• Sonuç bulunamadı

İkinci Dünya Savaşı’nın acı reçetesinin tekrar yaşanmaması için, bireysel özgürlük, hukukun üstünlüğü ve siyasal özgürlük esasında bir kurum oluşturulması fikrine dayalı olarak, on devlet tarafından, Londra’da 5 Mayıs 1949 tarihinde Avrupa Konseyi’nin kuruluşu ile ilgili anlaşma imzalanmış ve 3 Ağustos 1949’da yürürlüğe girmiştir. Türkiye beş gün gibi çok kısa bir zamanda Konseye katılmıştır. Konsey statüsünün onaylanması ise 5446 Sayılı Yasayla 12 Aralık 1949’da gerçekleşmiştir (Berberoğlu, 2004).

Konseyin üye devletler içinde ortak kurumları olan ilk toplulukları, 1951 Paris Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu(AGÇT), 1957 Roma Antlaşması’yla kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET) ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’dur (Yazgı, 2005).

1992 Maastrich’te imzalanan Avrupa Birliği Antlaşmasıyla ekonomik ve parasal birlik ve hükümetler arası işbirliği oluşturma amacına yönelik olarak Avrupa Birliği kurulmuştur. Birlik demokratik yollarla ve nüfusa bağlı oranla seçilen Parlamento, üye devletlerin bakanlarından oluşan Konsey, Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Doruğu, antlaşmaların koruyucusu olan Komisyon, topluluk hukukuna uyulmasını sağlayan Adalet Divanı, mali yönetimi izleyen Sayıştay, projelerin finansmanı için Avrupa Yatırım Bankası ve çeşitli danışma kurullarından oluşmaktadır (Yazgı, 2005). Konsey kuruluş amacını, Şenoğlu (2005)’nun Stevens ve Yardley (1982)’den aktardığına göre; insan hakları ihlallerini önlemek için ortak hedef ve ilkeleri belirlemek, korumak, yaygınlaştırmak, ekonomik ve sosyal gelişmeleri sağlamak şeklinde açıklamıştır. Buna göre sözleşmeye taraf ülkeler, vatandaşı olup olmamasına bakmaksızın, düzenlenen hak ve özgürlüklerden yetki alanındaki bütün insanları yararlandırmakla, birbirlerine ve bireylere karşı yükümlüdür.

Bu sebeple, Berberoğlu (2004)’nun Yıldız (1998)’den aktardığına göre, sözleşmenin öncelikli amacı, demokratik bir toplumda insan haklarını uluslarüstü kolektif bir garanti sistemi ve yargı yoluyla korumaktır.

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu oniki devletle, Avrupa Konseyi’nin 4 Kasım 1950 yılında Roma’da imzalayarak kabul ettiği İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Yönelik Sözleşme 3 Eylül 1953 yılında yürürlüğe girmiştir (Berberoğlu, 2004).

18 Mayıs 1954’de yürürlüğe giren, 1. Ek Protokolle ekonomik ve sosyal haklardan sayılan, mülkiyet hakkı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Ek protokolün 1. Maddesinde, ‘her gerçek ve tüzel kişinin maliki olduğu şeyleri barışçıl bir şekilde kullanma hakkına sahip olduğu, kamu yararı gerekmedikçe ve uluslararası hukukun genel ilkeleri ve hukukun aradığı koşullara uyulmadığı müddetçe, hiç kimsenin mülkiyet hakkından yararlanmaktan yoksun bırakılamayacağı’, 2. maddesi ile de ‘mülkiyetin genel yarara uygun kullanılmasının denetlenmesine yönelik düzenlemelerin devletler tarafından yapılması’ hususu düzenlenmiştir (Şenoğlu, 2005; Akay ve Çiçek, 2005).

Mahkeme, mülkiyet hakkına müdahaleyi haklı kılan durumların tayininde taraf devletlere geniş bir takdir marjı tanımıştır. Ancak bu yetki, Berberoğlu (2004)’ün Gözübüyük ve Gölcüklü (1994)’ten aktardığına göre, güdülen ve keyfi olmayan meşru amaç, seçilen yol, kullanılan araçlar, münferit ve aşırı olmayan yük; adil denge, tazminat miktarı ve diğer objektif nedenleri makul bir şekilde ortaya koymak durumundadır.

Sözleşmede geçen “mülkiyet” ve “mal” kavramları; bireysel menfaati ve bir ekonomik değerin bulunmasını öngörür. Bu çerçevede taşınır ve taşınmaz mülkiyeti, ortaklık hakları, patentler ve kiracılık hakları gibi maddi ve gayrı maddi hakları kapsar. Mal veya mülkten mahrum bırakma olup olmadığını anlamak için, kamulaştırma veya mülkiyet devri gibi resmi işlem yapılması veya fiilen alınıp alınmadığının tespit edilmesi gerekir. Protokolün malike, tazminat talep etme hakkı tanımayan; kamu düzeni, kamu sağlığı ve kamu ahlakı gibi gerekçelerle gerçekleştirdiği uygulamalar; birinci maddenin ikinci fıkrasında belirtilmektedir. Bunlar, vergiler, yükümlülükler ve para cezalarıdır. Mülkiyet hakkına müdahalenin meşruiyeti için diğer şartlar yanında, bu hakkın kullanımında benzer durumda olan bireylere(nesnel ve meşru bir gerekçeye dayalı başka bir neden yaksa) aynı müdahalenin yapılmış olması gereklidir (Berberoğlu, 2004).

Mülkiyet hakkına müdahalenin bir uygulaması olan kamulaştırmada, tazminat konusu özel bir önem arz etmekte olup; amaçla, alınan önlem arasında bir denge kurulması; orantısız olmaması, kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkını korumasına ilişkin çıkarı karşılaştırarak, üstün olanın tercih edilmesi; her halde bireye kamu yararı adına çok aşırı yük yüklemekten kaçınılması gerekir (Berberoğlu, 2004).

Sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kuruluşunu öngörerek, devletten devlete ve bireyden devlete başvuru yollarını tanımlayarak, sözleşmeye uygunluk denetiminin yolunu açmıştır (Erdoğan, 2005).

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1. Ek Protokolü 6366 Sayılı Yasayla 18.05.1954 tarihinde kabul etmiş, diğer protokolleri ise değişik zamanlarda onaylamıştır. 22.01.1987 tarih ve 87/11439 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na kişisel başvuru hakkı tanımış ve 25.09.1989 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiştir (Erdoğan, 2005).

Yazgı (2005)’in Rio’da düzenlenen, Birleşmiş Milletler Habitat II Konferansı’ndan aktardığına göre, Birliğin kentsel sürdürülebilirliğe, kentleşme ve sorunlarına bakışı, Kentsel Çevre konulu Yeşil Kitap’ındaki raporda; “hem kentlerde yaşanan sorunları hem de kentleşmenin yol açtığı sorunları çözmek”, bunu yaparken kentlerin kendilerinin çok sayıda potansiyel çözüm sunduğunu açıklıkla görebilmek şeklinde özetlenmektedir. Diğer bir önemli nokta ise, kamu projelerinin ölçeklerine ve yapılarına göre, onlara en uygun merkezi veya yerel otorite tarafından tasarlanıp uygulanması; “yerindenlik”(subsidiarity)dir.

Klasik merkeziyetçiliğin simgesi Fransa’nın bile benimsediği, yerindenlik; devletin çekilmesi, yetki devri yapması, daha çok sorumluluğun insanlara yüklenmesidir. İnsanlar kendi işlerini kendileri görürler ve kendi gelecekleri için çalışacaklardır. Bir Dünya İskan Bakanlığı olan, BM Habitat Ofisi ve Uluslararası Ölçmeciler Birliği (FIG) tarafından zilyetlik sistemleri, zilyetlik düzenlemeleri ve zilyetlik güvenliği; mülkiyet hakları kapsamında kalmakta, mülkiyeti değiştiren ve düzenleyen Harita ve Geomatik Mühendisleri de bir anlamda noterlik yapan, yatırımcıların gelmesini teşvik eden güvenli mülkiyet ortamını sağlayan, mülkiyet hakları uzmanlarıdır (Magel, 2005).

Avrupa Birliği’nin dayanaklarından olan, Rio Deklarasyonu’nda uzun vadeli ekonomik kalkınmanın tek yolunun, çevrenin korunmasıyla bağdaştırılması halinde

mümkün olabileceği ifade edilmiş; bunun, ülkelerin hükümetlerinin, halkların, toplumun anahtar kesimlerinin de içinde bulunduğu, yeni ve küresel bir ortaklık oluşturulmasıyla mümkün olabileceği vurgulanmıştır (Yazgı 2005).

Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Evrensel İnsan Hakları Bildirgesine yansıyan yaklaşımlarda; bilimsel, teknolojik ve kentsel değişimin aslında bir bütün olduğu, yapılan düzenlemelerin, bireyden kürenin tamamına etkileri ve sonuçları olduğu, birey yararı ile kamu-küresel yararının girift ve çok sağlam bir denge üzerinde kurulması gerektiği, deneyimler sonucu anlaşılmakta ve yeni kararların doğruluğunun sağlanması amacı güdülmektedir.

Benzer Belgeler