• Sonuç bulunamadı

Kıyametin Büyük Alâmetleri

Belgede Kur'anda ahiret hayatı (sayfa 35-53)

B. KUR’AN’DA KIYAMET ANLAMINDA KULLANILAN DİĞER

2. Kıyametin Büyük Alâmetleri

Kıyamet alâmetleri dendiğinde daha çok akla gelen büyük alâmetler olmaktadır. Büyük alâmetler nelerdir? İlk zuhur edecek "büyük kıyamet alâmeti"

128 Muhammed, 47/18. 129 Râzî, a.g.e, c. XXVIII, s. 60.

130 Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâfan Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûnu'I-Ekâvîl fî Vücûhi't-Te 'vîl, İntişârâtu Afıtâb, Tahran, trs., c. III., s. 534-535.; İbn Kesîr, a.g.e, IV., 191.

hangisidir? Sorularına cevap bulmaya, bu alâmetleri teker teker incelemeye çalışacağız. Kıyametin büyük alâmetlerini topluca belirten hadiste bu alâmetler şöyle sıralanmaktadır:

Huzeyfe b. Esîd el-Gıfarî'den naklen rivayet edilmiştir. Biz müzakere ederken Peygamber (s.a.v.) yanımıza çıkageldi ve "Neyi müzakere ediyorsunuz?" diye sordu. Ashâb, kıyameti anıyoruz dediler. "Siz ondan önce 10 alâmeti görmedikçe, o kopmayacaktır: Duman'ıDeccâl'i, Dâbbe'yi, güneşin battığı yerden doğuşunu, İsâ bin Meryem'in (a.s.) inişini, Ye'cüc ve Me'cüc'ü, biri doğuda biri batıda biri Arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batacağını, bunların sonuncusu Yemen'den çıkıp insanları haşr olunacakları yere sürecek bir ateş olacağını buyurmuştur.131 Bu alâmetleri ifade eden hadis-i şeriflerde kıyamet

alâmetlerinin 10 tane oluşunda ittifak olmakla birlikte, bu 10 alâmetin neler olduğu konusunda tam bir ittifak söz konusu değildir.132

Abdullah b. Selâm'ın Hz. Peygamber’e kıyametin ilk alâmetinin ne olduğu sorusu da içinde bulunan ve cevaplarının ancak bir Peygamber tarafından verilebileceğini bildiği soruları Hz. Peygambere yönelttiğinde; "Sana üç şey soracağım. Bunların cevabını ancak bir peygamber bilebilir, diyerek şu soruları sorar.

1. Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi nedir?

2. Cennet ahalisi ilk önce hangi yemeği yiyecekler?

3. Çocuğun hâli nedir? Çocuk babasına mı yoksa anasına mı benzer? dedi. Peygamber (s.a.v.), "Bu sorduğun sorulan biraz önce bana Cebrail (a.s.) gelip haber verdi", dedi.

1. Kıyamet alâmetlerinin ilki, o insanları doğu tarafından batıya sürüp toplayan bir ateş olduğunu,

131 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362. 132 Tirmizî, Fiten, 21.

2. Cennet ahalisinin yiyeceği ilk yemeğin balık olduğunu,

3. Çocuğa gelince; erkeğin suyu kadının suyunun önüne geçerse erkeğe, kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse kadına benzeyeceğini bildirmiştir.133

Yukarıdaki hadis-i şerifin verdiği bilgiye göre büyük kıyamet alâmetlerinden ilki; doğudan çıkıp insanları batıya sürecek bir ateş olduğudur.

Fakat buna muvafakat etmeyen hadis-i şerif de vardır. Abdullah bin Amr'dan naklen Resûlullah'ın (s.a.v.); "İlk çıkacak kıyamet alâmeti güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk zamanı insanların üzerine Dâbbe'nin çıkması. Hangisi önce çıkarsa, ötekinin de hemen onu takip edeceğini, Medine'de Mervân b. Hakem'in yanındakilere; kıyamet alâmetlerinden ilkinin Deccâl’in çıkacağını söylediği rivayet ediliyor.134

Yukarıdaki hadîs-i şeriflerde verilen mesajlar doğrultusunda kıyametin ilk alâmetinin hangisi olduğunu tespit zor görünmektedir. Bu rivayetlerden birisini tercih ederek kıyametin büyük alâmetlerini incelemeye geçebiliriz:

a. Güneşin Batı'dan Doğması

Güneşin batı'dan doğması kıyametin büyük alâmetlerinden biri olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Bu konuya izah getiren bir hadis-i şerif:

Ebîi Zer (r.a); Güneşin battığı bir sırada mescide girdim ve Resûlullah (sav.) oturuyordu. "Ey Eba Zerr!" buyurdu. "Şu (güneş) nereye gidiyor, biliyor musun?". Ben de, Allah ve Resulü bilir!, dedim. Buyurdu ki "Secde yapmak için müsaade almaya gidiyor ve kendisine müsaade ediliyor. Ve sanki (bir gün) ona "geldiğin yerden doğ" denilecek ve bunun üzerine yoluna devam etmeyip battığı

133 Buhari, Kitabu'l-Menakibi'l-Ensâr, 50. 134 Müslim, Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Saa, 118.

yerden doğacaktır". Sonra Resûl-i Ekrem "Ve zalike mustekarrun leha" âyetini okudu. Ebû Zerr, bu kıraatin Abdullah b. Mes'ud'un kıraati olduğunu söyler.135

Güneş'in batı'dan doğuşu kıyamet alâmeti olarak zuhur edecek, gerçekleşecektir. Bu oluşum nasıl olacaktır? Pozitif bilimler açısından bu mümkün müdür? Sorularına şöyle bir cevap vermek mümkündür: Güneşin batıdan doğması kozmik bir bozulmadır. Kâinatta mevcut olan denge, cisimlerin kendi etraflarındaki dönüşleriyle meydana gelen merkezkaç kuvvetle sağlanmaktadır. Yerküre kendi etrafında dönerek güneş etrafındaki yörüngesini muhafaza etmektedir. Soldan sağa doğru saatte kendi etrafında 1670 km. bir hızla dönerek güneşin çekim gücüne karşı bir denge oluşturmaktadır. Güneş çekim gücünü kaybetmesiyle mevcut dengesini yitirebilir. Bu sebeple güneş'in batı'dan doğma hâdisesi gerçekleşebilir.

"Dünyamız saniyede 30 km. saatte 108.000 km. bir hızla güneş etrafında batı'dan doğu'ya doğru dönmektedir. Yörüngesi üzerinde bulunun bir gökcismine çarpması halinde bu dönüş tersine, yani doğu'dan batı'ya doğru olacak, dolayısıyla güneş'in batı'dan doğması neticesini verecektir.136

Güneş'in batı'dan doğmasının kıyamet alâmeti olduğuna delâlet ettiği müfessirlerce tespit edilen âyet şudur:

"Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha îmân etmemiş veya îmânından bir hayır kazanmış olmayan bir kimseye (o günkü) îmânı asla fayda vermez. Deki; Bekleyin! Çünkü biz (de) şüphesiz bezeyicileriz".137

Müfessirlerin büyük bir kısmı bu âyetten kastedilen muradın güneş'in batı'dan doğması olduğunda ittifak halindedirler.

Berzencî, güneşin batıdan doğuşu konusunda:

135 Abdülbâkî, a.g.e., s.60. 136 Yavuz, a.g.e., s. 199. 137 En'âm, 6/158.

ibn. Hacer'in; güneş'in batı'dan doğmasıyla tevbe kapısının kapanacağını, sonra da Dâbbetu'l-Arz'ın çıkıp kâfirle mü'mini ayırdedeceğini,

Aliyyü 'l-Kâri'nin de; güneş batı'dan doğduğu zaman kâfirlere îmânın fayda vermeyeceğini, Tevbe etmemiş bulunan günahkarların tevbeleri de kabul olmayacaktır138, dediğini nakleder.

ibn. Merdûveyh'in; güneş'in batı'dan doğacak olmasının alâmeti nedir? sorusuna Resûlullah'ın (s.a.v.): "O gece gayet uzun olacak, yâni iki gece kadar uzayacak" buyurduğunu,

Beyhaki'nin, Resûlullah'ın (s.a.v.): "İki veya üç gece kadar uzun olacak, Rablerinden korkup teheccüd namazı kılan takva ehli namaza kalktıklarında ay'ı göremeyip, yıldızları göreceklerdir. Yatıp tekrar kalkacaklar, namazlarını kılacaklar, gecenin noksanlaşmadığını görecekler, bunun üzerine tekrar yatacaklar, uyandıklarında görecekler ki durum yine aynı, hiç değişmemiş, gece devam ediyor. İçlerini bir korku kaplayacak. Eyvah! Kıyametin eşiğindeyiz!, diyecekler. Bütün insanları panik ve telaş kaplayacaktır. İnsanlar, korku içinde camilere koşacaklar. Sabah olunca bile güneşin doğması gecikecek. Güneşin batı'dan doğduğunu görecekler. Güneş göğün tam ortasına gelince, gerisin geriye dönecek, eski doğduğu yerden doğacaktır. Gafiller gaflette, uyanık mü'minler tazarrû ve niyazda iken bir ses yükselecek: "Tevbe kapısı kapanmıştır. Güneş ile Ay batı'dan doğmuştur". İnsanlar baktıklarında her ikisini de ziyasız, nursuz, iki çuval halinde görecekler139, buyurduğunu nakletmektedir.

"Güneş'in batı'dan doğmasından sonra insanlar yeryüzünde ne kadar süre kalacaklar?sorusuna; muhtelif rivayetlerde, farklı süreler beyân edilmiştir.

Berzencî, ibn. Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste, "Güneş'in batı'dan doğmasından sonra insanlar, yeryüzünde 120 yıl veya 8 ay ya da 6 ay kalacaklardır. Hatta ihtiyar birisine yaşı sorulduğunda "güneş batı'dan doğduğu

138 Berzenci, a.g.e, s. 260-270. 139 Berzenci, a.g.e, a.s.

yıl doğmuşum" diye uzun bir zaman dilimini gösteren cevap vermeden, at'ların doğurdukları taylara binilemeden sûra üfürülecektir" gibi 2-3 yıllık kısa zaman dilimini gösteren çeşitli rivayetler nakletmektedir.140

Bu rivayetler arasında 6 ay, 8 ay gibi veya yeni doğan tayın üzerine binilmeden kıyamet kopacaktır gibi haberlerin tercih edilebilme durumları zayıftır. Bizim tercihimiz daha uzun süreli haberler doğrultusundadır. Çünkü kıyamete yakın 30 yıl kadınların kısır olup çocuk doğuramamaları; günahsız çocukların kıyamet azabını yaşamayacakları, kıyametin kötülerin üzerine kopacağı şeklindeki haberler doğrultusunda, kısa zaman dilimleri bizce mümkün gözükmemektedir.

b. Dâbbetu'l Arz

Dâbbe, yürüyen, debelenen, hafif hareket eden hayvanlar ve insanlar için kullanılır. Her ikisi için de kullanılabilir. Kıyamet alâmetlerinin ilki olup, ikincisi güneşin batıdan doğuşudur141 şeklinde bir rivayet vardır.

Dâbbe'nin kıyametin büyük alâmetlerinden olduğunu belirten âyetler: "O söz başlarına geldiği (kıyametin yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir îmân getirmemiş olduklarını söyler"142 Âyet-i kerime "Dâbbetül Arz" denen bir

yaratıktan söz etmektedir. Hadis-i şeriflerde bu yaratığın insanların bozulduğu, Allah'ın emrini bıraktıkları, Hak din olan İslam'ı terkettikleri zaman, bir kıyamet alâmeti olarak ortaya çıkacağı zikredilmiştir. Bu varlığın çıkacağı yerin Mekke olacağı rivayet edilmişse de kesin değildir. Âyet-i kerimede, bu varlığın insanlarla konuşacağı zikrediliyor. Bununla beraber bu varlığın şeklinin nasıl olacağı bilinmemektedir. Bir elinde Hz. Süleyman'ın mührünün, diğer elinde de Hz. Musa'nın asasının bulunacağı, mühürle kâfirlerin alnını mühürleyeceği, böylece onların alnına "Kâfir" oldukları yazılacağı, müminlerin yüzünü de âsâ ile

140 Berzenci, a.g.e, a.s.

141 Yazır, a.g.e, c. VI, s. 160-161. 142 Neml, 27/82.

sileceği, böylece onların yüzlerinin de yıldızlar gibi parlayacağı rivayet edilmektedir.143

"Vakta ki Süleyman'ın üzerine ölümü hükmettik, ölümünü onlara Süleyman'ın asasını yiyen kurttan başka bir şey delâlet etmedi. Vakta ki Süleyman'ın ölüsü yüzünün üzerine düşünce, cinler onun öldüğünü bildiler. Cinler gaybı bilmiş olsaydılar, ihanet edici bir azap içinde eğlenip kalmazlardı"144 ayetleridir. Dâbbetu'l Arz Kur'ân'da iki yerde zikredilmektedir. Neml Sûresi'nde "Dâbbeten mine'l-Arzi" (yerden bir hayvan) olarak bahsedilirken, Sebe' Sûresi'nde "Dâbbetu'l Arz" (Yer hayvanı) olarak bahsedilir.

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah'a aittir".145 Bu âyet dâbbenin hem insan, hem de hayvanlar için kullanılabileceğini göstermektedir. "Onlarla konuşan dâbbe"146 terkibinde açık olarak belirtilen bu dâbbe, konuşan bir hayvan, yâni insandır.

c. Deccâl

Sözlükte, bir şeyi örtmek, yaldızlamak, yalan söylemek veya boyamak anlamındaki "Decl" kökünden türeyen bir sıfattır. Deccâl'in, "Deccâl" diye isimlendirilmesi yeryüzünde süratle gezinmesindendir. Lügatte decl, hızlı yürüyüş demektir147. Klasik kaynaklarda: "Âhir zamanda ortaya çıkıp,

göstereceği harikulade olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi".148 Âhir zamanda bu ümmetten çıkacak yahûdi bir adam olup, rububiyet iddia edecek, hak ile bâtılı birbirine karıştırarak kendi küfrü ile insanları kandırmaya çalışacak olduğundan dolayı deccâl adı verilmiştir.149

143 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996, c.6, s. 202.

144 Sebe, 34/14. 145 Hûd, 11/6. 146 Neml, 27/82.

147 El Mu'cemu'l-Vasît, c. I, s. 271.

148 Demirci, Kürşat, Deccâl mad., DİA,c. IX, s. 67. 149 ibn Manzur, a.g.e, c. XI, s. 236.

Deccâl kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de geçmemektedir. Hadislerde, "muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen ve bir gözü bulunmayan kötü kimse" anlamındaki "MESİH" kelimesiyle birlikte, "El-Mesîhu'd-Deccâl" ve "Mesîhu'd-Dalâle" şeklinde kullanılmıştır.150

Cessâse, Deccâl'in eşeğinin ismidir. Deccâl'in hapsolunduğu yerde bulunup bir fitne olmak üzere konuşur.151

Deccâl kıyametin büyük alâmetlerinden birisidir.152 Kıyamete yakın bir zamanda ilâhlık

İddiasıyla ortaya çıkıp, yaptığı bazı harikulade işleriyle insanları etkileyeceği ve insanlar için büyük bir imtihan olacak olan Deccâl hakkında Resûlullah (s.a.v.) Müslümanlara hutbe irad etti ve Allah'a layık olduğu şekilde senada bulunduktan sonra deccâl'den bahsederek şöyle dedi: "Ben sizi ondan önemle sakındırıyorum. Her peygamber de kavmini muhakkak surette sakındırmıştır. Fakat Ben, onun hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir sözü söyleyeceğim. O'nun tek gözlü olduğunu biliyorsunuz (bu haliyle tanrılık iddia edecek). Allah ise tek gözlü değildir". Resûlullah (s.a.v.) o gün Müslümanları fitneden sakındırırken; "Biliyorsunuz ki, sizden hiçbiriniz ölmeden önce Rabbini göremeyecektir ve nitekim onun (Deccâl’ın) iki gözü arasında "kâfir" yazılıdır. O'nun amelinden hoşlanmayan bu yazıyı okuyacağı, Deccâl'in sol gözü şaşı olup, sanki onun gözü emsalinden dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi olduğu, Deccâl'in beraberinde bir su ve bir ateş bulunacağı, fakat onun ateşinin soğuk bir su, suyunun ise yakıcı bir ateş olduğu153, haberi Hz. Peygamber’den bize ulaşan haberler arasındadır.

Kelâm âlimlerinin büyük çoğunluğu Deccâl ile ilgili rivayetleri mümkün görmektedirler.

150 Demirci, a.g.m., DİA, c. IX, s. 67.

151 Serahsî, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl Ebû Bekir, Sıfatu Eşrati's-Saa, (Nşr: Dr. Zeki Sarıtoprak), Kâhîre, 1993., s.40.

152 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362.

Teftâzâni; Deccâl ile ilgili rivayetleri zahirî mânâda anlamayı mümkün görmektedir. Mahmut Şeltut; çağdaş bir âlim olarak Deccâl'i zahirî mânâda anlamanın mutlaka gerekli olmadığını belirtir. Muhammed Abduh; Deccâl'i, İslâm'ın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin sembolü olarak yorumlar. Reşid Rıza; klasik anlayışı tamamen terk etmemekle birlikte Deccâl hâdiselerinden daha ziyade, maddi şehvetlerin galip geleceği, şerrin ve inkarcılığın yaygınlaşacağı sonucuna varır. Said Nursî ve Muhammed el-Behî; Deccâl'i komünizm ve materyalizm olarak algılar. Muhammed Esed; Avrupa medeniyetidir, der. Said Eyyûb; siyonizm şeklinde yorumlar. Kâmil Miras; tek bir kişi olmayıp küfrün sembolüdür ve küfrü yayan herkes Deccâl'dir, der. Muhammed Sefâme; şeytandır, der. Ömer Rıza Doğrul da, Deccâl fitnesi Hıristiyanlık akidelerinin yayılmasıdır, der.

Haricîlerin erken devir âlimleri, Cehmiyye, bazı mu'tezile kelâmcıları ile Abdülkerim el-Hâtim, Abdullah es-Semman Mustafa es-Sadâvî gibi çağdaş araştırmacılara göre Deccâl inancı, bütünüyle merdudtur. Zira onlara göre bu konuda kesin delil niteliğini taşıyan bir nass yoktur.154

Sonuç olarak; Kur'ân-ı Kerim'de Deccâl ile ilgili hiçbir sarih ifade bulunmadığı açıktır. Hadis olarak rivayet edilen metinlerden elde edilebilecek en belirgin hüküm ise Deccâl'in yeryüzünde inkarcılığı yaymaya çalışan, mukaddes değerleri yok sayan ve şer faaliyetlerini destekleyen bir cereyan niteliği taşıdığıdır. Bu cereyanın muhtelif asırlarda temsilcileri olmuş, bundan sonra da olacaktır. Buna göre Deccâl; harika bir varlık, belli bir şahsiyet ve tek bir insan olmaktan çok, her dönemde şerri temsil eden bir tiptir. Deccâl ile ilgili çeşitli rivayetlerde yer alan olağanüstü maddi tasvir ve ayrıntılar ya isnat açısından sahîh değildir, yahut râvîlerin sehivlerine maruz kalmış veya onların indî yorumlarıyla karışmıştır. Bu rivayetler tevatür derecesine ulaşmadığından v. asırdan sonra mecazi mânâlarına yorumlanmalar, İslâm âlimlerince mümkün

görüldüğünden maddi bir Deccâl'i benimsemeyenleri, küfür ve dalâletle itham doğru değildir.155

d. Duhân

Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi olan Duhân; Tütmek, dumanı çıkmak mânâsındaki "dahn" kökünden isim olup, duman anlamına gelmektedir.156 Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmektedir:

Kur'ân-ı Kerim'deki 44. Sûre'nin adı olup; "Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır. (İşte o zaman insanlar) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler)"157, Âyet-i kerimede zikredilen bu dumanın ne zaman çıktığı veya çıkacağı ve bu dumanın nasıl bir şey olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir. Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Dehhak'tan nakledilen birinci görüşe göre bu duman, Rasulullah'ın, imana davetine rağmen iman etmemekte direnen Kureyşliler aleyhine beddua etmesi üzerine kıtlığa düşmelerinde, yeryüzünden göğe doğru yükselen manevi bir dumandır. Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Rasulullah, Kureyşlilerin, kendisine karşı isyan edip direttiklerini görünce onların aleyhine, Yusufun kıtlık yılları gibi senelerin onların da başına gelmesi için beddua etti. Bunun üzerine onlara kıtlık ve sıkıntı isabet etti. Öyle ki kemikleri yemeye başladılar. Kişi göğe doğru bakıyor, sıkıntıdan dolayı yerle gök arasını duman kaplamış gibi görüyordu. Bunun üzerine Allah teala: "Ey Muhammed, göğün, insanları çepeçevre saran apaçık duman çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakıcı ağır bir azaptır." âyet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine inananlar, Rasulullah’a gelip "Ey Allahın Resulü, sen, Allahtan, Mudar kabilesi için yağmur yağdırmasını dile. Zira onlar helak oldular." dediler. Resulullah "Mudar için mi? Şüpesiz ki sen çok cür'etlisin." dedi. Sonra yağmur diledi onlara yağmur yağdı. Bunun üzerine "Şüphesiz biz (dünyada) az bir müddet de olsa sizden azabı kaldıracağız. Fakat sonunda yine

155 Sarıtoprak, a.g.m., s. 71.

156 Yurdagür, Metin, Duhân mad., DİA, c. IX. s. 546-547. 157 Duhân, 44/10-12.

inkarcılığınıza döneceksiniz."158 âyeti nazil oldu. Müşriklere refah gelince onlar,

eski hallerine döndüler. Bunun üzerine de Allah teala "Büyük bir kuvvetle kıskıvrak yakaladığımız gün, onlara mutlaka layık oldukları cezayı vereceğiz."159 âyetini indirdi.160

Duhân'ın zikredildiği diğer bir âyet de şudur: "Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yer küreye: İsteyerek veya istemeyerek gelin!, dedi. İkisi de "isteyerek geldik" dediler"161 şeklinde geçmektedir. Duhân-ı Mübîn, aşikâr, apaçık duman demektir. Bir de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhân" derler. Bu âyetlerin delaletiyle duman, kıyamet alâmetlerindendir.

e. Hz.İsâ'nın (a.s.) Nüzulü Meselesi

Kur'ân-ı Kerim Hz. İsa'yı İsrailoğulları'na gönderilen162, babasız olarak dünyaya gelmiş163, Rühu'l-Kudüs tarafından desteklenmiş164, kendisine bir takım mucizeler verilmiş165 olan Allah'ın elçisi166 olarak tanıtmaktadır.

Hz. isa'nın nüzûlüyle ilgili Kur'ân-ı Kerim'de dört âyet vardır.167 Ayetlerde Hz. İsa'nın ölümünden önce ehl-i Kitâb'ın kendisine îman edeceği belirtilmektedir.168

Bu ayetlerden biri olan zuhruf suresi 61. ayet söyledir; “Hiç şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur”.

158 Duhân, 44/15 159 Duhân, 44/16

160 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996, c.7, s. 356.

161 Fussilet, 41/11. 162 Saff, 61/6.

163 Âl-i İmrân, 3/37-45-59. 164 Bakara, 2/87-253.

165 Bakara, 2/87-253; Mâide, 5/114; Zuhrûf, 43/63. 166 Nisâ, 4/171; Saff, 61/6.

167 Âl-i İmrân, 3/45-46; Nisâ, 4/157-159; Mâide, 5/110; Zuhrûf, 43/61. 168 Nisâ, 4/157-159.

Ayet-i kerimede geçen “o” kelimesinden kimin kastedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir;

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddi, Dehhak ve ibn-i Zeyd’e göre “o” kelimesinden maksat, hz. İsa’dır. Bu izaha göre hz. İsa’nın gökten inmesi, kıyamet alametlerindendir.

Hasan-ı basri ve Ma’mer’e göre ise ayetteki “o” kelimesinden maksat, Kur’an-ı Kerimdir. Buna göre de ayetin izahı şöyledir: “Şüphesiz ki bu Kur’an, kıyametin kopmasını alametlerini ve dehşetlerini öğretir.”169

"Ey Îsâ, ben seni öldürüp katıma yükselteceğim ve seni kâfirlerden arındıracağım."170 Âyetinde "tüvüffiye" kelimesinin öldürme mânâsına geldiği, bu kelimenin dildeki ve Kur'ân'daki kullanımı bu şekildeyken, Hz. Îsâ için alışılmamış bir mânâda kullanılması için bir gerekçe olmadığı söylenmektedir. Hz. Îsâ’nın Yahûdîler tarafından öldürülmeyip, çarmıha da gerilmediğini belirten âyet hakkında171 Hz. Îsâ’yı, Allah'ın öldürdüğü, ama onlar kendilerinin öldürdüklerini zannettikleri söylenmektedir.172

Hz. Îsâ’nın kıyamete yakın bir vakitte nüzulünün vaki olacağını ifade eden kelâmcılar azımsanamayacak kadar çoktur. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Ebû Hanîfe'den sonra gelen ve akâid ile ilgilenen Ali el-Medinî (ö.234/848), et-Tahâvî (Ö.321/933), ehli sünnet kelâmının iki mühim siması Eş'arî (Ö.324/936) ve Maturidî (Ö.333/944), el-Acurrî (Ö.360/970), Adbülkâhîr el-Bağdâdî (Ö.429/1037), îbn Hazm (Ö.456/1064), Şehristânî (Ö.548/1153), îbn Teymiyye (Ö.728/1328), îbn Haldun (Ö.809/1406), Meşhur müfessir el-Kurtubî (Ö.671/1272), es-Suyûtî (ö.911/1505), Muhammed Zahid el-Kevserî (ö. 1371/1951), Hz. Îsâ’nın nüzulünü kabul eden mühim şahsiyetlerdendir.173

169 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996, c. 7, s. 205.

170 Âl-i İmrân, 3/55. 171 Nisâ, 4/157-158.

172 Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1983., s.132-135.

Hz. Îsâ’nın nüzulünü kabul edenlerden konuya farklı yorum getiren şahıslar da mevcuttur. el-Halîmî (ö.403/1012) Hz. Îsâ’nın yeryüzüne indiğinde herkes tarafından tanınamayacağını, kendisine yakın olanların onu göreceğini ifade eder. Bu yaklaşım genel kanaate ve kendinden öncekilere aykırıdır. Çünkü kendinden öncekiler Hz. Îsâ’nın nüzulünün herkes tarafından bilinecek olağanüstü bir hadise olarak aktarmışlardır.174

Suyûtî'nin talebelerinden Şa'ranî (ö.973/1565) Nüzûl-i Îsâ’yı kabul etmekte "Hz Îsâ bu kadar uzun süre yemeden içmeden nasıl semada kalabilir?" sorusuna şöyle cevap vermektedir. "Cismi semâvât âleminde letafet kazandığı için yemeğe içmeğe ihtiyacı yoktur. Melekler gibi onunda yemeği tehlil (Lâ İlahe İllallah) içmesi teşbihtir". Şa'ranî gece-gündüz Allah'a ibadet edip cisimleri latîfleşen Allah'ın bazı velî kullarının bile uzun süre yeme içme ihtiyaçlarını hissetmediklerini müşahhas örneklerle anlatır. Ona göre "bunu gördükten sonra Hz. Îsâ'nın da yemeden içmeden yaşayabileceği hususu gözden uzak tutulmamalıdır".175

Hz. Îsâ'nın nüzulünü kabul eden âlimlerden bir kısmı onun ölmediğini ileri sürmektedirler. Büyük kelâmcı Matûridî âyette geçen "müteveffîke" kelimesini yerden almak ve göklere çıkarmak olarak anlar. Bu durumda "Seni vefat ettireceğim"176 âyeti "Seni yerden alıp göklere çekerim" şeklinde olur. Ayetin devamı da, âhîr zamanda kâfirlere karşı olan galibiyetine dikkat çekmekle bu fikri te'yid eder mahiyettedir. Zemahşerî (ö.538/1143) nüzulüne kadar Hz. İsa’nın ölümünün ertelendiğini düşmanlık edenler tarafından değil, kendi eceliyle öleceğini ifâde ederken; Ebu'l-Ferec el-Cevzî (ö.597/1200) göğe yükseltilme

Belgede Kur'anda ahiret hayatı (sayfa 35-53)

Benzer Belgeler