• Sonuç bulunamadı

A. Kriz Kavramı

1.2. Ekonomik Kriz Türleri

2.1.1. Küresel kökenli hatalar

Dünya ekonomisine hakim liberal ekonomilerin deregülasyon sürecine girmesiyle piyasalara müdahale etmemek adına sermaye hareketleri üzerindeki denetim mekanizmalarının gevşetilmesi finansal piyasaları aşırı ve kontrolsüz bir rekabet içine sokmuştur. 1970’lerden 2008 krizine kadar geçen yıllarda Japonya, Çin, Almanya, Asya’nın yükselen ekonomileri ve petrol ihraç eden ülkelerin tasarruflarının ABD ve diğer sanayileşmiş ülkelere yönelmesi sonucunda ülkeler arasındaki tasarruf ve tüketim dengesizlikleri belirgin boyutlara ulaşmıştır. Bu süreçte küresel düzeyde finansal sistemin denetimi ve ekonomik politikaların koordinasyonunu sağlamada küresel finansal yapının yetersiz kalması da krize ortam hazırlayan tüm diğer hataları cazip kılmış ve küreselleşmesine neden olmuştur.

2.1.1.1. Liberalleşme

Liberalleşme; ülkelerin aldıkları kararlarla, döviz, sermaye, mal ve hizmet akımları ve üretim faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması veya azaltılmasıdır. “Sermaye kontrollerinin kaldırılmasıyla tasarruf fazlası olan ülkelerin tasarruflarının yurtiçi tasarrufları yeterli olmayan ülkelere, yüksek getirili yatırımlara *Finansal kurumların fon arz ve talebi arasındaki aracılık fonksiyonu sürecinde oluşabilecek her türlü

olumsuzluk kurumları ve piyasayı etkileyebilmektedir. Sözlük anlamı zarara uğrama ihtimali olan risk finansal piyasalarda birkaç şekilde ortaya çıkabilmektedir: kredi riski; borçlunun yükümlülüklerini karşılayamaması, likidite riski; nakde ihtiyaç duyulduğunda varlıkların satılamaması veya çok yüksek zararla satılması, piyasa riski; finansal varlıkların piyasa hareketlerinden dolayı zararla karşılaşma olasılığı, operasyon riski; finansal kurumun çeşitli nedenlerle başarısız olması nedeniyle meydana gelebilecek zarar, sistemik risk; sistemin bir üyesinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi veya sistemde ortaya çıkan bir kesinti nedeniyle sistemin diğer üyelerinin de süresi geldiğinde yükümlülüklerini yerine getirememesidir, ülke riski; bir ülkede ekonomik, politik ve düzenleme risklerinin bileşimidir. Bunların dışında yasal risk ve itibar riski de söz konusudur (Yavuzarslan, 2011:21, Şimşek, 2010:115).

10

yöneleceği, piyasaların daha verimli çalışacağı ve tasarruf sahipleri ve yatırımcıların daha iyi olanaklara sahip olacağını savunan liberal politikalarla” ( İnsel ve Sungur, 2003:4) birlikte dünya genelinde mal, hizmet ve para piyasalarının bütünleşmesi sağlanmış, sınır ötesi karşılıklı bağımlılık artmış ve küreselleşme hız kazanmıştır” (Akman, 2010:250, Gedikli, 2009:12-22). Krizi hazırlayan ortam da ekonomik sistemde meydana gelen bu liberal değişikliklerle oluşmaya başlamıştır.

“1929 Ekonomik Buhranı sonrasında benimsenen ve 1960’lı yılların sonlarına kadar ülkeleri istikrar bozucu dış şoklardan koruyan devlet müdahaleciliği; 1971 yılında Bretton Woods Anlaşmasının bozulması, 1973’te petrol ihraç eden ülkelerin (OPEC) petrol fiyatlarını dört kat arttırması ve Amerika’nın Vietnam yenilgisiyle tetiklenen ekonomik durgunlukla terkedilmiş, bu durgunluk neoliberal yeniden yapılanma ve finansallaşma yoluyla çözülmeye çalışılmıştır. Gelişmiş ülkelerin çoğu 1970 ve 1980’lerde, gelişmekte olan ülkelerse 1980’li yıların ikinci yarısında sermaye kontrollerini kaldırmış, aynı dönemde petrol ihraç eden ülkelerde likidite bolluğu oluşmuş, üretim küreselleşmiş-artmış, yeni sanayileşen ülkelerin etkisiyle rekabet hızlanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda meydana gelen kaymalar gelişmiş ülkelerdeki reel ekonomik faaliyetlerin kârlarını azaltmış, sermaye reel sektörden finansal piyasalara kaymış ve son derece riskli finansal varlıklar bilançolara girmiştir. Borsa, tahvil, hisse senedi piyasaları hacmi ve finans piyasalarından elde edilen kârlar genel olarak yükselmesine rağmen üretim sektörünün kârlılığı finans sektörünün kârlılığının gerisinde kalmış sermaye akımlarının bazı ülkelerde sağladığı büyüme oranları kalıcı olmamış tersine bu ekonomilerin kırılganlıklarını ve kriz üretme potansiyellerini arttırmıştır” (Güler, 2010, Şahinöz, 2013:8, Kalaycı ve diğ., 2010:8-10, Köse, 2012:95, Ergül, 2012:21, Özmen, 2011:17).

Liberalleşmenin 2008 krizine etkisini netleştirmek istediğimizde krizin nedenlerini birkaç yolla tetiklediği görülmektedir. “Küresel sermaye ABD’de likidite bolluğu yaratarak risk primlerini ve faiz oranlarını düşürüp kredi genişlemesine ve varlık fiyatlarında hızlı artışlara neden olarak konut balonunun oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunun yanı sıra finansal serbestleşme finansal sektör faaliyetlerini cazip hale getirmiş, rekabeti arttırarak riskli kredilerin, şeffaf olmayan ve riskli finansal ürün işlem hacimlerinin devasa boyutlara ulaşmasına, finansal raporların öz niteliklerine aykırı olarak finansal raporlama sürecine müdahalelerle finansal bilgi

manipülasyonu yaparak ilgililere gerçeğe uygun olmayan bilgi sunulmasına etken olmuş riskleri yaygınlaştırarak kırılganlıkları arttırmıştır” (Arı, 2014:71, Şahinöz, 2013:9, Taşar, 2009a:179, Roubini ve Mihm, 1012:38).

Öte yandan liberalleşme; “kolay kredi koşulları ve varlık fiyatlarında artış servet etkisi yaratarak tüketicilerin tasarruf oranlarında düşüş-borçlanma oranlarında artışlara, sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması finansal sistemin denetimsizliğine, ulusal ototritelerin ekonomik ve politik kararlarından finansal kuruluşların riskleri göz ardı etmesine, küresel dengesizliklere kadar finansal sistemi diğer hatalara da açık hale getirmiş, 2008 kriznin küreselleşmesini hızlandırmıştır” (Gedikli, 2009:24-27, Roubini ve Mihm, 2012:41, Özmen ve Yalçın, 2007:2).

1970’lerdeki petrol şokları, 1970-80 yıllarında Latin Amerika Krizleri, 1995- 95 Meksika Krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi, 1994, 1998, 2001 Türkiye krizleri düşünüldüğünde liberal politikalar sonrası krizlerin giderek sıklaştığı ve bu ekonomik modelin sürdürülemez olduğu açıktır. İstikrarlı bir ekonomi oluşumu için devlet müdahalesi ve regülasyonlara ağırlık verilmesi gerektiği görülmektedir. Fakat dış kaynak gereksinimi duyan ülkeler de göz önüne alındığında hangi alanlara, nasıl ve ne ölçüde müdahale edileceği önem kazanmakta, müdahalelerin risk iştahını azaltıcı ve küresel ölçekte tanımlanması gerekmektedir.

2.1.1.2. Deregülasyon

Deregülasyonun (düzenleme ve denetim eksikliği) 2008 krizine etkisini açıklamadan önce regülasyon (düzenleme) ve denetim kavramları ve aralarındaki ilişkiden bahsedilmesi gerekmektedir. Sözlük anlamı itibariyle düzenleme, ayarlama olarak ifade edilen regülasyon kavramı resmi otoriteler ve kurumlar arası ilişkileri düzenleme boyutunda hukuki kuralları ve müeyyideleri de kapsayıcı bir nitelik kazanmaktadır. “Finansal regülasyon ise finans sektöründeki faaliyet ve süreçlerin müeyyide oluşturma imkanına sahip otorite veya mekanizma tarafından oluşturulacak kurallar, telkinler, kısıtlar veya teşvikler yoluyla denetim altına alınması, şekillendirilmesi veya yönlendirilmesi olarak tanımlanabilir (Taşar, 2009a:149). “Finansal sistem içerisindeki kurum ve kişilerin düzenlenen kurallara uydukları, yasal otoritelerce de kurallara uyumun kontrol edildiği varsayıldığı için

düzenleme-denetim kavramları içiçe geçmiştir. Deregülasyon ise yasal düzenleme ve denetimlerin azalması, gevşetilmesi veya kaldırılması anlamında kullanılmaktadır” (Tiryaki, 2012:97-98, Hiç, 2009:1, Akman, 2010:253).

“Uluslararası piyasalarda yaşanan finansal liberalizasyon sürecinin sonucunda finansal piyasaların ortaya çıkardığı olanaklardan yararlanabilmek için dünya çapında kuralsızlaştırma (deregülasyon), kuralları gevşetme, kaldırma, düzensizleştirme dalgası başlamıştır” (Adda 2001, Akt., Tuncel, 2010 :5). “Örneğin 1982 yılında ABD’de Garn-St. Germain Yasası çıkarılarak mevduat bankacılığı dışındaki finans kuruluşlarının serbestleştirilmesi, 1989 Washington Uzlaşması ile dış ticarette ve finansal sistemde tüm kısıtlamaların kaldırılması, 1991 yılında SEC ve FASB tarafından onaylanan muhasebe kuralları sayesinde menkul kıymetlerin çok geniş yelpazedeki yatırımcılara alım-satımına imkan tanınması, ABD’de bankacılık sektörü üzerinde ağır devlet denetimi getiren Glass-Seagal Yasası’nı yumuşatan 1999 tarihli Gramm-Leach-Bliley Yasası finansal piyasaların daha az denetlenmesine yol açmıştır” (Taşar, 2009b:86, Tuncel, 2010 :19, Akman, 2010:254-256, Demirbaş, 2013:35, Güzel, 2009:58, TEPAV, t.y.:2).

Daha az ve daha basit düzenlemelerin piyasalarda daha süratli hareket edilmesine dolayısıyla verimliliğe katkı sağlaması beklenirken deregülasyon; türev ürünlerin yaratılmasını ve dağıtılmasını hızlandırmak, finansal sistemdeki tüm aktörleri aşırı riskli faaliyetlere yönelterek kredi ve konut balonlarını tetiklemek, finasal raporlama ve şeffaflıktan uzak uygulamaları cesaretlendirmek suretiyle krizin ilk elden nedenlerini doğurmuş finansal piyasları fonlama sıkıntılarına götüren ortamı hazırlamıştır.

“Kriz; düzenlemeci yaklaşımları haklı çıkaran bir akımı beraberinde getirmiş Mishkin de finansal sisteme düzenleme ve denetim yoluyla devlet müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu belirtmiştir” (Arı, 2014:70, Taşar, 2009b:86-87, Tiryaki, 2012:113).

2.1.1.3. Küresel işbirliği eksikliği

Küreselleşen dünyada krizleri önleyebilmek; kıt kaynakların etkin kullanımını ve etkin bölüşümünü zorunlu kılmaktadır. Bunun içinse ülkelerin para ve maliye

politikaları arasında eşgüdüm, yurtiçi ve dışındaki düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar arasında etkin bir işbirliği, zorunlu, bağlayıcı, esnek ve dinamik standartlarla bu koordinasyonu sağlayacak bağımsız uluslararası bir finansal mimarinin oluşturulması gerekmektedir.

Ancak kriz öncesi süreçte uygulanan liberal politikalar sonucunda dünya ekonomik sisteminin giderek artan bir düzeyde entegre oluşu göz ardı edilerek her ülkenin sermayeyi ülke içinde tutmayı amaçlayan, birbirinden bağımsız para ve maliye politikaları uygulamaları, bankacılık ve finansal faaliyetlerle ilgili birbirinden farklı düzenlemelere sahip olmaları uluslar arası işbirliğini engellemiş, sermaye hareketleri finansal faaliyet alanına yönelik düzenlemeleri daha esnek olan ülkelere yönelmiştir. Bu durumun barındırdığı sistemik riskler tek tek ülkeleri ve uluslararası finansal istikrarı zaafa uğratmıştır.

Sermaye hareketlerini çekme hedefi ve etkilerinin yanı sıra “bilgi-işlem alanındaki ilerlemeler ve finansal araçların gelişmesi finansal kurumlar arasındaki farklılıkları belirsiz hale getirmiş, küreselleşmeyle birlikte coğrafi sınırların ortadan kalkmasıyla ulusal ölçekli regülasyon uygulamaları zorlaşmış, ulusal ölçekteki muhasebe politikaları, şeffaflık, sermaye ve kaldıraç gibi konularda düzenleme farklılıkları ortaya çıkmış ancak sektörün yeni yapısının taşıdığı riskleri gidermeye yönelik ulusal ve uluslararası düzenlemeler oluşturulamamış, ülkelerin münferit uygulamalarında bütünlük sağlanamamıştır” (Tiryaki, 2012:65, Taşar, 2009a:152).

Uluslararası sermaye hareketlerinin küresel düzeyde düzenleme, denetim ve koordinasyonundan sorumlu kurumların (IMF, FSB, BIS, IOSCO, IAIS vs) yetersizliği ve yatırımcılar açısından finansal ürünlerde karmaşıklık boyutu da düşünüldüğünde spekülatif sermaye hareketleri küresel finansal riskleri artırarak devam etmiştir. Anlaşıldığı gibi küresel işbirliği eksikliği; şeffaflık ve finansal raporlama sorunları, türev ürünlerin artışı, balonlar ve ani sermaye çıkışlarıyla fonlama sıkıntılarına kadar finansal dengesizlikler yaratan spekülatif sermaye hareketleri yoluyla krize etkisinin yanı sıra krizin tüm dünyaya yayılma potansiyelini de arttırmıştır.

“2008 krizi, uluslar arası finans sisteminin girift, sağlıklı işleyiş açısından yetersiz olduğunu, sistemik riskler barındırdığını gözler önüne sermiştir, küresel

finansal piyasaların ve kurumların yeniden düzenlenmesi ve yapılandırılması yönünde ortak görüş oluşmuştur” (Kaygısız, 2008:ii, Türk, 2014:147).

2.1.1.4. Küresel dengesizlikler

Çalışmada küresel dengesizlikler terimi; reel ve finansal sektör işlem hacminin finansal sektör lehine değişmesini ve Çin, Asya ülkeleri, petrol ihraç eden ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki tasarruf açığı ve fazlalıklarının sürdürülemez boyutlara ulaşmasını ifade etmektedir. “1970’li yılların ekonomik durgunluğundan üretim, ticaret ve finansal alanlarda serbestleşmeyle çıkılabileceği fikriyle sermayenin dolaşımının önündeki engelleri kaldıran yasalar hazırlanmış, reel kesimde azalan kârlar finansallaşma yoluyla sürdürülmeye çalışılmış, spekülatif fonlar borsalarda tırmanışa geçmiş, gelişmiş ülkelerde soyut ve karmaşık finansal ürünlere yatırım cazip hale gelmiştir. Aynı zamanda çok uluslu şirketlerin karlarını Çin ve Asya ülkelerinin ucuz emek maliyetleriyle yükseltmeye çalışması bu bölgelerdeki üretken kapasiteyi olağanüstü artırarak gelişmekte olan/yükselen ekonomilerde tasarruf-likidite bolluğu ve dünya hasılasının paylaşımında ülkeler arasında dengesizlikler ortaya çıkarmış, oluşan likiditenin gelişmiş ülkelere transferi krize giden süreçte etkili olmuştur” (Güler, 2010:32, Özmen, 2011:13, Çolak ve Öztürkler, 2012:3, Aytekin, 2010:409).

“1970’lerden günümüze gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan likidite bolluğu; bu ülkelerin düşük tüketim-yüksek tasarruf ve gelişmiş ülkelerin yüksek tüketim-düşük tasarruf eğilimiyle şekillenerek ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde sürekli artan cari açıklar diğer ülkelerde ise cari fazlalıklara yol açarak önemli bir dengesizlik unsuru olmuştur. Örneğin, krizin ortaya çıktığı ülke olan ABD’nin 1996 yılı cari açığı 120 milyar dolar iken, 2004’ten bu yana 500 milyar doların üzerinde seyretmiş 2005’te 791,5 milyar dolar olan cari açık kriz öncesinde 2006 yılında 812 milyar dolara çıkmıştır. Asya ülkeleri ise ekonomik büyümeye devam ederek ABD başta olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde yüksek büyüme ve düşük enflasyon illüzyonu oluşturmuş, ithal ürünler sayesinde enflasyon düşük tutulabilmiş ve tüketiciler olanaklarının üzerinde bir yaşam sürdürmüş, kamu borçları yurtdışı yatırımcıların fonlarıyla finanse edilmiştir” (Çolak ve Öztürkler, 2012:18, Güler,

2010:34, Öz, 2009a:1, Kalaycı ve diğ., 2010:9, Roubini ve Mihm, 2012:266, T.C. Şikago Başkonsolosluğu Ticaret Ateşeliği, t.y.:3,Yalçıner, 2007:9).

Grafik 1.ABD ve Asya Ülkeleri Cari Hesap Dengesizlikleri (GSYİH Yüzdesi Olarak, 1975Q1- 2006Q4)

Kaynak: Bracke ve Fidora, Akt., Akman, 2010:302

Grafik 1’de yer alan veriler de gösterdiği gibi 1991 yılından krize kadar geçen sürede küresel dengesizlikler artarak devam etmiş, önlem alınmamış ve krizin nedenlerine dönüşmüştür. Gelişmiş ülkelere yönelen fonlar; düşük enflasyon ve düşük faiz ortamında kredi genişlemesi ve varlık balonları yaratmış, menkul kıymet yatırımları aracılığıyla riskler dünya geneline yayılmış, kriz patlak verdiğinde piyasaların gerçekleştirdiği düzeltme hareketi ise ani ve yüksek miktarda fiyat hareketlerine sebebiyet vererek fonlama sıkıntıları yaratmıştır.