• Sonuç bulunamadı

1.5. KAMU HARCAMALARININ MAKROEKONOMİK ETKİLERİ

1.5.4. Kamu Personel Harcamalarının Sosyal Refah Seviyesine Etkisi

Planlı kalkınma dönemlerinde hazırlanan tüm beş yıllık kalkınma planlarında ve yılık programlarda gelir dağılımı üzerinde durulmuş, toplumsal refahın arttırılması, gelirin daha adil dağıtılmasına ilişkin politikalar saptanmıştır. Devletin uzun vadede gelir dağılımını düzenlemeye ilişkin almış olduğu tedbirler; emek yoğun teknolojinin teşviki, emek verimliliğini arttıracak eğitim ve öğretimin devletçe yürütülmesi, tarım bölgelerinde istihdamın artmasını sağlayacak devlet yatırımlarıdır (Yaman, 1989: 73).

Sosyal refah devleti kavramını en açık ifadeyle; toplumumuzda yaşayan insanların çoğunun dile getirdiği “Devletimize zeval gelmesi” deyişindeki şükran duygusuyla anlatabiliriz. Devlet yaşam standartlarının sırf daha iyi olması için sosyo- ekonomik hayata müdahale etmekte, düzenlemelerde bulunmakta, toplumsal hedefler için kimi zaman kar maksimizasyonunu ikinci planda tutmaktadır. Sosyal güvenlik, sağlık, eğitim harcamaları hatta istihdam konusunda üzerine düşen görevleri yerine getiren bir kamu idaresi yapısından bahsedilmektedir.

Sosyal refah devleti; sosyal devlet anlayışı doğrultusunda ekonomik hayata devlet politikalarının da dahil olması anlamına gelmektedir.

Aslında sosyal devlet her ülke için farklı anlam ifade etmektedir. Ancak yukarıda tanımladığımız gibi sosyal refah devleti vatandaşın refah seviyesinin en üst noktaya çıkabilmesi için ekonomik sisteme katılımı haklı bulan anlayıştır. Bu anlayışın gerçekleşebildiği toplumlarda başlıca üç amaç vardır. Bunlar; ekonominin sosyal refah devlet anlayışını desteklemesi, toplumun en zaruri gereksinimlerinin özel ekonomi tarafından karşılanamaması söz konusu olduğunda kamunun faaliyete geçmesi ve her vatandaş için eşit, objektif uygulamaların gerçekleştirilmesi, bireysel, adaletten yoksun faaliyetlerden uzak durulmasıdır. Çünkü bu devlet görüşünde, vatandaşa verilen

hizmetler vatandaşın hakkı olarak görülebilmektedir (Gökbunar ve Kovancılar, 1998: 252).

Sosyal refah devletinde fikir ayrılıkları, işsizlik konusunda yoğunlaşmıştır. Birçok görüş, işsizliği ekonomik düzenin bir yansıması olarak düşünmektedir. İşsizlik kişisel özelliklerden mi kaynaklanmaktadır yahut ülkelerin ekonomik yapılarından mı kaynaklanmaktadır? Bu soru işsizliğe çözüm bulmaya çalışan ve işsizliğin temel sebebini irdeleyen bir soru niteliği taşımaktadır. İşsizliğin toplumsal bir problem olduğu kabul edilirse, işsizlik yalnızca bireysel değil toplumsal bir zafiyet olarak düşünülmektedir. Sosyal refah devletleri toplum için hareket etmektedir. Yoksullar için eğitim, sağlık harcamalarında bulunabilir, barınma imkanları sunabilmektedir (Gökbunar ve Kovancılar, 1998: 254).

Toplumsal amaç güden politikalar bu politikaları benimsemiş ülkelerin kamu harcamalarını da arttırmıştır. Sosyal amaçları gerçekleştirebilmek için harcamaların artması beraberinde vergi oranlarındaki artışa sebep olabilmektedir. Vergisini ödemekle yükümlü vatandaşların çalışma şevkini kıracak, yatırım ve tasarruf kararları ertelenecek, iktisadi büyümenin hızı yavaşlayacaktır. Yatırım aleyhine değişen kararlar neticesinde işgücü piyasası olumsuz etkilenecektir. Artan vergi gelirlerine rağmen, harcamaların tam olarak karşılanamaması siyasi iktidarları borç almaya ya da para basmaya yönlendirmektedir (Gökbunar ve Kovancılar, 1998: 256).

Gelişmiş ülkelerden farklı olarak gelişimini henüz tamamlamamış ülkelerin sosyal refah devleti faaliyetleri, nakdi aktarımlar yerine, özel ekonomide uygulanabilir şartları oluşturma ve bu şekilde piyasayı düzenleme şeklinde olabilmektedir. Yani tüketim yoksulu gruplara direkt aktarımlar yapmaktan ziyade, çalışan gruplara yönelik destekleyici çalışmalar yapmak söz konusu olabilmektedir. Çalışanların sendikal faaliyetleri, toplu sözleşmeler gibi ortak karar alma güdüleri hükümetlerin gündeminde olan sosyal politika girişimlerini oluşturabilmektedir. Diğer yandan ekonominin devlet eliyle işlemesi sonucunda, kaynak dağılımı bozulabilmektedir. Böylece özel ekonomi güç kaybetmekte, siyasi otoritelerin etkinliği artış göstermektedir. Şunu da eklemeliyiz ki, kişisel kararları olumsuz yönde etkileyen devletin müdahaleleri kişisel karar alma kabiliyetini sınırlandırmaktadır. Devletin ekonomide tek üretici olduğu dönemlerde ülke gelir ve sermaye kaybı yaşamaktadır. Çoklu piyasa koşullarının sağlandığı, sadece

devletin ekonomide olmadığı ekonomilerde vatandaşlar özgürce karar verebilmekte, gelirlerini karlı alanlarda tutabilmektedir (Gökbunar ve Kovancılar, 1998: 259).

Demografik değişiklikler ve zenginleşme bireylerin devletlerinden almak istediği faydayı da arttırmaktadır. Oysaki sözünü ettiğimiz bireyler hem vergi mükellefi olmaktan hoşnut değildirler hem de vergilerinin hangi alanlara intikal ettiğini, nerelerde kullanıldığını öğrenmek istemektedirler.

Nitelik kazanmış bir kamu yönetimi bakışı, toplumu oluşturan bireylerin görüşlerini önemsemekte ve vergi borçlarını ödeyenleri müşteri kabul etmektedir. Gelirinden vergisini veren vatandaşı, adeta müşteri gibi değerli hissettirmek ve beklentilerini karşılamak hayati derecede önemli olmaktadır. Performansa dayalı uygulamalar, “paranın iyi kullanılması”, “esnekliğin arttırılması”, “kontrol ve sorumluluğun arttırılması” önem kazanmaktadır (Gökbunar ve Kovancılar, 1998: 26).

Kamunun ekonomik sisteme müdahalesi, sadece kamunun varlığının söz konusu olduğu alanlar olabileceği gibi çeşitli sebeplerden dolayı özel nitelikteki mal ve hizmet grubuna katkı için de gerçekleşmiştir.

Kamusal girişimler; devlete ait birtakım işletmeler vasıtasıyla özel firmalar gibi ekonomiye katılması, zaruri ihtiyaçların karşılanması, toplumsal kalkınmanın gerçekleşmesine dair çalışmalar yapılması, işsizlik sorunlarının çözümü, gelirin artışının sağlanması gibi ekonomik, mali, sosyal, ticari sebeplerle meydana gelmektedir. Amaçları kamuya yarar sağlamak ve verimliliği arttırmak olup, sermayelerinin ya hepsi ya da bir kısmı devlete aittir. Devletin iktisadi amaçlarını karşılamak açısından kamu girişimleri önemlidir (Karaaslan, 2008: 6).

Ülke sermayesinin mobilitesi, ülkelerin pazarlık gücünü ve gelirini arttırmaktadır. Oysa kamu harcamaları emeği desteklenmekte ve rekabeti, gelirin dağılımını yeniden dağıtmaktadır (Çaşkurlu, 2014: 47).

Ayrıca küresel ekonomi; kar maksimizasyonu güdüsüyle hareket ettiği için sosyal harcamaları azaltmak, ücretli kesimin daha çok vergilendirilmesine neden olmaktadır (Saraç, 2006: 268).

Önceki dönemlerde verginin ülke kalkınması ve gelirin paylaştırılması konularında etken rol oynadığına inanılsa da sonraları vergi oranlarındaki artışın ekonomide olumsuz sonuçlara yol açtığına kanaat getirilmiştir.