• Sonuç bulunamadı

3. TOPLUMSAL CĠNSĠYET

3.8. Kadınlar ve Erkekler Üzerine Farklar

Söz konusu evlilik ve toplumsal cinsiyet olduğunda çalışmamızda kadın ve erkeğe yönelik benzerliklerin ve farklılıkların bilincinde olunması gerekmektedir. Kadın ve erkek bir cinsiyet olarak kalmayıp topluma entegre olduğu anda bir eşe ve ardından anne baba statüsüne dönüşmektedir. Bu noktada cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin ayrımı doğru bir şekilde benimsenmelidir. Dolayısıyla kadın ve erkeğin farkları bizim için yol gösterici olacaktır.

Doğada iki cins olarak varlığını sürdüren kadın ve erkek için baktığımızda önemli olan cinsiyettir. Her şeyden önce her iki cinsin de insan olduğu unutularak birinin diğerinden üstün olduğu empoze edilmeye çalışılmıştır. Haliyle toplumlar arasında kadın ve erkeğe dayalı farklılıklar konuşulmaya başlanmıştır. Kadının ikincil konuma düşmesinde hassaslığı önemli rol oynamaktadır. Kadınlar ve erkekler üzerine yapılan araştırmalarda iki yaklaşım ortaya çıkmıştır. Benzerlikler yaklaşımı her iki cinsin zihinsel ve sosyal becerilerde benzer olduklarını savunmuştur. Farklılıklar yaklaşımı ise iki cinsin sosyal ve zihinsel becerilerde farklı olduklarını öne atmıştır. Ayrıca kadınların bazı özelliklerinin onların doğasından kaynaklandığı için erkeklerden farklı olduğu söylenir (Çelik, 2008: 34-36). Bu söylemelere baktığımızda kadın ve erkeğin bazı yönlerden farklılık gösterdiğini inkâr edemeyiz. Ancak benzerlikler ve farklılıklar dışında temel bir sorun vardır. Bu sorun kadın erkek eşitsizliğinin toplumda ayrımcılıklara sebep olduğu yönündedir.

Sözel hitaplar kızlar ve erkekler için farklılık taşımaktadır. Kız çocuklarına ne kadar güzel oldukları söylenirken, erkeklere büyük ve güçlü oldukları söylenir. Bunlar kızlar ve erkeklerin benliğini yapılandırmaktadır. Çocuklar kendilerini bir kız ve erkek olarak görürken aynı zamanda diğer kadın ve erkeklere uyum sağlamayı öğrenirler. Burada aile de toplumsal cinsiyet rollerinin kazanılmasında büyük rol oynar. Kız ve erkek çocuklar daha küçükken cinsiyetlerine dair ritüellerle karşılaşırlar. Kız çocuklarına annelerine yardım etmesi öğretilirken erkek çocuklarına da dışarda babalarının yanında olmaları öğretilir. Cinsiyetlerin tamamen ayrıldığı toplumlarda kadın ve erkek farklı mekanlarda yaşarlar. Bu yüzden çocuklar çok küçük yaştan itibaren eril ve dişil özellikleri içselleştirirler (Bhasin, 2003:11). Aslında bu içselleştirmenin aile ve sosyal çevreden kaynaklandığını söyleyebiliriz. En baskın tarafın aile olması dışında çocuğun okul ve arkadaş çevresi de cinsiyetlerine yeni söylemler kazandırır.

Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar çocukluktan yetişkinliğe kadar devam etmektedir. Dökmen‟e göre (2015: 151-155) çocuklukta görülen cinsiyet farklılıklarından birisi olan saldırganlık erkek çocuklarda daha fazla gözlenmiştir. Okul öncesinde daha çok aileye yönelik olan bu saldırganlık sonrasında akranlara

yansır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda kızların ve erkeklerin saldırganlığı birbirine yakın olsa da bu durum erkeklerde daha belirgindir. Zaten kızlardan daha sakin olmaları beklenir. Yardımseverlik ve bakım verici olma yönünde de kızların erkeklerden daha baskın olduğu söylenebilir. Okul başarısı yönünden başlarda kızların daha iyi notlar aldığı, ortaokulda ise erkeklerin özellikle matematikte başarılı olduğu gözlenmiştir. Erkekler özellikle matematik ve mekanik anlamda başarılı iken kızlar da kendilerinden beklenen kadınsı olarak tabir edilen dil ve sanat alanlarında başarılıdırlar. Kızlar erkeklere oranla daha iyi empati kurabilmekte olmalarının yanı sıra daha korkak ve utangaçtır. Erkekler ise risk almaya meyillidirler. Ayrıca erkeklerde cinselliğe yönelik problemlerin daha çok olduğu ve kızların da ergenliğe bağlı olarak daha fazla sorun yaşadıkları görülür. Kızlar erkeklere göre daha uyumlu davranır ve yetişkinlerden gelen yardımları almaya daha eğilimlidir. Arkadaşlık konusunda aralarında bir fark gözlenmemiştir. Kızlar daha sakin ve iletişim odaklı oyunlar oynarken erkekler daha çok fiziksel anlamda hareketli oyunları tercih ederler.

Kadınlar ve erkekler arasında yetişkinlik döneminde gözlenen farklılıklara baktığımız zaman konuşma bozukluklarının erkek çocuklarda daha çok gözlendiği görülmektedir. Matematik dersinde özellikle problem çözmede lise ve üniversite dönemlerinde erkeklerin daha başarılı olduğuna dikkat çekilmiştir. Uzaysal yeteneklerin ölçülmesinde görevlerin niteliğine bağlı farklılaşmalar olmuştur. Araştırmada yanlı materyal kullanımından dolayı kadınların erkeklere göre daha uyumlu olduğu belirtilmiştir. Erkeklerin daha saldırgan olduğu ve kadınların saldırgan tutumlardan dolayı kendini suçlu hissettiği belirlenmiştir. Kadınların sözel olmayan davranışlara karşı daha duyarlı oldukları ortaya çıkmıştır. Söz konusu iletişim olduğunda durum kültürden kültüre de değişmektedir. Örneğin Batı kültüründe kadınların erkeklerden daha fazla dokundukları saptanmıştır. Grup tartışmalarında kadınların daha uyumlu olduğu ancak erkeklerden daha fazla verim alındığı görülmüştür. Liderlik konusunda ise farklılığın yanı sıra benzerliklerin de olduğu göze çarpmıştır. Yalnızlık nedenlerine göre kadın ve erkek arasında bir farklılık olduğu söylenebilir. Kadın birebir duygusal paylaşımda bulunmadığında erkek ise grup etkileşimi olmadığında kendini yalnız hisseder. Genel anlamda

kadınların daha fazla kendilerini açma eğiliminde oldukları görülür. Ayrıca eş seçiminde erkeklerin fiziksel özelliklere kadınların ise sosyal statülere baktıkları belirlenmiştir. Erkeklerin daha çok risk aldıkları, hastalık oranının kadınlarda, ölüm oranının ise erkeklerde daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır (Dökmen, 2015:156- 184).

Sosyal roller iş bölümüne uygun olarak kadın ve erkek arasında paylaştırılmıştır. Bazı toplumlarda bu ayrım katı bir şekilde gerçekleşirken bazı toplumlarda iş bölümü yapılarak roller üstlenilmiştir. Bu durum toplumun sosyo- kültürel yapısıyla alakalıdır. Aile kurumunda da bireylerin yapması gerekenler vardır. Bu görevler kişilik yapılarına göre ayrılmıştır. Burada cinsiyetlere göre bir ayrışma söz konusudur. Kadın ve erkeğe bu roller tüm kurumlar tarafından empoze edilmiştir. Bu şekilde her birey üstüne düşeni yaparak toplumun bir parçası haline gelmiştir (Tekçe, 2005:63). Yani kadın ve erkeğe yönelik farklar kendini aile kurumunda olmak üzere birçok yerde göstermektedir. Her bireyin içinde bulunduğu konuma göre yapması gerekenler vardır. Bireyler üstlendikleri rollerle toplumda var olabilme mücadelesi vermektedirler.

Sosyalizasyon cinsiyet farklılıkları üzerinde bir karar verme organına dönüşmektedir. Bu durumda cinsiyete göre belirlenen roller bireye öğretilir ve işlevi yaşam boyu sürer. Yapılan araştırmalarda ebeveynler her ne kadar cinsiyetçi tutuma karşı olduklarını söyleseler de çocuklarını erkeksi ve kadınsı rollerle eğitmeye devam etmekte olduklarını göstermektedir. Erkeğin tanımlaması yapılırken her türlü kadınsı benzetmeden uzak durulur. Yani erkekler ne olmadıklarını ifade ederken kadınları ötekileştirirler. Erkeğin güçlü, saldırgan ve cesur bir şekilde tanımlandığı görülmektedir. Erkeğin biyolojik özelliklerinden ziyade nasıl davranacağını belirleyen ve ondan beklenen pratikler görülmektedir. Aile kurumunda erkek kocalık ve babalık statüsüyle birlikte toplum tarafından saldırganlık, şiddet ve öfke gibi kavramlarla tanıtılırken, kadın sevecen ve yumuşak tavrıyla lanse edilmektedir. Bu kadına özgü özellikler erkek için kullanıldığında erkeği aşağılamış olmaktadır. Erkek olmak yalnızca kadınlar üzerinden değil aynı zamanda kendi aralarında da bir güç ilişkisi kurmaktadır. Bağımsız erkekler rekabet durumunda duygularını kolayca belli

ederken zayıf görünmekten de korkarlar. Hem cinsi ile daha soğuk bir ilişki içerisindedirler (Tekçe,2005:67-69). Kısacası çocukluktan itibaren kadına ve erkeğe yönelik tanımlamalar yapılır. Bu tanımlamalar yapılırken de biri diğerine göre ötekileştirilmiş olur. Yani erkek tarif edilirken kadınsı özelliklerin dışında bir tanımlama yapılır. Erkeği kadınsı özellikler üzerinden ifade etmeye çalışmak onu küçük düşürebilir.

Tekçe‟nin belirttiği üzere (2005:73-74) kadın ekonomik hayatı geri plana atarken çalışmayı aileye bir katkısı olması amacıyla düşünmektedir. Ekonomik zorluklar dışında çalışmayı yeğlememektedirler. Kadın ideal rolüne çalışmayı da eklerse çifte yük edinmiş olmaktadır. İş ve aile düzenini bir arada güzel bir şekilde yürüten kadın başarılı olarak kabul edilir. İki yükü birlikte taşıyamayan kadın çoğunlukla ailesini tercih etmektedir. Günümüzde kadınlar daha çok çalışma hayatına girmiş durumdadır. Kadın uzmanlık gerektiren işlerde yer almış ve kamusal alanda kendisini göstermeyi başarmıştır. Rol ve statülere bakıldığında erkek karar verme yetisine sahip olarak görülmekteyken günümüzde kadın ve erkek birlikte karar alma sürecine katılmaktadır.

Huzur dolu bir ailenin arkasında kadın emeğinin tüketildiği yönünde bir gerçek yatmaktadır. Ailenin korunduğu kabul edilseydi eğer kapitalizm yaptığı işleri yapamaz hale gelirdi. Yine de kapitalizm aileyi korumaya devam etmektedir. Ona göre çalışma erkeklere düşen bir görevdir. Erkekler para kazanarak ailenin geçimini sağlamaktadır. Kadınlar da erkeklerin kazandığı parayı harcamaktadır. Kadınların ücretli işçi konumunda görülmesi erkekleri rahatsız etmektedir. Çünkü egemenliğin kendi ellerinde olmasını isterler. Ev işleri bir iş olarak görülmemektedir. Bu durumda ev kadını da çalışmayan kadın olarak görülmektedir. (Rowbotham,1987:113-114). Halbuki kadın ev işleriyle uğraşırken bir emek sarf etmektedir. Bu da yetmezmiş gibi çocuklarına bakmakla yükümlü ve eşini mutlu etmeye çalışmaktadır. Kadının dışarda çalışmıyor olması onun emek harcamadığı anlamına gelmemektedir.

Ev kadınının yaptığı iş kendisiyle özdeşleşmektedir. Evde yürütülen iş kapitalizmi korumaya yöneliktir. Burada yapılan işler bir fabrikanın çalışma disiplinine benzememekte ve uzmanlık dışıdır. Çalışmaya özen gösterilmeyen bir

toplumda bakım işi yapan kadınların aşağı düzeyde görülmesi kaçınılmaz bir gerçektir. Ailede şiddetin görülmesi ve çocukların da bu ortama dahil edilmesi garip karşılanmaz. Kapitalist sistemde ailenin üstünde büyük bir yük var ve kadın bu ortamda sevgi barındırmaya çalışır. Kadınlar erkeklere bağlı yaşarken sorumluluklarını yerine getirdiği sürece saygı görebilir (Rowbotham,1987: 126-127). Bu yüzden kadın evine ve ailesine bağlı yaşamakta ve sadakatli olmak zorundadır. Eşini ve çocuklarını mutlu etmeli, evde bir huzur ortamı hissettirmelidir.

Kadın çalışarak her şeye yetişmeye çalışmakta, bu sırada yıpranmakta ve erkeğe de dinlenmesi için fırsat sunmaktadır. Aynı zamanda dışarda da parası olan erkeklerin peşinde olan kadınlar bulunmaktadır. Bu durumlar ailenin yıkılmasına neden olabilmektedir. Evli de olsa hem kadın hem de erkek dışardan gelen iltifatlarla muhatap olmaktadır. Kapitalizm ekonomik özgürlük adına kadını evinden koparmıştır. Bu şekilde evdeki herkes çalışmak zorunda bırakılmıştır. Dolayısıyla kadın evi ve işi arasında bir yaşam biçimi oluşturmak zorunda kalmıştır. Bu durumda eşler arasında sorunlar yaşanırken annenin evladıyla da arasında bir kopukluk meydana gelmektedir. Kadın bir daha doğum yapmama kararı alarak çocuğunu da kreşe vermektedir (Çalışkan,2003:211). Kapitalizmin dayattığı düzene göre hem erkek hem de kadın çalışmaya mecbur bırakılmıştır. Kadın ekonomik özgürlüğe sahiptir. Ancak çalıştığı için eşi ve çocuklarıyla iletişim problemi yaşayabilmekte ve anlaşmazlıklar olabilmektedir.

Bilim adamları çalışan kadınlarda bir değişiklik saptamışlardır. Buna göre çalışan kadınlarda doğum oranlarının azaldığı görülmüştür. Bu durumun çalışmayla beraber doğum yapma ve emzirme gibi zorlukların bir arada yürütülemeyişinden kaynaklandığı sanılmaktadır. Ancak bunun kadınların şahsi isteklerinden kaynaklanmayıp kendiliğinden oluştuğu kanısına varılmıştır. Bilim adamları kadının annelik vazifesinden uzaklaşıp erkeklerle bir tutulmasını doğru bulmamaktadırlar. Bu gibi durumlar kadınların kendine özgü özelliklerini kaybetmesine yol açmaktadır. Bilim adamları ileride üçüncü bir cinsin ortaya çıkacağını ve bu cinsin kadınsı özelliklerden yoksun olacağını belirtmişlerdir (Çalışkan,2003:213-214). Yani bilim adamları kadının iş hayatına atılmasıyla birlikte çocuk sahibi olmak istemediklerini

öne atmıştır. Bu şekilde kadını kadın yapan doğurganlık özelliği pasif kalmıştır. Çünkü çalışmak isteyen kadın çocuk sahibi olmakla beraber iş hayatının sekteye uğrayacağını düşünmektedir.

Evliliğin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için kadın ve erkek arasında anlatma, anlaşma, dinleme ve anlama ilişkisinin düzenli bir şekilde işlemesi gerekmektedir. İletişimde yaşanan problemler genellikle bireylerin kişilik özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu gibi durumlarda gerginliği azaltmak için taraflardan birinin alttan almayı bilmesi gerekir. Bazen eşlerin çocuk sahibi olmasıyla beraber birbirlerini anlama güçlüğü çektiği de görülmektedir. Evlilik sürecinde erkek işten döndüğü zaman eşini bakımlı görmeyi isterken kadın da kendisine ilgi gösterilmesini beklemektedir. Aksi takdirde bireyler karşılıklı olarak önemsenmediklerini düşünebilmektedir (M. Aktaş, 2009: 22-23). Aslında her insanın kendine özgü karakteristik özellikleri vardır. Bu farklılıklar içinde eşlerin tamamen uyumlu olmaları beklenemez. Önemli olan bir kargaşa ortamı oluşmadan sevgi ve saygı bağını koruyarak sakinleşmeyi sağlamaktır.

Benzer Belgeler