• Sonuç bulunamadı

Kültürlerarası Edebiyat Bilimi ve İnceleme Alanları

BÖLÜM 2: ALMANYA'DA YENİ BİR YAZIN TÜRÜ VE KÜLTÜRLERARASI

2.3. Göçmen Edebiyatından Kültürlerarası Edebiyata

2.3.2. Kültürlerarası Edebiyat Bilimi ve İnceleme Alanları

Kültürlerarası Edebiyat Bilimi (Alm. Interkulturelle Literatur), edebiyat eserlerinde farklı kültürlerin kaynaşmasını, kültür ötesi olguların ortaya çıkarılmasını amaçlar. Bunları yaparken edebiyat eserine, farklı kültürler arasında kurulabilecek iletişim ve uzlaşma ortamını sağlayabileceği bir görev, bir anlamda arabuluculuk görevi yükler. Kültürlerarası iletişim için önemli bir yer teşkil eden kültürlerarası edebiyat, iki farklı kültür arasındaki uyum ve anlaşmazlığı gözler önüne sergiler, burada yansıtma (Alm. Mimesis) ve empati gibi olgular ön plana çıkar, çünkü edebiyat okura yabancı bir dünyanın, yabancı bir bilincin duygularını aktararak, ‘yabancı’yı anlama imkanı sunar (Bkz. Mecklenburg, 2009:12). Bu tür bir karşılaşma sonucunda okur ‘yabancı’ olarak nitelendirdiği farklılıkları ötekileştirmekten çok, algılamaya, anlayış göstermeye başlar. Bu da farklı kültürler arasındaki diyalogun kurulması için öncü ve önemli bir harekettir. Kültürlerarası edebiyat bilimi, edebiyat biliminin kültür bilime yönelik olan, araştırma alanında yalnız öz kültür bağlamlarını incelemeye yönelik değil; bilakis kültürel ilişkilerin sergilendiği metinleri ve bu metinlerin estetik duruşlarını, metinlerle aktarımları ve öz kültürün algılanması sürecindeki bilinçlenme sürecini ve öz kültürün kodlarını inceler, ayrıca kültür alış verişini sağlayan bir araç görevini üstlenir, bir diğer yandan da kültürel yansımaları inceler (Leskovec, 2009:129).

Kültürlerarası edebiyat biliminin araştırma yaparken nereden yola çıktığı ve hangi deneyimlere ihtiyaç duyduğu konusunda Mecklenburg şöyle bir tanımlama yapar;

“Kültürlerarası Edebiyat Bilimi, edebiyat bilimcilerin kültür farklılıklarını dikkate aldıkları ve kültürün sınırları üzerine düşündükleri her alanda mevcuttur. Bu düşünce iki deneyimin sonucu olarak karşımıza çıkar: birincisi kültürlerin çoğul olarak var olması ve ikincisi de edebiyatın kültürler ötesi etkisidir” (Mecklenburg, 2009:13).

52

Mecklenburg’un da belirttiği gibi bu yöntem, kültür farklılıklarının incelenmek istendiği her alanda karşımıza çıkar. “Edebiyatın kültürlerarası etkisi” vurgusuyla, farklılıkların bir uzlaşma ortamında paylaşılabilmesi şansı da kültürlerarasılık kavramının önemini arttırır.

Kültürlerarası Edebiyat biliminin kültür farklılıklarının ve kültürün sınırları üzerine düşünülmesi bağlamında, kültürlerin ‘çoğul’ olarak bulunduğu Almanya’daki söz konusu yazın türünün ortaya çıktığı yıllardan bu yana önemli bir araştırma konusu olmuştur. Almanya’da yaşayan farklı kökenlere mensup, farklı kültürlere sahip olan kişilerin ortaya koydukları çeşitli eserlerle birlikte, Almanya’da da dikkat çeken “kültürlerarasılık”, çağdaş edebiyat araştırmalarında da önemli yer sahibi olmuştur. Bu bağlamda Almanya’da yazan Türkler konusu, farklı kültürlerin aynı ortamda karşılaşmasını, kaynaşmasını incelemesi açısından Kültürlerarası Edebiyat bilimi için önemli bir örnek niteliğindedir.

Kültürlerarası Edebiyat Biliminin temel varsayımı; kültürlerarası edebiyatta karşılaşılan kültür farklılıklarını ortaya koyarak, kültürler arası diyalogun başka bir deyişle bir arabulucu rolünde ortaya çıkmasıdır. Ancak söz konusu farklılıklar, edebiyatın alımlanması konusunda kültürlerin mutlak farklılıklardan çok, göreceli farklılıklar olarak betimlenmektedir. Burada kültürlerarasılığın asıl görevinin kültürler arasındaki kesin farklılıkları ortaya koymaktan çok, göreceli farklılıklarla birlikte farklı anlayışların da bir arada yaşayabileceklerini göstermektir (Bkz. Mecklenburg, 2009:11). Bu bağlamda edebiyat biliminin bir kolu olarak gösterilen kültürlerarası edebiyat bilimi, kültürler arası iletişim ve yabancı kültürleri anlama bakımından önemli bir rol üstlenmektedir.

Kültürlerarası edebiyat bilimi, tüm bu farklıkları ve arabuluculuk unsurlarını ortaya koyarken, kültürlerarası konstellasyonlar ve kültürlerarası önem taşıyan metinlerin yorumlamaları ayrılık ve kimlik, çeşitlilik ve beraberlik gibi kavramlar arasında gerilimlere, gerginliklere yol açmaktadır. Bunu yaparken yapı sökümün önerilerini benimseyebilir ve bunlarla birlikte yabancıya tahammül ve ayrımlara direnen hermenötik eleştirileri kullanabilmektedir. Ancak bu noktada yapı söküm ve hermenötik arasında ve ayrıca ayrım noktalarını sentezlemek ve canlı tutmak konusunda

53

karar vermek Kültürlerarası Edebiyat Bilimi için hem anlamlı hem de olumlu bir görevdir (Bkz. Hofmann, 2006:51).

Edebiyat eserlerinde doğrudan metinlerdeki biçimsel ve tematik alanlara yoğunlaşan kültürlerarası edebiyat bilimi, Mecklenburg’a göre;

“Kültürlerarası edebiyat bilimin nesnesi edebiyattaki kültürler arası bakış açılarıdır. Bu bakış açıları, metinlerde tematik olarak kültürel karşılaşmaları ve kültürlerin çatışmalarının betimlenmesiyle, biçimsel olarak türsel uyarlamalarla, dildeki çok seslilikle, metinlerarasılık ve melezlikle metnin içinden kendini gösterir ve her defasında kültür sınırlarını ve farklılıklarından uzaklaşmış olmakla da doğrudan ilintilidir“ (Mecklenburg, 2009:15).

Burada özellikle üzerinde durulan konu kültürel farklılıklarını ve sınırlarını ortaya koyarken çatışma ortamından çıkarak farklı olanı, başka olanı tanıtmaya, onu kabullenmeye, tanımaya götürmesidir.

Kültürlerarası Edebiyat Biliminde ‘yabancı’ kavramı ve yabancıyla karşılaşma kavramı yeniden tanımlanmaya başlanmıştır. Buna göre ‘yabancı’ veya ‘yabancılık’ kültürlerarası Germanistik (Alm. Interkulturelle Germanistik) için temel bir kavramdır ve ayrıca küreselleşme ve göç sürecinde zaruri olarak görülen Xenologie’de (Tr. Yabancılık Araştırmaları) öteki’nin ‘yabancı’ biçiminde sistematik yansımasının bulunması amacıyla önemli bir yer tutar (Leskovec, 2009:52). Ancak bu araştırmalar ‘yabancı’ kavramının kültürlerarası edebiyat bilimine ne düzeyde hizmet ettiği sorgulamaktadır. Bireyin ufkunun dışında karşılaştığı her farklılığa yabancı biçiminde yaklaşması, yabancılık kavramının çok kültürlü toplumlarda yeniden sorgulanmasına neden olmaktadır. Buna göre Baytekin;

“Yabancı kültürlerle karşılaşma, bireysel ve toplumsal koşullar ile şekillenir, başkalık ve farklılığın iletişim aracı olan yabancılık ve kültürel ayrıcalık bu nedenle büyük değerler olarak görülür”(Baytekin, 2006:80).

Bireyin ufkunun yabancı ile olan deneyimleri, farklı kültürleri tanımasıyla genişleyeceğine inanan Hoffman, bu deneyimlerle yabancıyla karşılaşma ve mübadelede farklı biçimlerde yorumlara açık olduğu görüşündedir. Söz konusu karşılaşmalar için düşünülen en önemli yerlerden biri olan yazın alanı da bu açıdan daha da önem kazanmaktadır (Hofmann, 2006:51-52).

Almanca edebiyatlarda ‘yabancı’nın ele alınışı, ben ile öteki arasındaki ilişkinin yansıması, bir edebiyat bilimi konusu olma eğilimi göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında

54

da kültürlerarası edebiyat biliminin önemli inceleme alanı olan ‘yabancı’ ve ‘yabancılık’ motiflerinin yeniden değerlendirilmesine yol açmıştır. Bu doğal olarak kültür ve kültür farklılıklarıyla doğrudan ilintilidir. Bu doğrultuda kültür bilimsel yabancı araştırmaları, yabancıyı kültürel çeşitlilik ve zenginlik olarak değerlendirmekten yanadır, bir anlamda onun varlığını karmaşa unsuru, düzensizlik ve kargaşa olarak ele almayı reddeder (Bkz. Aytaç, 2005;98).

Bu alanda bir başka tartışma konusu ise, eserlerin hangi kıstaslara göre Kültürlerarası Edebiyata dâhil edileceğidir. Dinamik bir kültür kavramının olduğu, öz eleştiriye yer veren, melezliği barındıran ve son olarak çoklu bakış açılarına sahip, bir başka deyişle değişken bakış açılarını ihtiva eden eserler, yazarının kökeni ister yabancı, ister yerli olsun kültürlerarası edebiyat alanında ele alınabileceğini vurgulanmaktadır (Bkz.Blioumi, 2002:30). Blioumi’nin bu tanımı ortaya çıkmadan önce, bu alanda genel görüş; eserleriyle kültürlerarası edebiyat’a katkıda bulunan yazarların göçmenlik ile ilintili bir yaşamlarının olması, yabancı kökenlere sahip olmaları gerektiği gibi görüşlerdir. Ancak daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, kökeni Alman olup da eserlerinde kültürlerarasılık adına birçok veri barındıran eserlere rastlamak olası ve olağan bir durumdur. Bir başka örnek de Alman kökenli Sten Nadolny’nin “Selim oder die Gabe der Rede” eserinde Türk göçmenlerin hikâyelerini ele alarak ortaya konan bir eserin, kültürlerarası edebiyata dâhil edilmesidir. Yazar her ne kadar Alman olsa da ele aldığı konu kültürlerarası izler taşımaktadır ve yazın çevreleri de bu eseri kültürlerarası edebiyat eserlerinden biri olarak adlandırmaktadır. Sonuç olarak kültürlerarası edebiyat alanında Blioumi’nin yaptığı tespitin doğru bir tespit olduğunu söyleyebiliriz.

Bu alanda yapılan çalışmalarda ‘ötekilik’ (Alm. Alterität), ‘başkalık’ (Alm.Andersheit), ‘kabullenme’, ‘tanınma’, ‘konuk’, ‘sınır’, ‘inisiyatif’ ve ‘tolerans’ sıkça rastlanan kavramlardır. Burada odak noktası olan ve kimlik sorununa kadar uzanan ‘ben ve öteki’ tartışmalarına çalışmamızın ilerleyen kısımlarında tekrar değineceğiz.

Esselborn bu konuda, “kültürlerarası edebiyat kavramının, kültürlerarası Germanistiğin edebiyat eserleri üzerine özellikle göçmen edebiyatı üzerine yapılan tartışmalar ışığında büyük bir ivme kazandığını” belirtmiş, bu konunun Alman Yazın çevreleri için önemli bir konuma sahip olduğuna vurgu yapmıştır (Esselborn, 2007:10)

55