• Sonuç bulunamadı

Göçmen Edebiyatının Aidiyet Sorunsalı

BÖLÜM 2: ALMANYA'DA YENİ BİR YAZIN TÜRÜ VE KÜLTÜRLERARASI

2.2. Konuk İşçi Edebiyatından Göçmen Edebiyatına

2.2.2. Göçmen Edebiyatının Aidiyet Sorunsalı

İkinci kuşak yazarlardan Zafer Şenocak, Alev Tekinay, Zehra Çırak, Levent Aktoprak, Kemal Kurt gibi yazarların ortaya koydukları eserler, bu genç kuşağın Alman diline ne kadar başarılı bir şekilde eser verdiklerine adeta birer kanıt oldu (Şölçün, 2007:140). Yeni kuşak Almancaya olan hâkimiyetleriyle edebiyat çevrelerinden övgüler alıyor, Alman okurlarca da takip edilmeye başlanıyordu. Bu onların bir önceki kuşağa göre edebiyat alanın daha çok ciddiye alındığının bir göstergesidir diyebiliriz.

Ortaya konan eserlerin Alman Toplumu’nun da ilgisini çekmeye başladıktan sonra yapılan yeni tartışmalarda Alman toplumunun çok kültürlü bir hal aldığı, bunun bir zenginlik olarak adlandırılması gerektiği de sıkça rastlanan bir görüş olmuştur. Bu alanda yaşanan gelişmelerin heyecanla karşılandığı gözlemlenmektedir.

Bu yazın türünde ortaya çıkan eselerin Türk Edebiyatı’na mı, yoksa Alman Edebiyatı’na mı dâhil olduğu çoğu zaman tartışma konusu olmuştur. Yazarlar Türk kökenliydi, ancak çoğu Almanca yazıyor, Almanya’daki yaşantıları ele alıyor, buradaki sorunları inceliyorlardı. Öyleyse ortaya çıkan yazın türü hangi ülkeye aitti? Yazarlar Türk kökenli olsa da sorunları Almanya’nın sorunlarıydı. Kuruyazıcı konuya şöyle yaklaşmaktadır;

“Almanca yazının içine mi yerleştirilecek, yoksa Türk yazını mı sayılacak? Yazarların milliyetinden yola çıkarak yazdıklarını Türk yazını içinde

46

değerlendirenler olduğu gibi, yazdıkları dili temel alanlar da var. Yani göçmen yaşantısı sonucunda ilk kez Almanya’da kalemi eline alan ve üretimini orada sürdüren yazarları, Türkiye’de doğdular diye Türk yazınının bir parçası mı sayacağız, yoksa Almanya’da yaşıyorlar ve Almanca yazıyorlar diye Alman yazını içine mi sokacağız yazdıklarını? Şu gerçeği unutmamak gerek: Almanya’da yalnız Türkler yok, çeşitli uluslardan gelen yazarlar var ve bunların yazdıkları da kendi aralarında benzeşme gösterebiliyor. Öyleyse uluslarına göre ayırmak anlamsız” (Kuruyazıcı, 2001:10).

Chiellino ikinci dil olarak öğrenilen ve bu şekilde kaleme alınan eserler konusuna, Theodor Fontane’nin 19. Yüzyılda kaleme aldığı romanı “Çocukluk Yıllarım” ‘da (Alm. Meine Kinderjahre) gösterildiği gibi, Brandenburgtaki Huguenot’ların6 zamanla Almancaya hakimiyeti ve Almanlaşmış bikültürel bellekleriyle dikkat çekmekte, öte yandan Kafka, Becker, Celan gibi büyük yazarların da Almancayı ikinci dil olarak edindikleri ve yazma dili olarak seçtiklerini, sonuç olarak Alman Edebiyatı için kültürlerarası devamlılığın uzun yıllardır oluştuğunu ve aslında Alman Edebiyatında hiçbir zaman saf, tek kültürlü bir edebiyat olmadığını belirterek açıklık getirmektedir (Chiellino, 2007:51). Böyle bir yaklaşım, göçmen edebiyatındaki eserlerin Alman Edebiyatı’nın sınırları içinde yer alması gerektiğini savunmaktadır.

“Son yıllarda Alman Edebiyatında bir çeşitlilik söz konusu. Özellikle kültür şoku ve yabancılığı yaşamış, kendisine yeni bir kimlik aramış farklı kültürlere sahip yabancı kökenli yazarlar, Alman Dilinde ve Almanca konuşulan kültürel ortamlarda edebi bir tartışma başlatmıştır. Bu yeni tartışma Alman Edebiyatı için yeni vurgular oluşturmaktadır” diyen Ackermann, bu yeni yazın türünün Alman Edebiyatı için taşıdığı önemi vurgulamaktadır (Ackermann, 2002:147).

Bu yazın türü Alman Kültürü için bir zenginlik olarak algılanmakta, kültürel çeşitliliğin olumlu yönlerine göndermeler yapılmaktadır. Bugün bakıldığında, birçok düşünür Almanca yazılan bu yazın türünü Alman Edebiyatı’nın bir parçası olarak görmektedir. Konuları ve yazarların kökenleri her ne kadar Türkiye’ye yakın, Türkiye’den bahsetse de, bu betimlemeler daha çok Alman okur kitlesinin alımlamasına yöneliktir. Buna örnek olarak önemli yazarlardan Emine Sevgi Özdamar, eserlerinde öz kültüründen yola çıkarak yapıtlarını ele almasını, bunu yaparken de hedef kitle olarak Alman okurunu

6 16. Yüzyılda yaşanan din reformu sonrasında Fransa’da yaşanan çeşitli olaylar sonrasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda bırakılan Protestan grup. Berlin, Brandenburg’a da oldukça fazla sayıda Huguenot’in göç ettiği bilinmektedir.

47

gözetmesini verebiliriz. Zira söz konusu eserler Türkçeye çevrildiğinde Türkiye’de Almanya’da gördüğü kadar ilgi görmemiştir.

Aidiyet konusunda başka bir görüşse, ne tam Alman ne de tam Türk olarak adlandırılabilen bu yazın türünün, her iki kültürden bağımsız olarak “üçüncü bir alan”ın temsilcisi olduğudur. Bu duruma Kuruyazıcı, “öyleyse bir başka olasılık da değişik ülkelerden gelen, iki ülke, iki kültür, iki dil arasında, farklı bir konumda yaşayan insanlar grubunun ürettiklerini bir “ ara alan” olarak değerlendirmek, böylelikle bağımsız kılarak bir “üçüncü alan” dan (Alm. Dritter Raum) söz etmek ve buna belki de “Alman dilinde oluşan yabancılar yazını demek” şeklinde yaklaşıyordu (Kuruyazıcı: 2001:10). Farklı kültürler “üçüncü alanda” karşılaşarak yeni sentezlerin ortaya çıkmasına neden oluyor, melez bir kültürün izleri sürülüyordu. Hofmann da bu konuda, “bireylerin geldiği kültür ile toplumun oluşturduğu kültür arasındaki nesnel farklılıkların, insanların yaşadığı kültürlerarasılığı tanımlamakta yetersiz kaldığını, yaşanılan kültürlerarasılığın ancak üçüncü alan ile tanımlanabileceğini” vurgulayarak yaklaşmaktadır (Hoffman, 2006: 13).

Üçüncü alanda oluşan kültürel alaşımlar için bugünlerde kullanılan “Hybridität” ( Tr. Melezlik) kavramı bu alanda moda bir kavramdır. Hybridität kavramının bu kullanımı, negatif bir yönelim olarak algılanmaktan çok, kültürel çeşitliliğin ve karışımın vurgulanması açısından pozitif bir yaklaşım olarak algılanmaktadır (Bkz. Mecklenburg, 2008:112). Farklı kültürlerin ve kavramların birbirleriyle belli bir alaşım içinde olma durumları ortaya yeni konjonktürlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yeni oluşumlar içerisinde ortaya çıkan karışımlar da “melezlik” olarak adlandırılmıştır.

Kültür kavramının keskin sınırlarlar içinde sınırlandırılmasına karşı ortaya çıkan bu kavramlar, modern dünyada farklılıkların ortak alanlarda, üçüncü alanlarda birleşmesinin bir sonucudur. Üzerinde durduğumuz tartışmalar göçmen edebiyatı kavramını daha sonra yeni bir kavramsallaştırmaya doğru götürecekti. Üçüncü alan ve melezlik gibi konular, homojen bir kültür anlayışına karşı çıkmıştır. Edebiyat alanında gerçekleşen bu yeni yaklaşım Göçmen Edebiyatı kavramının yerini alacak olan Kültürlerarası Edebiyat kavramının kullanılmasına neden olacaktı.

48