi, diğer aktörlere projelerle bağımlı olması, gönüllülük esasının arka plana düşmesi, profesyonelleşme olgusunun, bu anlamda hiyerarşik ve bürokratik ilişkilerin ortaya çıkması gibi eğilimler göz önüne alındığında STK’ların toplumsal taleplerin doğrudan temsilcileri olduklarını savunan görüşleri tartışmalı kılmaktadır (Ataay, 2008: 63, 64).