• Sonuç bulunamadı

Ada'nın Güvenliği ve Güvenlik Algısı

3. Antlaşmalar Çerçevesinde Kıbrıs’ta Güvenlik Meselesi

4.2. Kıbrıs’ı Korumak: Dış Savunma

Güvenlik denkleminde barış koruma hususu önemli bir unsurdur. Denklemin bir diğer unsuru da Ada savunmasıdır. Kıbrıs’ta güvenlik, genel yaklaşım itibariyle dar bir bakış açısı ile sadece ada kapsamında yahut Doğu Akdeniz güvenliği kapsamında tasavvur edilmektedir.

Ada’da hem toplumların bir diğerine karşı nasıl korunacağı hem de Ada’nın üçüncü devletlerden nasıl korunacağı meselesi üzerinden güvenlik konusu tartışılmaktadır. Aslında Kıbrıs’ın güvenliği ele alınırken daha geniş perspektiften yaklaşma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Geçerli anlayışta çözümü takiben, iki toplum arasındaki ilişkileri olumlu etkileyecek ve İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’yi içine alan uluslararası toplum tarafından desteklenecek yapı çıkmalıdır. Muhtemel bir çözümün temel prensibinin, bu tür yabancı güçlerin Ada’da bulundurulmaması fikri, iki toplum arasındaki bölünmeye yol açan faktörleri bertaraf etmede önemli rol oynamasına rağmen Kıbrıs’ı gelecek koşulların belirsizliğine bırakmaktadır.

Örneğin, Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi arasında imzalanan ortak savunma doktrini çerçevesinde Yunanistan bu doktrin ile Kıbrıs’ın savunmasını üzerine aldığını açıkça ilan etmesi ve Kıbrıs Rum yönetiminin 1997 yılında Rusya’dan almak istediklerini açıkladıkları S-300 füzeleri (Çakar, 2002:333-334, Sönmezoğlu, 2006:620-621; İşyar, 2009.) Türk-Yunan ilişkilerini gerginleştirdiği gibi, sorunun askerî boyutunu güçlendirmiştir. (Büyükçolak, 2002:88) Doğu Akdeniz ülkesi olan Kıbrıs, iki etkili ve göreli istikrarlı devlet olan Türkiye ve Yunanistan haricinde istikrarsız Orta Doğu ile de etkileşim içindedir. Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır gibi devletlerle birlikte uluslararası dengelerin güç rekabeti ölçeğinde değerlendirmeye müsaittir.

Çözümde Türk-Yunan rekabeti veya Kıbrıs’a özel şartlar açısından bakılarak güvenliğin kavramsallaştırılmasının büyük riskler taşıdığı geleneksel görüş itibariyle savunulabilir. Kıbrıs’ta olabilecek bir çözümün daha geniş jeopolitik perspektiften yola çıkılarak kodlanması gereklidir. Kıbrıs’ta güvenlik sorununun sadece Ada’daki tarafların bir diğerine ve Ege’deki iki komşunun karşılıklı rekabetinin izdüşümlerine denk geldiği savunulamaz. Ege’de komşu devletler arasındaki sorunların çözülmesi söz konusu olsa dahi Kıbrıs, bölgesel ve uluslararası güvenlik meselelerinin dışında değildir. Realist perspektiften (geleneksel) Kıbrıs Adasının savunma unsurlarından hariç tutulması ya da savunmasının kısıtlı konulara ilişkin (kıyı güvenliği vs.) planlanması gerçekçi ve makul görünmemektedir. Yakın gelecekte Akdeniz ülkelerinin birbirlerine karşı savaşmayacakları kuvvetle muhtemel olsa da, görünmeyen gelecek için bu ihtimalin geçerliliği bugünden savunulamaz.

Belirtilmesi gerekir ki, güvenlik, sadece devletlerden yönelen tehditlerle ilişkili bir kavram değildir. Güvenliğin yeni tanımları terörizmden, kaçakçılığa, kitle imha silahlarından insanî güvenliğe çeşitlenen bir içeriğe sahiptir. Kıbrıs’ta çözüm sonrasında kurulacak devletin, bu sorunlarla başa çıkabilmesi beklenir. Hem Türk hem de Rum tarafı bu pencereden bakıldığında kendi savunma güçlerinin tasfiye edilmesini makul bulmayacaklardır. Yine de üzerinde fikir teatisi yapılacak birtakım öneriler de bulunmaktadır. Adanın tümden askerden arındırılması fikri bir tarafa bırakılarak mevcut silahlı kuvvetlerin Ada’nın savunması bakımından vazgeçilemez olduğu savunulabilir. En nihayetinde Ada kendisine yönelen veya etkileyen pek çok güvenlik riski ve tehdidi ile karşılaşacaktır. Silahlı kuvvetlerin varılacak çözüm sonrasında yeniden ihdas edilmesi ve bu birim içindeki görev dağılımları üzerinde fikir ayrılıkları bulunması, belirgin riskleri işaret etmektedir.

Bir diğer yaklaşım da sınırlandırılmış savunma kapasitesi oluşturmaktır. dünya üzerinde bazı devletler belirgin tehdit ve/veya düşman tanımlamaları dışında tutularak askersizleştirilmiş bazıları da savunmaları bakımından diğer devletlerin sorumluluğuna tâbi kılınmıştır (Andora, Kosta Rika, Dominik, Grenada, Haiti, Liechtenstein, Mauritius, Vatikan) Bunların dışında bazı devletlerin daimi orduları olmasa da savunma yetenekleri bulunmaktadır. Örneğin NATO üyesi İzlanda’nın böyle bir daimi ordusu bulunmamakla birlikte hava savunma sistemleri ve silahlı sahil güvenlik güçleri bulunmaktadır. Bu noktada ikinci bir alternatif olarak Kıbrıs’ın daimî ordusu olmaksızın savunma yeteneklerine erişmesi fikri dile getirilebilir. Sahil güvenlik ve hava savunma sistemleri ile Kıbrıs’ın kaçakçılık, deniz trafiği insanî güvenlik gibi yeni güvenlik risklerine karşı savunma fonksiyonu icra etmesi mümkündür.

Bir diğer alternatif de tek ya da birlikte Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın Kıbrıs’ın güvenliğini sağlamasıdır. Türkiye’nin adaya yakınlığı ve sahip olduğu ordusunun imkân ve yetenekleri göz önünde tutulduğunda Ada’nın tehditlere karşı savunulmasında en etkili gücün Türkiye olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna mukabil, Kıbrıslı Türklerin en ufak tedirginlik duymayacakları ne kadar açıksa Kıbrıslı Rumlar açısından bunun kabul edilmezliği aynı nispettedir. Rumlar açısından bu alternatif, Türkiye’nin resmî protektorasına tâbi kılındıkları anlamına gelecektir ki bu da tarihin gölgesinin Kıbrıs üzerinde yeniden vurması olarak gösterilebilir. (Ker-Lindsay, 2008:20)

Rumların bakışı şöyle ifade edilebilir: Bir AB üyesi olarak Kıbrıs’ın varlık ve güvenliği, üyeliği gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz bir başka aday devletin sorumluluğuna veya AB-Türkiye ilişkilerine tevdi edilemez. Avrupa Birliği politikaları göz önünde bulundurulursa, Kıbrıs bir pazarlık unsuru olarak sürekli masada olacaktır. Sahip olduğu imkân ve yeteneklere rağmen Türkiye’nin Kıbrıs savunmasında tek başına lider role sahip olması savunulamaz.

İngiltere'nin durumu biraz daha farklıdır. Hali hazırda İngiltere’nin egemenliğinde iki askerî üs bulunmaktadır. Buna rağmen İngiltere’nin Ada'nın

spesifik güvenlik sorunlarına ilişkin aldığı herhangi bir pozisyon bulunmamaktadır. Nihayetinde bu üsler İngiltere’nin çıkarlarını, “Orta Doğu güvenliği” denkleminde korumak üzere muhtemel askerî operasyonlara destek unsuru sağlamak temelinde işlevselleştirilmiştir. Sönmezoğlu’nun ifadesi ile İngiltere açısından Kıbrıs politikası "bir üs olarak Kıbrıs yerine, Kıbrıs'ta bir üs" yönünde değişmiştir. (Sönmezoğlu, 2000:81)

İngiliz dış politikasının seyrine bakıldığında bu devletin yeniden pozisyon oluşturma niyeti görülmemektedir. Askerî imkânlarını Kıbrıs'ın savunması amacına uygun değiştirmek isteyecek İngiltere, askeri kapasitesini yeni duruma uyumlaştırmanın getireceği ekonomik maliyeti, politik ve stratejik pozisyon değişikliğinin yaratacağı ekstra politik maliyetlerle beraber hesaplamak durumundadır. 2003 yılında özellikle referandumun olumlu sonuç vermesi çabasının yoğun olarak canlı tutulduğu uluslararası ortamda İngiltere, Batı Üs Alanı (Western Sovereign Base Area ) oluşturmak isteğini resmî olarak dile getirmişse ve (The Independent, 2003) ve 2003 yılında üs topraklarının yarıya yakınını yeni oluşturulacak devlete terk etmeyi teklif etmişse de Ada'daki üslerin 1960 Antlaşmaları ile tespit edilmiş statülerinin korunmasını ve yapılacak yeni düzenlemelerin İngiltere'nin egemenlik haklarını ihlal etmemesi gerektiğini de savunmuştur. (Tamçelik, 2009:247-248)

Üstelik İngiltere tek başına lider rolü almak istese bile Ada’daki her iki toplum da bunu kabul etmeye yanaşmayacaktır. Özellikle Kıbrıslı Rumlar açısından İngiltere’nin üslerin egemenliğini elinde bulundurması sömürge tarihini canlı tutan bir kalıntıdır ve çoğu Rum’a göre toprakların boşaltılarak egemenliğinin Kıbrıs devletine verilmesi şarttır. Nitekim Rum yönetimi üslerin boşaltılması ve egemenliğin devredilmesine yönelik çabalarını 2007'den itibaren yoğunlaştırmıştır. (Cyprus Mail, 2007) 23 Mart 2012 tarihinde Rum Meclisi İngiltere'nin Kuruluş Anlaşmaları'nı sürekli ihlal ettiği ifade edilerek; İngiliz üslerinin varlığının “Kıbrıs vatandaşlarının temel insan haklarının ihlali, Kıbrıs

devletinin egemenlik ve toprak bütünlüğünün sakatlanması” anlamına geldiği ve

“Uluslararası hukuka ve BM'nin ilgili kararlarına göre İngilizler'in Kuruluş

Anlaşmaları'ndan kaynaklandığını iddia ettikleri hakları, sömürge kalıntısıdır ve dolayısıyla Kıbrıs halkının duygularını kışkırtan, bariz bir zaman yanılgısıdır''

denilerek üsleri oy birliği ile kapatma kararı almıştır. AKEL partisinden Lukaidis, İngiliz üslerinin varlığına karşı olduklarını isteklerinin ise adanın tamamen askersizleştirilmesi olduğunu söylemiştir. (Gündem Kıbrıs, 2012)

Kıbrıslı Türkler açısından üslerin kaygı veren bir yanı bulunmamaktadır. Durum böyle olmakla birlikte Türkler açısından da Ada'nın güvenlik ve savunmasının bütünüyle İngiltere’ye tevdi edilmesi düşünülemez. İngiltere’nin Kıbrıslı Rumlarla birlikte hareket edeceği kanısı (1963 ve sonrası gelişmelerinin hafızalarda canlı olması) hem de bu iki tarafın AB içinde bir arada bulunmaları sebebiyle ortak çıkarlarının bulunduğu anlayışı Türklerin İngiltere’yi lider

pozisyonda görmek istememeleri için yeterli gerekçeyi oluşturmaktadır. (Ker-Lindsay, 2008:21-22)