• Sonuç bulunamadı

Kalp-akciğer makinesi, dolaşımı sürdürmek - ve hastanın kanına ok\i|rn sağlamak için kullanılır. Bir yapma akciğer, pompalar, tüpler, ısıyı denetleyen ve kam süzen düzeneklerden oluşur. Yapay akciğer, kalbe ulaşmadan önce vena cavu'dmı sapan kanı oksijenlemeye yarar.

Vena cava'dan ayrılınca kan plastik bir tüpe geçer ve yapay akciğere girin< ev< I ;ulaı aşağıya doğru akar. Bu bir ölçüde kanla dolu, yatay durumda bir cam silimliıdir Umde dönen çelik diskler vardır. Kan silindire girdikten sonra disklerin yd/cyitı.l. hh e bir tabaka oluşturur. Bu, kanın silindirden pompalanan oksijeni emmesini -..ipini ' ’l '•11• ‘" 11 katı daha sonra, hastanın vücut dolaşımına dönmeden önce biı ısı regülatörü vc İlilir dr ıı geçer

Eskiden ölçümler, nesneler vücudun parçaları ile karşılaştırılarak yapılırdı. İlk ölçü birimleri dirsekten parmaklara olan uzaklığı, elin ve parmakların genişliğini içerirdi.

Bu insan öiçüerinden kimileri bugün de kullanılır. Örneğin inç başpaımağın yan uzunluğuna dayanır. Ayak, başlangıçta insan ayağının uzunluğuydu. Bir mil, bin yürüyüş adımıydı.

Bu birimler yalnızca yaklaşık birimlerdi, çünkü ölçü aldıkları insan vücudu değişmez değildi. Hükümetler, belli uzunlukta çubuklar kullanarak bunları standart hale getirmeye çalıştılar. Ancak bu çubuklar ülkeden ülkeye yine de değişiyordu. Fransız devrimi sırasında bilim adamları değişmez bir ölçü standardı aradılar. Dünya çemberinin 1/4’ü olan Ekvator kuzey kutbu uzaklığını seçtiler. Bunun on milyonda bi­ rine metre denildi ve metrik sistemin temel birimi oldu. Öteki metrik bilimler ona dayanır. Örneğin cm. metrenin yüzde biridir, gr., bir cm3,lük suyun kütlesidir.

Standart metre platin bir çubuk üzerinde işaretlendi. Ölçüm aletlerinin doğruluğu bu çubukla karşılaştırılarak denetlendi. Günümüzde metre, başka bir değişmezle - belli bir ışığın dalga uzunluğu ile karşılaştırılarak standart hale getirilir.

Ö L Ç Ü B İ R İ M L E R İ

RADYASYON NEDİR?

Radyasyonun yaşam için zararlı olabileceğine hiç kuşku yok. Tıbbi amaçlarla kullanıldığında yaşam da kurtarabilir. Nükleer bir bomba patladığında öldürücü etkileıi olan tehlikeli radrasyon serbest kalır, birçok kimse nükleer reaktörün de aynı ölçüde tehlikeli olabileceğinden korkmaktadır. Binlerce yıl öldürücü radyasyon saçabilecek olan reaktörlerden ortaya çıkacak radyoaktif artıklar büyük kaygı konusudur. Aşırı duy­ gusallığa gerek yoksa da kaygalanmakta haklıyız.

Radyasyon çok karmaşıktır. Canlı hücreleri harap edebilen elektromanyetik dal galardan ve yüksek hızla hareket eden atom parçacıklarından oluşabilir. Değişik ra­ dyoaktif maddeler, kendine özgü biyolojik etkileri olan değişik türde radyasyon yayar­ lar. Burada konunun ancak kısaca anahatları verilebilir.

Çevreye yayılan radyoaktif maddeler, vücudun dışındaki dokuları etkileyen Gama-ışınları saçarlar ya da birkaç doku katmanına işleyebilen ve böylece yalnızca vu cudun gerçekte tam üstünde ya da içindeyken etkili olabilin p - ışınları yayabilirin. Son olarak kimileri a-partikülleri üretirler, bunlar büyük miktardaki enerjileıini doku Iardaiı çok kısa bir çizgi üzerine bırakırlar. Bu a-partikülleri biyolojik olarak eıı yıkıcı olanlardır.

NÜKLEER SANTRALLAR Nükleer elektrik santrallimnın kendileri tehlikeli olabileceği için, I medde nükleer »llnhlnıdn belki de

kurulmasına güçlü biı ımılıalelei vat, hlı m ölçüde ıııdyııııklll allıkları nedeniyle,

leıntisilm t ımıl imlan kulİHiıılablIrı el I

ölçüde ama İr

ürünler

ürettikleri için, insanlığı yokedebilecek olan nükleer savaştır, büyük tehlike bin İti ı Nükleer güç endüstrisi genişlese de genişlemese de çoğu ülkelerin nükleer bomba yap ı bileceği ve insanlığın bu enerji kaynağından en üst düzeyde yarar sağlayabileceği dne sürülebilir (planlandığı gibi çalışırsa fosil yakıtı kullanmaktan çok daha az kirlenmeye neden olacağı anımsanarak)

Ancak elektrik santralı sayısı ne ölçüde çok olursa, tehlikeli miktarda radyn.syo uıın açığa çıkmasıyla kaza riski o ölçüde büyük olur. Bu tesislerin bütün ülkelerde koı kunç sayıda artmaşıyja, tümünde özellikle radyoaktif artıklarının elden çıkarılması bakımından şirpdiki birkaç santralda bulunan türden önlemleri almayı garanti etmenin güçlenmesi olasılığı vardır. Bu bakımdan, nükleer güç şimdiye değin çok az zarar vermiş olmakla bitlikte uzun vadede insanın neden olduğu en tehlikeli kirlenme biçimi olabılıı A N A L İZ V E S E N T E Z

Kimyacılar tarafından uygulanan iki temel işlem analiz ve sentezdir. Amili/, karışım, bileşik ve element açısından bir maddenin tam olarak nelerden oluştuğunu bulgulamaktır. Sentez, maddelerden karmaşık maddeler yapmaktır. Bu tür karmaşık maddeler içinde plastik ve sentetik kablolar da vardır.

Hem analiz hem de sentezde çoğu zaman katılan sıvılardan ayırmak gerekil Kimi katı maddeler bir sıvı ile karıştırıldıklarında görünmez olıırlaç, Tuzun suda bir m.- çözeltisi oluşturmak için erimesi gibi, çözelti oluşturmak üzere çözünürler. Çözilniın / biı madde çözünebilir olandan filtreleme yoluyla ayrılabilir. Çözünmez madde itlin ii/.eıind; kalır, oysa sıvı akar. Çözünen madde, çözgen kaynatılarak içinde çözündüğü sıvıdan ayrılabilir. Bu buharlaşma işlemidir. Buna karşılık çözgen damıtma yolııvbı uyıılabiliı. Bu işlemde sıvı kaynatılır, böylece buharlaşır. Buhar daha soma yitu soğutulur, böylece yeniden yoğunlaşır. İki ya da daha çok karışık sıvı, d. a e. i t sıcaklıkta kaynamaları koşuluyla, kesimli damıtma ile ayrılabilir. İlk kez en düşük di* ıecede kaynayan sıvı ayrılır, daha sonra ondan sonraki düşük kaynama noktasında h|hii

ayrılır vb. Bu işlem rafinerilerde benzin, parafin ve makine yağını ham |>,mi«>1,1. n ayırmak için kullanılır.

L N L E M V E B O Y L A M

Yeryüzündeki yerlerin konumu enlem ve boylamla verilir. Bunlııı yı-tvll^ıı çevresini saran düşsel çemberlerdir. Enlem çizgileri yatay olarak uzanır vc I l.\,u<>ı.ı paraleldir. Kuzey ve güney kutuplarında birleşirler.

Şikago'nın konumu 42derece kuzey ve 88 derece batıdır. Bu 42 enlemin 88. boylamı kestiği noktada bulunduğu anlamına gelir. "K ekvatorun kuzeyi anlamımı geliı. B ise 0 boylamının batısı anlamına gelir. Bu Greenvvich'ten geçen boylam çizgisidir.

Konumlar derecelerle bilinilir. Yeryüzünün merkezinden ekvatora bir çizgi düşünün ve yeryüzünün merkezinden Şikago'ya başka bir çizgi düşünün. Bu çizgiler .ilasındaki açı 42 derecedir. Bunun gibi O boylamı ile Şikago arasındaki açı mesafesi 88 derecedir.

Dünya, güneş etrafındaki yörüngesine dik değildir. Bu nedenle güneşin dünya vüzeyino göre konumu yıl boyunca değişir. Yılda iki kez, Mart 21 ve Eylül 21 'de, l 'kvi" ,H üzerinde dik durumdadır. Öteki zamanlarda, tropikal bölgeler arasında, '"'■I 1 ' Mİ‘ »ıl.-ı üzerine dik olarak gelir. Bunlar oğlak dönencesi (23°27'K) ve Yengeç dönem esi

f.’ i m j j arasında uzonıı

Güneş

,’l

Haziranda oğlak dönencesine dik durum • l,ı*iıt I Altılıkla İse Yengeç döllemesine dik dııııııııdınlıı

Her yıi dünyanın çe.şitli bölgelerinde iklim değişiklikleri olur. Bu değişiklik­ lerin kimi doğal nedenler yü/ündendir. Ancak kimi iklim değişiklikleri hava kirlenme­ sinden ileri gelir ve bu değişiklikJ|;r artabilir. Kirlenmenin bir türü ulaşımda ve fabri­ kalarda petrol ve kömür yanmasının sonucudur.

Kirlenme atmosferdeki karbon dioksit düzeyini etkilerse sonuçlar ciddi olabilir. Karbondioksit atmosferin yalnızca kiiçük bir bölümünü oluşturur. Ancak atmosfere güneşten giren radyasyon ile yeryüzünü terkeden radyasyon arasındaki dengeyi koruma­ da önemli bir işlevi vardır. Radyasyonun bir bölümü yeryüzü tarafından emilir, bir bölümü ise radyasyon olarak atmosfere döner. Atmosferdeki karbondioksit radyasyo­ nun bir bölümünün atmosferi terketmesini önler. Böylece ısı atmosferde kalır ve kar­ bondioksit yeryüzü ısısının düşmesini önlemede yardımcı olur.

Kirlenme sonucu atmosferdeki karbondioksit oranı artarsa, atmosferin ısısı yükselebilir. Bu, sonunda kuzey ve güney kutuplarındaki karların erimesine neden ola­ bilir. Böyle olursa deniz yüzeyi yükselir ve yeryüzünün kimi bölümleri seller altında kalabilir. Bunun olma olasılığı uzaktır ama olasılık vardır.

Atmosferdeki toz düzeyinin endüstri kirlenmesi sonucu yükselme olasılığı da oldukça çoktur._ Bu toz kirlenmesi güneş ışığını yeniden uzaya yansıtır. Böyle olursa yeryüzüne daha az ışık ulaşır ve ısı düşer.

Başka bir tehlike de çiftlik ve kent yapmak için açılan Brezilya ormanları gibi, yeryüzü bitki örtüsünün harap olmasından ileri gelir. Ağaçlar karbondioksitten yarar­ lanır, bunların yokedilmesi atmosferdeki karbondioksit dengesini altüst edebilir. T E R M O S T A T L A R

Isı, maddeleri genleştirir. Bunun nedeni, ısının maddedeki atom ve moleküllerin hareketini daha çok hızlandırmasıdır. Sonuçta daha çok yer kaplarlar. Bu, gazlar, katilar ve sıvılar için doğrudur, fakat gazlar sıvılardan, sıvılar katilardan daha çok genleşir. Bir madde soğutfllduğunde moleküller yavaşlar ve sonuç olarak madde daralır.

Termostatlar genleşme ilkesinden yararlanır. Termostatın fonksiyonu ısıyı bir süre sabit tutmaktı!-. Buz dolaplarında, ısıtma ve soğutma sistemlerinde ve birçok sa­ nayi işlemlerinde kullanılır.

Değişik maddeler ısıtıldığında kimileri ötekilerden daha çok genleşir. Sözgelimi pirinç madeni I°C ısıtılırsa uzunluğunun binde beşi kadar genleşir. Öte yan­ dan ısınan bakır %90 kadar genleşir. Bir termostat türünde, iki metalIi bir çubuk oluşturmak üzere birleştirilen bir pirinç çubuk ve bir bakır çubuk bulunur. Çubuk ısıtıldığında değişik metaller, değişik miktarlarda genleşirler. Sonuçta çubıık daim a/ genleşen yana doğru bükülmeyc zorlanır. Bu bükülme bir vanayı işletmek ya ila bu elektrik devresini açıp kapamak için kullanılır.

Bu tür "iki metalli çubuk" merkezi ısılına sistemlerinde kııllaııılıı Hava belli bir ısıya ulaştığında ısıtıcıları kapalıı ve ra <İn;ıiic-titul« imlan arın Çubuğun im ucu sabit iken öteki ucu hareket edehlllı ,Serbest ıiy ya/ı ya da |ieiml yakıcısını dı m ılıyın

bir elektrik devresini tamamlar. Isınınca çubuk bükülür. Belli bir derecede, çubuk teması kesmeye yetecek ölçüde bükülür, böylece yakıcıyı söndürür. Hava soğuduğunda çubuk değinceye kadar büzülür ve yakıcıyı yeniden yakar.

İŞ G E R İL İM İ

Teknolojideki değişmeler, bilgi patlaması, baskılı yaşam ve yaşam temposun daki hızlanma ile birlikte toplum evrim geçirdikçe, insanoğlu gittikçe artan baskılınla karşı karşıya kalır ve sonuçta daha çok gerilim duyar. Bu savı destekler biçimde, psi koz, nevroz, sinirsel yıkım, damar hastalıkları, yüksek tansiyon, hazımsızlık gibi psikolojik gerilim belirtisi olan hastalıklarda artıştan söz eden kanıtlar bulunabilıı Son 15 yılda yalnızca fiziksel hastalıklara bağlanabilen işten uzak kalma miktarımla %22'lik bir artış olmuşken, aynı sürede nevroz ve psikozdan ileri gelen işten uzak Raima, erkekler için % 152, kadınlar için %302'lik artışlar göstermiştir. Bu lilı artışların yalnızca artan gerilimin göstergesi olup olmadığı belirsiz bir konudur, çünkü değişen tanı uygulamaları ya da işten uzak kalma konusunda psikolojik nedenimin geçerliğine ilişkin daha "aydınlık" görüşler de bu konuyu anlamamıza katkıda bulun.m etmenler olabilir. Ne olursa olsun, iş gerilimini ciddi olarak incelemenin haklılığını gösterecek yeterli kanıt vardır.

B İL İN Ç A K I M I R O M A N I

Konusunu karakterlerinin kesintisiz, dalgalı ve sonsuz bilinç akışından .dan psikolojik roman türü. Bu bağlamda bilinçlilik, bir bireyin, en alt konuşma üııccd düzeyden önce düşüncenin tümüyle dile getirildiği en üst düzeye değin, (:ıın bu hilinçliliği ve duygusal-zihinsel tepkisi anlamındadır. Varsayım şudur. Bir bireyin zili ııinde belli bir andaki bilinç akışı her düzeydeki bilincin bir karışımı, duygulunu, düşüncelerin, anıların, çağrışımların ve yansımaların bitim tükenmez bir akışıdır; /ılı ııin (bilincin) içindekiler herhangi bir anda tanımlanacak olursa bu çeşitli, bağlanımı/ mantıksız öğeler, zihnin düzensiz akışına benzer biçimde sözcük, imge vc düşün ut ışı halinde anlatılmalıdır. Bilinç akışı romanı bu bilinçi yeterince yansıtmak için ı<ştili teknikleri kullanır. Genel olarak çoğu psikolojik romanlar H. Jamcs'tc olduğu yild bilinç akışını ve düzenli zihni ya da M. Proust'ta olduğu gibi çağrışımın amm-.ıiiıyı bellek akışını anlatır, ancak bilinç akışı romanı dikkatini en başta konuşum fim esi sözel olmayan düzeyde yoğunlaştırır; burada imge söylenmemiş tepkiyi nnlaiıııalnhı ■ burada dilbilgisi mantığı başka bir dünyanın ürünüdür. Kullanılan tekniklin no ölçüde farklı olursa olsun, bilinç akışı roman yazarları kimi ortak varsayım!ıın |my bn<> görünürler.

1) İnsanın anlamlı varlığı dış dünyada değil zihinsel-duygıısal süreç İnimI» bulunur.

*' 2) Bu zihinsel-duygusal yaşam parçalı ve mantıksızdır vc ^ı) düşüm r ilr duygu dizisindeki değişmeleri mantık ilişkilerinden çok serbest psikolojik çağnşım lnı ıli/.gesi belirler.

G E R Ç E K Ç İL İK

Gerçekçilik açıkça, en geniş nnUımıyln, yazında «imgelendiği hlçlıuivI*

ycıçrl.l|ğc* bağlılıkın; doğruluk HÖ/cdğü ılr kabaca oşunljımldlı. vc hu luilıunıla İti

\

bir tanım vermek için bu akımı 19. yüzyılda, kabaca yüzyılın ortalarından son on yılma, yerine doğalcılık geçinceye değin uzanan, Fransa, İngiltere ve Amerika'da ege­ men romanda odaklanan, romantizme hiç değilse bir ölçüde tepki olarak ortaya çıkan akımla sınırlamak gerekir. Bu ikinci anlamda gerçekçilik, bir yazın yöntemi felsefi ve siyasal bir tavır ve belli bir konu demektir.

Gerçekçilik, en ateşli savunucularından birisince (W.D. Hovvell) "gerçeğin doğru biçimde ele alınması" olarak tanımlanmıştır, ancak gerçekçinin doğru kavramı ve gereç seçimi belirleninceye değin bu yargının çokça anlamı yoktur. Genel olarak gerçekçi pragmatizme inanır ve bulup anlatmaya çalıştığı doğru, anlaşılabilir sınırlarla bağıntılı ve deneyimle doğrulanabilen göreli bir doğrudur. Yine genel olarak, gerçekçi demokrasiye inanır ve anlatmak üzere seçtiği konular yaygın sıradan gündelik gereçlerdir. Ayrıca orta sınıf sanatının doruğu olarak düşünülebilir ve konularını burju­ va yaşam ve davranışlarından alır.-Romantik, ideali bulmak için şu andakinin ötesine geçerken ve doğalcı, eylemlerini denetleyen bilim yasalarını bulmak için güncelin anlamını irdelerken, gerçekçi, dikkatini büyük ölçüde yakındakine buraya, şimdiye be­ lirli eyleme ve doğrulanabilen sonuca çevirir.

D E S T A N

Yüksek konumdaki kişileri, kahramanlık boyutlarında temel bir kişiyle ilişkileri açısından ve bir ulus ya da ırkin tarihi bakımından önemli olayların gelişimi yoluyla, organik bir bütün oluşturacak biçimde bir dizi serüven aracılığıyla sunan ince biçimli, uzun anlatı şiiridir. Destanın kaynağı büyük akademik tartışma konusudur. Bir kurama göre ilk destanlar bilinmeyen çeşitli ozanların dağınık yapıtlarından oluşmuştur ve birikim yoluyla bu ilk öyküler giderek tek bir bütün ve sıralı bir düzen biçimine geti­ rilmiştir. Kimilerince hararetle savunulmakla birlikte, bu kuram yerini gereçleri böyle toplansa bile, destanın ona yapı ve anlatım sağlayan tek bir dahinin ürünü olduğunu öne süren bir kurama bırakmıştır. Belli yazarı olmayan destanlara halk destanlarr denir. Des­ tanların, ister halk, ister sanat destanları olsun, bir dizi ortak özellikleri vardır.

1) Kahraman, ulusun ya da uluslararası önemde büyük tarihsel ya da söylence değeri olan yiğit (yapılı) bir kişidir.

2) ' Yer, büyük ulusları, dünyayı ya da evreni kapsayacak ölçüde geniş boyut­ ludur.

3) Eylem, büyük yiğitlik ve insanüstü cesaret gerektiren işlerden oluşur. 4) Doğaüstü güçler (tanrılar, melekler ve cinler) eylemle ilgilenirler ve zaman zaman ise karışırlar.

5) Incelmişliği sürekli ve son derece yalın bir biçem kullanılır.

6) Destan şairi, kahramanlarının işlerini nesnel bir biçimde aktarır. Bu genel özelliklere çoğu destan şairi tarafından kullanılan bir dizi ortak araç ya da gele ııekler de eklenmelidir. Şair izleğini belirterek işe koyulur, kendisine ilham vermek ve öğretmek için bir ilham perisi çağırır ve anlıtısına işin ortasında başlayıverir, gerekli açıklamaları destanın daha sonraki bölümlerinde verir, savaşçıların gemilerin ve onlu ların dizelgesiııi ekler; ana karakterlere uzun resmi söylevler verdidir, destansı benzet meleri sık kullanılır.

E L E Ş T İR İ T İP L E R İ

Eleştiri 17. yüzyıldım beli '..inal yııpılhu ıııııı I • lir Emııe'.lııde açıl I.mime,ıınlü, çözümlenme simle ve (legeıleınlIrUım -sinde knllimılnuşiıı ■ h liti biıyıd hiçimd'

s

sınıflandırılabilir. M.H Abrams'ın öykünıneci, programatik, anlatımcı ve nesnel en önemli eleştiri kuramları arasındaki ayrımına ek olarak burada kimi en yaygın sınıflamalar verilmiştir. Eleştiri için yaygın bir ikili karşıtlık Aristocu-Platoncıı karşıtlığıdır. Aristoculuk bu anlamda bir yapıtın değerlerini ya yapıtın içinde ya (la yapıta ayrılmaz biçimde bağıntılı bulma eğiliminde yargısal mantıklı ve biçimsel eleştiri demektir; Platonculuk ise yapıtın değerlerinin, sanatın öteki, sanat dışı amaçlardaki yararında bulunması gerektiği yolunda ahlakçı, yararcı bir sanat görüşü anlamındadır. Bu tür Platoncu eleştiri görüşü dar ve bir ölçüde eksiktir ama bu görüşle olanlar ozanın Platon'un Devlet'inden çıkarıldığına işaret ederler. Aslında Pİatoncıı Aristocu ikiliği ile anlatılmak istenen bir iç-dış ayrımı konusudur.

Göreli eleştiri ve mutlakçı eleştiri arasında bir ayrım sıkça yapılır. Binada göreli eleştirmen sanat yapıtının niceliğine ulaşmada ve onu açıklamada' kendisine yardımcı olacak herhangi bir ya da bütün dizgeleri kullanır, oysa mutlakçı eleştirmen tek doğru eleştiri işlemi ya da ilkeler dizisi olduğunu ve eleştiri işinde başkalarının ııv

gulanmaması gerektiğini ileri sürer. ,

Sanatın genel ilkelerine varmaya ve kapsayıcı, kalıcı estetik ve eleştiri ilkeli rini düzenlemeye çalışan kuramsal eleştiri ile, bu ilke ya da ölçütlerin belli sanal yapıtlarıyla ilişkisini kuran pratik (kimi zaman uygulamalı eleştiri denir) eleştiri arasında da açık bir ayrım vardır.

Eleştiri kullanılması düşünülen amaca göre de sınıflandırılır. Eleştirmeninin başlıca amaçları şunlar olmuştur: 1) Kendi yapıtının uygunluğunu göstermek ya da an lamayan okurlar için yapıtı.ve temelindeki ilkeleri açıklamak, 2) Değerini kuşku ıl. karşılama eğiliminde olan bir dünyada düşsel sanatın yerindeliğini göstermek 3) Yn/m lar için kurullar belirlemek ve okurlar için beğeni tasarımlamak; 5) Yapıtları açıkla belirlenen ölçütlere göre de değerlendirmek; 6) İyi sanatın temellerini tanımlayan ilke leri bulmak ve uygulamak.

K O M E D İ

Tekniklerde epeyce.örtüşme olduğundan ve değişik "türler" sık sık İmI. ı..in den komedi ve öteki tiyatro biçimleri arasında sınır tam olarak çizilemez. A Muindi im belirttiği gibi daha ideal biçimlerinde komedi ile trajedi arasındaki ayrını bile kavimi ma eğitimindedir. -İnce komedi ve kaba komedi, trajedi ve kimi komedi İn dm mu iii bakımından birbirinden daha uzak olabilir. Ruhbilimciler kahkaha ile gü/vıışı arasındaki yakın ilişkiyi göstermişlerdir ve komedi de trajedi de heııı.eski Yun.unla hem ortaçağ Avrupa'sında tören uygulamalarının değişik işlenişinden kaynakI,mm,ıl ladır.

Komedi, gülümseme ve kahkahayı özendirmeye çalıştığından, heııı nlikir İn i,, mizah kullanılan Genel olarak komik etki konuşma, eylem ya da kişinin açıklamasındaki birtakım aykırılıklardan ileri gelir. Aykırılık sözcük oyunları \n da nlıartmalı anlatımı vb lerinde olduğu gibi salt sözel olabilir, ya da basamaklı uıki nm kışının bacaklarını çok uzatmakta kullanılmasında olduğu gibi fiziksel olabilin \,ı tin 'ik i seyredenin yüksekten atan kimsenin ortaya koyduğu gerçek vr yapımn d

ilasındaki aykırılıkları algılamasına dayanmasında olduğu gibi, yergi KlrUndcıı olubi l|ı İtinada ilgi alanı geniştir kaba komedinin yavııll ıM kilen ilden İnce komedinin m lava çık ılıdığı eıı İncelikli, ideal lepklhh değin ıı/aniı Komedi tülleri ve biı ölçüde

komedi iJe trajedi arasındaki ilişki böylece açıklanır. Bir yazarın dediği gibi "komik etkilerin aykırılıkta, karşıtlıkta ortak bir temeli vardır, başlıca aykırılık olaylar dünyasında olabilir, böylece komik karakter elde edilir, oysa genellikle bu ikisi bir­ likte bulunur ama ağırlıklı vurgu birinde ya ela ötekindedir; bu bize bir yandan fars ve entrika komedisini, öte yandan karakter komedisini verir... Komedinin kendisi, yazarın ya da alıcısının tavrına göre değişir; yargısal olduğunda yergi olma, sevimli olduğunda ise acımaklı trajedi olma eğilimindedir.

D Ü Z Y A Z I

Terirp en geniş anlamıyla, düzenli ritmik bir görüntüsü olmayan, yazılı ve