• Sonuç bulunamadı

Kültür Normları ve Gündelik Yaşam Etkileşimi

3. TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER VE GÖÇ POLİTİKALARININ HUKUKİ

4.4. Sosyo-Kültürel Dışla(n)ma

4.4.2. Kültür Normları ve Gündelik Yaşam Etkileşimi

Belirli bir bölgede bulunan ve farklı kültür, gelenek ve adetlere sahip olan toplumsal gruplar arasındaki ilişki ve etkileşimde, bölgede yerleşik olarak bulunan mevcut egemen kültürün ve bu kültür çerçevesinde biçimlenen gündelik yaşam pratiğinin, bölgeye daha sonra gelen ve bu açıdan mevcut kültüre “yeni” olan alternatif kültür normları ve gelenekleri ile karşılaşmaları ve etkileşimleri sonucunda ortaya çıkabilecek farklı toplumsal refleksler söz konusudur. Reich (2013) farklı kültürlere sahip grupların birlikte yaşadıkları bir bölgede sosyal etkileşimin; egemen kültür aidiyetinin kapsayıcı norm haline geldiği “asimilasyon”, kültürlerin özgün aidiyetlerini karşı kültürden ayrımlaşma ile sürdürmeye devam ettiği “segregasyon” ve kültürlerin özgün aidiyetlerini birbirleriyle ve birlikte uyum temelinde paylaştıkları “çokkültürlülük” olarak tanımladığı üç denge durumu üzerinden sağlandığını ifade etmektedir.

179 Örnek mahallesi örneğinde ise segregasyon denge durumuyla sonuçlanan; ancak bazı durumlarda mahalle yerli halkı tarafından Bartram ve arkadaşlarının (2014) da özellikle göçmen ve yerli etkileşiminde görünürlük kazanan ve yerli halkın egemen sosyo-kültürel konumunda bir değişiklik olmaksızın; etnisite başta olmak üzere; gelenek, davranış, normlar, gündelik yaşam rutini konusundaki özgün farklılıklarının ortadan kaybolduğu ve tek taraflı bir dönüşümün, bir diğerine benzemenin söz konusu olması biçiminde ifade edilen (Bartram, 2014: 15) bir asimilasyon durumunun da yer yer “talep edildiği” ancak yerleşik durum olmadığı gözlemlenmiştir. Bu açıdan her üç denge durumu ve örnek mahallesinde segregasyon biçiminde öne çıkan durum; aynı zamanda yerliler ve göç edenler açısından mevcut kültürlere yönelik bakış açıları, gelenek ve gündelik yaşamdaki kültürel etkileşimleri ve egemen kültür ve alternatif kültüre ilişkin aidiyet durumlarının da gözlemlenmesini mümkün kılmaktadır.

Kültürel gelenekler ve adetler konusunda “düğün” Türk kültürü açısından önemli bir yer tutmaktadır. Mahalle halkına Suriyelileri düğünlerine davet edip etmeyecekleri sorusu yöneltilmiştir. Alınan yanıtlar doğrultusunda; on üç katılımcının bu tür bir kültürel etkileşime olumlu bakmadıkları görülmüştür. Üst yaş grubunda ve çalışmayan kadınların çoğunlukta olduğu bu görüşe sahip katılımcılar Suriyelileri düğünlerine davet etmeme gerekçelerini; “ne işleri var Türk düğününde?”, “dilimizi bilmez kültürümüzü bilmez”,

“adetimizi bilmez töremizi bilmez”, “ayak uyduramaz”, “yabancı kalır”, “abes karşılanır”, “kıvır zıvır adamları toplamış derler” gibi uç noktada dışlayıcı ve ayrımcı ifadelerin de yer aldığı biçimlerde belirtmiştir. Bu katılımcılardan bir tanesinin “Suriyeli değil de Amerikalı olsa davet ederiz ama” özeleştirisi de özellikle kültürel içerme ve dışla(n)ma pratiğinin etnisite ile bağlantısına işaret eden alternatif bir bulgu olarak değerlendirilebilir. Gençler ve erkeklerin daha yoğun olarak bulunduğu diğer on katılımcı ise; komşuluk ve güven ilişkilerini geliştirilmiş olmaları koşuluyla Suriyelileri düğünlerine davet edeceklerini söylemiştir. İki katılımcı bu konuda bir kişinin düğüne

180 davet edilmesi konusunda Suriyeli olup olmamasının bir kriter olamayacağını ve ırk, etnisite, mezhep vb. konularda ayrım yapmaksızın samimiyetlerinin bulunduğu herkesi düğününe davet edeceklerini belirtmişlerdir. Bir görüşmeci de Suriyelileri örf ve adetleri konusunda “bir şeyler kapmaları” için düğünlerine davet edeceğini ifade etmiştir.

Yukarıdaki görüşler, öne çıkan kültür tanımlamaları ve karşılaştırmalarının gündelik yaşam pratiklerine yansımaları konusunda; kültürel segregasyon ve dışlanma durumunun temel bileşeni olarak “etnisite”nin öne çıktığını göstermektedir. Popescu (2018) bireysel tercihler, kurumsal bürokratik uygulama ve politikalar kadar; ırk, etnisite gibi sosyo-kültürel art alanı bulunan kimlikler üzerinden bir sosyo-kültürel ayrımlaşma ve dışlanma durumuna ve mekânsal-etkileşimsel yansımalarına işaret etmektedir (Popescu vd., 2018:2).Çeşitli araştırmalarda da (Massey vd., 1994; Reardon, 2008) daha çok mekânsal segregasyon durumuyla ilişkilendirilen ve ırksal/etnik bölgesel ayrımlaşma (racial-residental segregation) olarak kavramsallaştırılan çalışmaların siyahi ırka odaklanması nedeniyle daha çok “ırk” vurgusunun öne çıktığı görülmektedir. Örnek mahallesinde yerli halkla yapılan görüşmelerde ise Suriyelilere yönelik bu tür bir ırk temelli etnisite vurgusunun bulunmadığı; ancak kültürel tanımlamalar ve normlar açısından daha çok dil ve milliyete ilişkin vurguları kapsayan bir etnisiteyle ilişkilendirilen mekânsal dışlanma durumunun, yine bu etnisite temelindeki bir kültürel dışlanma pratiği ile eklemlendiği söylenebilir. Mahalledeki Suriyeliler arasında Araplar, Kürtler, Ermeniler ve Türkmenler gibi farklı etnik kökenlerden bireyler bulunmakla birlikte; mahalle sakinleri ile yapılan görüşmelerde Suriyelilerin büyük ölçüde doğrudan Araplarla ilişkilendirildiği ve dil-kültür benzerlikleri noktasında yerli halkın daha “ılımlı” bir bakışa sahip olduğu Türkmenlerin ise Suriyelilerin tamamen dışında tutuldukları görülmüştür. Yapılan görüşmelerde kültürel normlar ve pratikler konusunda öne çıkan ifadelerde de yer yer bu vurgu öne çıkmaktadır.

181 Aynı kahvehaneye gitme konusunda on iki erkek mahalle sakini ile yapılan görüşmelerin sonucunda; iki erkek katılımcı, Suriyelilerin bulundukları bir kahveye gitmek istemediklerini ve bundan rahatsızlık duyacaklarını belirtmiş; on erkek katılımcı ise aynı kahvehanede bulunmalarının kendileri açısından bir sorun yaratmayacağı görüşünü paylaşmıştır. Bu on katılımcıdan ikisi, Suriyelilerin kendi kahvehanelerine gitmeyi tercih edeceklerini, çünkü Türkçe konusunda bir dil sorunu yaşadıklarını ifade ederken; bir görüşmeci de Suriyelilerin Türk kahvehanelerine gelmesi ve buradaki insanlarla iç içe olarak “eğitilmeleri” konusunda kahvehane kültürünün kendisinin işlevsel olabileceğini belirtmiştir. Diğer yedi erkek katılımcı ise herhangi bir gerekçe göstermeksizin;

Suriyelilerin kendileriyle aynı kahvehanede bulunmaları konusunda herhangi bir olumsuz değerlendirmede bulunmadıkları görülmektedir. Bu bağlamda, erkek katılımcıların mahallelerindeki Suriyelilerle kahvehane gibi bir takım ortak mekanları ve çeşitli kültürel etkinlikleri paylaşma konusunda daha içermeci bir yaklaşım sergiledikleri söylenebilir.

Benzer bir soru, tüm katılımcılara mahallelerinde bulunan Suriyelileri misafirliğe ve/veya arkadaş toplantılarına davet edip etmeyecekleri veya bu etkinlikler sırasında karşılaşma durumlarına ilişkin düşüncelerinin ne olacağı biçiminde sorulmuştur. Alınan yanıtlar doğrultusunda on dört katılımcı, bir Suriyeliyi komşusu olarak misafirliğe davet etmeyeceği yorumunda bulunmuştur. Söz konusu olumsuz görüşe sahip katılımcıların önemli bir bölümü tarafından (on bir kişi) “dil”, temel bir kültürel fark ve komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesinde bir “sorun” olarak ifade edilmiştir. Buna ek olarak;

Suriyelilerin kendi misafirliklerinde ve toplantılarında konuşulan konulardan “uzak kalacaklarına” dair görüşler de ifade edilmiştir. Diğer iki katılımcı, çağırmama gerekçelerini onların da misafirliklerine kendilerini çağırmaması ve kendilerine “soğuk”

davranmaları olarak ifade ederken; bir katılımcı, Afgan ve Iraklıları davet edebileceğini;

ancak Suriyelileri kesinlikle misafirliğe davet etmeyeceğini belirterek etnik temelli bir ayrımı da ifade etmiştir. Davet konusunda katı bir tutumu olan iki katılımcı

182 bulunmaktadır. Hem kadın hem de erkek katılımcılardan bazıları, bu konuda “güven”

sorunları nedeniyle kendi arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerinde dahi sorunlar yaşandığını, bu nedenle bir Suriyeliyi evine misafirliğe çağırma konusunda da benzer bir endişe taşıdıklarını belirtmiştir. Bununla birlikte; misafir olarak bir başka komşusuna çağırılan bir Suriyeli ile gittikleri yerde karşılaşmaları konusunda yalnızca üç kadın katılımcı kendi gelenekleri ve “komşuluk adabı” açısından orada bulunmaya devam edeceklerini; ancak Suriyelilerle sınırlı bir iletişimde bulunacaklarını ifade etmişlerdir.

Diğer dokuz katılımcı ise, arkadaşlık ve komşuluk yapmaları durumunda Suriyelileri misafirliğe veya arkadaş toplantılarına davet edebileceklerini ve bu durumun kendileri açısından bir sorun oluşturmadığını belirtmişlerdir. Bu görüşe sahip katılımcıların kültürel ilişkiler kurma ve geliştirme konusunda daha “içermeci” bir yaklaşım içerisinde oldukları gözlemlenmiştir. Bu konuda bir katılımcı, Suriyelilerin Türk kültürünü tanımaları, gelenek ve kurallarını öğrenmeleri açısından iyi bir uygulama olacağını düşünürken, bir diğer katılımcı, kendilerinin istemeleri ve yakınlık kurmaları durumunda onları çağırabileceğini söylemiştir. Bir katılımcı “güzel Kur’an okuduklarını” ve kendilerinin de “onlarla kaynaşmak istediğini” ifade etmiştir. Bir başka katılımcı, zaten hali hazırda bir komşusuna gidip geldiğini ve onu davet ettiğini anlatırken, katılımcılardan bir diğeri “dilleri aynı olan değil duyguları aynı olan insanlar anlaşır”

ifadesiyle farklı bir kültürel birlik vurgusu yapmaktadır. Diğer dört katılımcı ise hali hazırda bir komşuluk ve/veya arkadaşlık yapmaları, güven ve samimi ilişkilerin kurulması kaydıyla misafirlik ve komşuluk yapabileceklerini ve davet edebileceklerini belirtmişlerdir.

Mahalle sakinlerinin komşuluk ve arkadaşlık çevresine Suriyelilerin dahil edilmesi ile karşılaştırıldığında, akraba çevrelerine bir Suriyelinin katılması konusunda; yaş, cinsiyet, meslek ve mahallede bulunma süreleri açısından oldukça farklılık gösteren katılımcıların büyük bir çoğunluğunun ortak bir olumsuz görüşü taşıdıkları, daha katı ve dışlayıcı bir

183 tutum sergiledikleri görülmektedir. On dokuz katılımcı Suriyelileri akraba çevrelerine dahil etmeyeceklerini, hali hazırda, kendi Türk arkadaş ve komşularını da akraba ilişkilerine dahil etme konusunda çekinceli davrandıklarını, çünkü burada “aile”

çerçevesindeki yakın ilişkilerin, akrabalık bağlarının ve “özel hayat”a daha yakınlaşan bir tür ilişkiden söz edilmesinin kendi sınırları açısından yeniden ve sürekli bir gözden geçirmeye ihtiyaç duyduğu görüşünü paylaşmaktadır. Bu konuda “güvenlik” endişeleri temel bir gerekçe olarak öne çıkmakta, daha çok “bireysel ilişkiler” konusundaki muhafazakar tutum ve çeşitli kültürel kodlarla eşleştirilmektedir. Bu konuda iki katılımcının ifadeleri şöyledir:

Sonuçta iyi bir tanımak gerekiyor… Ya normal Türk vatandaşında bile hani, kendi arkadaşım bile olsa, öyle kolay kolay hani özeline öyle götüremezsin… Çok iyi tanıman gerekiyor, kafası ne zihniyeti ne… onları bilirsen yani bir sıkıntı gelmeyeceğini bir şey gelmeyeceğini bilirsen olabilir ama öbür türlü götürmemekte fayda var yani… (3E, 37, Lise mezunu, Bakkal sahibi, 37 yıldır mahallede yaşıyor).

Etmem, yok etmem…ya şimdi… ahlak yapımız uyuşmuyor, tamam mı? Ya biz Türk milleti gerçekten çok ahlaklıyız ya, bizim örf ve adetlerimizi sana anlatamam. E sen biliyorsun zaten sen de Türk’sün. Bizde komşu kızına bakılmaz, hanımına, kardeş dediğimiz aile dediğimiz insanlara yan gözle dahi bakmayız. Yani bir üslubu olur bir adabı olur. Bunlarda o yok, bunlarda üç bayan dört bayan önüne geldi mi, kaçı altı yedi hiç fark etmiyor ya, nasılsa ekmek veriyoruz affedersin…

(7E, 55, Ortaokul terk, Emlakçı, 45 yıldır mahallede yaşıyor).

Görüşme yapılan on üç katılımcı kendi çocuğunun/torununun Suriyeli çocuklarla oyun oynaması konusunda olumlu görüş bildirirken; on katılımcı bu duruma çeşitli gerekçelerle onay veremeyeceklerini belirtmişlerdir. Bu konuda, apartmanlarında hali hazırda bir Suriyeli komşusu bulunan ve çocukları oynayan mahalle sakinleri kadar Suriyeli komşusu bulunmayan kadın ve erkek mahalle sakinlerinin de olumlu görüş bildirmesi dikkat çekmektedir. Dolayısıyla görüşme yapılan mahalle sakinlerinin Suriyelilerle olan komşuluk ilişkilerinin bu konuda doğrudan bir olumlu görüşe sahip olma durumunu beraberinde getirmediği, bu tutum ve deneyimin biçimlenmesinde Suriyelilere yönelik birtakım “egemen kültürel kodlar”ın devrede olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, çocuklarının bir Suriyeli çocuk ile oynaması konusunda olumsuz görüş bildiren katılımcıların ifadelerine bakıldığında, “çocuğum ne öğrenecek ki ondan?”,

“güvenmiyorum, aile eğitimsiz çünkü”, “anlaşamazlar, aileler arasında sorun çıkar”,

184

“Türkçeyi güzel konuşamıyorlar, çocuğumun ifadesi bozulur”, ve “dışarıdan savaş görüp gelen kişiler kötü örnek olabilir” gibi cümlelerin söz konusu egemen kültürel kodlar ve iki çocuğun oyun oynaması gibi bir gündelik pratiğin, aynı zamanda kültür temelinde bir hiyerarşi, ayrımlaşma ve dışla(n)ma durumuna nasıl karşılık geldiği hakkında fikir vermektedir.

Bu konuda olumlu görüş bildiren on katılımcıdan yarısının ise, “oynayabilirler ama” gibi bir koşul ile tıpkı olumsuz görüş bildiren katılımcılarda olduğu gibi, genel kabul gören kültürel normları ve Suriyeliler ile aralarındaki “hiyerarşik kültürel farkı” sıklıkla vurguladıkları gözlemlenmiştir. Bu katılımcılardan bir tanesi, Suriyelilerin çocukluktan itibaren Türk kültürüne uyum sağlaması ve “Türklerle nasıl konuşulacağını öğrenmesi için” çocuklarıyla oynamasına müsaade edeceğini belirtmiştir. Alınan diğer yanıtlarda ise; “dil sorununun aşılmasının gerekeceği”, “temiz ve bakımlı olmaları”, “komşularının çocukları olmaları”, “belirli bir yaşa kadar uygun olduğu”, “sürekli aile gözetimi altında mümkün olduğu” gibi “kültür” ve “güven” ilişkilerinin eklemlendiği görüşler öne çıkmaktadır. Olumlu görüş bildiren diğer beş katılımcıdan iki tanesi üst yaş grubunda ve mahallede uzun süredir ikamet eden kadın katılımcılardır ve çocuklarının/torunlarının hali hazırda bir Suriyeli çocuk ile arkadaşlık yaptığını, oyun oynadığını ve herhangi bir

“sorun” ile karşılaşmadığını ifade etmiştir. İki katılımcı, “çocukların vatanı olmaz” ve

“çocuklar masumdur” diyerek, bu konudaki ön yargılarla mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu iki katılımcıdan biri ayrıca, “Suriyelilerin şu anki durumunun Türk nesline ve kendi çocuklarına örnek olacağı” görüşünü paylaşarak, çocuklarının bu konu hakkında bilgi sahibi olmalarına yönelik isteğini belirtmiştir.

Genel itibariyle temel bir kültürel değer ve norm olarak kabul gören “yardımlaşma”

pratiği konusunda mahalle sakinlerinin görüş ve deneyimleri, kültürün nasıl anlamlandırıldığı ve hangi unsurlarla ilişkilendirildiği konusunda fikir sunması açısından anlamlıdır. Görüşme formunda gündelik bir örnek olay üzerinden tasarlanarak

185 katılımcılara “Elindeki paketlerle karşıdan gelen ve yardıma ihtiyaç duyduğu görülen bir Suriyeliye yardımcı olur musunuz?” biçiminde yöneltilen soruya, yirmi üç katılımcıdan yalnızca iki tanesinin olumsuz yanıt verdiği; buna karşın yaş, eğitim, cinsiyet, meslek ve mahallede bulunma süreleri açısından birbirinden farklılık gösteren yirmi bir katılımcının

“insanlık görevi olarak”, “Suriyeli olsun-olmasın fark etmez”, “bizim onlarla kişisel bir sorunumuz yok” ve “o kadar da gaddar değiliz” gibi ifadeler kullanarak koşulsuz yardım edecekleri ve yardımlaşmanın kendi kültürlerinin; bunun da ötesinde insan olmanın bir gereği olarak değerlendirdikleri görülmüştür. Mahallenin yerleşik sakinlerinin söz konusu yorum ve deneyimlerinin, Suriyeliler arasındaki kültürel farklılıklara rağmen insani olarak yardım vurgusuyla çalışma boyunca en fazla yan yana geldiği nokta, bu soruya verilen yanıtlarda ortaya çıkmıştır. Ancak diğer yandan, söz konusu yan yana geliş, kısa süreli ve sınırlı bir yardım pratiğini anlatması, daha çok “ihtiyaç sahibi Suriyeliler” ile yapılan yardımlaşma odağında ele alınabilir ve “hak” temelli bir bakış açısının diğer alanlara ne derece sirayet edeceği konusunda da soru işaretleri barındırmaktadır.

Sonuç olarak; tıpkı ekonomik segregasyon durumunda olduğu gibi, kültürel nitelikler, gelenekler ve dil gibi ortaklığı bulunan değerlerin sürdürülmesi gibi konularda yerli-göç eden gruplar arasındaki dışlanma/içerilme pratikleriyle kabul gören veya ötekileştirilen kültürel sermayenin de bir ayrışma durumuna neden olduğu görülmektedir111. Söz konusu sosyo-ekonomik dışlanmanın tezahürleri, bu anlamda mekânsal ve ekonomik ayrışma durumu ile iç içe geçmektedir. Bu çalışmada farklı alt başlıklar olarak bölümlendirilmiş

111 Suriyelilerin uyum sürecinin sosyo-kültürel boyutunda ise, dil ve kültür farklılıklarının çeşitli sorunlara neden olduğu; ancak sınır bölgesindeki halka daha çok kültürel yakınlıklarının bulunduğu, kendilerinin daha çok kendileri gibi diğer göç eden grupların bulunduğu yerleşim yerlerinde kaldıkları ve bu kişilerle arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri kurdukları, uyumun tam anlamıyla gerçekleşebilmesinin yolunun “yerli”

halkın kendilerini “kabul” etmelerinden geçtiği; ancak sosyo-kültürel alanda da kendilerinin bir ekonomik yük ve işsizlik, hastalık, boşanma ve çeşitli suçların gerekçeleri olarak görülerek ayrımcılığa maruz kaldıkları, yapılan görüşmeler sonucunda ortaya çıkan çarpıcı bulgular olarak ifade edilmiştir (Yıldırımalp vd., 2017: 123-124).

186 bulguların ortak olarak gösterdiği; Suriyeli mülteciler ve “yerli” halk arasında mekânsal yerleşimden, dil-kültür-gelenek farklılıklarına, “yerli” halkın ayrıcalıklı bir konumda bulunmayı talep eden ekonomik ve sosyo-kültürel “hiyerarşi arayışı”ndan, karşılaşma ve temas mekanlarındaki Suriyeli nüfusun artışına, “yerli” halkın yoksunluk-yoksulluk durumu ile Suriyelilerin aldıkları sosyal yardımların bir çifte standart oluşturduğu vurgusundan, topluluk içindeki yaşam kuralları, nezaket ve “ahlak” normlarına uygunluk,

“milli değerler” gibi pek çok farklı noktada görünürlük kazanan dışla(n)ma durumunun devrede olmasıdır.

187 SONUÇ

Bu tez çalışmasında, Suriyeliere yönelik dışla(n)manın/içer(il)menin mekânsal, ekonomik, sosyo-kültürel biçimlerini ve gerekçelerini, Ankara Örnek mahallesi

‘yerli’lerinin gözüyle, gündelik etkileşimden yapısal koşullara uzanan bir çerçevede tartışmaya açmak amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda kuramsal çerçevede, uluslararası göç, küreselleşme ve kent ilişkisi bağlamında segregasyon (ayrımlaşma) ve dışla(n)ma/içer(il)me kavramlarına odaklanılmıştır. Çalışma kapsamındaki saha araştırmasında, Örnek Mahallesi’nde yaşayan; farklı yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu ve meslek gruplarına mensup 12’si erkek ve 11’i kadın 23 Türkiyeli mahalle sakini ve mahalle muhtarı ile Ocak-Mart 2019 dönemi arasında, toplamda 24 yarı-yapılandırılmış derinlemesine mülakat görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte söz konusu araştırma; kurumsal istatistikler, mahalli yöneticilerin görüşlerine ilişkin raporlar ve ilgili diğer araştırma bulgularıyla da desteklenmiştir. Çalışmada Altındağ, Suriyelilerin Ankara’da en fazla sayıda bulundukları ilçe olması; Örnek mahallesi ise burada varlık gösteren, iş yeri sahibi olan, konutlara yerleşen bir Suriyeli nüfusla birlikte;

mahallenin mevcut ‘yerli’ halkının “egemen kültür”ü tanımlayan bir yerleşim ve varlık göstermeye devam etmesi nedeniyle tercih edilmiştir. Bu tercih aynı zamanda, Suriyeli mülteciler ile ‘yerli’ halk arasında mekânsal bir ayrımlaşmanın bulunmadığı bir durumda;

mekânsal, ekonomik ve sosyo-kültürel dışla(n)ma/içer(il)me pratikleri üzerine bir değerlendirme yapabilmeyi mümkün kılmaktadır.

Katılımcıların bölge ve mahallenin genel durumuna ilişkin görüşleri, sorunları ve deneyimlerini kapsayan bulgular çerçevesinde genel bir değerlendirme yapıldığında;

çeşitli araştırma ve raporlarda da benzer bir vurguyla ifade edilen (Erdem, 2011;

ANKARAKA, 2017) Ankara’nın Altındağ bölgesi ve çeşitli mahallelerinde; yoksulluk, yoksunluk, işsizlik çöküntü bölge ve kentsel yeniden yapılanma durumuyla eklemlenen bir “dönüşüm”ün deneyimlendiği gözlemlenmektedir. Örnek mahallesindeki söz konusu

188 dönüşüm ve beraberinde getirdiği mekânsal, ekonomik ve gündelik etkileşimlerle iç içe geçen sınırlanma durumu da bu çerçevede değerlendirilebilir. Yapılan görüşmelerde;

Örnek mahallesinin yoksulluk, yoksunluk, suç, uyuşturucu gibi koşullarla karşı karşıya olan ve kentsel dönüşüm sürecine giren gecekondu bölgesi ÇinÇin ve Yenidoğan’a (Hatiboğlu-Eren, 2014; Bektaş, 2014; Şenyapılı, 2004) mekânsal yakınlığının, mahalle açısından “bir suç ve tehdit unsuru” olarak algılandığı görülmektedir. Bu mekânsal yakınlık durumuyla paralel olarak rahatsızlık duyulan başlıca sorunlar; uyuşturucu, hırsızlık, çevre kirliliği, gürültü, alt yapı hizmetlerine dair yetersizlikler, park-bahçe gibi kamusal eğlenme ve dinlenme alanlarına ilişkin eksikliklerdir.

Bu açıdan söz konusu dezavantajlı koşullar, bölgenin ve mahallenin kamu kaynaklarından/hizmetlerinden yararlanma ve emek piyasasına dahil olma/çalışma koşulları konusunda hali hazırda mevcut; kentin, ekonomik düzenin ve bürokrasinin yapısal koşullarıyla eklemlenen bir “sosyal ve ekonomik eşitsizlik” durumuna işaret

Bu açıdan söz konusu dezavantajlı koşullar, bölgenin ve mahallenin kamu kaynaklarından/hizmetlerinden yararlanma ve emek piyasasına dahil olma/çalışma koşulları konusunda hali hazırda mevcut; kentin, ekonomik düzenin ve bürokrasinin yapısal koşullarıyla eklemlenen bir “sosyal ve ekonomik eşitsizlik” durumuna işaret