• Sonuç bulunamadı

1.7. POPÜLER KÜLTÜRE FARKLI YAKLAŞIMLAR

1.7.2. Kültür Endüstrisi

1930 senesinde enstitünün müdürlük görevine getirilen Max Horkheimer Enstitü’nün programını açıkladığı metinlerin hepsinde kültür, medya ve iletişime atıfta bulunmuştur (Kejanlıoğlu, 2005: 234). Buradan da anlaşılacağı üzere enstitünün medya ve kültür ile ilgili çalışmalar ortaya koyacağını ilk defa Horkheimer dile getirmiştir.

Eleştirel kuramcıların kitle kültürü ve iletişimine ilişkin görüşlerinin Adorno’nun müzik üzerine yazdığı ilk yazılarında şekillendiği bilinmektedir ancak Frankfurt okulu üyeleri Amerika’ya göç edene kadar kültür endüstrisi ile ilgili bir kuram ortaya konulmamıştır (Kellner, 2010: 234). Nitekim, Max Horkheimer, Thedor W. Adorno, Herbert Marcuse, Leo Lowenthal, Erich Fromm gibi isimlerin Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasal olaylardan kaçmaları ve sürgün edilmeleri sonucunda gittikleri A.B.D, kitle toplumu, kültür endüstrisi ve tüketim toplumuna ilişkin ilk sistemli çalışmaları yapmalarına sebep olmuştur (Aktaran: Şan ve Hira, 2007). Okul üyeleri sürgünde geçirdikleri dönem boyunca kitle iletişim ve kültürünün gelişme sürecine, tüketim toplumunun evrimine şahit olurlarken, ticari yayın sistemlerinin kültürel gücüne ilişkin tecrübeleri de yaşamışlardır. Bu kapsamda okul üyeleri; Başkan Roosvelt’in radyoyu siyasal ikna yöntemi olarak kullanmasını, sinemanın gitgide popüler olmasını, dergi, çizgi roman ve ucuz roman gibi kitlesel ürünlerin popülerliğini gözlemlemişlerdir. (Kellner, 2010:234-235).

Kültür endüstrisi kavramı ise ilk olarak Adorno ve Horkheimer tarafından 1947 yılında Amsterdam’da yayınlanan Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında dile getirilmiştir. Adorno ve Horkheimer, kitle kültürünün halk sanatının günümüzdeki biçimi gibi algılanmasına ve konuyu savunanların hoşlarına gidecek yorumları olanaksız hale getirmek için kitle kültürü ifadesini kültür endüstrisi kavramı ile değiştirmişlerdir (Adorno, 2016:109). Bu ikilinin kültür endüstrisi kavramını kullanmalarında dikkat çeken bir diğer nokta da endüstri tarafından üretilen kültüre karşı kitlelerin katkısının az olmasıdır (Yaylagül, 2014: 99). Kültür endüstrisinin amacı ise kitlelerin bilincini yönlendirerek toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumları idame ettirmektir ve bu durum toplumun üst tabakasında yer alan sermayedarların ve aynı zamanda kapitalist toplumlardaki kurumları denetleme ve belirleme gücüne sahip olan burjuvazinin de çıkarına hizmet etmektedir (Berger, 2012: 55). Konu ile ilgili Adorno (2016: 64) şunları söylemektedir:

Arz-talep mekanizması günümüzde maddi üretim alanında dağılmaya yüz tutarken, üstyapıda egemenlerin yararına işleyen bir denetim mekanizması olarak iş görmeye devam eder. Tüketiciler, işçiden ve memurdan, çiftçiden ve küçük burjuvadan oluşmaktadır. Kapitalist üretim bedenlerini ve ruhlarını öyle bir kuşatmıştır ki, önlerine konan her şeye direniş göstermeden kapılıverirler. Hükmedilenlerin, hükmedenlerce dayatılan ahlakı onlardan fazla ciddiye alması gibi, günümüzün aldatılan kitleleri de başarı mitine gerçekten başarılı olmuş kişilerden çok daha fazla kapılırlar. Kitlelerin kendilerine göre istekleri vardır. Onları köleleştiren ideolojide şaşmaz biçimde ısrar ederler. Halkın kendine yapılan kötülüğe beslediği tehlikeli sevgi, yetkili mercilerin kurnazlığını bile geride bırakır.

Adorno’ya göre kültür endüstrisi, müşterilerinin kasıtlı olarak tepeden birleştirilmesidir. Birlerinden ayrı olan yüksek ve düşük kültürü her ikisinin de zararına olacak şekilde birleştirmeye zorlar. Müşteri, kültür endüstrisinin inandırmaya çalıştığı gibi kral değildir, kültür endüstrisinin nesnesi konumundadır. Kitleler kültür endüstrisinin kıstası değildir, ideolojisidir. Kültür endüstrisinin var olma sebebi kitleleri kendine uyarlamasıdır. Kültür endüstrisinin sürekli yenilik olarak sunduğu, aynı olanın kılık değiştirmesidir. Kültür endüstrisi ve sanattaki

teknik kavramı arasında sadece isim benzerliği vardır. Kültür endüstrisindeki teknik yaygınlaştırma ve mekanik üretim tekniğidir. Bu anlamda kendi nesnesine karşı dışsal bir konumda yer alır. Sanattaki teknik kavramı ise nesnenin kendi içinde örgütlenme ve mantığına gönderme yapmaktadır. Kültür endüstrisinin düzen kavramları her zaman statükonun pekiştirildiği kavramlardır. Kültür endüstrisi mutlu bir yaşamın yönergesi ve ahlaki sorumluluk sanatı değildir. Daha çok güçlü çıkarlara itaat eden uyarılardır. Kültür endüstrisinin propagandasını yaptığı şey, aydınlatılmamış ve kör olmuş otoriteyi güçlendirmektir. Kitleler yukarıdan kitle olarak haksız yere aşağılanıyorsa ve çağın üretici güçleri tarafından özgürleşmeleri engelleniyorsa, bu konuda kültür endüstrisinin sorumluluğu azımsanmayacak kadar fazladır (Adorno, 2016: 110-119).

Kültürün endüstrileşmesi kitle/popüler kültür ile tüketim kültürünün egemen olmasını sağlamış, insan bilincini parçalayarak tektipleştirmiştir. Bu aynı zamanda insanın özgürleşmesinde de bir engel olmaktadır (Yaylagül, 2014: 94-95). Marcuse’a da popüler kültürün var olan siyasi durumu kabullenmeleri bakımından kitlelere “uyuşturucu” etkisi yaptığından söz etmektedir. Ona göre siyasi ve iktisadi koşulların yıkılmasına engel olan popüler kültürden alınan zevktir (Gans, 2014: 72).

Horkheimer’a (1941) göre popülerlik modern çağda nitelikten yoksunlaşmış, nicelikle ölçülen bir anlayışa indirgenmiştir. Demokratik ülkelerde arz ve talebi belirleyen toplumun ihtiyaçları değil, eğlence endüstrisinin mantığıdır. Son kararı veren seçkinler değil eğlence endüstrisinin kendisidir. Kültür endüstrisi ürünlerinin hakikilik, yenilik, başka bir dünya (ütopya) ile ilişkisi ve ilgisi bulunmamaktadır (Özbek, 2013: 65). Frankfurt Okulu üyelerinden Alman Marksist eleştirmen Walter Benjamin de 1974 yılındaki “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Yapıtı” adlı makalesinde orijinal sanat yapıtlarının tek olduğu, bir “hale”ye ve “otorite” ye sahip olduğunu vurgulamıştır. Benjamin’e göre orijinal sanat yapıtlarının kopya edilerek yeniden üretimleri ise gerçekliklerini yitirmelerine sebep olmaktadır (Berger, 2012: 74). Ancak Benjamin’in bu görüşünün yanında sanat yapıtlarının yeniden üretimlerine ilişkin olarak olumlu gördüğü bir taraf da vardır. Benjamin, sanat yapıtlarının yeniden üretimleri sayesinde toplumun geri kalan kısımlarının da bundan

yararlanabileceğini düşünmekte ve bu yolla sanatın demokratikleşeceğini savunmaktadır. Dolayısıyla sanatın aristokrat kesimin tekelinden çıkmasını ve toplumda varolan eşitsizliklerin de yok olabileceğini düşünmektedir. Bu görüşler çerçevesinde Walter Benjamin’in Frankfurt Okulu’nun diğer üyelerinden ayrıldığı görülmektedir (Güngör, 2013:179).

Frankfurt Okulu üyelerinden Löwenthal da mekanikleşen çalışma hayatı ile bireyin önemini kaybettiğini, halk sanatı ya da yüksek sanatın yerini kitle kültürünün aldığını belirtmiştir. Ona göre popüler kültür ürünleri gerçek sanatın hiçbir özelliğini taşımaz. Popüler kültürün kendine has özellikleri vardır. Bunlar, standardizasyon, stereotipleme, kandırmaca ve dalavere ile kitlelere yutturulan tüketim mallarıdır. Dwigh McDonald’da bu görüşe katılır. McDonald kitle kültürünün yukarıdan dayatılma bir kültür olduğunu ve iş adamlarının tuttuğu teknisyenlerce üretildiğini dile getirir. Bu kültürün izleyicisi ve katılımı satın alma ya da almama seçiminde kalan edilgen tüketicileri kapsamaktadır. Mcdonald’a göre, Kitsch’in (ticarileştirilmiş ucuz sanat) efendileri egemenliklerini sürdürmek ve kâr etmek için kitleleri sömürmektedirler (Aktaran; Gans, 2014: 44).

Frankfurt okulu üyelerine göre kitle iletişim araçlarının kitleler üzerindeki etkisi bir şırınganın şırıngalaması gibidir. Birbirlerinden bağımsız haldeki radyo dinleyicisi, sinema izleyicisi ve gazete okuyucusu, her gün şırıngadan çıkan mesajları almaktadır. Şırıngadan çıkan bu mesajlar ise toplumda asi hareketlere sebep olmaktadır (Turan ve Esenoğlu, 2006:76).

“Her türlü formunu yok-edim merkezi işlevi gören kültür endüstrisi, gerçek olmayan/sanal bir kültürdür. Onun kendiliğindenliği yoktur. O, şey(sel)leşmiş bir kültürdür. Kültür endüstrisi, sinai tekellerinin kitle iletişim araçları ile şekillenen, tekellerce kendi sınıfsal çıkarları için “yönlendirilen”, doğal olmayan, ezilen sınıf ve kitlelerin aleyhine olan anti-demokratik bir kültürdür” (Kızılçelik, 2010:236).

Frankfurt okulunun kitle iletişim araçlarına dair görüşleri genelde anlamda kötüdür. Okulun ortaya koyduğu çalışmalarda, kitle iletişim araçları ve kültür endüstrisine birtakım roller verilmektedir. Bunlar, burjuva bireyciliğini ve işçi

sınıfının devrimci potansiyelini yıkan ideolojik baskınlıktır (Tekinalp ve Uzun, 2013:167).

Benzer Belgeler