• Sonuç bulunamadı

Ötüken, “Doğu Anadolu Meselesi mi, Kürdistan Devleti Davası mı?”

Kaynak: Ötüken, 1967, s. 45, s. 1.

kitabı yasaklanacak, bunu da Büyük Gazete olumlayıcı bir şekilde haberleştirecektir (Büyük Gazete, 1977b, s. 16).

Nejdet Sançar da Türkiye’de Kürt meselesinde Rusya tehdidinin altını çizmektedir.

Ötüken dergisinin Eylül 1967 sayısı Kürt meselesine dikkat çekmek maksadıyla

“Doğu Anadolu Meselesi mi? Kürdistan Devleti Davası mı?” kapağıyla çıkmıştır. Bu sayıda Sançar, Türkiye’de Kürtçülük meselesinin tarihine girmiş ve bu hareketin yeni bir hareket olmayıp “İmparatorluğun son zamanlarından beri şuurlu bir ihanet hareketi olarak sürüp” gittiğini belirtmiştir. Ona göre Kürtçülük davası normalde sönümlenmiş ancak 1960 sonrasının boşluğunda komünistlerin körüklemesiyle tekrar filizlenmiştir.

Bu Kürtçülük hareketinin amacı ise Doğuyu kalkındırmak değil “bağımsız bir Kürdistan davasıdır” (Sançar, 1967a, s. 8-9). Yine aynı sayıdaki “Doğu Anadolu ve Kızıllar” adlı yazısında Sançar, kızılların Doğu Anadolu’daki propaganda ve çalışmalarının o topraklarda yaşayan insanların Türk değil, Kürt oldukları temeline dayandığını öne sürmektedir:

(…) [Bu hareket noktasından yürüyerek, yüzyıllardan beri, Kürtlerin vatanı olduklarını söyledikleri bu topraklarda, bir Kürt devleti kurulmasının tabii bir hak olduğunu telkin ve iddia etmektedirler. Bu suretle kurulacak Kürt devleti, müstakil (!) bir Sovyet Cumhuriyeti (!) olacak ve Moskova plânı da bu şekilde gerçekleşecektir!... (Sançar, 1967b, s. 10-11).

Sançar’a göre, yıllardan beri Rusların yaptığı propaganda meyvesini vermiş, çıkarılan dergiler, yayınlanan bildiriler ve kongrelerde yapılan konuşmalar bunu ortaya koymuştur. Ayrıca Doğu’daki bu tehdidin bu kadar kısa sürede büyümesinde hükümetin görevini ihmal etmesinin de payı vardır. Ancak ona göre, meselenin bu kadar büyümesindeki en büyük sebebi, Türkiye’nin “millî ve milliyetçi bir maarife”

sahip olmamasıdır. Sançar, çocukların yıllardan beri mekteplerde “millî ve milliyetçi bir terbiye” görmedikleri için fikirsiz ve ruhsuz kaldığını, bu çerçevede yabancı propagandalara karşı savunmasız halde olduğunu öne sürmektedir (1967b, s. 10-11).

Dolayısıyla Seküler Türkçü-Turancılar Türkiye’deki eğitimin millî olmamasından dolayı Doğu’da insanların komünizmle mücadele edemediğini düşünmemektedir.

Seküler Türkçü-Turancılar’a göre Ruslar, yaptığı propagandaların yanı sıra Barzani gibi “maşalarıyla” Türkiye’deki Kürt meselesini kışkırtmaktadır. Molla Mustafa Barzani uç sağca, Rus dış mihrakıyla ilişkili bir şekilde ele alınmış, Barzani’nin Sovyetlerde 11 yıl kadar ikamet etmesi, Sovyetlerde eğitim alması, onun Ruslar

hesabına çalışan “azılı komünist”liğine delil şeklinde yorumlanmıştır. Devlet de benzer şekilde, Barzani’yi “ülkemizi karıştırmak isteyen dış mihrak” şeklinde kodlamış, istihbaratları aracılığıyla Barzani’yi yakından izlemiştir. Hatta Barzani’nin 1958 Darbesi sonrası Irak’a dönmesinden itibaren onun Irak’taki faaliyetlerini izlemek maksadıyla Türkiye hükümeti İran’la ortak “Türk-İran bürosu” kurmuş, bu iki ülke Barzani’nin faaliyetleri üzerine karşılıklı istihbarat paylaşımında bulunmuşlardır (Hashimoto ve Bezci, 2016, s. 649). Bu çerçevede Barzani, gerek uç sağ gerekse devlet nezdinde Rusların maşası olarak Türkiye’yi karıştırmak isteyen “komünist-Kürtçü”

olarak görülmektedir.

Seküler Türkçü-Turancılar Türkiye’deki Kürt meselesini Barzani’yle ilişkilendirmiş, sayfalarında bunu zaman zaman tartışmışlardır. Atsız, “Kızıl Kürtlerin Yaygarası” adlı yazısında, Türkiye’deki Kürtçülerin Barzani’yi kahraman ilan ettiğini ve ona silah kaçırdığını iddia etmiştir (1967b, s. 4). Ayrıca Barzani’nin de eşkıya olduğunu öne sürmüş ve Kürtlerde eşkıyalığın yaygın olduğunu ifade etmiştir: Yörüklerden Yörük Ali Efe, Demirci Efe, Çakırcalı Efe’nin çıktığını ve bunların Kurtuluş Savaşı’nda mücadele eden birer kahraman olduklarını ifade eden Atsız, Kürtlerden ise Koçero, Hamido, Hakimo, Tilki Selim gibi katil, hırsız eşkıyaların35 çıktığını öne sürmektedir (1967a, s. 2-10).

Kürt Hareketi’ne yakın Yeni Gazete’de 1967 yılının Mart ayında Doğan Kılıç Şıhhasananlı imzalı “Barzani’nin Karargâhı” başlıklı bir söyleşi dizisi yayınlanmış ve bu seri, uç sağca tepkiyle karşılanmıştır. Hatta Bugün gazetesinde yayınlanan “Barzani Röportajının Durdurulması İstendi” adlı bir haberde, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Ufuk Şehri’nin röportajın durdurulması için dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Süleyman Demirel’e telgraf çekeceklerine dair sözlerine yer verilmiştir. Ayrıca röportajı yapan Doğan Kılıç’ın Kürtçülük propagandası yapmaktan bir yıl hapis yattığı ve şimdi de Ortadoğu’da Türkiye’nin kuvvetli bir devlet olmasını istemeyen yabancı ülkelerden yardım aldığını iddia etmektedir (Bugün,

35 Uç sağın Kürt meselesi çerçevesinde eşkıyalığa yaklaşımı bu çalışmanın dördüncü bölümünde ele alınacaktır.

10.03.1967, s. 1). Doğan Kılıç ismi zaman zaman uç sağ yayınlarında gündeme gelmiş, örneğin Toprak dergisindeki “Kürtçüler Tevkif Edildi” adlı haberde, tutuklanan Kürtçüler arasında Musa Anter, Sait Elçi, Edip Karahan gibi kişilerin yanı sıra Doğan Kılıç Şıhhasanlı’nın da adı geçmiş ve onun Avrupa ve Ortadoğu ile irtibat halinde milliyetçi Kürtlerden olduğu öne sürülmüştür (Toprak, 1963, s. 4).

Nihal Atsız, “‘Bağımsız Kürt Devleti’ Propagandası” adlı yazısında Doğan Kılıç’ın bu röportajını ele almış ve öncelikle onun Alevi bir Kürt olduğunu vurgulamıştır. Atsız röportajı ilginç bulmuş zira Barzani bu röportajda Türklere ve Türkiye’ye karşı niyet ve maksatlarını açığa vurmuştur. Hükümeti de bu röportajı yapan ve yayınlayanlara karşı şu sözleriyle göreve çağırmaktadır: “(…) [Sırf Irak ordusunun beceriksizliği yüzünden dağlarda tutunmayı başaran bir eşkıya reisini millî kahraman diye tanıtarak kürtçülük propagandası yapmak Türkiye’deki kürtçülüğü körüklemek olacağı için hükûmet bunun üzerine eğilmelidir.” Sonrasında da Barzani’yi Şeyh Said’e benzetmiştir:

(…) [Gaye ve karakter bakımından 1967’nin Molla Mustafa Barzani’si ile 1925’in Silvanlı Şeyh Said’i arasında hiçbir fark yoktur. İkisi da bağımsız Kürdistan dâvası peşindedirler. Şeyh Said’i İngilizler kışkırtmıştı. Molla Barzani’yi Ruslar kışkırtıyor. Kürt bağımsızlığı, perdenin göstermelik tarafıdır.

Perdenin arkasında yabancı devletlerin çıkarı vardır ve Kürtler maşadan başka bir şey değildir (Atsız, 1967d, s. 3-5).

Atsız’a göre Kürtler bağımsız olsalar bile var olamazlar çünkü “iptidai ve mazisiz”

olduklarından dolayı medeni ve teşkilatlı Ermeniler karşısında yok olup gitmeye mahkûmdurlar. Yazının devamında, Barzani’nin yanında savaşan Hıristiyan Margaret’ten bahsetmektedir.36 Atsız, Margaret’in Kürt olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler dahi buna inanmayacağını çünkü onun

“çekik gözler, çıkık elmacıklarıyla bir Orta Asya Türkü olduğu”nun derhal anlaşıldığını söylemektedir. Ayrıca İstanbul’daki on binlerce Kürt vatandaş temel alındığında böyle güzel bir Kürdün olamayacağını ileri sürmektedir. Atsız, yazısında

36 Atsız’ın yanı sıra Margaret’in “Hıristiyanlığını” Yeniden Millî Mücadele dergisi de gündeme getirmiştir. Dergi 12 Mayıs 1970’teki nüshasında, Margaret’in fotoğrafının “Barzani’nin kız kardeşi de savaşıyor” yazısıyla Doğu bölgelerinde dağıtıldığını ancak Hıristiyan Margaret’in Müslüman Kürtler için çarpışacağının düşünülemeyeceğini belirtmektedir (YMM, 12.05.1970, s. 11).

Türkleri ve Kürtleri kıyaslamış ve “özeleştiri” de vermiştir. Bu röportajdan öğrenilen en mühim hususun Şafii, Şii ve Hıristiyan Kürtlerin birlikte mücadele ettiğini ancak Şaman, Musevi ve Hristiyan Türklerin şöyle dursun, “bizim yobaz”ların Şii Türklerini bile reddettiğini belirtmektedir. Kısaca farklı din ve mezheplere mensup Kürtlerin aynı amaç çerçevesinde bir araya gelip mücadele ettiğini, Türklerin ise bunu yapamadığını ileri sürmektedir. Atsız, Türkiye’deki Kürtçülerin gelişmesinde ise 27 Mayıs sonrası

“aşırı hürriyet ve idarî gevşeklik”lerin etkili olduğunu söylemiştir. Yazısının sonunda Atsız, Barzani’nin yanına savaşmaya giden Türkiyeli Kürtlerin hafife alınmamasını ve Barzani’nin silahlarının da incelenmesi gerektiğini zira Türkiye’den kaçak olarak alınmış olabileceğini belirtmiş ve Doğan Kılıç’ın tefrikasının savcılık tarafından ele alınması gerektiğini ifade etmiştir (1967d, s. 3-5).

Barzani, Seküler Türkçü-Turancılar tarafından Kerkük üzerinden de sık sık ele alınmıştır. Kerkük’ün uç sağ tarafından zaman zaman gündeme getirilmesinin üç sebebi olduğu söylenebilir: İlki, Lozan Anlaşması’yla Kerkük ve Musul’un Irak’a bırakılması ve orada yaşayan Türkmenlerdir. İkinci gerekçe, 14-16 Temmuz 1959 tarihlerinde gerçekleşen ve milliyetçi sağın “Kerkük Katliamı” şeklinde ele aldığı olaylardır. Uç sağ özellikle milliyetçiler, katliamın yıl dönümünde konuya dair yazılar yayınlarlar. Son olarak ise o dönemde Kerkük’ün Barzani’nin özerk yönetiminde kalma ihtimalidir. Bu gerekçelerden dolayı uç sağ, zaman zaman Kerkük meselesini gündeme getirmiş, konuyu Barzani, dış mihraklar ve Kürt meselesiyle ilişkilendirmiştir.

Ötüken dergisi, Kerkük meselesine zaman zaman yer vermiş ve bu meseleyi neredeyse her yıldönümünde anmıştır. Derginin 17 Temmuz 1965’teki sayısında, Kerkük Katliamının altıncı yılı anılır. Bu sayıda Nihal Atsız, “Kıbrıs’tan Sonra Kerkük” adlı yazısında, bir milyon civarı Irak Türkü’nün mukadderatı ile ilgilenmenin millî görev olduğunu söylemiştir. Ona göre altı yıl önceki katliam, Irak Türklerinin emniyette olmadıklarının “korkunç bir delili” olup Irak Türklerinin neden tehlikede olduğunu şu şekilde belirtmektedir:

Bir yandan İsrail’e yenilmesinin suçunu Türkiye’ye yüklemeye çalışarak Türk düşmanlığını millî siyaset haline getiren Arap devletlerinden biri olan Irak, öte yandan Moskova’da yetiştirilmiş önderleriyle Komünist düşüncelerini benimseyen ve bağımsız devlet hayali ardında koşan iptidai Kürtler bu 1.000.000 Irak Türkünü yok etmek için fırsat bekliyor (Atsız, 1965a, s. 1-2).

Kürtleri “iptidai” şeklinde niteleyen Atsız, yazının sonunda “Barzani adında bir Kürt eşkıyası”nın devlet kurmaya ve Kerkük Türklerine azınlık hakkı vermeye çalışmasını eleştirmektedir. Atsız’ın da belirttiği üzere Irak Türklerinin Kürt yönetiminde azınlıkta kalması, milliyetçi sağ için önemli bir sorundur (Atsız, 1965a, s. 1-2). Derginin aynı sayısında Enver Yakuboğlu “Kerkük Katliamının Altıncı Yıl Dönümü” adlı yazısında, Komünist Arap ve Kürtler tarafından katledilen Türklerin günahının “Türk olmak” ve

“komünist olmamak” olduğunu ifade etmektedir. Yakuboğlu’na göre “Osmanlı devrinde Irak’ın, ilim ve irfan merkezi olan bu Türk şehrinin çocukları” ne Kürt olur ne de komünist. Yazara göre oradaki Türkleri öncesinde İngilizler Kürtleştirmeyi denemiş ancak başaramamışlardır. Şimdi ise “hayallerde maketi hazırlanmış olan Kürdistan” devletinin geçinebilmesi için Kerkük’teki petrollere ihtiyacı olduğunu öne sürmüştür (Yakuboğlu, 1965, s. 4-5). Ötüken’in Kasım 1971’deki sayısında, Kerkük meselesi tekrar gündeme getirilmektedir. Murat Çetin, “Kerkük’ün Kaderi” adlı yazısında, Barzani öncülüğünde Kürtlerin özerklik alma durumunu tartışmış ve Irak Kürtlerine özerklik verilmesinin iki sakıncalı yanının olduğunu söylemiştir:

Birincisi, geri ve tarihte hiç devlet kurmamış bir cemaatin devletinde tarihin en büyük ırkı Türk’ün bir azınlık olarak kalması, öteki ise bu muhtar teşekkülünün bir Moskof kuklası olması. Barzani’nin Rusya’da yetiştirilmiş ve o efendilerin emellerine hizmet yolunda bir kukla olduğu artık bilinmeyen bir husus değil..

(Çetin, 1971, s. 13)

Dolayısıyla Seküler Türkçü-Turancılar, “Türkiye’nin en büyük dış tehdidi Ruslar”ın Barzani üzerinden Kerkük’ü de bahane ederek Türkiye’yi karıştırmak istediğini öne sürmektedirler. Kerkük’ün Barzani’nin yönetimine geçmesi halinde, oradaki Türkleri Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanacağı ve –Irak’tan sonra- ikinci hedefinin Türkiye olacağı iddia edilmektedir. Türkiye’deki Kürtçülerin ise Barzani’nin Irak’ta zafer kazanmasından “cesaret” alıp Türkiye’de “azacağı” uç sağ basınında tartışılmıştır. Uç sağ, Barzani’yi 1960’lar ve 70’lerde tartışmış, onu dış mihrakların maşası/kuklası ve Türkiye’de Kürtçülük hareketini körükleyen

“komünist-Kürtçü” şeklinde kodlamıştır. Uç sağın nazarında Barzani, komünist bir Kürt devleti kurma amacında olan “ideal komünist-Kürtçü”dür. Bu çerçevede sık sık eleştirilmiş ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.

Seküler Türkçü-Turancılar, Ruslar ve Barzani’nin yanı sıra yurtdışında yaşayan

“Kürtçüleri” de Türkiye’nin güvenliğine yönelik dış tehdit olarak ele almışlardır. Sedat Okçular, “Kürtçülerin Yurtdışı Faaliyetleri” başlıklı yazısında Kürtçülerin yurtdışındaki “kesif faaliyet”lerini anlatmıştır. Okçular’a göre, Kürtçülerin yurtdışındaki belli başlı merkezleri; “Moskova, Doğu Berlin, Münih, Paris, Viyana ve Cenevre”dir. Yazıda, Moskova’da Kemal Fuad, Doğu Berlin’de İhsan Fuad, Paris’te İsmet Şerif Vanlı, Münih’te Abdülkadir”in Avrupa Kürt teşkilatını idare etmekte oldukları iddia edilmiştir. Avrupa’daki Kürtçüler, Amerika, İngiltere ve Batı Almanya istihbarat servislerinin kendileriyle ilgilenmemesinden sonra komünist ve antikomünist olmak üzere ikiye bölünmüş ancak buna rağmen, sözgelimi antikomünist Kürtçü lider Abdülkadir ile komünist Kemal Fuad, Münih’te sık sık buluşabilmiştir.

Okçular, Abdülkadir’in Amerikalılar, İsmet Şerif Vanlı’nın İngilizler ve Amerikalılar, Kemal Fuad ve İhsan Fuad’ın ise Ruslar tarafından “beslendiğini” iddia etmektedir.

Yurtdışında yaşayanlardan Abdülkadir Münih’te ikamet etmekte ve Türkiye’de yaşayan Kürtlere kültürel otonomi tanınması için Amerikalıları ve Almanları ikna etmeye çalışmaktadır. Yazara göre, Komünist Kürtlerin asıl lideri Moskova’da yaşayan Celal Baytuşi’dir. Kemal Fuad ve İhsan Fuad kardeşler ise Avrupa’daki komünist-Kürtçülerin liderleridir. Okçular yurtdışındaki Kürtçüleri ifşa ettikten sonra yazıyı, “Bu vatan üzerinde yaşayan herkesin değil, TÜRKLERİNDİR. TANRI TÜRKÜ KORUSUN!” şeklinde bitirmektedir [ana metinde büyük harfle] (Okçular, 1967, s. 13).

2.1.2. İç Tehditler: TİP, Siyasi Ümmetçiler ve Said Kürdi

Seküler Türkçü-Turancılar Türkiye’de Kürt meselesini oluşmasını ve büyümesini Rusya, Barzani, yurtdışında yaşayan “Kürtçüler” gibi dış tehditlerin yanı sıra iç tehditler üzerinden de açıklamaktadır. Onlara göre bazı “Kürtçü” partiler, yapılar ve aydınlar Kürt meselesi hususunda tehdit oluşturmaktadır. Seküler Türkçü-Turancılar

bu iç tehditlerin genellikle dış tehditlerle birlikte hareket ettiğini, hatta onların

“maşa”sı olduğunu öne sürmektedirler. Kürt meselesini genellikle bu şekilde ele alan Seküler Türkçü-Turancılar hatta genel olarak uç sağın düşünce sisteminin sorunlu yönü, iç dinamikleri reddetmesi ya da önemsizleştirmesidir. Mesele sürekli dışarıdan ya da onların maşaları tarafından kışkırtılan suni sorunlar şeklinde ele alınmaktadır. İç dinamikler bir bakıma dış mihrakların görünen yüzüdür. Dış mihraklar Ruslar, İngilizler, Amerikalılar şeklinde tarif edilse de genellikle soyuttur. Ancak onların maşası iç dinamikler daha somuttur. Sözgelimi, ileride anlatacağımız üzere TİP ya da komünistler, Rusların maşası olarak Türkiye’yi karıştıranlar şeklinde ele alınmış,

“büyük resmi” gören “duyarlı vatandaşlar” “ülkemiz üzerinde oynanan oyunları”

bozmak üzere zaman zaman TİP’e veya komünistlere saldırılar düzenlemiştir.

2.1.2.1. Kürtçü Partiler: YTP ve TİP

Seküler Türkçü-Turancılar, kimi siyasi partilerin Türkiye’de Kürt meselesini istismar ettiğini ve Kürt meselesi üzerinden prim yaptığını iddia etmişlerdir. Bunların başında YTP ve TİP gelmektedir. YTP’nin bazı Kürt milletvekillerinden dolayı uç sağ tarafından “Kürtlük” ekseninde değerlendirildiğini yukarıda belirmiştik. Nihal Atsız

“Kürtler ve Komünistler” adlı yazısında, siyasi partilerin çoğunda Kürtlerin bulunduğunu ve bu çerçevede YTP’nin bir süre önce ölen vekili Mustafa Ekici ile yaşamakta olan vekili Yusuf Azizoğlu ile Müslih Görentaş’ın Kürt olduğunu söylemiş ve onların “Kürt milliyetçisi” olduğunu öne sürmüştür (1966b, s. 2-3). Bu üç YTP vekilini hedef göstermiş ve onların Kürt milliyetçisi olduklarını iddia etmiştir.

Dolayısıyla YTP, “Kürtçü parti” şeklinde ele alınıp Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden iç dinamik şeklinde ele alınmıştır. Ancak Seküler Türkçü-Turancılar, esas olarak TİP’i iç tehdit şeklinde kodlamaktadırlar.