• Sonuç bulunamadı

2. ULUSLARARASI GÖÇ KÜRESELLEŞME VE KENT İLİŞKİSİ

2.2. Küreselleşme Kent ve Göç Ekseninde Segregasyon ve Dışla(n)ma

2.2.2. Dışlanma ve Damga İlişkisi

Kent içerisindeki mahalle ve apartman gibi konut ve yerleşim bölgeleri, park, bahçe, cadde, hastane gibi kamusal alan ve ekonomik, sosyo-kültürel ilişkilerin sürdürüldüğü ortak yaşam alanları, günlük alışveriş rutini gibi çeşitli gündelik yaşam örüntülerinin biçimlendiği ve sürdürüldüğü mekan ve pratikler yoluyla da görünür olan dışla(n)ma/içer(il)me süreçleri, söz konusu eşitsiz ilişkilere yönelik yapısal koşulların, güç/iktidar söyleminin, daha önceki bölümlerde tartışılan küresel bağımlılık ilişkilerinin olduğu kadar, “yerli”ler ve göç edenler arasındaki sosyo-kültürel ilişki ve etkileşimin hangi karşılaşmalar üzerinde ortaya çıktığını ve ne tür sınırlar çerçevesinde kabul gördüğünü ve dışlandığını da ortaya koymaktadır. Dışla(n)ma/içer(il)me tartışmasına bu bakış açısıyla gündelik yaşam rutini çerçevesinde gelişen “etkileşim”ler olarak bakıldığında Erving Goffman’ın39 1963 (2014) çeşitli gerekçelerle ve biçimlerde, toplumsal kabul normunun dışında kalma durumu olarak özetlenebilecek Damga (stigma)40 kavramı ve tipolojisi de kentlerdeki “yerli”-göç eden ilişkisini daha alternatif bir tartışma zeminine taşıyabilir. Damga ve damgala(n)ma durumu, kuşkusuz bir

39Erving Goffman’ın sosyolojik bakış açısında, içinde bulunulan gündelik rutin ve koşulların çerçevelediği bir alan içerisinde gerçekleşen “etkileşim” ve bu etkileşim ile ilişkisi doğrultusunda biçimlenen bir “benlik”

kavrayışı söz konusudur. Dolayısıyla toplumsal olana dair hem yapısal hem de devingen bir dönüşümün eşzamanlılığı, Goffman açısından; gündelik yaşama dair “önemsiz” olarak kabul edilecek kadar sıradan bulunan ifadelerin, onamaların, yargılamaların, eylemlerin ve rutinlerin hemen ardında beliren “toplumsal tazyik” durumunu gözler önüne serebilecek bir potansiyel taşımaktadır (Goffman, 2014: 15-17).

40 Erving Goffman (2014), damga(lama)nın ilk olarak Yunanlılar tarafından, hedef gösterilerek imlenen kişi veya kişilerin ahlaki durumuna ilişkin normun dışında kalan ve olumsuz olarak addedilen özelliklerini (köle, suçlu, hain vb.) ifşa etmek üzere kazınmak ve/veya yakılmak suretiyle bedende sabitlenen işaretler biçiminde yapıldığını belirtmektedir. Damga ve damgalamanın bu işaretlemenin ötesinde bu duruma maruz kalmış kişilerin kamusal alandaki varlığı ve toplumsal yaşamını sürdürebilmesi açısından karşı karşıya kaldığı dışlanma, ötekileştirilmeyi meşru ve mutlak kılan bir toplumsal “kirletme/lekeleme töreni” olması nedeniyle üzerinde durulması gereken bir toplumsal pratiğe karşılık gelmektedir (Goffman, 2014: 29).

Damga tanımlamalarının zaman içerisinde farklı iki anlam daha kazandığını belirten Goffman, Hristiyanlık geleneğinde kavramın ilk olarak, Tanrı merhametinin göstergesi biçiminde algılanan ve cilt üzerinde görünen pembe şişkin lekelere ve ikinci olarak da tıbbi bir yorumla, fiziki bozukluklara dair bedensel işaretler olarak tanımlandığını belirtmiştir. Günümüzde de damga kavramı bedensel işaretleri aşacak şekilde toplumsal yaşamı sürdürme ve toplumsal ilişkilere dahil olma açısından olumsuz sonuçları bulunan bir toplumsal işaretlenme durumudur (Goffman, 2014: 29-30).

57 toplumsal ön kabulün, toplumsal etkileşime dair normların veya bir takım ön yapısal koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tür bir varsayım, bizi damganın kendisi ve damgalanan bireyler odağından, damgalama süreci ve damgalayanın bakış açısını anlamlandırma odağına yerleştirmektedir.

Toplum, kişileri kategorize etme araçlarını ve her bir kategorinin mensupları için sıradan ve doğal olduğu düşünülen nitelikler bütününü tesis eder. Diğer bir ifadeyle toplumsal çerçeveler, işaret ettikleri toplumsal bağlamlarda karşılaşılması muhtemel kişi kategorilerini sabitler. Sahip olduğumuz yargı, bu peşin kestirmelere dayanır. Bu kestirmeleri normatif beklentilere, makul olduğu düşünülen taleplere dönüştürürüz. Olağan şartlarda, bu taleplerin yerine getirilip getirilmeyeceği yönünde bir soru ortaya çıkana kadar bunları talep ettiğimizin ya da taleplerimizin ne olduğunun farkına varmayız (Goffman, 2014: 30).

Bu anlamda damga ve damgalama pratiğinin sesi; farklı konulardaki düşünce ifade ve eylemler sırasında yakın çevremizde, yaşadığımız mahallede ve en çok da içimizde duyabileceğimiz kadar yakındır. Bu bağlamda bir konuda damgalayan konumunda bulunduğumuz bir toplumsal ilişkiye dair bir başka konuda damgalanan olarak konumlandırılabilmemiz oldukça mümkün ve olası hale gelmektedir. Goffman’ın genel itibariyle üç gruba yönelen damga tiplojisi41 esas alındığında, damgalayanın bakış açısını ortaya koyan değerlendirmeleri ve “yerli”-göç eden etkileşimi ile damgalanan-damgalayan ilişkisi üzerine bir değerlendirme yapılabilir. Goffman’ın ifadesiyle

“toplumsal olarak denetim altına alınması gereken” durumlar kapsamında ikinci tipolojiye dahil edebileceğimiz göçmenler ve “yerli”ler ile olan ilişkilerinin bir toplumsal denetim altına alınmasına yönelik “tedbirler”, birbirinden oldukça farklı gerekçelerle iradi veya zorunlu olarak ülkelerinden göç ederek toplumsal koşul ve beklentilerine, sosyo-kültürel rutinlerine kısmen veya tamamen yabancı ülkelere gelmek, yaşamlarını bu toplumsal koşullar ve toplumsal etkileşime dayanan ilişkiler çerçevesinde yaşamak durumunda kalan göçmenlerin karşı karşıya kaldıkları çeşitli damgala(n)ma durumlarıyla

41 Goffman’ın damga tipolojisi genel itibariyle üç gruba yöneliktir. Bunlardan ilki; bedene dair çeşitli fiziksel deformasyon durumları, ikincisi; bağımlılık, eşcinsellik, intihar girişimi, ruh sağlığındaki çeşitli sorunlar gibi toplumsal olarak, denetim altına alınması gereken, zayıf irade örneği, sapkınlık, ahlaksızlık, karakter bozukluğu biçiminde değerlendirilen durumlar ve üçüncüsü; soydan aktarılan veya aile içerisinde oluşarak gelişen ırk, ulus ve din gibi etnik kökene dayanan damga olarak ifade edilebilir (Goffman, 2014:

33). Çalışmamız açısından Goffman’ın bu tipolojisindeki ikinci damga grubuna, göç literatüründeki pek çok tartışmanın bulgularının da desteklediği üzere, göçmenlere yönelik damgalama durumunu koyabilmemiz mümkündür.

58 sonuçlanmaktadır. Bu nedenle sosyal içer(il)me ve dışla(n)ma tartışmalarını da kapsayacak şekilde göç ve damga ilişkisi konusunda “yerli” halk ve göç eden bireylerin

“karşılaşmaları” oldukça önemlidir.

Bu çalışma “karma temaslar” üzerinde durulur. Bunlar, damgalı ve normal insanların aynı sosyal ortamda olduğu anlar ve fiziki olarak birbirleriyle doğrudan temas halinde oldukları durumlardır.

Böylesi temasların söz konusu olabileceği beklentisi bile, normal ve damgalı insanların, yaşamlarını bu temaslardan kaçınacak şekilde düzenlemelerine yol açabilir … Karşılaşma durumda normal ve damgalı bireyler, damganın sebep ve sonuçlarıyla doğrudan yüzleşmek durumundadır … Hem damgalıların hem de biz normal insanların karma sosyal ortamlarda devreye soktuğu şeyler göz önünde bulundurulduğunda her şeyin tıkırında yürümeyeceği anlaşılabilirdir. Söz konusu durumlarda muhtemelen, elimizin altında ister istemez bulunan kişi tiplerinden birine, karşımızdaki kişi tamamen uyuyormuşçasına davranmaya yelteniriz; bu ise o kişiye, ya hissiyatımız boyunca hakkında sahip olduğumuz yargıdan daha iyi biri gibi, ya da muhtemelen olduğundan daha kötü biri gibi davranmamız anlamına gelebilir. Bunlardan hiçbirinin tutmasının imkanı yoksa onu kale almamayı ve ihtimam gösterilmesi gereken bir kişi olarak görmeyip yok saymayı deneyebiliriz. Buna karşılık söz konusu kişi de en azından başlarda bu taktiklere muhtemelen ses çıkarmayabilir … Bu durumun neticesinde … bir tür etkileşim patolojisinde –yani huzursuzlukta- ifadesini bulan ‘benlik bilinci’ ile ‘ötekilik bilinci’ ortaya çıkar.

(Goffman, 2014: 42, 44 ve 50 vurgular bana ait).

Bu kuramdan hareketle; damgalayan ve damgalan etkileşimi ile ortaya çıkan damga unsurunun aynı zamanda “yerli”-göç eden etkileşiminde “karşılaşma noktaları”,

“temaslar”, “beklentiler-sonuçlar”, “kurucu-belirlenim ilişkileri”, “öne çıkan tutum ve ifadeler”, “toplumda kabul gören avantajlı-dezavantajlı konum” üzerinden farklı dışlanma türlerine ilişkin kapsamlı değerlendirme sunabilecek bir diğer yön kavram olduğu görülmektedir. Buna ek olarak damga (stigma); “etiketleme” [labeling], “kalıp yargılaştırma” (stereotyping), “ayrışma” (separation), “statü kaybı” (status loss) ve

“ayrımcılık” (discrimination)42 gibi her biri kentlerdeki göçmenlerin konumları açısından anlam ifade eden bileşenlerinin bir arada bulunduğu ve hegemonik bir güç unsurunu da beraberinde getiren bir kavramsal içeriğe sahiptir43. Bireylerin gündelik rutinlerinde

42L. Sayce, (1998) “damga” ve “ayrımcılık” kavramları arasındaki farka değinerek; damganın bireyin kendisine dair olan ve kendi karakteristik unsurlarıyla ilişkilenen bir kavram olmasına karşın; ayrımcılığın, başkaları tarafından bireye atfedilen nitelikler olarak bu davranışların alıcıları yerine, reddetme ve dışlamanın üreticileri yani ayrımcılığı yapanlar üzerine odaklandığının altını çizmekte; bu nedenle her iki kavramın da bu sürecin sorumlularına ve eyleme dair farklı değerlendirmelere yol açabileceğini belirtmektedir.

43 “İlk bileşende insanlar, diğer insanların farklılıklarını ayırt eder ve etiketler. İkincisinde, baskın kültürel inançlar, etiketlenmiş kişileri istenmeyen özelliklere –olumsuz basmakalıplara- bağlar. Üçüncüsünde etiketlenen bireyler “biz” kategorisinin dışında ve ondan ayrılan bir “onlar” kategorisine yerleştirilir.

Dördüncü bileşende etiketlenmiş kişiler, eşitsiz sonuçlara yol açan statü kaybına ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Son olarak damgalanma tamamen farklılığın tanımlanmasına, kalıp yargıların oluşturulmasına, etiketlenmiş kişilerin farklı kategorilere ayrılarak kabul görmemeleri, reddedilmeleri,

59 oluşan kategorilerin geleneksel kabul gören kalıp yargılar haline dönüşümü ile bireylerin ve grupların barınma, gelir elde etme, sosyalizasyon, suça katılım, sağlık gibi pek çok konuda yaşam alanlarına nüfuz eden yönüyle (Link ve Phelan, 2001:363); bu ilişkiselliği anlamlandırma çabasında olan araştırmacıların merak ve ilgisini çekmektedir44.

Dolayısıyla dışlanma ve ayrımlaşma kavramlarını tartışmaya açan çalışmalarda, segregasyona neden olan sosyo-ekonomik standartların beraberinde getirdiği dezavantajlı durum; küreselleşme, göçmen politikaları, işsizlik ve ayrımcılık gibi hem yapısal hem de gündelik edimlere kaynaklık eden koşullar göç eden gruplar ve “yerli” halk açısından birlikte değerlendirilebilir (Canatan, 2011:26). Bu açıdan farklı segregasyon ve sosyal dışlanma türlerini ele alan bir inceleme üzerinden “yerli”-göç eden etkileşimine ilişkin bir “durum tespiti” ve bir “katılım tartışması”na işaret edilebilir.