• Sonuç bulunamadı

KALKINMA: “DOĞU’NUN GERİ KALMASININ MÜSEBBİBİ

2. BÖLÜM: SEKÜLER MİLLİYETÇİLER VE KÜRTLER

2.3. KALKINMA: “DOĞU’NUN GERİ KALMASININ MÜSEBBİBİ

MÜSEBBİBİ TEMBEL KÜRTLER”

Bu bölümün son kısmında Seküler Türkçü-Turancılar’ın Kürt meselesini “kalkınma”

ekseninden nasıl ele aldığı tartışılacaktır. Seküler Türkçü-Turancılar Kürt meselesinde, güvenlik ve kimlik ile kıyaslayınca kalkınmayla oldukça az ilgilenmişlerdir. 1950’lerde Doğu’nun geri kalmışlığı ve devletin Doğu’yla ilgilenmediği kabul edilmiş ancak Doğu’yu kalkındırmak yerine Doğu’yu asimile etmek gerektiği dile getirilmiştir. Cumalıoğlu, devletin ihmal ve ilgisizliğinden dolayı Doğu’da Türklüğü ve Türkçeyi unutan “Türkçe bilmeyen Türklerin” oluştuğunu ve bir an önce seferberlik başlatıp Doğu’da Türklüğü ve Türkçe’yi tekrar hatırlamak gerektiği söylemektedir. Başka bir ifadeyle Seküler Türkçü-Turancılar 1950’lerde Doğu’nun kalkındırılması yerine asimile edilmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir.

1960’lara gelindiğinde ise durum değişmiştir.

1960’larda ise Seküler Türkçü-Turancılar, Kürt meselesinde kalkınma başlığına eğilmiştir. Kürt meselesinin kalkınma temelli ele alınışının çok partili hayata geçişle birlikte olduğunu, hatta isminin de Şark Meselesi’nden Doğu Sorunu’na evrildiğini

yukarıda ele almıştık. 1960’larda özellikle Doğu Mitingleri’yle Doğu’nun geri kaldığı ve kalkındırılması gerektiği kamusal olarak tartışılmaya başlanmıştır. Nihal Atsız da

“Doğu Mitinglerinde Perde Arkası” adlı yazısıyla Kürt meselesinde kalkınma meselesine girmektedir. Atsız, Doğu Mitingleri’nin amacında saptığını, Doğu’nun geri kalmasının, hükümetlerin ihmalinden doğacağı gibi, halktan da kaynaklanabileceğini belirtmektedir. Batı’nın Doğu’ya nazaran gelişmesinin gerekçesi olarak devletten fazla destek almasını değil Batılı halkının daha doğrusu Türklerin kabiliyetli olmasını göstermektedir:

Batıda Senirkent, Doğuda Eğin devletten hiçbir özel yardım görmediği halde sırf kendi halkının çalışkanlığı, açıkgözlülüğü, zekâsı ve dayanışması ile bütün Türkiye’ye örnek olmuştur. Batının Doğuya göre destek aldığı haksızlıktır…

fakat onlar [batıdakiler] klasik Türk’e has sessizlik, alçakgönüllülük ve sabırla hiçbir hak iddia etmedikleri gibi devlete sadakatlerinde de hiçbir pürüz yoktur (Atsız, 1967e, s. 8-11).

Ayrıca Atsız imkânlar çerçevesinde Doğu’ya yatırım yapıldığını; Erzurum’a üniversite, Elazığ’a yüksekokul ve Keban Barajı, Adıyaman’a dokuma fabrikası, hatta Hakkâri’ye “bile” lise açıldığını belirtmektedir. Daha fazla yatırım yapılmamasının gerekçesi olarak ise devletin maddi anlamda içinde bulunduğu imkânsızlığı ve Doğu’nun dağlık ve geçit vermez suları olduğunu ileri sürmüştür. Atsız, “hükümet Doğu’yu ihmal ediyor” diyenlerin Doğunun halkı olmadığını, her pürüzü, her imkânsızlığı sömüren TİP mensupları olduğunu iddia etmektedir. Atsız, mitinglerde dinleyicilere Kürtçe hitap edilmesinin, Kürtçe şarkılar söylenmesinin ve “kalkınma”

düşüncesiyle hiçbir ilgisi olmayan fikirlerin öne sürülmesinin insanda büyük tereddüt uyandırdığını ifade etmektedir (1967e, s. 8-11). Nejdet Sançar da “Geri kalmış Doğu Anadolu” edebiyatı yapanların Doğu’yu istismar ettiği ve dış mihraklardan yardım alarak Doğu’da kukla bir devlet kurma amacında olduklarını belirtmektedir (1972, s.

10). Doğu’nun geri kaldığını ve kalkındırılması gerektiğini öne sürenlerin başka bir devlet kurma amacında olduğunu iddia etmiş ve kalkınma meselesini “güvenlik”

çerçevesinde ele almıştır.

Genel olarak Seküler Türkçü-Turancılar 1950’lerde Doğu’nun Türklük ve Türkçe konusunda geri kaldığını ve bir an önce Doğu’ya Türklük ve Türkçe konusunda

seferberlik yapılması gerektiğini belirtmektedirler. 1960’larda ise TİP gibi “Kürtçü parti” iç tehdidin Doğu Mitingleri adı altında Doğu’yu istismar ettiğini ancak Doğu’nun geri kalmasının sorumlusunun Doğu’nun halkı, yani Kürtler olduğu öne sürülmüştür. Onlara göre devlet Hakkâri’ye “bile” lise açmış ancak tembel olan Kürtler’den dolayı Doğu geri kalmıştır. Kısaca Seküler Türkçü-Turancılar’ın Kürt meselesi hususunda kalkınma gibi bir gündemleri olmamış, hatta kalkınmayı öne sürenlerin Doğu’yu bölmek derdinde olduğunu dolayısıyla Türkiye için iç tehdit oluşturduklarını iddia etmişlerdir.

Seküler Türkçü-Turancılar, 1930’larda görünür olmaya başlamış, 1970’lerin başına kadar varlığını sürdürmüş ve Anaakım Milliyetçiler’in Türk-İslâm Sentezi’ni benimsemesiyle Türkiye’deki milliyetçilik içerisinde kıyıda kalmışlardır. Seküler Türkçü-Turancılar genel olarak Kürt meselesine güvenlik çerçevesinde yaklaşmış ve bu meselenin Ruslar, Amerikalılar, İngilizler gibi dış tehditlerle ve TİP, DDKO, siyasi ümmetçi gibi iç tehditlerle yaratıldığını ve kışkırtıldığını öne sürmüşlerdir.

Seküler Türkçü-Turancılar, uç sağ içerisinde Kürt meselesine ilk dikkat çekenlerden olmuş, özellikle 1950’lerdeki yazdıklarıyla Kürtlerin bir an önce asimile edilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Bu süreçte Kürtlerin kimliğini tanımak yerine onları Türk kabul etmiş ve onların içindeki “Türklüğü” çıkarma çabasında olmuşlardır. Seküler Türkçü-Turancılar, 1960 sonrası süreçte Kürtçülük hareketinin “palazlandığını” öne sürmüş ve Kürt kimliğini tanımış ancak Kürt meselesine çözüm olarak Kürtlere

“sessiz” olmalarını, Kürtçülük ile uğraşmamalarını ve bu topraklarda Türklerin hâkimiyetini kabul etmelerini istemiş aksi halde onları soykırımla tehdit etmişlerdir.

Seküler Türkçü-Turancılar, Kürt meselesini “kalkınma”yla ilişkili bir sorun olarak algılamamış, zira onlara göre Doğu’nun geri kalmasının gerekçesi “aşağı ırk”

Kürtlerin “tembel” olmalarıdır.

Dolayısıyla genel olarak Seküler Türkçü-Turancılar, Soğuk Savaş sürecinde Kürt meselesini ülkenin ve özellikle Türklerin bekasını tehdit eden sorun şeklinde ele almış, Kürtçüleri komünistlerle ilişkilendirmiş (“komünist-Kürtçüler”) ve bu minvalde bu meselenin komünizmle mücadele metotlarıyla ele alınması gerektiğini belirtmişlerdir.

Seküler Türkçü-Turancılar’ın Kürtlere bakışını ortaya koyduktan sonra bir sonraki bölümde Türkiye’deki milliyetçiliğin büyük ortağı, Anaakım Milliyetçiler’in Soğuk Savaş sürecinde Kürtlere bakışı tartışılacaktır.