• Sonuç bulunamadı

Kamu yararı, çok işlevli bir kavramdır. Kamusal işlerin hukuka uygunluğunu ölçmede, devletin doğrulamasını yapmada kullanılan, temel hakların sınırlandırılmasında başvurulan, yargıcın kendiliğinden kullandığı yetkilerin alanı bakımından temel alınan, yönetime uygulanan özel kuralların uygulama alanını belirleyen bir ölçüttür. Faaliyetin, kamu hukukuna uygunluğunun ölçüsü ve ona devlet ya da kamu niteliği kazandıran kavram, kamu yararıdır (Akıllıoğlu, 1991).

Yönetim ve kamu hukuku ile siyaset biliminin en önemli dayanağı, kamu yararı kavramıdır. Kamu yararı; devlet, devleti temsil eden kamu kurumlarının hizmetleri ile kamu faaliyeti niteliğinde olan ve yapılan işlemin kamu hukukuna uygunluğunu gösteren bir ölçüt olarak kabul edilir (Ceylan, 2005). Çağdaş değerler bakımından, nitelik yönünden ağır basan yararın zayıf olana galip gelmesine yönetim organlarınca karar verilmesi, böylece gelişmekte olan ülkelerde, kurulu düzenin sürdürülebilirliğinin sağlanması aracıdır kamu yararı (Demirel, 2002). Giderek daha da genişleyen kamu yararı kavramı, genellikle büyük grubun yararlarının, belli kişilerin ya da küçük grupların yararlarından üstün tutulmasıdır (Ünal ve ark., 1998).

Klasik dönemlerde devletin kamu hizmeti fonksiyonu; jandarma devlet şeklinde özetlenirken; savunma, asayiş ve adalet dağıtımı ile sınırlıydı. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, idarenin kamu yararı sağlamak amacıyla, kamusal yönetim usulleriyle yürüttüğü bütün faaliyetler kamu hizmeti kapsamına girmekteydi. Günümüzde, kim tarafından yapılırsa yapılsın genel, sürekli, kamunun yararlandığı ortak ve zorunlu ihtiyaçları karşılamaya yönelik faaliyetler kamu hizmeti kapsamındadır (Öztürk, 2003).

Osmanlıca’da ‘menafi-i umumiye’ yani ‘umumun menfaati’ olarak nitelendirilen kamu yararı, kamusal işlem ve eylemlerin yönelmeleri gereken eğilimi belirleyen siyasal ve düşünsel değerlerin tamamıdır.

Amme menfaati de denilen; değişken, dinamik bir kavram olan, hukukun yanında, teknik, felsefe, ahlak ve sosyolojinin alanlarına da giren kamu yararı; 1944 yılında yayımlanan Türk Hukuk Lügati’nde, halk ihtiyaçları, milli birlik veya devlet ihtiyaçlarını karşılayan kamu kurumlarının, fert veya fertler yerine, onlarında içinde bulunduğu topluma, halka, millete veya devlete yarar sağlamasını tercih ettikleri menfaatlerdir. Bu yarar ‘ortak iyilik’, ‘toplum yararı’, ‘toplumsal refah’, ‘genel yarar’ gibi kavramlarda da olduğu gibi ‘bireysel yarar’ yerine ‘çoğunluğun yararını gözetme’ anlamında aynı amaçla kullanılmaktadır. Kamu menfaatlerin takdir ve tayininin ise, hukuki olmaktan ziyade siyasi bir mesele olduğu, kanun gereği ile mahkemelerin takdirine bağlı olduğu belirtilmektedir (Aytaç, 1987).

Doktrinde kamu yararı, “idarenin görevlerini yerine getirebilmek için teker teker bireyler dışında bütün toplumun veya yerine ve görevine göre belirli halk topluluklarının göz önüne alınması mecburiyeti”dir. Diğer taraftan kamu yararı “mülkiyeti komaya sokan, fakat kamulaştırmaya hayat veren, ortadan kalkmasıyla da mülkiyeti ihya edip, kamulaştırmayı yok eden bir fenomen” olarak kabul edilmektedir. İdarenin takdir yetkisini sınırlandırmamak için yargı organlarınca tanım yapılmamış ancak artık yetersiz bulunduğundan Türk hukukunda moda deyimle “üstün kamu yararı” kavramı ortaya çıkmıştır (Başpınar, 2009).

Çalış (2004)’ın Karakoç (1985)’tan aktardığına göre; ferdi feda edilmiş, toplumun, toplumu hesaba katmamış ferdin mutlu olmasına imkan yoktur. Görünüşte toplumla ferdin faydaları çatışıyorsa da, aslında bu iki fayda uzlaştırılıp bağdaştırılarak denge haline getirilmeden ne kişi ne de toplum için mutluluk düşünülebilir. Bu felsefeyle oluşturulan paradokssal bir yaklaşımla yapılan tanıma göre kamu yararı, özel hak ve tasarrufların toplamıdır (Yıldız, 1995).

Kamu yararı kararı, idarenin kamulaştırma yetkisi ile donatılmasını sağlayan, işlemi başlatan bir karar olmasına karşılık, kamulaştırma kararı kamu yararının sonucu ve devamı niteliğinde işlemi tamamlamaya yöneliktir. Kamu yararına konu hizmetin hedeflenen gerekleri ile beraber, muhtemel gayrimenkullerin konumu, alanı, sınırları ve diğer bağımlı ve bağımsız özelliklerinin projeyle ilişkisi, olumlu ve olumsuz senaryolar ve alternatifler dikkate alınarak en uygun sınırlamalar ve yöntem tespit edildikten sonra kamu yararı kararı alınmalıdır (Hasgür, 1997).

Onanmış imar planları çerçevesinde yapılacak kamu hizmetleri için imar planının onanmış olması yeterlidir, ayrıca bir kamu yararı kararı alınması gerekmez. Bu durumda sadece kamulaştırma kararının alınması zaten başlamış olan süreci, planın kamulaştırma ile uygulanması şeklinde tamamlayacak işlemleri başlatır.

Kamu yararı, kamunun ihtiyaçlarını karşılayan, ulusun ve belli bir coğrafi alan içinde kurumlaşmış bir yönetim tarafından idare edilen ve kültür birliği olan, siyasal bir topluluğun ifadesi olan, devletin çıkarlarıyla ilgili bulunan hak ve menfaatlerdir (Akay ve Çiçek, 2005).

Kamu yararı, tarihsel süreç içerisinde önceleri sadece imar ve bayındırlık hizmetleri ile sınırlı anlaşılırken, sonradan eğitim, sağlık, spor ve güvenlik amaçları ile şimdi ise, her türlü somut ve dijital ulaşım hizmetlerinde, kıyılar, turizm, tabiat ve kültür varlıkları ile ormanların korunması ve geliştirilmesinde, daha yaşanabilir ve yeşil bir çevre oluşturulmasında, enerji tesis ve nakilleri yapılması gerekmesi gibi durumlarda, var olduğu kabullenilmiş ve her türlü doğal kaynağın amaca uygun, verimli bir şekilde değerlendirilmesi için kamulaştırılabileceği kabul edilmiştir. Değişen Dünyamızda bu yorumlamanın sürekli devingen olması normaldir. Kamu yararı, Türkiye’ye aktarıldığı Batıda da ilk olarak, insanın yeryüzüne ilk geldiği andan itibaren iyi bir hayatı sağlamaya çalıştığı, insan gibi toplumlar içinde, iyi bir hayatın ve iyiliğin son amaç olduğunu, böylece kamu yararının meydana geleceğini, bununda düzenli bir toplumun kurulmasıyla mümkün olabileceğini söyleyen Aristo tarafından dile getirilmiştir. Aquino’lu Thomas’a göre toplumu oluşturan fertler, ortak yarardan yetenekleri ve bunların sağladığı şartlara bağlı olarak payına düşeni alır. Toplum iyiliği birey ve toplumun ortak amacıdır. Aristo’ya göre ortak iyilik, bireysel yararların toplamından oluşur. İkisinin de özü aynıdır, birey ve toplum aynı yönü izler. Ortak iyilik, özel ya da genel her türlü faaliyetin varmak istediği bir ortak amaçtır (Akıllıoğlu, 1991).

Kamu yararı, Roma Hukuku’nda da, bireylerin feragat ve fedakarlıklarının, toplumun zorunlu maddi ihtiyaçları yanında estetik ve artistik gibi duygularını da kapsayacak şekilde geniş tutulduğu görülür. Böylece kamu yararı, amme menfaati Roma’da iki farklı anlamda yorumlanmış, kamusal zorunluluk ve kamu yararı deyimleri kullanılmıştır (Karadeniz, 1975).

Sitenin vergilendirme veya askeri mükellefiyetleri meşrulaştırmak için daha sonra ‘ortak iyilik’ diye tabir edilecek ve müdahaleye izin ve imkan için, sınırsız bir şekilde kullanılan, ‘hakimiyet(imperium)’ kavramına dayalı olan ‘kamu yararı (utilias publica)’ kavramı; düşman saldırısından korunmaktan estetiğe, dijital dünyaya geniş bir

şekilde, Roma hukukundan bu tarafa varlığını korumuştur (Başpınar, 2009; Karadeniz, 1975).

Hukuki, teknik ve dar anlamda kamu yararı, mülkiyet hakkının sınırlarının belirtilmesinde ve bu hakkın özüne yapılacak müdahalelerde bir ölçü olarak kullanılırken; siyasal, ideolojik ve geniş anlamda kamu yararı dolayısıyla toplum yararı ise, toplumun varlığını sürdürebilmesine ilişkin çıkarların tümüdür. Yani ülkede yaşayan bütün insanların ortak çıkarını anlatmaktadır. Kamu yararı, her yasa için belirlenen, yasa koyucular tarafından düzenlenen ve toplumun, en büyük ortak bireyin var olabilmesi için gerekli ortak iyilerdir.

Kamu yararı, dönemsel, yasaya dayalı olması, zaman içinde değişebilmesi veya ortadan kalkabilmesi ile toplum yararı ise, değer yargılarına dayalı olması, büyük kesimlerce görüş birliğine varılması yönleri ile birbirlerinden ince bir çizgiyle ayrılırken, her ikisi de birey çıkarı ile bariz bir ayrıma sahiptir (Uzun, 2000).

Bir yanda toprak sahibinin çıkarı yani bireysel çıkar, diğer yanda korunması gereken o bireylerin oluşturduğu bir toplum yararı bulunmaktadır. Kamu yararı gereği gibi korunmazsa, konut sorunları çözülemeyecek, kalkınma ve sanayileşme zorlaşacak, kentleşme alanındaki çalışmalar sekteye uğrayacaktır. Özel toprak sahiplerinin hakkı, belli ölçüde korunmazsa ve zorla alınırsa, insan haklarının en önemlilerinden biri olan mülkiyet hakkı için adaletli davranılmamış olacaktır. Kamu erki işte bireysel mülkiyet hakkı ile toplumsal mülkiyet zorunluluğu arasındaki dengeyi iki tarafı da mutlu edecek optimum noktayı yakalamaya çalışarak, aslında kendi varlığının da sürekliliğini sağlamış olacaktır.

Kapsamının bu denli yaygın olmasına rağmen, kamu yararının içeriği, konusu ya da maddesi belli değildir. Tanımlarındaki çeşitli vurgulamalar hep biçimi üzerinedir. Bu sebeple içeriği önceden belli olmayan, her olayda somut koşullara göre değişebilen, bu anlamda esnek, her zaman kullanılabilen, biçimi aracılığıyla tanınmaktadır. Yasama organının her yasa ile kamu yararını amaçladığı varsayılır; bu varsayımdan yararlanan yönetimin her faaliyeti ve her sınırlaması da, aksi kanıtlanmadıkça kamu yararınadır (Akıllıoğlu, 1991).

Mecelle’nin 26.-30. Maddelerinde; özel mülkiyete kamu yararına getirilecek hukuki sınırlamaların temel çerçevesini, öncelikle birey ve kamu yararının aynı anda sağlanması, bunun mümkün olmaması halinde; ‘birey yararı ile kamu yararı çatışırsa, öncelik kamu yararının sağlanmasına verilir’, ‘genel zararı gidermek için özel zarara

katlanılır’, ‘daha büyük ve kalıcı zararları gidermek için gerekirse daha küçük ve geçici zararlar irtikab edilir’ gibi ilkeler oluşturulmuştur (Çalış, 2004).

Almanya’da ağırlıkla İmza Kanunu ile düzenlenen kamulaştırma mevzuatı, bu kanunun kamulaştırma ile ilk bölümü olan ‘Kamulaştırmanın Geçerliliği’ başlığı altında, ‘kamulaştırma; somut her bir vakada sadece kamu yararı onu gerektiriyorsa ve başka yollarla kamulaştırma amacına ulaşılamıyorsa ancak geçerli olur’ denilerek kamulaştırmanın geçerliliğinin ön şartı olarak kamu yararı ve diğer yolların denenmesinden sonra uygulanabileceği ileri sürülmektedir (Hasgür, 1997).

Buna göre, kamu yararına dayanan kamulaştırma, amaç ve araç orantılılığına dikkat edilerek kamu menfaatinin gerektirdiği kadar olmalı, bu menfaatin gerçekleştirilmesinden daha fazla ve daha yoğun, devlet ve kamu kurumlarının zenginleştirilmesine yönelik olmamalıdır. Alman hukukunda mahkemeler, idarenin kamu yararına uygun olduğu gerekçesiyle yürüttüğü kamulaştırma işlemini, kamu yararı kararı bağlamında irdelerken, söz konusu taşınmaz yerine benzer şartlardaki diğer bir arazinin serbest piyasa koşullarında elde edilmesinin mümkün olup olmadığını da dikkate alır. Mahkeme, idarenin kamulaştırma düzenlemesi öncesi, bu yönde ciddi bir çaba gösterdiğini ve buna rağmen çabasının boşa çıktığını ispat etmesini ister (Başpınar, 2009).

Kamu yararının gerçekleşmesi için yapılan kamu hizmetleri uygulamalarının araçları; hukukta “düzenleme” anlamında kullanılan “sınırlama” ile “mülk üzerindeki tasarrufu yönlendirmek için, olumlu ve olumsuz biçimlerde kurallar koyma; hukuk kurallarına uygunluk ve aykırı olanları engelleme” yi hedefleyen işlemler anlaşılmaktadır (Çalış, 2004).

Sınırlama anayasayla, kanunlarla, yürütme aracılığı ile ve yargı kararları ile olmak üzere dörtlü bir ayrıma tabi tutulmuştur. Türkiye’de, mülkiyet hakkının dokunulmazlığı ile kamu yararı amacıyla bu hakkın sınırlandırılmasının anayasal temelleri 1961 Anayasası ile atılmıştır. Klasik mülkiyet anlayışını benimseyen 1924 Anayasası’nın aksine 1961 Anayasası, mülkiyet hakkını düzenleyen 36. maddesinde, kamu yararı ve toplum yararı kavramlarını eş anlamlı kullanmak suretiyle, bir genel kural olarak, ‘Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz.’ hükmüyle mülkiyet - kamu yararı ilişkileri açısından, kamu yararının bir anlamda üstün tutulmaya başladığı yeni bir dönemi başlatmıştır (Köycü, 2006).

1961 Anayasası’nı takip eden 1982 Anayasası da mülkiyet hakkını düzenlediği 35. maddesinde, eski metin üzerinde hiçbir değişiklik yapmamış, kamu yararının mülkiyet ilişkileri bakımından önemini sürdüren bir tavır almıştır. Sınırlamaya dair hükümler içinde kamu yararı ve toplum yararı Türkiye Anayasasının 35. Maddesi yanında, 46.(kamulaştırma) ve 47.(devletleştirme) Maddelerinde de özel bir yere sahiptir. Bu hükümlerde temel hak ve hürriyetler için genel sınırlama sebepleri dışında, özel olarak, kamu yararı amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale meşrulaştırılır. Anayasanın 13. ve 35. maddeleri beraber değerlendirildiğinde, sınırlama kanunla yapılmalı, bulunduğu mekandaki özel sebebe dayalı olmalı, mülkiyet hakkının özüne dokunmamalı, demokratik toplum düzeni gereklerine, Anayasanın lafzına ve özüne, ölçülülük ilkesine de uygun olmalıdır (Başpınar, 2009).

Kamu hizmeti ve kamu yararı amacıyla yapılan sınırlama, Dünyada seçkinci birçok ülkede olduğu gibi, imtiyazlıların imtiyazını artıran bir şekilde yapılandırılmamalı, geliri yine kamu yararı lehine kullanılmalı, genel menfaati gözetmelidir (Öztürk, 2003).

Toplumun genelinin menfaati, kamu yararı için başkaca çare kalmaması halinde son seçenek olarak gündeme gelen kamulaştırma; insanların hürriyetlerine müdahale edilmesinden hoşlanmamaları, malları üzerindeki tasarruflarını her türlü müdahale ve kısıtlamalardan uzak tutmak istemeleri sebebiyle, çoğunlukla hoşlanılmayan düzenlemelerdir. Ne var ki hukuk, bireysel ve toplumsal hayatın, sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesi, yararının sağlanması ve olası zararlardan korunabilmesi için, kamulaştırma gibi düzenlemelerde bulunmak zorundadır (Çalış, 2004).

Kamulaştırma ile ilgili yasal ve anayasal düzenlemelere, tanım ve uygulamalara bakıldığında, mülkiyet hakkının özüne dokunmayan, kamu yararının olmazsa olmaz ilke olarak ön plana çıktığı görülmektedir.

Doktrinde mülkiyet hakkının özüne dokunma, sebep ve amaç bağlamında değerlendirilerek şöyle olabileceği düşünülerek sıralanmıştır; malikin mülkün gelirlerinden yararlanmasını engelleyici derecede aşırı sınırlamalar, adaletsiz, haklı sebebe dayanmayan, şartları ve mükellefiyetleri belirli bir süre ile sınırlanmayan, eşitlik ilkesine aykırı, tazminat hakkını ortadan kaldıran, bedelin peşin ödenmediği, değerinden düşük ödendiği, hakkın amacına uygun kullanımını aşırı derecede zorlaştıran veya kullanılamaz hale getiren, orantısız ve üçüncü kişilere devreden uygulamalarda mülkiyet hakkının özüne dokunur (Başpınar, 2009).

Kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmesinin temeli kamu yararı kararının alınmasıdır. Dinamik bir yapıda olduğu görülen, kamu hizmeti ve kamu yararı kavramlarının; önümüzdeki zaman dilimlerinde farklı anlamlar taşıyabileceği görülmekteyse de, temelde kamuyu oluşturan insanların, her yönden en üst düzeyde rahat ve huzurunun sağlanması ve buna yönelik düzenleme ve uygulamalar çağrışım yapmaktadır.

Bu dinamik yapı sebebiyle, sürekli gelişen bir toplumda değişen ihtiyaçlarla beraber kendisi de değiştiğinden kamu yararı, Anayasa’da tanımlanmamıştır. Aksi halde; tanımın yapıldığı zamanın şartlarına bağlanarak gelişimi sınırlandırılmış olurdu (Ceylan, 2005).

Türk kamu hukuku geleneğinde yerleşik “kamu yararı” anlayışını, devlet -ve daha az olmak üzere toplum- merkezli ve mülkiyeti bir insan hakkı olarak görmek yerine bir tür toplum bağışı olarak görmeye yatkın bir anlayış bulunmaktadır. Kamulaştırma işleminin idare hukuku içerisinde ayrı bir şekilde konumlanması da, işlemin bireylerin mülkiyet haklarına karşı birçok olumsuz sonuca yol açabilecek bu anlayışla sınırlanması katı müdahalesi sebebiyledir (Erdoğan, 2003).

Anayasanın 35. Maddesiyle ifadesini bulan, mülkiyet hakkının kullanımını belirleyen ‘toplum yararı’; objektif, belirli bir içeriğe sahip bir kavram olmaması sebebiyle, hükümetlerin ve bürokrasinin bu belirsizlikten, özel mülklerin kamu eliyle yağmalatılmasıyla sonuçlanabilecek şekilde yararlanılması her zaman söz konusu olabilir (Erdoğan,2003).

Bu sebeple kimi araştırmacılar kamu yararını, iktidarı elinde tutanların çıkarlarını simgeleyen; toplum yararını ise, ülkede yaşayanların ortak çıkarlarını yansıtan kavramlar olduğunu vurgulamışlardır. Aslında kamu kurumlarının yürüttüğü her yönetsel işlemin amacı olan, yasa tarafından tanımlanmış kamu yararını tanımlama ve belirleme işi, yönetim hukukunun temel kavramlarından biri olan “takdir yetkisi” çerçevesinde yönetime bırakılmıştır (Akıllıoğlu, 1991).

Nitekim Osmanlı Devleti’nde kamu yararı kavramı “hikmet-i hükümet” şeklinde isimlendirilmiş, yönetim erkine sahip olanların etkililiğinin ussallıktan önde olduğu vurgulanmış; ancak buna rağmen, yönetim sisteminde padişah dahil her yönetici kurallara ve geleneklere harfiyen uymak durumunda olduğundan keyfi idareye yol açmamıştır (Heper, 2006).

4709 Sayılı kanunla değiştirilen Türkiye Anayasasının 13. maddesinde “temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde

belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilerek 35. Maddenin II. ve III. Fıkraları haricinde de sınırlama hükümleri konulmuştur. Bu hükümle genel sınırlama hükümleri haricinde ancak ilgili maddede öngörülen sebeplere özel bir duruma getirilmiştir. Temel amaç ise; kamu yararı ve daha genelde toplum menfaatinin gerçekleştirilmesidir. Anayasanın 35/III’de yer alan mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükmü, kanun koyucuya hitap ettiği halde kimilerince mahkemelere hitap ettiği ve malike, mülkiyet hakkını toplum yararına aykırı kullanmama emri yüklendiği, böylece hakkın daha baştan toplum yararına sınırlandırıldığı, II. Fıkradan bağımsız bir şekilde ve meşru bir sınırlama sebebine dayanmaksızın mülkiyet hakkının sınırlandırılması konusunda, Akıllıoğlu (1991)’nun belirttiği gibi yönetimin yanında, mahkemelere de takdir yetkisi verdiği; mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla yasayla sınırlarının daraltılabileceği veya hakkın tamamının kamuya alınabileceği şeklinde değerlendirilmektedir. Bu haliyle kamulaştırma, mülkiyet hakkını tamamen yok edici bir özellik potansiyelini taşımaktadır. Böylece toplum yararının özel mülkiyeti korumadığı, buna karşın kamu yararının özel mülkiyet malikine de hitap ettiği ortaya çıkmaktadır. Örneğin, bir arsaya yerleştirilecek binanın ön ve arka tarafında yapılacak sınırlamayla bırakılacak bahçe ve park alanlarından malik de yararlanırken kamu yararı, arsadan yapılacak kesinti ile yol, enerji hattı gibi ülke ekonomisine, sosyal problemlere yönelik sınırlamalar ise, toplum yararı kapsamında değerlendirilmektedir (Başpınar, 2009).

Her halde kavramın içeriğinin önceden belirlenmemesini göz önüne alan kimi araştırmacılar, bu yönüyle kavramın bilimsel analize dayanıklı olmadığını ve usdışı yapısı sebebiyle çağdaş bir masal (mythe) olarak görürler (Akıllıoğlu, 1991).

Anayasa’ya göre sosyal bir devlet olan Türkiye hukuk çerçevesinde hareket ederek mülkiyete müdahale ederken, kamu yararını dikkatle irdeleyecek ve geniş kapsamlı düşüneceğinden kamu yararı kamulaştırmanın esasıdır (Kuyucuklu, 1992).

Kamulaştırmada kamu yararı ile kişilerin özel yararı çatışmakta, ancak en büyük birey dediğimiz toplumun varlığını sürdürebilmesi dolayısıyla bireylere de hayat verebilmesi için kamu yararı ve bireysel çıkarlar çatışmasında kamu yararının ağır basması bir zorunluluktur. Kamu yararı şartı, bir tasarruf şartı olup, o taşınmaz veya yer olmadan hizmetin yürütülebilmesinin, mümkün olamaması gerekir. Kamu yararının

bulunmadığı halde kamulaştırma kararı almak ise, mülkiyet gaspı olur ki bu da Anayasa’ya aykırıdır (Hasgür, 1997).

Mülkiyet hakkının kanunen sınırlandırılması olan kamulaştırma, mülkiyet konusu taşınmazın elde bulundurulması hakkına, kamu yararının öncelediği kamu düzeni, toplum sağlığı, sosyal adalet, ekonomik ve sosyal kalkınma gibi gerekçelerle son veren teknik ve hukuki bir uygulamadır.

Benzer Belgeler