• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KAVRAMSAL VE TARİHSEL/SİYASAL ARKA PLAN

1.2. OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEN 1980’E KÜRT MESELESİNİN

1.2.1. Cumhuriyet Dönemi Kürt Meselesi

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Cumhuriyet elitleri, üniter modern bir ulus devleti oluşturma projesine girişmiş, bu çerçevede tepeden aşağıya pek çok reform gerçekleştirmişlerdir. Cumhuriyet elitlerinin bu reformlarından rahatsız olanların başında Kürtlerin geldiği belirtilebilir. Kürtler, Cumhuriyet elitlerinin politikalarına uymak yerine bir dizi isyana girişmişlerdir. Nitekim 1920 ile 1938 arasında on yedi Kürt vakası zuhur etmiştir. Bu vakaların öne çıkanları, Şeyh Said (1925) ve Ağrı (1936-38) isyanları ile Dersim Tedibi’dir (1936-1938).

1925 yılında patlak veren Şeyh Said İsyanı, Cumhuriyet elitlerinin Türk-Kürt eşitliğini yok sayması ve halifeliği kaldırarak laik modern ve üniter bir devlet kurmasına ilk büyük tepki şeklinde yorumlanabilir. Bu isyanın kökeni 1923’te kurulan Azadi örgütüne dayanmaktadır. Van Bruinessen, bu örgütün hazırladığı Şeyh Said İsyanı’nı ne tam olarak dinî ne de tam milliyetçi bir ayaklanma şeklinde değerlendirmektedir (2010, s. 146). Jwaideh isyanın hem milliyetçi hem de dinî nedenlere bağlı olduğunu belirtmektedir (2012, s. 416). Clemence Scalbert-Yücel ise Şeyh Said İsyanı’nı milliyetçi bir isyan şeklinde değerlendiren kaynakların çoğunun partizanca ve abartılı olduğunu söylemekte ve bu isyanda hem dini hem de milliyetçi boyutun rol oynadığını ifade etmektedir (2018b). Ayrıca yazar, günümüzde Kürt Hareketi’nin Şeyh Said’in

26 Kurtuluş Savaşı sürecinde Türkiye Kürt bölgelerinde bunlar yaşanırken Kadiri tarikatı lideri Şeyh Mahmud Berzencî, 1918’de Irak Kürdistan’ında İngilizler tarafından Süleymaniye Valisi ilan edilir.

Ardından İngilizlerle bölge üzerindeki politikalarda anlaşmazlığa düşmesinden sonra ise kendisini Irak Kürdistanı’nın kralı ilan etmiştir. İngilizlerin Berzencî’yi tavsiye etmek istemeleri sonucu ise 1919 ve 1923’te iki büyük ayaklanma gerçeklemiştir. Berzencî merkezli bu ayaklanmalar, 1925’te sona ermiş ve Irak Kürdistan’ı Irak merkezî yönetimine bağlanmıştır. Bkz. Hilmi (1995) ve Güzel (2018).

mirasını sahiplenmesinden dolayı bu isyanın milliyetçi bir isyan şeklinde algılandığını belirtmektedir. Genel olarak bu isyanın amacının İslâmi bir Kürt devleti kurmak olduğunu söyleyebiliriz.

Cumhuriyet rejimi Şeyh Said İsyanı’nı “cehalet yanlısı, ilkel dinî liderler ve aşiret reislerinin başını çektiği gerici ve yozlaşmış bir hareket” (Jwaideh, 2012, s. 411) olarak görmekte ve “yabancı kışkırtması” (Yeğen, 2009, s. 886) olduğuna da inanmaktaydı.

İleride ele alınacağı üzere uç sağ da bu isyanı birbirinden farklı şekilde yorumlamakta, bir kısmı “dini” diğer bir kısmı ise “etnik” bir isyan şeklinde ele almaktadır. Ancak bu isyan başarılı olmamış, merkezî hükümet tarafından sert bir şekilde bastırılmıştır. Bu isyan üzerine Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiş, ülkede olağanüstü hal ilan edilmiştir. Bu isyan sonrası Cumhuriyet elitleri, o zamanki ifadeyle Şark Meselesi’ne eğilmek ve Kürtleri asimile etmek için üç ayrı rapor hazırlatmışlardır. Ancak bu raporlar işe yaramamış olmalı ki Xoybûn adlı Suriye menşeli örgütün başını çektiği Ağrı İsyanı patlak vermiş ve 1927-1930 yılları arasında sürmüştür. Şeyh Said İsyanı’nın devamı şeklinde de yorumlanabilecek bu isyan da devlet güçleri tarafından şiddetli bir şekilde bastırılmıştır.

Erken Cumhuriyet döneminde Kürt meselesi merkezli gerçekleşen olaylardan biri de Dersim Tedibi’dir (1937-1938). İsmail Beşikçi, Dersim Tedibi’nde soykırım uygulandığını öne sürmektedir (1990, s. 66). Devlet bu isyanı, Mustafa Kemal’in TBMM’nin 1937 Yasama Yılı açılış konuşmasında belirttiği üzere “milletimizin layık olduğu yüksek medeniyet ve refah düzeyine varmasını” alıkoyan bir ayaklanma şekilde tanımlamıştır (TBMM Tutanak Dergisi, Cilt: 20, 1.11.1937, s. 3). 1938 Yasama Yılı açılış konuşmasında da Tunceli’deki isyan “şekavet” (haydutluk) hadiseleri şeklinde tanımlanmış ve Tunceli’dekilerin de yurdun diğer insanları gibi Cumhuriyet’in feyzinden istifade edeceği belirtilmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Cilt:

27, 1.11.1938, s. 3-4). Mehmet Yıldırım, genel görüşün aksine, Dersim’de Seyit Rıza’nın liderliğinde bir isyanın olmadığını iddia etmektedir. Ona göre, devlet Dersim’e harekât için meşru gerekçe bulmak maksadıyla “Dersim’de Seyit Rıza’nın başını çektiği bir isyanın olduğu” şeklinde propaganda yaptığını ve son yıllarda Kürt

Siyasal Hareketi’nin de kendi “siyasi amacına” hizmet amacıyla bu argümanı aynen kullandığını öne sürmektedir (2018, s. 173-190).

Erken Cumhuriyet dönemi Tek-Parti iktidarında gerçekleşen Kürt merkezli son mesele, “Muğlalı Olayı”dır. “Muğlalı Olayı” ya da “33 Kurşun Olayı” olarak bilinen vaka, dönemin Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın 33 vatandaşı Türkiye-İran sınırında kurşuna dizdirmesidir. Olay kısaca, 1942 yılında Van’ın Özalp ilçesinde 33 vatandaşın kaçakçılara ve eşkıyalara yardım ettiği gerekçesiyle gözaltına alınması ve Muğlalı’nın emriyle Türkiye-İran sınırında kurşuna dizilmesidir. Ahmed Arif, “Otuzüç Kurşun” adlı şiirinde olayın gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır:

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrı eşkiyaya çıkar adımız Kaçakçıya

Soyguncuya Hayına...

(Arif, 2011, s. 115).

Gerçekleştiği dönemde olay dar bir çevre tarafından bilinirken 1948 yılında DP’liler tarafından Meclis’te gündeme getirilecek ve Muğlalı yargılanmaya başlayacaktır.

Yargılama sonrası 2 Mart 1952 tarihinde 20 yıla mahkûm olan Muğlalı 1951’in sonunda öldü. DP’lilerin bu hadiseyi gündeme getirmesi Kürtler nezdinde DP’nin popülaritesini de arttırmıştır. Uç sağdan birkaç yayın da bu meseleyi sayfalarında tartışmıştır.27

Sonuç olarak erken Cumhuriyet döneminde Metin Heper’in kurguladığı;

“asimilasyon-direniş-direnişi kırma ve asimilasyona devam etme” hali devlet tarafından uygulanmıştır (2008, s. 14). Devlet, bu süreçte Doğu’yu adeta bir kışla

27 Muğlalı Olayı için ayrıca bkz. Özgen (2003) ve Ertem (2006).

haline getirerek asimilasyon çabalarına ağırlık vermiştir. Türkçeden başka dilde yayın ve eğitime izin verilmemesi, Umumi Müfettişliklerin kurulması, Şark Islahat Planı ve İskân Kanunu devreye sokularak Kürtçenin yasaklanması ve Kürtlerin, Türklerin çoğunlukta olduğu yerlere göç ettirilmesi gibi politikalarla Kürtlerin asimile edilmesi amaçlanmıştır. Bu dönemde soyadları, yer adları, köy isimleri vs. Türkçeleştirilmiştir.

Türkçe eğitim veren yatılı bölge okulları kurulup yaygınlaştırılarak bölgede Türkçe’nin yaygınlık kazandırılması amaçlandı. Tüm bunlar vasıtasıyla mühim sayıda Kürt Türkleştirilmiştir. Kürtler, devlete karşı bağımsızlık için mücadele ederken devlet ise Kürt meselesini “Doğu Sorunu” olarak görmekte ve ekonomik meselelerden kaynaklanan bir “gerilik” ya da “eşkıyalık” durumu şeklinde yorumlamaktadır. Bu sebeple Doğu’yu asrileştirmeye çalışmaktadır.28

Kürt meselesi, genel olarak Osmanlı’nın modernleşme politikalarına tepki olarak başlamış, Cumhuriyet’in ulus-devlet kurma girişimlerine karşıt olarak devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Mesut Yeğen, Kürtlerin asimilasyona karşı direnmesinden dolayı Kürt meselesinin oluştuğunu ileri sürmektedir (2012, s. 13). Hamit Bozarslan ise Kürt meselesini “kuvvet ve hâkimiyet ilişkilerinin Türklük dışında her türlü kimlik ve aidiyeti dışlayan, tarih, kültür ve eğitimde yalnızca Türklüğe yer veren ve diğer grupların sembolik kaynaklarını yasaklayan Cumhuriyet Türkiyesi’nin millî ve içtimaî bir meselesi” olarak tanımlamakta (2008, s. 841) ve Kürt meselesinin her şeyden önce bir halkın nesneden özneye geçme mücadelesi olduğunu belirtmektedir (2018, s. 30).

Dolayısıyla Kürt meselesinin Osmanlı ve Türkiye’nin asimilasyon politikalarına Kürtlerin direnmesiyle oluşan bir “sorun” olduğu söylenebilir.

1.2.2. Soğuk Savaş Sürecinde Kürt Meselesinde Temel Olaylar ve Aktörler