• Sonuç bulunamadı

Kültürel Farklılıkçılık, Medeniyetler Çatışması ve Neo-Oryantalizm

başında farklı yönden esiş ile yeniden daha şiddetli bir şekilde uygarlıklar üzerinde etkisine devam etmiştir.

1.2.5. Kültürel Farklılıkçılık, Medeniyetler Çatışması ve Neo-Oryantalizm

Batı dünyasında 20. Yüzyılın ortalarına doğru oryantalistler arasında çalışma alanlarının yöntemlerine ve bakış açılarına yönelik itirazlar dillendirilmeye başlandı.

Bu itirazlar özellikle 1945 sonrasında artarak Batı dışı dünya entelektüellerinin katılımıyla oryantalizmin temellerini sorgulayan bir niteliğe büründü. Nihayetinde 1973’de Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde oryantalist kelimesinin kullanımın kaldırılması ve kongrenin adının Kuzey Afrika ve Asya Konulu Uluslararası Beşerî Bilimler Kongresi olarak değiştirilmesi sonucunu

146 Murat Paker ile Söyleşi, Söyleşi: Tacim Açık, Birikim Dergisi, (Nisan 2007) (Çevrimiçi), http://www.birikimdergisi.com/birikim/makaleyazdir.aspx?mid=319, 13 Aralık 2013.

Doğurdu. Bu eleştirilerin rahatlıkla dillendirilmesinde ve kabul görmesinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1945 sonrasında yeni süper güç olarak ortaya çıkması da belirleyici olmuştur. Zira Amerika Birleşik Devletleri, eleştirilen yaklaşımlara ve ilişkilere tarihsel olarak bulaşmamış görünüyordu. Bu durum, yeni dönemde Batı dışı toplumlar nezdinde sempati beslenen bir ülke olarak görülmesi anlamında Amerika Birleşik Devletleri’ne bir avantaj sağlamıştı.147

Amerika Birleşik Devletleri, siyasal ortamdaki değişikliklerin doğal bir sonucu olarak oryantalist çalışmalar alanında Avrupa siyasetinin ve oryantalizminin sıkıntılarından, yetersizliklerinden, sınırlılıklarından uzak çalışmalar yapmayı tercih etmiş, üniversitelerdeki oryantalist araştırmalara ilişkin programları dil öğretiminden akademik personelin seçimine, akademik ve malî kurumlaşmaya kadar pek çok alanda yeni baştan ele almış ve düzenlemiştir. Bu iş için yeni araştırma kurumları oluşturmuş, var olan kurumların daha verimli halde çalışması için finansal desteğini arttırmıştır. Fakat Amerikan oryantalizmi de 19. yüzyıl Avrupa oryantalizmindeki Doğu ile ilgili hâkim yaklaşım biçimlerinden kendini kurtaramamıştır.148 Nitekim Dünyada 20. Yüzyılın sonlarına doğru oryantalizm diye bir şey yoktu; fakat oryantalist yaklaşım ve düşünceleri aratmayacak şekilde Amerikan menşeli sosyal bilimciler tarafından ortaya atılan tezlerde Doğu toplumları ve Müslümanlar yine farklılık bilinci ve kültürünü edinememiş toplumlar olarak görülmüş ve Dünya huzurunu bozan tehdit unsurları arasında sayılmıştır.

Batıda yaptığı akademik çalışmalarla ve ortaya attığı tez ile İslam’ı ve Müslüman toplumları söz konusu görüş üzerinden değerlendiren ve bu görüşün sebeplerini sorgulayıp tartışan isimlerden biri, ünlü Amerikan tarihçi Bernard Lewis’tir. Kendisi “The Roots of Muslim Rage”149 (Müslüman Öfkenin Kökleri) adlı makalesinde Müslüman Toplumların modernizme ve laikliğe kapalı olmalarından

147 Yücel Bulut, “Oryantalizm”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2007, C. 33, s. 435.

148Yücel Bulut, a.g.e., s. 435.

149 Bernard Lewis, “The Roots Of Muslim Rage: Why So Many Muslims Deeply Resent The West And Why Their Bitterness Will Not Be Easily Mollified,” Antlantic Monthly, (3, September 1990), Vol. 266, No: 3, s. 47–60.

(Çevrimiçi), http://pages.pomona.edu/~vis04747/h124/readings/Lewis_roots_of_muslim_rage.pdf, 26 Nisan 2014.

söz etmektedir. “Batının gücü” karşısında ve “Allah’ın yolunda” şiddeti kaçınılmaz gören “azınlık zihniyeti” üzerinde dururken; Müslüman dünyasında yalnızca diktatörlüklerin tutunabildiğini ileri sürmüştür. Bu kendisine göre bir anlamda İslam’ın ve Arapların “zamana karşı sabitlenmişlik”leri ile alakalıdır. Lewis, makalesinde Ortadoğu ve Asya’da Batı emperyalizminin saldırgan politikalarına karşı gelişen tepkileri bu çerçevede değerlendirmeye çalışırken bir yandan da, Doğu’nun Batı’yı taklit etmekteki başarısızlığı ve kıskançlığının, Batı düşmanlığını körüklediğini ileri sürmektedir. O, modern ve ‘laik’ gelişme ve “değerler”i, “bizim ve sadece bizim” diyerek Batıya mal ederken, “İslam fanatizmi”nin bu değerlere karşı “kin ve nefretle savaştığı”nı ileri sürmüştür; bu anlamda O’na göre İslam, Batı ve modernizm düşmanı “karanlık çağ ideolojisi”dir.

Çağdaş İslam dünyasının bir değerlendirmesini sunan Lewis, Müslümanların temel özelliklerini öfke, kızgınlık, sertlik, tiksinme, nefret, öç, “kâfirlere karşı cihat”, mücadele, saldırı, düşmanlık ve karşı koyma gibi kelimelerle özetlemektedir. Lewis,

“İslam dünyasının probleminin” bu dinin kendi tarihi ve kültürel tercihlerinde gizli olan aşırı uçta bulunmak ve köktencilik olduğunu iddia etmektedir. Böylece

“Müslüman öfkesi” olarak tanımladığı şeyin kökenlerinin İslam dünyasının kültürel gerçekliklerinde olduğunu ileri sürmektedir.150

Bu çerçeveden bakıldığında, İslam ve Batı’nın tarihi Lewis’e göre, saldırıların, cihad ve Haçlı seferlerinin, fetih ve geri almaların uzun bir silsilesidir.

Lewis’in bu çerçevedeki fikirleri, bin dört yüz yıllık bir geçmişi olan İslam ve Batı tarihini sadece “saldırılar ve fetihler” olayına indirgeyerek İslam’ı Batı medeniyetini yok etme niyetinde olan tehditkâr bir güç olarak algılayan düşünme biçimini yansıtmaktadır. Bernard Lewis, “İslam dünyasında, olağanüstü dönemlerde, Müslümanların kendi temel kimliklerini ve dini topluluk içindeki bağlılıklarını etnik

150Bernard Levis, a.g.e., s. 59.

veya ülke ölçütüne dayanarak değil, İslam dinine başvurarak bulma eğilimi” içinde olduklarını açıklamaktadır.151

Lewis İslam dünyasının bugünkü gerçeğini, Batı’ya karşı duyduğu öfke ve kızgınlık açısından değerlendirmektedir. Lewis’in tarihe, İslam dünyasının ve Müslümanların kendilerini öfkeye, nefrete ve öç alma duygusuna kaptırmış birileri olarak betimlenmeleriyle sonuçlanan bir takım kategoriler ve şablonlarla bakmakta olduğu söylenebilir. Lewis’in bu tutumu Müslüman dünyanın hâlihazırdaki durumunu tek bir boyuta indirgemekle kalmamakta, aynı zamanda İslam ülkeleri, Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanların, Batı medeniyetinin temellerini yıkmayı hedef almış daha büyük bir gücün parçası olduğu şeklindeki fikri yaymasına da katkıda bulunmaktadır. Lewis “İslam köktenciliği” kavramını kullanarak, İslam dünyasındaki bütün sosyo-politik oluşumların militarist ve terörist yapılar olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Bu yaklaşım, Lewis’in cihadın modern versiyonunun “kâfir Batı’ya kutsal savaş” olduğunu ileri sürmesiyle daha açık bir hal almaktadır.152

“Batı-Doğu” ilişkilerini farklı uygarlıklar ve onların dini inanç farklılıklarıyla bağı üzerinden izaha çalışan bir diğer “ünlü” teorisyen, yine “Amerika menşeli”

Profesör S. Huntington’du. Lewis’in izinde yürüyerek Huntington da, “medeniyetler çatışması” tezini ileri sürerek neo-oryantalizmi ortaya çıkarmıştır. Bernard Lewis ve S. Huntington ile Ötekileştirme sendromu medeniyetler çatışması tezi üzerinden

“Kültürel Farklılık” paradigması içinde Batı Avrupa’dan Amerika kıtasına doğru yayılmıştır.

151 Bernard Lewis, “Islamic Revolution”, New York Review of Books, (21 January 1988), Vol. 34, No. 21-22, s. 47, (Çevrimiçi), http://www.nybooks.com/articles/4557., 26 Nisan 2014.

152 Bernard Lewis, “Islam and Liberal Democracy”, The Atlantic Monthly, (2 February 1993), Vol. 271, No: 2, s. 93, (Çevrimiçi), http://www.theatlantic.com/magazine/archive/1993/02/islam-and-liberal-democracy/308509/, 27 Nisan 2014.

Bu noktada Huntington’un medeniyetler çatışması üzerinden ortaya çıkan neo-oryantalist algıyı anlamak için Kültürel Farklılık Paradigmasına değinmek gerekmektedir.

Kültürel farklılık paradigmasının uzun bir tarihi vardır; ancak o, güncel iki olay dizisi nedeniyle son yıllarda artan bir ilgi ve taraftar (eleştiricilerin yanı sıra) çekmiştir. Biri, 11 Eylül 2001’in terörist saldırısı diğeri ise Afganistan ve Irak’ta onu izleyen savaşlardır. Birçok insan bu olayları, Batı ve İslam kültürleri arasındaki çatışmanın ve onlar arasındaki hiç bitmeyen kültürel farklılıkların ürünü olarak görmüşlerdir. Güncel olayların başka bir dizisi, hem Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük ölçüde Hispanik nüfusun büyümesi hem de Batı Avrupa ülkelerinin (büyük ölçüde artan Müslüman nüfuslar) artan çok kültürlülüğüdür.153

Kültürel farklılık paradigmasının küreselleşme teorisiyle yakın ilişkisi vardır.

Bu ilişkiyi açıklamaya çalışan bir kısım teorisyenlere göre kültürler arasında küreselleşme ile beraber yan yana gelen çok-kültürlü toplumlarda kültürler-üstü yapılar tarafından korunan ve birbiriyle kaynaşamayan ve birbirlerinden büyük ölçüde etkilenmeyen kalıcı farklılıkların vardır. Bu, kültürün bu süreçlerden, özellikle küreselleşme tarafından etkilenmemesi demek değildir. Ancak, kültürlerin büyük ölçüde etkilenmemesi demektir; Bu bakış açısına göre küreselleşme, sadece yüzeyde meydana gelir ve kültürlerin derin yapıları, tümüyle olmasa bile büyük ölçüde ondan etkilenmez. Kültürler, sadece küreselleşmeye değil, aynı zamanda başka kültürlerin etkilerine büyük ölçüde kapalı olarak görülür. Bu kapalılığın ise çatışmayı kaçınılmaz kıldığına inanılır. Bu görüşte daha fazla tehdit edici olan, bir bilardo topu imgesidir; bilardo toplarının (kültürleri temsil eden) diğer bilardo toplarıyla (diğer kültürleri temsil eden) tokuştuğu düşünülür. Bu imge, daha fazla

153 George Ritzer, Modern Sosyoloji Kuramları, s. 447.

tehdit edicidir. Çünkü dünya kültürleri arasındaki tehlikeli ve potansiyel olarak felakete sebebiyet verici çatışmaların olasılığını belirtir.154

Kuşkusuz bu paradigmanın en ünlü ve tartışmalı örneği, Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması’dır.

Huntington, güncel dünya durumunun başlangıcını, soğuk savaşın sona ermesine ve dünyanın yeniden biçimlenişinin politik-ekonomik bir temel üzerinde farklılaşmaya dayalı (totaliter/kominist karşısında demokratik/kapitalist) olmaktan uzaklaşıp kültürel farklılıklara dayalı hale gelişine bağlar. Bu tür kültürel farklılıklar hiçbir şekilde yeni değildir, ancak Soğuk Savaş döneminin çok büyük politik-ekonomik farklılıkları tarafından büyük ölçüde üzeri örtülmüştür (eski Yugoslavya’daki ve diğerlerinin yanı sıra Sırplar ve Hırvatlar arasındaki farklılıklar gibi). Son yirmi yılda yeniden yüzeye çıktığını gördüğümüz şeyler eski kimlikler, düşmanlar ve düşmanlıklardır. Huntington, uygarlık terimini, bu kültürlerin ve kültürel kimliklerin geniş düzeyini betimlemek için kullanır (Gerçekten, O’na göre uygarlık, “apaçık”

kültürdür). O’nun gördüğü şey, bu uygarlıklar arasındaki fay hatlarının ortaya çıkışıdır ve O bunu, bu uygarlıkların en azından bazıları arasındaki tarihsel düşmanlıkların yol açtığı, oldukça tehlikeli bir durum olarak dikkate alır.155

Bu anlamda Huntington, ‘medeniyetler çatışması paradigması’nı söyle sunmaktadır:

“Benim varsayımım şu ki (Soğuk Savaş sonrası) dünyada çatışmaların temel sebebi ne ideolojik ne de ekonomik kaynaklı olacak. Dünya toplumları arasındaki büyük bölünmelerin ve çatışmanın başlıca sebebi kültürel kökenli olacak. Ulus devletler uluslararası siyasette temel aktörler olarak kalmaya devam edecekler, fakat

154George Ritzer, a.g.e., s. 447.

155George Ritzer, Modern Sosyoloji Kuramları, s. 447.

küresel siyasetin başlıca çatışmaları farklı medeniyetlere ait milletler ve gruplar arasında meydana gelecek. Küresel siyasete medeniyetler çatışması hükmedecek.”156

Huntington, argümanlarının önemli bir bölümünü dinlerin yükselişi olgusuna ve yedi ya da sekiz temel medeniyet arasındaki ilişkilere dayandırmaktadır. Bu açıdan Soğuk Savaş'ın bitimi uluslararası ilişkilerde çatışmanın bitimi ve barışın inşası anlamına gelmemektedir. Dünya yeni bir çatışma alanına girmektedir; bu kültürel düzeyde yaşanacak "medeniyetler arası çatışma"dır ve düşman 'öteki' de genel anlamda Batı medeniyeti dışında kalan medeniyetler, somutta da İslam’dır.157

Huntington’un İslam’ın canlanışını kapsayan iddiası daha çok tartışılmıştır.

Huntington’a göre İslam’ın güçlenmesinin kökleri çarpıcı nüfus artışında ve nüfusun harekete geçirilmesinde bulunur. İslam’ın bu büyümesi, özellikle önce kültürel olarak ve daha sonra sosyopolitik olarak neredeyse her Müslüman toplumu etkilemiştir. İslam’ın büyümesi, dinin küresel canlanışının bir parçası olarak görülebilir. O, aynı zamanda, hem modernleşmenin bir ürünü olarak hem de modernleşme ile bir kapışma çabası olarak görülebilir.158

Huntington dünyadaki belli başlı yedi veya sekiz medeniyetten, özellikle İslam ile Batı medeniyetleri arasında bir çatışma gerçekleşeceğini öngörmektedir;

zira bu medeniyetler arasında sadece İslam evrensel misyonu olan bir medeniyettir ki, bu bağlamda Batı medeniyeti karşısında bir tehdit oluşturmaktadır. Bu noktada Huntington, İslam’ın “Batı’nın hayatta kalışını belirsizleştiren ve bunu en azından iki kez gerçekleştiren tek medeniyet” olduğuna dikkat çekmektedir.159 Bu açıdan bakıldığında Huntington İslam’ı kendi paradigmasında ayrı bir yere oturtmaktadır:

156 Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?”, Foreign Affairs, (Summer 1993), Vol. 72, No. 3, s. 22.

Adı geçen makalenin Türkçe tercümesi ve ilgili tartışmalar için Bkz. Murat Yılmaz Ed., Medeniyetler Çatışması, Ankara, Vadi Yayınları, 1995

157 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Çev: Mehmet Turhan ve Y. Cem Soydemir, Okyanus Yayınları, İstanbul 2004, ss. 48-58.

158 George Ritzer, a.g.e., 449.

159Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 309

“İslam’ın sınırları dâhilinde nereye bakacak olsanız, Müslümanların komşularıyla barış içinde yaşamada sorunlar yaşadığını görürsünüz. Doğal olarak Müslüman ve Müslüman olmayan gruplar arasındaki bir yirminci yüzyıl sonu çatışma örüntüsünün diğer medeniyetlerin grupları arasındaki ilişkiler içinde aynı ölçüde geçerli olup olmadığı sorusu akla gelecektir. Aslına bakarsanız geçerli değil.

Müslümanlar dünya nüfusunun beşte birini oluşturuyor ama 1990’larda diğer herhangi bir medeniyetin halkından çok fazla grup arası şiddete bulaştılar.”160

Huntington, ‘Müslüman-Müslüman olmayan çatışma’ların olası kaynaklarına dikkat çekmektedir. İlk olarak, İslam’ın en baştan itibaren kılıç dini olup askeri erdemleri yücelttiği savına değinmektedir. İkinci olarak, Arabistan’daki ortaya çıkışından itibaren İslam’ın yayılmasının Müslümanları, fethedilen ve din değiştirmeye zorlanan çok farklı halklarla doğrudan ilişkiye geçirdiğini ve bu sürecin mirasının hâlâ sürdüğünü iddia etmektedir. Huntington’a göre bu türden ‘Müslüman-Müslüman olmayan çatışma’ların üçüncü olası kaynağı, ‘Müslüman-Müslümanların

‘sindirilmezliği’ni içermektedir. Ona göre sindirilmezlik İslam’ın Hıristiyanlık’tan daha fazla mutlakıyetçi bir inanış tarzı olmasıyla ilgilidir. Bu noktada Huntington İslam’ın din ve politikayı birleştirdiğini ve dâru’s-sulh’takilerle dâru’l-harb’dakiler arasında keskin bir ayrım çizdiğini ileri sürmektedir.161 Huntington’a göre, militarizm, sindirilmezlik ve Batılı olmayan gruplarla yakınlık İslam’ın süreklilik arz eden özellikleridir ve tarih boyunca Müslüman çatışma eğilimini açıklayabilir.162

İslam’ın dünyada istikrarsızlığın kaynağı olduğunu iddia eden Huntington, bunu İslam’ın baskın bir merkezden yoksun oluşuna bağlamaktadır. Kendisi bu merkezden yoksun oluşun altında yatan nedeni de “Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Türkiye potansiyel olarak da Endonezya gibi İslam’ın lideri olmaya talip devletlerin Müslüman dünyada nüfuz sahibi olmak için birbiriyle yarışmasının rağmen, hiçbirinin İslam içindeki çatışmaları uzaklaştırabilecek güçlü bir konumda

160Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 385.

161 Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 396.

162 Fatma Kurt, Soğuk Savaş Sonrası Batı Literatüründe İslam’a Bakış, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2006, s. 22.

bulunmamasıyla açıklamaktadır. Daha açık ifade ile Huntington; ‘hiçbiri Müslüman ve Müslüman olmayan gruplar arasındaki çatışmaların giderilmesinde İslam adına otoriter bir biçimde hareket edebilme becerisine sahip değildir’ iddiasında bulunmaktadır.163

Huntington’a göre İslam içinde hem de Müslüman olmayan gruplara karşı şiddetin ve istikrarsızlığın doğal kaynağı, Müslüman toplumlardaki demografik patlama ve çok büyük oranda on beş ile otuz yaş arası ekseriyetle işsiz erkeklerin mevcudiyetidir. Ona göre tek başına bu etken bile 1980’ler ve 1990’larda Müslüman şiddeti açıklamaya kadirdir. Huntington, söz konusu kuşağın yaşlanması ve Müslüman toplumlardaki ekonomik gelişme ile Müslüman şiddet eğilimlerinde önemli bir azalma ve dolayısıyla, fay hattı savaşlarının sıklığı ve yoğunluğunda genel bir azalma olabileceğine dikkat çekmektedir. Bu noktada, Huntington’ın medeniyetler çatışması tezinde başta temel bir parametre olarak ele alınmayan ekonomik faktörler, paradoksal bir biçimde birden gün yüzüne çıkmakta ve çatışmaların kaderini belirleyici bir konuma oturtulmaktadır.164

Huntington, ‘Müslüman-Müslüman olmayan çatışma’ların olası kaynaklarına dikkat çekişin ötesine geçerek Batı ve İslam arasındaki ilişkilerin geleceğinin berbat bir portresini çizer. Ona göre kapitalizm ve komünizm arasındaki soğuk savaş çatışmasının yerini, medeniyetler bazında özellikle Batı ve İslam uygarlıkları arasındaki “fay hatları”ında bulunan çatışma almıştır. Bu nedenle Huntington Batı (O’nun kendini beğenmişliği dediği şey) İslam (ve O’nun hoşgörüsüzlüğü) arasında tehlikeli çatışmalar öngörür. Çatışmanın çoğu, Batı’nın kendisinin “evrensel kültür”e sahip olarak görmesi, o kültürü dünyanın geri kalanına ihraç etme arzusu ve bunu yapma yeteneğinin azalması etrafında gerçekleşir. Üstelik Batı’nın evrensellik olarak gördüğü şeyi, dünyanı geri kalanı özellikle İslam uygarlığı emperyalizm olarak görmektedir.165

163 Fatma Kurt, Soğuk Savaş Sonrası Batı Literatüründe İslam’a Bakış, s. 22.

164 Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, s. 398.

165George Ritzer, Modern Sosyoloji Kuramları, s. 449.

Huntington, İslam uygarlığı ve Müslümanlar hakkındaki tartışmalı açıklamaları nedeniyle sayısız eleştiri aldı. Örneğin Huntington’ın tezinin aksine, Batı ile Müslüman dünya arasındaki birçok sorunun temelinde, medeniyetler arası farklıkların değil bilakis iki dünya arasındaki derin yapısal siyasi ve ekonomik eşitsizliklerin yattığı öne sürülmektedir. Nitekim Huntington’ın yaklaşımının, Batı ile Müslüman ülkeler arasındaki problemlerin ekonomik boyutunun yeterince anlaşılamamasına neden olduğunu iddia eden Habermas, Huntington’ın yaklaşımını reddetmektedir, çünkü o, küreselleşmenin getirdiği iletişimsel sorunların nedeninin kültürel değil ekonomik olduğu kanısındadır.166

Dünyadaki çatışmaların sadece yüzde 20,4’ü medeniyetler ya da dinsel farklılıklar nedeniyle meydana gelmektedir.167 Huntington’ın tezinin doğru olduğu nokta Soğuk Savaş sonrasında Batı’nın dâhil olduğu çatışmaların çoğunun İslamcı gruplarla gerçekleşmesi gerekir, ancak bu artış çok düşük düzeylerde kalmıştır.168 Dolayısıyla, dünyadaki bölgesel ve uluslararası çatışmaların birçok sebebi vardır ve medeniyet temelli etkenler bu süreçte önemli bir rol oynamamaktadır.169

Diğer yandan Huntington’ın medeniyetler arasındaki kültürel farklılıkları abarttığı ve Batı ile İslam dünyası arasındaki hasmane ilişkilerde Batı’nın siyasi güç ve nüfuzunun etkisini ise göz ardı ettiği de ileri sürülmektedir.170

Huntington Müslümanlar ve Müslüman olmayanların birbirine yakın yaşadıkları her yerde şiddetli çatışma ve yoğun düşmanlığın yaygın olduğunu ileri

166 Giovanna Borradori, Philosophy in a Time of Terror, The University of Chicago Press, Chicago, 2003, s. 65

167 Jonathan Fox, “Clash of Civilizations or Clash of Regilions: Which is a More Important Determinant of Ethnic Conflict?”, Ethnicities, Vol. 1, No. 3, 2001, s. 310, (Çevrimiçi) http://etn.sagepub.com/content/1/3/295.full.pdf. 23 Şubat 2014.

168 Jonathan Fox, “Two Civilizations and Ethnic Conflict Islam and the West”, (2001), Journal of Peace Research, Vol. 38, No. 4, , s. 466, (Çevrimiçi), http://jpr.sagepub.com/content/38/4/459.refs.html. 23 Şubat 2014.

169Fouad Ajami, “The Summoning”, Foreign Affairs, (September-October 1993), Vol. 72, No. 4, s. 7, (Çevrimiçi), http://www.foreignaffairs.com/articles/49191/fouad-ajami/the-summoning. 25 Şubat 2014

170 Fouad Ajami, a.g.e., s. 7

sindirilmezlik ilişkisi olmuştur. Batı emperyalizmi (çoğu İslam’ı hedef alarak) bunda kilit bir rol oynamıştır. Ayrıca İslam uygarlık üzerinde denetim kuran güçlü bir merkezi devletten yoksundur. Ancak Huntington için en fazla önemli olan, İslam içinde demografik patlamanın yarattığı baskılardır.171

Huntington’dan sonra İslam’a ve Müslümanlara yönelik neo-oryantalist görüşler beyan eden düşünürler arasında Tarihin Sonu teziyle meşhur Francis Fukuyama’dan da bahsetmek gerekmektedir. Francis Fukuyama Tarihin Sonu adlı makalesinde Huntington’un medeniyetler çatışması tezinin aksi gibi görülebilecek bir tez ortaya atmıştır. Kendisi bu tezinde Batı’nın soğuk savaş sonrası dönemden sonra kendisinin dışında herhangi bir meydan okumayla karşılaşmayacağı veya diğer medeniyetlerin başka bir alternatif oluşturamayacağını ileri sürmüştür. Çünkü soğuk savaş döneminde Batı’nın “düşman öteki” olarak tanımlanan SSCB çökmüş, Batı’nın öncülük ettiği kapitalizm ve liberal demokrasi dünyaya yön vermeye başlamıştır.

Dolayısıyla hukukun gözetiminde, özgürlük ve eşitlik içinde demokratik ulus-devlette yaşayan fertlerin oluşturduğu liberal demokrasi sisteminin zaferini ilan etmesinde bir sakınca görünmemektedir. Bu görüşe göre, tabii ki bundan sonra da savaşlar, kargaşa, siyasi çekişmeler, çözümü zor sosyal problemler veya terör saldırıları meydana gelecektir ama Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve komünizm ile nasyonal sosyalizmin yenilgiye uğramasından sonra evrensel anlamda bir başka ideolojinin ortaya çıkarak Batılı liberal demokrasinin idealleri ve değerlerine karşı çıkamayacağı kesindir.172

Fukuyama Tarihin Sonu tezinde Batı’nın karşısında artık kimsenin durmayacağı, dolayısıyla bütün dünya ülkelerinin Batı’nın evrensel değerlerini

Fukuyama Tarihin Sonu tezinde Batı’nın karşısında artık kimsenin durmayacağı, dolayısıyla bütün dünya ülkelerinin Batı’nın evrensel değerlerini