• Sonuç bulunamadı

Kabile ve Şa’b

Belgede KUR’ÂN’DA TOPLUMSAL FARKLILIK (sayfa 126-129)

2.2. KUR’ÂN’DA SOSYAL GRUPLARLA İLGİLİ KAVRAMLAR

2.2.3. Kabile ve Şa’b

Kur’ân’da “kabail” tarzında üç yerde çoğul olarak geçen bu sözcük, kök anlamları açısından karşı koyma gücü, karşılık vermeye güç yetirme, birbirine yönelen gruplaşmış topluluk, bazılarının bazılarına kefil olma durumu, bizzat veya yardım ederek ve sevgiyle birbirilerine yönelen birlikler gibi birçok anlama gelmektedir.256

Kabile kavramının anlam alanını belirlemek amacıyla ağacın dalları anlamında “kabâilu’ş-şecer” tamlamasından türetildiğini ileri süren dilbilimciler olmuştur. Dolayısıyla birbirinden bölünerek çoğalmış her bir parça anlamını ifade eden bu terim,257 insanların çoğalmasıyla birlikte artan ihtiyaçlarını karşılamak için soy üzerinden organize olma ve toplumsallaşmayı ifade eden bir kavramdır denilebilir.

Kabile, Arap toplumunda bir sosyal yapı olarak aşiretin gelişmiş formu biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı karşılık koymak için sayı çokluğunun önemi akrabalık ve görev bağlarını kuvvetlendirir iken bu topluluk biçimi alan açısından belli bir yerleşkeyi de kendilerine yurt olarak görme ve o yurdu korumak için akrabalık bağını güçlendirmeyi zorunlu hale getirmekteydi.

Tarih içinde can ve mal güvenliğinin garanti altına alınmadığı ve ihtiyaçların insan neslinin çoğalmasıyla arttığı yerlerde insanlar güven ve emniyeti ve devamlılığı soy ve nesep üzerinden yani kabilecilik anlayışı üzerinden sağlamaya çalışmıştır. Kur’ân, hucurat süresinde kabileciliğin ontolojik olarak varlığının Allah’ın iradesi ile olduğunu ve kabileciliğin insan türü için vazgeçilmez olduğunu fakat buna rağmen kabileciliğin varoluşsal zeminini, hidayeti dinleyen topluluklar için yaratılış amacına uygun olarak yeniden tayin ettiğini söyleyebiliriz.

Kabileden daha büyük bir sosyal birlik olan Şa’b Kur’ân’da iki yerde (Hucurat 49/13, Murselat 77/30) çoğul formda zikredilmiştir. İsfehaniye göre şa’b

256Rağıb el-İsfehani, “k-b-l” maddesi”, Müfredat (Kur’ân Kavramları Sözlüğü), s. 821.

257 Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbni Manzur, Lisanu’l- Arab, Dar-u Sâdır, Beyrut. 1968, C. 11, ss. 29-32.

kelimesi Arap toplumunda, tek bir soydan gelip dallanan kabileyi ifade eder.

İsfehani, kelimenin kökeni için de şöyle demektedir: Şa’b; bir taraftan birleşen öteki taraftan ayrılan vadiye verilen isimden gelmektedir. Öyle ki, bu vadiye ayrıldığı taraftan bakıldığında tek iken ikiye ayrılmış gibi göründüğünü, birleştiği taraftan bakıldığında da iki ayrı vadi gibi görünüyorken tek bir vadide birleştiği görülmektedir.258

Tefsirlerin birçoğuna göre Araplar toplulukları tasnif ederken insan vücudunun oluşumundan faydalanmışlardır. Bu nedenle insan kafatasını meydana getiren kemiklerin her birine kabile, hepsine de kabail demişlerdir. Şa’b’ın çoğulu olan şu’ûb da, kafatası kemiklerinin birbirine eklenip birleştiği yere denilir. Aynı yöntemle bir babanın soyundan gelen ve dallanan topluluğa kabile, bu kabileleri bir araya getiren ve bir asla bağlayan topluluklara da şa’b denir. Kabile amareleri içinde barındırır bu nedenle amare, sadır yani göğüs mesabesindedir. Amare Batınları içinde barındırır bu da göbektir. Batın fahızları içine alır, fahızlar, fasileleri, fasile de ayak parmaklarına benzetilen aşireti içine almaktadır.259

Taberi’ye göre Araplar şa’b ile dönemlerinin en büyük sosyal birliğini ifade etmişlerdir.260 Bu açıdan bakıldığında Arapların zihin dünyasında sosyal birlik olmanın en temel unsuru kan bağı ve ortak soydan gelmektir. Varlığını, devamiyetini ve hayatiyetini sağlamak için ekonomik ve siyasal örgütlenme de belirleyici unsuru soydaşlık olarak gören tüm toplumlara, Kur’ân hidayeti Hucurat suresindeki ayetinde Araplar’ın toplumsallaşma biçimi üzerinden göstermektedir. Kur’ân’ın yol göstericiliği şa’b ve kabile kavramlarını kendi amacına uygun şekilde yeniden inşa edip kullanmasıyla zihinleri alt-üst etmiştir denilebilir. Çünkü bu ayetle Kur’ân, tanışmayı ve kaynaşmayı becerebilen toplumların yardımlaşmayı sadece akrabalar arasında yapmamaları gerektiğini öğütlemektedir. Aslında, kan bağı üzerinden bir toplumsallaşma biçimi sergileyen toplumların başka toplumlarla tanışmayı

258 Rağıb el-İsfehani, “ş-a-b” maddesi”, Müfredat (Kur’ân Kavramları Sözlüğü), s. 552.

259 Ejder Okumuş, Kur’ân’da Toplumsal Çöküş, s. 65.

260 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, , Camiu’l-Beyan fi Tevili'l-Kur’ân, Beyrut, 1992, C. 12, s. 106.

becerebildikleri ölçüde dünyevi açıdan refah ve kalkınmayı sağlamaları mümkün görünmektedir. Bu imkânın vücut bulması için Kur’ân, dar arap zihinlerini açarak onlara geniş bir ufuk kazandırır. Sözü geçen Kur’ân farklılıklarda da birbirine göre üstün sayılabilecek hiçbir farkın olmadığını söyler. Çünkü bütün farklılıkların tek

“bir”den yaratıldığını bunun da Allah’ın takdiri olduğunu hatırlatır. Kur’ân bu takdir karşısında toplumlara düşen sorumluluğun, tanışma fiilinin sağladığı imkânların paylaşımında adaleti esas almak ve bu esas alışta gösterilecek hassasiyet üzerinden olduğunu söyler. Söz konusu hassasiyete de takva denilebilir. Eğer toplumlar arasında bir üstünlükten bahsedilecekse de bu üstün toplum takvayı yani ortak hassasiyeti kendine ölçü alan toplumdan başkası değildir.

Arap toplumunda kabilecilik anlayışını, hayatta kalma güdüsü ile ilişkili olarak duygusal ve irrasyonel davranışlar şekillendirmekteydi. Arap toplumlarında bütün toplumlar gibi aralarında tarımla da hayvancılıkla da ticaretle uğraşan kabileler olmuştur. Bu anlamda kabileler bütün bu uğraşların yapıldığı sahaları korumak zorunda kaldıklarından, örgütlenmelerini gerekli kılan nitelik savaş ve çatışma idi.

Fakat Kur’ân örgütlenme ve toplumsallaşma sürecinde insanın koordinatlarını yeniden tayin ederek bu süreci bilişsel bir eylem biçimi merkezine taşımıştır. Bu merkez de savaş ve çatışmanın tam zıttı olarak “birbiriyle tanışmaktır”.

Farklar sözlüğünde Ebu Hilal el-Askeri, kabile kelimesinin cins ile farkını yazarken şöyle der; Cins, ittifak gerektirir, kabîl ise gerektirmez yani renk bir kabildir siyah ise cinstir. 261 Bu anlamda bakıldığında aşiret kabilenin cinsi, kabile de şa’b’ın cinsidir, yani kabileler bir üst cinste birleşmeleri gerekmektedir. böylelikle Araplarda toplumsal bütünleşme pratiği doğal seyrinde dikey boyutta gerçekleşmesi gerekirken öyle olmamıştır. Yani olması gereken ile olan arasında tarihte hep bir tezat yaşanmıştır. Sadece Arap toplumu değil bütün insanlık, isimleri farklı olsa da nitelikleri aynı olan toplumun cins ve türlerine doğru dikey boyutta birleşmeleri gerekirken düşey boyutta parçalanıp farklılaşmışlardır. Daha açık ifade ile arap

261 Yahya bin Mehran el-Askeri Ebu Hilal, Arap Dilinde ve Kur’ân’da Farklar Sözlüğü, s. 136.

toplumunda aşiret, batn’da, batn, kabile’de kabile şa’b’ta birleşmesi gerekirken daha şa’b’a gelmeden bir alt cinslerde ayrılık, çatışma ve savaş gerçekleşmiştir. Bunun en önemli nedeni şa’b’ın da ait olacağı tür, bulunuyor olsa da nihayetinde türler üstü türlerin zihinlerdeki, idrak ve anlayışlardaki yoksunluğudur. Kur’ân ise şa’b’ın da kendinden sonraki türleri ne kadar artarsa artsın sonuçta tanımak eylemi üzerinden Allah’a kul olmak bağlamında bütün cinsleri insan türünde birleştirmektedir. Çünkü farklılıklar tanındıkça farklılıklar üzerinden birlik okunacaktır. Birlik okundukça da

“Bir” olan tanınacaktır. Netice de insanlar ve toplumlar farklılık unsurundan “beni ve bizi” yaratan kimse “herkesi ve herşeyi” yaratan odur cümlesine gelmelidirler.

Belgede KUR’ÂN’DA TOPLUMSAL FARKLILIK (sayfa 126-129)