• Sonuç bulunamadı

2. ULUSLARARASI GÖÇ KÜRESELLEŞME VE KENT İLİŞKİSİ

2.2. Küreselleşme Kent ve Göç Ekseninde Segregasyon ve Dışla(n)ma

2.2.3. Segregasyon ve Dışlanma Türleri

2.2.3.3. Ekonomik Segregasyon ve Dışlanma

Irksal ve mekânsal segregasyon türleri ile karşılaştırıldığında, literatürde “hane halkının gelir ve/veya sosyal sınıflarına göre mekânsal ayrımı” olarak tanımlanabilecek

“ekonomik segregasyon” kavramını odak noktasına yerleştiren görece daha az çalışmanın bulunduğu söylenebilir (Jargowsky, 1995:1). Bu çalışmalara ek olarak çeşitli araştırmalarda, ekonomik segregasyon gibi bir kavramsallaştırmanın odak noktasına yerleştirilmesinden ziyade; farklı vurguları bulunan genel bir segregasyon kavramının ekonomi temelli sorun ve sonuçlarına işaret eden değerlendirmeler yer bulmaktadır48 (Darden vd., 2019; Lee, 2013).

Ekonomi ve segregasyon konusunda yapılan araştırmalarda; ilk olarak ırksal ve/veya etnik segregasyon durumunu anlamaya ve açıklamaya yönelik olarak geliştirilen ve ardından ekonomik değişkenler üzerinde de yaygın olarak kullanılan çeşitli endekslerden söz edilmektedir. Yukarıda ifade edilen ve çeşitli değişkenlerin farklı gruplar arasındaki oransal dağılımlarına odaklanan farklılık indeksi (index of dissimilarity) ve farklı grupların aynı mahallede yaşama olasılıklarını veren maruz kalma endeksi (exposure index) ekonomik segregasyon kavramının da tartışmaya açılabileceği alternatif ölçütler

48 Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde 1970’lerden itibaren artan gelir eşitsizliği doğrultusunda ve yoksulluğun coğrafi olarak belirli bölgelerde artarak yoğunlaşması; bununla birlikte düşük gelir grupları ile yüksek gelir grupları arasında da mekânsal bir ayrışmanın oluştuğuna işaret eden ekonomik-konut merkezli segregasyon (economic residental segregation) kavramı tartışılmaya başlanmıştır (Kawachi, 2002:165). Benzer şekilde sosyo-ekonomik eşitsizliğe vurgu yapan sosyo-ekonomik segregasyonun yükselişinin, tıpkı ABD’de olduğu gibi, Avrupa’daki büyük şehirlerde de toplumsal uyum ve istikrar konularında benzer sorunları meydana getirdiği görülmektedir (Musterd, 2017: 1062).

69 olarak değerlendirilebilir. Ardından, hane halkına ilişkin bir sosyal sınıf ölçütü olarak ve ekonomik segregasyon eğilimini de analiz etmeye yönelik araştırmalarda “gelir” temelli endeksler kullanılmıştır (Massey ve Eggers, 1990).

Yakın tarihli bir araştırmada Musterd ve arkadaşlarının (2017) “sosyo-ekonomik segregasyon” olarak kavramsallaştırdığı ve bu kavrama ilişkin kuramsal bir yaklaşım öne sürdükleri çalışmalarında, yapısal teorinin, sosyo-ekonomik segregasyonu şekillendiren en az dört temel faktör üzerinde durduğunu ifade etmektedir. Bunlar, kentlerin belirli bölgelerinde uygun fiyatlı ve erişilebilir konut imkanları doğrultusunda dezavantajlı grupların çoğunlukla mecbur kalarak yerleştiği ve aynı zamanda da bu niteliği ile yoksunluk ve yoksulluk durumunun yoğunlaşması ile sonuçlanan “sosyal eşitsizlikler”, Sassen’in (1991) küreselleşme ve kutuplaşma (polarization) kavramlarıyla da ilişkilendirerek açıkladığı ve küresel ölçekli ekonomilerin aynı anda ihtiyaç duyduğu mesleki uzmanlaşma ve hizmet sektörüne yönelik ucuz işgücü ihtiyacı, hem göç veren ve göç alan ülkeler arasında hem de göç alan merkez konumdaki ülkeler arasında sosyo-ekonomik segregasyonun farklı derecelerde meydana gelmesine neden olan “değişen ekonomik yapılar ve küresel bağlılık seviyeleri” ve son olarak; sağlık, eğitim, barınma, sosyal güvenlik gibi çeşitli alanlarda sosyal devlet anlayışı çerçevesinde birer kamu hizmeti olarak sürdürülen uygulamalar, buna ek olarak vergiler, ulusal gelirin adil dağılımı ve söz konusu hizmetlere erişimi üzerinden, refah rejimlerinin sosyo-ekonomik ve mekânsal eşitsizlikler ile ilişkisini vurgulayan “refah rejimleri ve konut sistemleri”dir (Musterd vd., 2017: 1062-1067). Dolayısıyla bu dört temel faktör; aynı zamanda, hem göçmen grupları veya azınlık konumundaki diğer gruplar, hem de bölgenin yerleşik halkı açısından; küresel ekonomiler, devlet politikaları, sosyal eşitsizlikler ve konut ayrımlaşması gibi sosyo-ekonomik sorun ve sonuçları beraberinde getirmektedir.

Ekonomik segregasyon kavramının ekonomi temelli sonuçlarının yanı sıra sosyal sonuçlarının da bulunduğunu vurgulayan çalışmalarında Lee ve arkadaşları (2013);

70 sosyal huzursuzluklar ve sorunlar konusunda sürekli olarak yeni sosyal içerikli ölçütlerin geliştirilmesi yönünde çaba sarfedildiğini; buna karşın sosyal huzursuzluğun meydana getirdiği sonuçlar doğrultusunda mevcut ekonomi temelli ölçütlerin göreli etkinliğini test eden çalışmaların bulunmadığı varsayımından hareket ederek; ekonomik segregasyona yönelik geleneksel gelir eşitsizliği endeksi gibi ölçütlerin, sosyal segregasyon açısından ne tür sonuçlarının (sapma, suç, intihar vb.) olabileceğini inceleyen alternatif bir çalışma sunmaktadır (Lee vd., 2013: 208).

Bu açıdan mevcut değerlendirmeler, ekonomi kaynakları ve/veya ekonomik faaliyetler alandaki dışlanma olarak ifade edilebilecek bir ekonomik dışlanma tartışması çerçevesinde de değerlendirilmelidir. Temel-yaşamsal ihtiyaçlar, gelir-kaynak yetersizlikleri, emek piyasasına eklemlen(eme)me süreçleri (işsizlik vb.) ve çalışılan iş/çalışma koşullarının nitelik, güvencesizlik, ücret yetersizliği/yokluğu farklı düzeylerde ekonomik dışlanma durumu ile sonuçlanmaktadır. Ekonomik dışlanma süreçleri bu anlamda olumsuz beslenme, barınma, sağlık ve eğitim olanaksızlıklarına yol açarak uzun vadede birey/grupların yaşamlarını tehdit eden bir düzeye ulaşabilmektedir (Adaman ve Keyder: 2006: 9). Bu noktada ekonomik dışlanmanın kalıcı ve meşru bir yoksulluğun inşa edilmesi noktasındaki belirleyiciliği net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ekonomik dışlanma, göç ile ilişkisi bağlamında, enformal ekonomi, rant, ucuz emek döngüsünde hem “yerliler” hem de göç eden gruplar açısından göreli yoksulluk durumunun farklı yoksulluk biçimleriyle eklemlenerek yeniden üretildiği49 bir çerçevede görünür

49 Özellikle sermaye birikim süreci ve rant ilişkileri çerçevesinde göreli yoksulluk ile nöbetleşe yoksulluk arasındaki ilişki şu şekilde ifade edilebilir: Nöbetleşe yoksulluk kavramı kentin gerilim alanlarının yasal olmayan biçimde bastırıldığı bir strateji olarak ele alındığında, kentin birikim olanaklarından adil bir biçimde yararlanamayan dezavantajlı ve etiketlenmiş gruplarının, kendi ikamet mekanlarının, dönemin kentsel politikalarının önemli “rant mekanları” haline gelmesi durumunu lehlerine çevirmeleri noktasında yegane bir 'kurtuluş stratejisi' olarak da okunabilir. Diğer yandan temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanması gereği, enformel ilişki ağlarının ihtiyaç duyduğu emek gücünün potansiyellerinin göçmenlerden oluşması, bu kaynaklara ihtiyaç duyan yeni kuşak yoksul göçmenlerin kendi yaşam pratiklerini sürdürebilmesinin yegane biçimi haline gelmektedir (Işık ve Pınarcıoğlu, 2013: 78-79). Formal ve enformal olanın eş zamanlı olarak bir araya gelebildiği bu süreçte nöbetleşe yoksulluk, hem bir dayanışma hem de bir hiyerarşik güç ilişkisi bütünüdür. Burada önemli kentsel rantlar elde eden grup; bu güç ilişkileri hiyerarşisi üzerinde en üst basamakta yer almakta, alt basamakta ise, ucuz konut ve asgari düzeyde iş ihtiyacı enformel yollardan sağlanan ve bir sonraki basamağa geçme potansiyeli taşıyan gruplar bulunmaktadır. “Nöbetleşe yoksulluk

71 olmaktadır. Enformal ilişkiler, aile ve hemşehrilik ağları geçici çözümleri beraberinde getirirken; özellikle küresel ve kronik yoksulluk gerekçesiyle ekonomik dışlanmanın uç noktalarında yaşayan uluslararası göçmenlerin göç sonrası dönemde yaşamlarını sürdürdükleri ülkelerde de karşı karşıya kaldıkları yoksulluk durumuyla mücadelesi söz konusudur. “Yerli”ler açısından ise ekonomik dışlanma ile derinleşen yoksulluk, bölgede artan göç eden nüfusun varlığı karşısında aynı ve yetersiz kalan kaynaklar gerekçesiyle katlanarak artmaktadır.

Bu durum, ekonomik dışlanmanın çoğu zaman “yerli”-göçmen karşıtlığının, gelir-kaynaklar üzerindeki bir “yoksulluk çatışması” olarak da tezahür etmekte olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır. Kentlerdeki farklı göçmen gruplarının segregasyonu ile içer(il)me(dışla(n)ma durumunu yerleşim alanı üzerinden inceleyen çalışmalara bir alternatif olarak Strömgren ve arkadaşları (2014) bu iki kavramı ekonomik dışlanma durumunu da kapsamına alacak şekilde genişleterek; göç edenlerin bir araya geldikleri ve aynı zamanda da “yerli” nüfusun üyeleriyle etkileşime girilebilmesi noktasında kritik bir konumda bulunan işyerlerine yönlendirmektedir. 1990-2005 yılları arasındaki İsveç nüfus kayıtları esas alınarak yapılan araştırmanın sonucunda işyerindeki ayrımlaştırma ve dışlama pratiklerinin konut ayrımcılığından daha düşük düzeylerde olduğu, düşük seviyelerde seyreden konut ayrımının işyeri ayrım ve dışlama pratiklerini de azalttığı ve bir “yerli” ile evli olmanın göçmen erkekler için değil göçmen kadınlar için işyerinde ayrımlaştırma ve dışlamayı azalttığı gibi çarpıcı bulgulara ulaşılmıştır50(Strömgren, 2014:

645). Bir diğer çalışmada ise Lazaridis ve Psimennos (2000) 1990’larda Yunanistan’a

ağları, yasal olmayan koşullar altında var olmanın, ortak bir kaderi paylaşmanın zorunlu kıldığı, belli bir düzenleme sunabilen, gündeme gelecek anlaşmazlıkları çözebilen dayanışmacı fakat güç temelli piramitsel ağlardır” (Işık ve Pınarcıoğlu, 2013:80) Bu sürecin işleyiş mantığı, sürekli olarak yeni kent mekanlarının ranta açılması ve gecekondulaşma, yoğun göç ve kentin periferi bölgelerinin dönüştürülmesi gibi süreçlerle birlikte kendini yeniden üreten, dolayısıyla belli bir dönemin sistemsel süreçleridir.

50 Tiit Tammaru ve arkadaşlarının (2016) yeni gelen göçmen kadın ve erkeklerin karşı karşıya kaldıkları mekânsal ve işyeri segregasyonu ve dışlanma süreçlerini inceledikleri bir diğer araştırma için bkz.

https://ac.els-cdn.com/S0264275116300154/1-s2.0-S0264275116300154-main.pdf?_tid=3ac75db9-ce99-4a78-a8d9-59f3117b82c6&acdnat=1551437099_98745fae048f9601c65a1478f7581142

72 göç eden Arnavutlarla gerçekleştirilen saha araştırmaları bulguları doğrultusunda, göçmenlerin Yunanistan’da ekonomik dışlanma başta olmak üzere sosyal ve mekânsal olarak da karşı karşıya kaldıkları çoklu dışlanma pratiği, küreselleşme ve emek göçü tartışmaları bağlamında incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda, Arnavut göçmenlerin eğitimli ve nitelikli oldukları; fakat ülkelerindeki refah standartlarının tatminsizliği sonucunda ekonomik ve sosyal statülerini iyileştirmek üzere geldikleri Yunanistan’da da çoğunlukla sınırlandırılmış fırsat ve seçeneklerle karşı karşıya kaldıkları görülmüştür.

Çarpıcı bir diğer bulgu da Arnavutların emek göçü sonucunda karşılaştıkları dışlanma durumu ve genel itibariyle göç hareketliliklerinin; piyasa ekonomisinin sunduğu tüketimci yaşam tarzlarına eklemlenerek “küresel bir ideolojik zincirin parçası” haline geldiğinin belirtilmesidir (Lazaridis ve Psimmenos, 2000: 173). Söz konusu yapısal ekonomik eşitsizlikler ve yoksulluk durumuyla pekiştirilen ekonomi temelli sosyal dışlanmaya ilişkin çözüm önlemleri olarak sosyal yardım-hizmet uygulamaları ve sigorta sistemi konusunda işler hale getirilecek politikalar ile yapısal koşullar ve kapitalist ekonominin sömürü düzenine işaret eden birbirinden farklılaşan çözüm önerileri üzerinde durulmaktadır.