• Sonuç bulunamadı

Küresel ısınma ile iklim değişikliği kavramları çoğu zaman aynı anlamda kullanılmasına rağmen farklı iki kavramdır. İklim değişikliği, nedenleri ne olursa olsun uzun süreler göz önüne alındığında, iklim sisteminin istatistiksel özelliklerinde bir değişikliktir. Küresel ısınma ise dünyanın ortalama sıcaklık değerlerindeki iklim değişikliğine yol açabilecek değişimi ifade etmektedir.

Küresel ısınmanın sanayi devrimiyle birlikte başlayan ve insan faaliyetleri ile gerçekleştirilen dönüşü olmayan bir süreç olduğunun uzmanlar ve iklim bilimciler tarafından kabul edilmesi 1980’li yıllarda olmuştur. Başlayan bu iş birliği ortamı Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 1988’de Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelini (IPCC) kurmasıyla sonuçlanmıştır (Şahin, 2007:1). Küresel iklim değişikliği ile mücadelenin tarihsel gelişimi bölümünde bu süreçler daha ayrıntılı olarak işlenmiştir.

Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan küresel CO2 emisyonları 1950'den bu yana çarpıcı bir şekilde artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kömürden doğal

gaza ve yenilenebilir enerjiye hızlı bir geçiş gerçekleşmekte ve bu da genel CO2 emisyonlarını düşürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise kömür üretimi hala artmakta ve bununla birlikte yenilenebilir enerji kaynaklarının da enerji üretiminde payı artmaktadır (Harris ve Roach, 2017:6). Atmosferik karbon dioksit seviyeleri yıllara göre Şekil 14'de verilmiştir.

Şekil 14: Atmosferik Karbon Dioksit Seviyeleri

Kaynak: National Oceanic and Atmospheric Administration, Earth System Research Laboratory

Global Monitoring Division (http://ase.tufts.edu/gdae/Pubs/te/ENRE/4/Ch12_ClimateScience_4E.pdf)

İklim değişikliğinin en önemli etkenlerinden biri olan karbondioksit oranında her şeye rağmen hiçbir azalma görülmemektedir. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne bağlı olan Havai ’deki Mauna Loa İstasyonu tarafından yapılan ölçümler sonucunda karbondioksit yoğunluğunun güvenli üst sınırı olan 350 ppm’i geçerek tarihte ilk defa 410 ppm’i aştığı görülmektedir. Sanayi döneminden önce 280 ppm

olan bu değerin Ocak 1988’de ise ilk defa 350 ppm’i aştığı ve 2038 yılında 450 ppm‘i geçmesi beklenmektedir (350turkiye.org, 2018).

Küresel ısınma, aşağıdaki gibi diğer iklim değişikliklerinin geniş bir yelpazesi ile yakından ilişkilidir:

• Kar örtüsünde ve deniz buzunda azalmalar, • Daha sık ve yoğun ısı dalgaları,

• Yükselen deniz seviyeleri

• Yaygın okyanus asitlenmesi (Singh, 2012: 97).

Bulutlar, su buharı ve doğal sera gazları karbondioksit (CO2), metan, azot oksit ve ozon, gelen güneş ışımasının geçmesine izin verir, ancak giden kızıl ötesi ısıya bir engel olarak hizmet eder. Bu, gezegeni yaşama uygun hale getiren doğal sera etkisini yaratır (Şekil 15). Bu olmadan, gezegendeki ortalama yüzey sıcaklığı yaklaşık 15°C (60°F) yerine –18°C (0°F) civarındadır (Harris ve Roach, 2017:310). Dünyanın atmosferinin bir seradaki cam gibi hareket ettiği küresel sera etkisi, ilk olarak Fransız bilim adamı Jean Baptiste Fourier tarafından 1824'te tanımlanmıştır.

Şekil 15: Sera gazı etkisi

Kaynak: https://denizuslu.wordpress.com/sera-etkisi-2/ (Erişim Tarihi: 11.10.2018)

Su buharı hariç tutulduğunda, sera gazları atmosferin yüzde 0,1’inden daha azını oluşturmaktadır. Yeryüzünün iklimi üzerinde bu kadar önemli bir etkiye sahip olmaları, giden kızıl ötesi ışınımı yakalamada ne kadar etkili olduklarını göstermektedir. Başlıca sera gazları şunlardır:

• Doğal olarak oluşan su buharı;

• Doğal süreçler ve insan faaliyetleri yoluyla yayılan karbondioksit, metan ve azot oksit;

• Doğal olarak meydana gelen ve diğer sera gazı olmayan kirleticilerle olan reaksiyonların bir sonucu olan troposferik ozon;

• Doğal olarak mevcut olmayan, insan aktivitesine tamamen bağlı olan kloroflorokarbonlar (CFC'ler) (Australian Government Publishing Service, 1991:20).

Sera etkisinin hem olumlu hem de olumsuz yanları vardır. Son yıllarda genelde olumsuz özellikleri ön plana çıksa da aslında sera etkisi yaşamın sürdürülmesinin ana nedenlerinden biri olmuştur. Sera gazlarının en olumlu etkilerinden bazıları şunlardır:

1. Sera etkisi, dünya yüzeyinde belirli bir sıcaklık seviyesinin korunmasına yardımcı olarak, canlılar (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer organizmalar) için yaşanabilir hale getirmektedir. Sera gazları sayesinde, dünya yaşamı sürdürecek kadar sıcaktır. Aksi takdirde, ısı atmosferi kaçar ve bu da dünyanın yüzeyini olduğundan daha serin hale getirirdi.

2. Sera gazları, zararlı güneş ışınımının gezegenin yüzeyine ulaşmasını engellemeye yardımcı olur. Bu gazlar bir filtre gibi çalışır ve istenmeyen ve zarar veren enerjinin çoğunu uzaya geri döndürmektedir.

3. Önemli sera gazlarından biri olan ozon, güneşin zararlı ultraviyole (UV) ışınlarını emer. Atmosferimizde Ozon tabakası yoksa UV ışınları yüzeye doğrudan ulaşmakta ve büyük bir ölçekte yeryüzündeki hayatı etkilemektedir. 4. Sera etkisi, gezegenin yüzeyindeki su seviyesini korumasına izin vermektedir. Orta dereceli sıcaklık sayesinde, gezegenin buzları tamamen erimemekte ve kutup buzları gezegenin kutup bölgeleriyle sınırlı kalmaktadır (Mark, 2014).

Sera gazları (GHG'ler) doğal olarak oluşurken, birçok insan aktivitesi atmosfere ek GHG'ler ekler. Binaların ısıtılması ve soğutulması, evde ve işte enerjinin kullanılması, insanları ve malları hareket ettirmek için araçların sürülmesi, endüstriyel süreçlerin güçlendirilmesi ve enerji tüketen çoğu şey bu probleme

katkıda bulunmaktadır. Yükselen atmosferik GHG konsantrasyonları ile küresel ısınma ve daha sık görülen aşırı hava olayları arasında doğrudan bir bağlantı vardır (Comsan, 2006:6).

Paris Anlaşması, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne dayanarak, tüm ülkelerin sera gazı emisyonlarını hızla azaltma ve ülkelere esneklik oluşturma ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama kapasitelerini güçlendirmek için yeterli desteği sağlama yoluyla ortak bir amaç haline getirmektedir.

Bilim Adamlarına göre, 28 Temmuz 2010 tarihinde Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) toplantısı sırasında en sıcak zaman aşaması kaydedilmiştir. On yıllardan beri bilim adamları ve çevreciler dünyanın kaynaklarının sürdürülebilir olmadığı ve küresel ısınmanın artması konusunda uyarmışlardır.

Tüm verilerin ve kanıtların kesin analizi, son 50 yılda gözlemlenen küresel ısınmanın çoğunun doğal nedenlerle açıklanamayacağını ve bunun yerine insan faaliyetlerinin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bu nedenle Küresel ısınma gerekli önlemler alınmadığı takdirde dünyanın sonunu getirebilecek çok ciddi bir sorundur.