• Sonuç bulunamadı

Ahiret İnancının İnsan Hayatına Etkileri

Belgede Kur'anda ahiret hayatı (sayfa 71-88)

B. AHİRET GERÇEĞİ

2. Ahiret İnancının İnsan Hayatına Etkileri

Ahiret’e iman, ölümden sonra tekrar dirilmeye inanmaktır. Ölüm ve ölümden sonraki gelmesi muhakkak olan hayat ebedîdir. Ne zaman geleceği de bilinmez. Öyleyse, gelip gelmemesi muhtemel ve hem de sonlu olan bu dünya hayatı için durmadan hazırlık yapan insanoğlu, ahiret hayatına da gerçekten inanmışsa mutlaka sonsuz olan ahiret hayatı için daha fazla hazırlık yapacaktır. Çünkü geleceğine inanmak, o güne hazırlanmayı gerektirir. Allah Teala da Kur'an-ı Kerim'de : "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve herkes yarın için önden ne gönderdiğine baksın."262 mealindeki ayet-i kerimede "yarın" la ölümden sonrasını yani ahireti kasdetmiş ve ahiret hazırlığını tenbih etmiştir.

Öldükten sonra ebedî bir hayata kavuşma inancı insanın ahiret alemindeki saadetini temin ettiği gibi, ahirette kâinatın yaratıcısı önünde hesap verme duygusu da cemiyetteki fenalıkları, önleyen biricik amildir. Böyle bir iman in- sanın kalbinde yerleşir ve insanı daima hayır İşlemeye, serden kaçınmaya, kötü şeyleri terkederek faziletlerle zinetlenmeye, hak ve adelete uymaya, Allah'dan korkarak her yerde O'nun koyduğu hududu aşmamağa sevkeder. Çünkü mü'min,

260Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, a.g.e., s.442-443. 261Toprak, a.g.e, s.24.

Allah'ın hududunu aşanları o büyük Cehennem azabının beklediğine263

inanmaktadır.264

Yaşam, sadece Dünya hayatından ibaret değildir. Bu hayatın son bulduğu ölüm, bir yok oluş değil; yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.

Bilindiği gibi “İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik akıldır.” Aklın aslî görevi ise nefis muhasebesi yapmak, geleceğini düşünmek ve ölümden sonrası için hazırlanmaktır. Çünkü insan, ölüm gerçeğini ve dolayısıyla ölümden sonrasını gözardı edemez.

“Ahiret Günü”ne ve bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını tek tek vereceğine inanmayan bir insan, dünya hayatını mânâlandıramaz, yaşama aşkı ve emelleriyle dolu, canlı ve gayeli bir hayat süremez, irâdesi ve imkânlarını hayra, iyiliğe, erdeme, fâzilete ve yüce gayelere yönelterek özlemi duyulan bir insanı olamaz.

Ahiret Gününe ve hesaba çekilme inancı, kişiyi bencillik ve aşırılıklardan alıkor. Başkalarına daha saygın olmayı sağlar. Her attığı adımın hesabını yapar. Doğru ve dürüst olur. Haksızlıktan ve haram lokma yemekten sakınır. Bunun içindir ki, âhiret gününe iman konusu, Kur’an-ı Kerim’de çokça işlenmekte, varlığı ve oluş şekli, şuurlara yerleştirilmektedir. Ahiret hayatı bütün ayrıntılarıyla anlatılmakta, Cennet ve nimetleri, Cehennem ve azabı gayet açık bir şekilde tasvir edilmektedir.

İslam dininin hedefi, insanların dünya ve âhiret saadetini temin etmektir. Dolayısıyla kâmil insan, Allah’tan hakkıyla korkar. Kimseye kötülük etmez. Herkese iyilik eder. Adâlete, ilâhî hukuka riâyet eder. Nefsi için sevdiği şeyleri başkası için de sever. Nefsi için kötü gördüğü şeyleri başkası için de kötü görür. Allah’a tevekkül ve itimat eder. Azim sahibi olur. Bu güzel hasletlerle içiçe olan

263 Nisa, 4/14.

kâmil insan, ancak ilâhî dinin gözetimi ve ahirette yaptıklarının hesabını verme inancı ile mümkündür.

Cemiyetin düzenli ve intizamlı olması; dînin, neslin, canın, aklın ve malın korunması ile mümkündür.

Bu temel esaslar gözetilmezse, hayat düzeni kökünden sarsılır. İnsanlar arasında huzursuzluk ve kargaşa başgösterir. İnsanların işlerinde düzensizlik ve dengesizlik hakim olur; böyle bir toplum hem dünyanın hem de âhiretin dengesini kaybeder. Ahiret ve dolayısıyla öldükten sonra dirilmeye imanın yer almadığı bir inanç sistemi ile böylesi dengesizlikler giderilemez. Çünkü ahiret inancının yer almadığı inanç sistemlerine göre, insanlar öldükten sonra çürür, ot gibi yok olur, toprağa karışır gider. Ayrıca onlarda haram-helal mefhumu da yoktur. Cennet, Cehennem, sırat, hesap, kitap gibi değerlerden de mahrumdurlar.265

Tüm insanlık için âhiret, kâinatın yıkılışıyla başlayacaktır. Dünyanın ölümü olarak da nitelendirilebilecek kıyamet vakti, âhirete geçiş noktasında yer almaktadır. Âhiret hayatı dünya hayatının son bulması ile başlayacaktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de kıyamet saatinden bahsedilmesinin asıl gayesi, dünya hayatının sonlu bir hayat boyutu olduğu altı çizilerek, âhiret hayatının gerçek ve ebedî hayat olduğunu ortaya koymaktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de evreni ebedîymiş gibi algılayan kimselerin düşüncelerindeki bu inancın yıkılması için, dikkatler evrenin yıkılmasından sonraki hayat boyutuna çevrilerek bu inancın yerleşmesi için kâinatın yıkılış sahnelerine sık sık temas edilmiştir.

Dünyanın sonlu olduğu inancı insanın yaşantısında köklü kararlar almasını temin etmiştir. Kişi; dünyanın, âhiret hayatının hazırlık safhası olduğunu kabul ederek, yaşantısında ilâhî disipline boyun eğme, emirler doğrultusunda,

yasaklardan uzak kalarak rahat ve huzurlu bir yaşam ile âhiret yaşantısını kazançlı hale getirme çabası içinde bulunur. Yaşadığı her dakikanın hesabının kendisine sorulacağını bilir, hesabını veremeyeceği davranışlardan kaçınır. Allah'a iltica ederek, O'na boyun bükerek, hatalarından pişmanlık duyarak, tevbe fırsatından yararlanmayı düşünür. Aynı hatalara bir daha düşmemecesine tevbe edip, kul hakkından uzak kalmaya çalışır.

Herhangi bir şekilde haksızlığa uğrayan kişilerin uğradığı bu haksızlığın dünyaya ait bir durum olacağı, ilâhî adaletin tecellî edeceği kıyamet gününün de kendisine hakkının teslim edileceği inancının tam oluşu, hakkını arayamayan, zulme maruz kalmış kişilerin hayata küsmemesine, sabrının karşılığının kendisine verileceğine inanarak, aşırılıklara, isyana sapmamasına sebebiyet vermesi dolayısıyla yaşantımızda çok büyük bir tesir icra etmektedir.

Hasta her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak gittiği kabir karşısında ümidi sadece o kabri öbür âleme açılan bir hol olarak görmede bulabilir. Şayet kabri saadete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta olarak görmüyorsa, hasta hiçbir zaman mesut olamayacaktır. O sancılarına, baş ve bel ağrılarına, kanser ve kangrenine karşı bununla teselli bulur. Ölümün sessizliğine ve Azrail'in korkusuna bu inançla karşı koyabilir. "Ben gidiyorum, fakat asıl sıhhatime, ebedi gençliğime kavuşacağım ve herkesin muhakkak döneceği yer olan Allah'ın yurduna gidiyorum" diyerek hastalığını unutup teselli bulur.

Irzını, namusunu gaddar ve zâlimlerin elinden kurtaramamış, intikam hırsıyla yanıp kavrulan mazluma gelince, o ancak zâlimin yakasını Allah'ın eline vereceği günü ve bu dünyada çektiklerine mukabil âhirette kendisine bahşedilecek mükafatları düşünerek teselli bulabilir.

Musîbetzede doğal afetlere maruz kalmış, bağını bahçesini dolu vurmuş, sel götürmüş, binası zelzelede başına yıkılmış, kurduğu hayalleri perişan olmuş, aile ve yuvası harab olmuş musîbetzedeler ancak öldükten sonra dirilmeyi düşünmekle teselliye kavuşabilirler. Zira bu inanca göre musibetlerde giden mal

sadaka olur, can ise onu şehitlik mertebesine ulaştırır. İşte bu düşünceyle orada rahat ve huzura kavuşur.266

Ölüm ve kıyamet inancını taşımayan bir kimse pratik yaşantısında hayatının sanki hiç bitmeyeceği, sahip olduğu nimetlerin hiç eksilmeyeceği hissine kapılır267. Böylece yoksula ve yetime cömert davranmamaya, mala karşı aşırı sevgi beslemeye devam eder268. Menfaat ön planda kalır. Kıyamet inancı canlı tutulduğunda nimetlerin geçici olduğu anlaşılıp insanlar arasındaki ilişkilere olumlu yansımaları görülür. Aile bireylerinin birbirlerine karşı davranışlarında, komşuların birbirleriyle olan ilişkilerinde Kur'ân'ın öngördüğü ölçüler içinde davranışlarını düzeltmeye çalıştıkları görülmektedir.

Âhirete inanmayan, her yaptığının kendi yanına kar kalacağını, hesabın, kitabın ve cezanın olmayacağını sanan bir kimsenin maddi menfaati için, maddi menfaat temininin verdiği hırs ve tamah ile heves ve arzusu uğruna dünyada cezasız kalacağını garantilediği an yapmayacağı fenalık ve kötülük yoktur. İnsandaki hırs ve tamah, ihtiyacı artırır. Artan ihtiyaçlarını karşılamak için böyleleri bölücülük, yalancılık, hile, aldatma, tahakküm gibi her türlü gayri meşru çarelere başvururlar. Böyle fertlerden teşekkül eden cemiyetlerde artık kardeşlik, yardım, ahlâk ve fazilet duygulan silindiği için bîçarelerin yaşamasına imkân kalmaz.

Ahirete inanmayanların bir kısmı, sabırsızlıklarından ahiret nimetlerini hemen görmek isterler. Bilmezler ki, imaın kıymeti gayba iman olmasındadır. Gözüyle gördüğüne herkes inanır. İnanmazsa zaten aklından şüphe edilir. İş, görmeden, Peygamberin haber vermesiyle inanmaktır. Bu yüzden de onlara ebediyete inanmak zor gelir. Bunların durumu anne karnındaki yavruya benzer. Nasıl ki o yavru dokuz ay sonra geleceği bu dünyayı bir türlü idrak edemezse bunlar da, ömürleri bitince gidecekleri ahiret hayatını bir türlü idrak edemezler.

266 Toprak, a.g.e, s.24-34 267 Fecr, 89/18. 268 Fecr, 89/21.

Halbuki Hazreti Allah, melekût âleminin idrakine çalışmak yerine inanmayı ve ibret almayı, ibretle bakmayı emretmektedir.269

Fakat şurası da inkâr edilmez bir gerçektir ki, bugün ahirete inandıklarını söyleyen insanların çoğunun imanı, söyledikleri sözde kalmaktadır. Eğer ahirete ve ahiret ahvaline olan imanları tam manasıyla ve gerçek anlamıyla kalplerinde yer almış olsaydı ona göre yaşarlardı. Yani imanlarının tezahürünü hayatlarında görmek mümkün olurdu. Çünkü bu insanlar, yazın sıcağından ve kışın soğuğundan korunmak için çaba harcadıkları halde, Cehennem'in sıcağından korunmak için gayret sarfetmezler.

Ahiretin ilk durağı olan kabir ehlinin geride bıraktıklarından pişmanlık duydukları ve önden gönderdiklerine sevindikleri kendilerine haber verildiği halde, kabir ehlinin pişmanlık duyduğu mallar için dünyadakilerin birbirleriyle boğuştuklarını, beş paralık dünyalık için binbir hile ve desise uydurduklarını gördüğü halde, bir gün onların da bu boğuştukları maldan ötürü pişmanlık duyacaklarını düşünmeden bu kavganın içine girer ve çoğu kez kendisi dünyalık peşinde koşarken ruhunu teslim eder.270

Kur'ân-ı Kerim âhirete inanmayanların sadece zanna uyduklarını,271 inkarcı, kibirli, maddî hazlara düşkün ve merhametsiz olduklarını,272 bu nedenlerle onlara itibar edilmemesinin gerektiğini273 bildirir. Dünyadan nasibi unutmadan âhiret yurdunu aramayı öğütler.274 İnsanın boş yere yaratılmadığını, başı boş bırakılmayacağını, öldükten sonra diriltilip huzûr-ı ilâhîye çıkarılacağını haber verir.275 Böylece dünyada sorumluluk duygusuna sahip tek canlı varlık olan insanın hayatını anlamlı kılanın da bu duygular olduğunu, dolayısıyla sorumluluğunu idrak etmeyenlerin, gerçek insanlık değerini yitirmiş olacaklarını,

269 Araf, 7/176 270 Toprak, a.g.e, s.32-33.

271 Kurtubi, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Behr, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Terc. M. Beşir Eryarsoy, Buruc Yay. İstanbul, 1997, c.16, s.464.

272 Nahl,16/22; Müddessir, 74/43-47; Mutaffiftn, 81/10-14. 273 Necm, 53/29.

274 Kasas, 28/77.

böylelerinin dünyada bazı sorumluluklardan ve dünyevî yaptırımlardan kurtulsalar bile Allah'ın huzurunda hesap vermekten ve uhrevî azaptan kurtulamayacaklarını276 haber verir, onlar üzerinde yaptırım gücü oluşturur.277

İnkârı kabil olmayan gerçeklerden birisi de âhirete inandıklarını söyleyen insanların çoğunun îmanının sözde kalmasıdır. Çünkü bu insanlar yazın sıcağından ve kışın soğuğundan korunmak için çaba harcadıkları halde cehennemin sıcağından korunmak için gayret sarf etmezler. Bu hal sözüne güvendiğimiz birisinin bize, yediğimiz yemeğin içinde zehir olduğunu haber vermesine, bizim de onu tasdik edip yemekte zehir olduğuna inandığımız halde yemeği yemeğe devam etmemize benzer. Yemeğin zehirli olduğuna inanmamız zehirlenmemizi engellemez. Aynı şekilde kıyamet ve âhîret hallerine inanan fakat gereklerini yapmayan kimseler de bu inançlarından bir fayda göremez. Bu durumdaki inançlı kişiyle inkârcı arasındaki fark şudur, iman ve tasdik onları sadece cehennemde ebedi kalmaktan kurtarır.278

Bu durum Kur'ân'da şöyle ifade edilmektedir: "Hayır! Yetime karşı cömert davranmıyorsunuz… Yoksulu yedirmek hususunda birbirinize özenmiyorsunuz. Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı çok seviyorsunuz. Ama yer çarpılıp parçalandığı zaman, melekler sıra sıra dizilip Rabbin buyruğu gelince o gün cehennem ortaya konur"279. Önce insanların yanlış davranışları zikredilmiş, sonra kıyamet saati hatırlatılarak âhiret yaşantısına bir geçiş yapılmıştır. Bu durum fertler arasındaki yanlış davranışların bertaraf edilmesinde kıyametin etkinliğini gözler önüne sermektedir.

Kıyamet inancının bireyde dinamik halde bulunması ibadetlerine de yansıyarak ibadetlerin samimiyet, ihlâs içinde icra edilmesini, riya, gösteriş, yanılgı ve hatadan uzak bir ibadetin zevkini tatmamızı temin eder.

276 Nûh 71/17-18; Şuarâ 26/81-102; Yûsuf 12/101; Tâha, 20/55; Meryem, 19/33. 277 Çelebi, a.g.e., s. 275.

278 Toprak, a.g.e, s.30-33 279 Fecr, 89/18-22.

Kıyamet inancının insanlar üzerindeki temel amaçlarından birisi de dünya ve âhiret hayatının dengede tutulmasını sağlamaktır. Bu suretle cennet ümidi ve cehennem korkusu insanlarda denge halinde bulunacaktır.

Kur'ân cennetteki nimetlerin ebedîliğinden, bozulmayan süt, süzme bal ve şaraptan280 cennetlikler için atlas ve nakışlı kumaş elbiselerden281, cennette kötülük ve yorgunluğun, üzüntü ve korkunun olmadığından282, yaşıt ve ceylan gözlü bakire eşlerden283 bahsederek ümit duygusunu canlı tutar.

Diğer taraftan cehennemin ateş dolu bir çukur olduğundan284,

cehennemliklerin aşırı sıcak ve kaynar su içinde serinliği olmayan bir dumanın gölgesinde bulunacaklarından285, suçluların zincire vurulacağından286, yüzükoyun katrandan elbiseler giymiş bir halde sürüneceklerinden287, dünyada biriktirdikleri altın, gümüş ve mücevherlerin cehennem ateşinde kızdırılıp alınları, böğürleri ve sırtlarının dağlanacağından288 bahsederek korkma duygusunun canlı kalmasını hedefleyerek, bu cezalar ile kötü işler arasında denge kurar.

Kıyametin yaşantımıza etki eden bir diğer yönü de alâmetlerdir. Küçük alâmetler olarak adlandırılan ve ahlâki yapının bozulması şeklinde ifade edebileceğimiz içki ve fuhşun yaygınlaşması, faizin helal kabul edilmesi, emanete ihanet edilmesi vb. ahlâk dışı davranışların kıyamet alâmeti olarak nitelenmesi toplumu bu davranışlara karşı uyarmaktadır. Bu davranışların Hz.Peygamber tarafından kıyametle bağlantılı olarak zikredilmesi toplumun dînî ve ahlâkî yaşantısı üzerinde olumlu sonuçlar vermektedir.

280 Muhammed, 47/15. 281 İnsan, 76/21. 282 Vakıa, 56/88-89. 283 Vakıa, 56/28-29. 284 Karia, 121/10-11. 285 Vakıa, 56/52-54. 286İ brâhîm, 14/49-50. 287 Neml, 27/90; Furkân, 25/34. 288 Tevbe, 9/34-35.

Kıyametin büyük alâmetlerinden olan Deccâl, Mesih, Dâbbe inancının toplumda sürekli olarak canlı tutulmasıyla toplumun her kesiminde Deccâl veya Mesîh olarak kabul edebilecekleri bir durumla karşılaşılabilir. Deccâl'in İslâm'ın hükümlerini kaldırmaya çalışan kişiler olarak yorumlanması, Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesinin Hıristiyanlığın İslâmiyeti kabulü olarak yorumlanması bu düşünceyi destekleyip canlı tutacaktır.

Hayatı düzgün ve doğru istikametlerle geçirmenin çaresi âhiret hayatını dünyada ahlâk haline getirmektir. Ahîrete îmanı olmayan fertlerde ve bu fertlerin oluşturduğu cemiyetlerde fazilet ve doğru bir istikamet düşünülemez. Eğer onlarda fazilet ve erdemden bir iz görülüyorsa bu, insanlık fıtratının cevherine ve çekirdeğine Allah tarafından yerleştirilen faziletten kaynaklanır. Fıtrata yerleştirilmiş olduğundan dolayı da aksini yapmaları mümkün değildir. Bu durum onları böyle faziletli işler yapmaya zorlamıştır. Bu ise hiçbir zaman çalışmak ve kazanmakla elde edilen fazilet seviyesinde değildir289.

İslâm akaidinin ana esaslarından biri olan âhiret inancı her şeyden önce insanda sorumluluk duygusu meydana getirmekte ve bu yönüyle hem hukukî hem de ahlâkî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında insanın zorluklarla, haksızlıklarla mücadele ettiği halde bunları ortadan kaldıramadığı, neticede elem çektiği bir gerçektir. Mutlak adaletin tecelli edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün engellerin ortadan kalkacağı ebediyet âleminin varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli kaynağı ve yaşama sevincidir. Cenâb-ı Hak, insanların atası olan Âdem'i "kendi eliyle" yarattığını, ona ruhundan üflediğini ve onu meleklerin secdesine vesile kılıp yeryüzünde kendi halifesi tayin ettiğini beyan etmektedir.290 Bu manada Allah'tan gelen insanın fena bulmayıp yine ona

dönmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Yaratılış hikmetini unutmayan ve insanlık şuurunu yitirmeyen kişinin ruhu bundan başka hiçbir şeyle tatmin bulamaz.291

289 Gülen, M. Fethullah, Ölüm Ötesi Hayat, Nil Yayınları, İzmir, 2005., s. 19. 290 Bakara, 2/30; Sâd, 38/ 71-75.

İnsanda sonsuzluk duygusu bulunmaktadır. Bu dünyadaki ayrılıkların, eksik kalmış özlemlerin beka âleminde karşılanacağı inancı insanı rahatlatmaktadır. Allah yolunda öldürülenlerin ölü zannedilmemesini, onlara ölü denilmemesini, onların rableri nezdinde diri olduklarını bildiren âyetler ile sâlihlerin ruhlarının arşın altında yeşil kuşların kursağı içinde asılı olduklarını, hayır ve sadakalardan ruhların haberdar edildiklerini haber veren hadisler insandaki beka duygusuna cevap veren ve ölümle her şeyin bitmediğine delâlet eden ifadelerdir. Bunun aksi olan fena duygusu ise insanı strese ve ümitsizliğe iter. Dolayısıyla hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan âhiret İnancı gerekli ve zorunludur.292

Sonuç olarak Kur'ân'ın kıyamet ve ahiret anlayışıyla hedeflediği asıl gaye, İslâm toplumunda bu inancın canlı tutulmasını sağlamaktır. Bu sayede müslümanlar dâima âhirete karşı uyanık tutulmakta ve toplumun ahlâki yapısının korunmasında önemli bir aşama kaydedilmektedir.

SONUÇ

Vahyin amacı; dünyadaki insana başka bir hayatın varlığını, o hayattaki mutluluğa ulaşmak için yapılması gerekenleri bildirmektir. Öyle ise, şunu kesin olarak ifade edebiliriz ki, son ilahî hitap olan Kur'an, bu amacını gerçekleştirmiş gözükmektedir. Dünyadaki bulunuşunu anlamlı kılmak isteyen her bir insan, Kur'an'ın ölüm sonrası hayatla ilgili tespitlerine ve bunun sistematik izahına baş vurup, onu inanca çevirebilecektir. Vahyin son mirasçısı olan Kur'an, tevhit geleneğini tamamlamış, “özelde inanç konuları ve öne çıkardığı kıyamet ve ahiret ile ilgili olarak” Allah ile insan arasındaki ilişkiyi net bir zemine oturtmuştur.

Kıyamet ve ahiret inancı, İslam inancının en önemli ilkelerindendir. Kur’an’ın ifadesiyle zerre kadar hayır yapan mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da cezasını görecektir. Dolayısıyla müslüman, attığı her adımın hesabını iyi yapmak durumundadır. Çünkü her hal ü kârda insanın korkuları, şüpheleri, âcizliği, çaresizliği, yalnızlığı, mahrumiyeti, başarısızlığı, hayal kırıklığı, sevgisizliği, pek çok arzu ve isteklerinin karşılanmaması; günahlar, ızdıraplar, acılar, suçluluk duygusu, pişmanlık, hayal kırıklığı, haksızlık ve adaletsizlik gibi hallerde din ve Allah inancı insan için en önemli bir sığınak ve

ümit kaynağıdır. Mesela ölüm korkusunun yıkıcı etkilerine karşı, kişiler ve toplumların güvenip bağlanabilecekleri ve onları hayata bağlayabilecek en önemli şeyin Allah'a tevekül ve ahiret inancı olduğuna hiç şüphe yoktur.

Kıyametin ve ahretin vaktini Allah'tan başka hiç kimse bilmemektedir, ancak kıyamet ve ahiret gelişini haber veren bir takım alâmetleri vardır. Bu alâmetler büyük ve küçük alâmetler olarak iki guruba ayrılmaktadır. Küçük alâmetler daha çok insanların yaşantılarındaki yanlışlıkların çoğalması, toplumun dinî, ahlâkî ve insanî değerlerden uzaklaşmaları sonucu meydana çıkarken, büyük alâmetler olarak nitelendirilen Duhân, güneşin batıdan doğuşu, yer batması, ateşin zuhuru gibi alâmetler ise kozmik bozuklukları ifade etmektedir. Dâbbetü'1-Arz, Deccâl gibi insan üstü varlıklarla insanların çok ağır bir imtihana tâbi tutulacakları görülmektedir. Küçük alâmetler olarak belirtilen davranış bozukluklarının dünyanın sonuna doğru artarak devam edeceği ve kıyametin bu insanların en şerlilerinin üzerine kopacağı anlaşılmaktadır.

Ahiret inancı, Kur'ân-ı Kerîm'de çok geniş ve farklı yönleriyle ele alınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de bir taraftan, âhiret hayatının naklî yönüne yer verilerek, uhrevî âlemlerin ebedi manzaraları tasvîr edilip, gözler önünde canlandırılırken, bir taraftan da, âhiret hayatıyla, öldükten sonra dirilmeyle alakalı, şüphe ve inkârlara cevap verilerek, öldükten sonra tekrar dirilmenin aklen mümkün olduğu, âhiretin vuku bulmasının gerekli olduğu, çeşitli delillerle ispat edilmiş, böylece mes'ele aynı zamanda aklî çerçevede de ele alınmıştır..

Yine Kur'ân'a göre, âhiret hayatı sonsuzdur, ölümsüzdür. Dünyaya tekrar dönüş yoktur.

Ahireti inkâr edenlerin ellerinde hiç bir delil yoktur. Onların iddiaları Allah'ı bilmemek, kudret, ilim gibi sıfatlarını tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Ayrıca. günahlara meyil, dünyaya aşın bağlılık, kibir gibi bir takım enfüsî sebepler onları âhireti inkâra yöneltmektedir.

Tarih boyunca bütün milletlerde, öldükten sonra ruhun hayatiyetini sürdürdüğüne, ölümle her şeyin son bulmadığına dâir bir takım inançlar olsa da, Kur'ân'ın bildirdiği manada bir âhiret inancına inananların sayısı her devirde az olmuştur. Bütün peygamberler, tevhîd inancının yanında, bu inancın yerleştirilmesi hususunda da, büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır.

İnsanlık her hususta olduğu gibi, öldükten sonra durumlarının ne olacağının cevabını da, en güzel şekliyle ancak Kur'ân'da bulabilirler ve bu husustaki şüphelerinden de, Kur'ân'ın sunduğu delillerle kurtulabilirler.

BİBLİYOĞRAFYA

ABDÜLBÂKİ, Muhammed Fuâd, Müttefekun Aleyh Hadisler, Terc.

Belgede Kur'anda ahiret hayatı (sayfa 71-88)

Benzer Belgeler