• Sonuç bulunamadı

Tabi olarak her insan aile kurmak ister. Bu insanın yaratılış özelliklerinde olan bir fıtrattır. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak, neslini devam ettirmek vb gibi amaçlar doğrultusunda yapılan evlilik mefhumu, ortaçağ başlarında sadece normal insanlara tanınan bir hak olmuştu. Nitekim köleler, erken ortaçağ olarak atlandırabileceğimiz III. – VI. yüzyıllar arasında birçok haktan mahrum bırakılmışlardı. Bu mahrum bırakılan haklardan bir tanesi de, kendi istediği kişiyle evlenmesine izin verilmemesiydi. Bu dönem içerisinde yaşayan bir köle evlenebilmek için efendisinden izin almalıydı ve evleneceği kadın mutlaka köle olmalıydı. Eğer ki bir köle hür bir kadınla evlenirse, hür kadın köle durumuna düşerdi. Doğuracağı çocukta köle olurdu. Bu katı durumu oluşturan ilk sistemsel temeller ilkçağ Yunan toplumunda atılmış, Roma toplumunda tam bütünselliğine kavuşmuş ve oradan da bu yüzyıllar içerisinde kurulmuş olan Avrupa kavimlerinin kölelik sistemine geçmişti. Daha ilkçağ sınırları içerisinde yaşamış olan Hemoros da bu konuya değinmiş ve Yunan kültüründe yoksulları iki ayrı sözcük ile temsil edildiğini vurgulamıştır.. Penes denilen grup belirli işi olan ancak yaptıkları iş karşılığında tatmin edici bir maaş almayan ve güvenli bir yaşam elde edemeyen gruptu. Birde Ptochos denen grup vardı ki, hiçbir iş yapmadan sefalet içinde yaşayan, kişilerden oluşuyordu. Bunların en altında da bir grup vardı ki onlarda kölelerdi. Kölelerin ise evlenme ve aile kurma gibi hakları yoktu. Bu yoksulların durumu o kadar ciddi bir durumdu ki, artık III. yüzyıl itibariyle Roma topraklarında özgür insanlar arasında bir ayrım yapılmasına kanunen gidilmiştir. Artık yoksullar kanun karşısında ifade vermeyeceklerdi. 533 yılında yürürlüğe giren bir kanunla (Digesta kanunları128), 50 altın sikkesi (Solidus) olmayan bir kişi yoksul sınıfa giriyordu129. Bu ve benzeri durumlar kölenin hem toplumsal konumunu belirliyor hem de ailesel haklarını ortaya koyuyordu. Yani köle

127 Murat Sarıcık, a,g,e, s. 15.

128 Justinianus’un 50 ciltlik kanun derlemesidir. Klasik Yunan ve Roma kanunlarını iyi bir

şekilde derlenmesiyle oluşmuştur.

48 olan bir kimse haklı olsa dahi parası olmadığı için kanun önünde kendisini savunamayabilirdi.

Şunu da belirtmek gerekirse Eski Yunan ve Roma imparatorluğunda da kölelik oldukça yaygındı. Aksi düşüncede olanların mevcudiyetine rağmen o dönemin filozoflarının mevcut anlayışına göre kölelik devlet ve aile gibi temel beşeri gruplardan birisi sayılmıştır. Roma hukuku olan İus Gentium’a göre kölelerin hiçbir hakkı yoktu. Fakat artan köle nüfusu, işlenmesi gereken topraklar, efendilerinin köleleri birer araç görmeye başlaması, köleleri birer cinsel ihtiyaç aracı görmeleri, madenlerde en ağır işler altında çalıştırmaları, aile gibi önemli bir kurum kurmalarına izin vermemeleri ve kölelerin doğan çocuklarının dahi köle olarak kabul edilmesi zamanla köleleri isyanlara sevk etmiştir130. Nitekim son dönem Roma toplumunda dahi köleler yasal olarak evlenemezlerdi. Genellikle yasak ilişkiler sonucunda çocukları olurdu. Buna karşı herhangi bir cezai uygulama yoktu. Yinede hiçbir kölenin şiddetten, tacizden, öldürülmekten veya benzeri kötü muamelelerden korunmak gibi bir şansı yoktu. Kölelerin çocukları anne babalarından ayrı satılabilirdi. Bu kanunlarının bezerlerini Franklarda ve Germenlerde de görmekteyiz. Nitekim bir Franklı kölesinin kiminle beraber olacağına izin verebilirdi ama kölelerinin kendi başına evlenmelerine asla izin vermezdi131.

Avrupa’da kurulan Germen krallıklarında da durum bunda farklı sayılmazdı. Fakat şunu da söylemek gerekirse bu kurulan krallıklarda kısa süre içerisinde feodalite yayıldığı için kölelerin sayısında azalma olmuş, bunun yanında serflerin sayısında büyük bir artış olmuştu. Bundan dolayı elde bulunan kölelerin evlenmelerine ve benzeri gibi konularına çok karışılmamıştı. Fakat köle evlenecekse mutlaka efendisinden izin almalıydı ve evleneceği eşinin bağlı bulunduğu efendi ile kendi efendisi bu konuya karar vermeliydi. Köleler bu bağlamda efendilerine bağlı kalmak zorundaydılar. Bu konuyu daha geni bir şekliyle serflik sistemi içerisinde anlatacağız. Birde bu kurulan Avrupa krallıkları içerisinde aile reisine kan bağı ile değil de, başka türlü sebeplerden dolayı tabi olan, bazı insanlar vardı. Bunlara yanaşmalar (cliens) ya da köleler (servus) denirdi. Aile içinde babanın oğlu ile arasında bulunan yanaşmalar, ya fetih ve istilalar sebebiyle hukukunu kısmen

130 Nihat Engün, a.g.m., s. 237. 131 Charles Freeman, , a.g.e., s. 530.

49 kaybetmiş, çeşitli hizmetler karşılığı aile reisinin himayesini kabul etmiş olan kişilerdi. Bunlara ilkçağ cumhuriyet Roma’sında ve İmparatorluk Roma’sında azatlı köleler denmiştir. Yanaşmalar genel olarak her türlü işle uğraşabilir ve her türlü mal ve hizmet sahibi olabilirlerdi. Fakat neleri varsa hepsi kendisini koruyan efendilerinin kontrolü altında kalırdı. Efendileri bu yanaşmaları bilhassa mahkemelerde korumak mecburiyetindeydi. Bunu yapmazsa efendileri mutlaka ceza görürdü. Yanaşmalarda adına hizmet ettikleri efendilerine her türü yardımı etmek zorundaydılar ve sadakatini de göstermek mecburiyetindeydi. Buna mukabil köleler hukuken efendisinin malı konumundaydı132.

Bu Avrupa krallıkları içerisinde zengin tabakası ekmekle, etle ve benzeri gibi vitamin ve protein içeriği fazla olan yiyecekler tüketirken, toplum tabakasının en alt kısmında bulunan fakirler ve köleler, arpa veya bulabilirlerse buğday ekmeği yemek zorundaydılar133. Bundan dolayı diyebiliriz ki, bir köle ve ailesi ortalama olarak 35 yıl yaşayabiliyordu. Çünkü her türlü vitamin ve benzeri gibi ana ihtiyaçlardan çok uzak kalıyorlardı. Ortaçağ başlarında başlayan efendi ve köle anlayışı, bütün ortaçağ boyunca devam etmiştir. Bu dönemde var olan büyük zenginler, köleleri ya da serfleri olmadan yaşayamazlardı. Çünkü topraklarını işlemekten, ev işlerine kadar her türlü işlerini köleleri görmekteydi. Kölelerin çekmiş olduğu bu ızdırap dolu hayat ortaçağ başlarında ne ise, köleliğin kaldırıldığı, 1869 yılına kadar aynı şekilde devam ede gelmiştir. Çiftçiler ve köleler aslında efendilerini ayakta tutan en önemli güç olmalarına rağmen, kendileri sosyal statü bakımında bir hiç konumundaydılar. Aileleri ve çocukları da kendileri gibi köle kabul ediliyordu. Fakat şu bir gerçek ki, ortaçağ başların da dahi, en fakir ya da köle konumunda olan insanlar bile dini vecibelerini yerine getirmekten geri kalmıyorlardı134.

Kölelerde kendi aileleri içerisinde efendilerinin bağlı oldukları dini bütünlüğe bağlanmak zorundaydılar. Nitekim Roma dini, Roma’nın her çeşit sosyal sınıfından katılan taraftarlar sayesinde, zaman zaman ortaya çıkan devlet baskısına, işkencelere ve ölümlere kadar varan cezalandırmalara karşın sürekliliğini devam ettirmiş bir dinsel bütünlüktü. Şunu da bilmek lazımdır ki, Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul

132 Halil Demirci, Roma Tarihi, Cilt 1, Kısım 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,

1998. s. 49.

133 Hilary J. Deigton, Roma Yaşantısında Bir Gün, a.g.e., s. 37. 134 Bernd Fuhrmann, Das Mittelalter, a.g.e., s. 9.

50 edildiği 313 Milano Fermanına kadar bu dinde kölelerin dini olarak kabul ediliyordu135. Kölelerin inanç olarak aile içerisinde efendilerinin dinine bağlı olması nedeniyle efendileri gibi dini bayramlarda kendileri de yer alırlardı. Nitekim biz bu olguyu son dönem Roma dininde dinsel törenlerinde görmekteyiz. Livius bu dinsel törenlerin dokuz gün boyunca sürdüğünü ve tüm kent halkını, efendinin-kölenin, soylunun-fakirin, kadının-erkeğin ayırt edilmeden bu törenlerde tanrılarının mutlulukları için ve tanrılarına yakın olabilmek için katıldıklarını söylemektedir136.

III. yüzyıl itibariyle artan vergi yükü, toplum içerisinde doğal bir köle ekonomisini oluşturdu. Bu gelişme zamanla zenginler ile fakirler arasında büyük bir sosyal uçurum yaşattı. Çok az bir Romalı vatandaş rahat ve zevk içinde yaşarken, gelecek zamanlar içerisinde bu vatandaşlarında fakirlik içerisinde yaşayacaklarını hesap etmemişlerdi. Hiçbir Romalı zengin kendi çocuğun sahip olamıyordu. Fakirler ise satın alma gücü olmadıklarından ne çocuk yapabiliyorlar ne de bağımsız yaşayabiliyorlardı. Kölelerin ise durumu bundan kötüydü. Nitekim kölelerin evlenmelerine izin verilmezken, efendisinden hamile kalan bir kölenin doğurduğu çocuk bile köle sayılıyordu. Bu da kölelerin aile kurma düşüncesini ellerinde alabiliyodu137.

Son dönem Roma toplumunda kölelerin aile hayatında durum böyle iken, Bizans imparatorluğunda 4. yüzyıl içerisindeki durum bundan farklı sayılmazdı. Bu dönemler içerisinde Bizans sınırlarında yaşayan yoksullar ve kölelerin yaşantısı daha çok sundurmalar altında toplanmış, sokakta bırakılmış bebekler, garibanlar, sakatlar, hastalar, çeşitli nedenlerle şehirlere gitmeye zorlanan açlık sınırında yaşayan köylüler, günlük iş gücünü karşılayan ameleler ve dilencileri görmüş oluruz. Bu topluluk içerisinde normal bir aile yaşantısını görmek zordur. Köleler ise efendilerinin yanında birer mal statüsünde olduklarında özgür bir aile yaşantısına sahip değillerdi. Bundan dolayı çocuk da yapsalar efendilerinin hizmetine doğurmuş oldukları bir köle statüsünde olacaklarından buna pek tenezzüh etmezlerdi. Birde şu vardı ki efendileri istediği zaman bir erkek kölenin eşine tecavüz edebiliyordu. Fakat köle bu konum karşısında hakkını arayamıyordu. Bu da kölelerin normal bir aile

135 Çiğdem Dürüşken, Roma Dini, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İstanbul,

2003, s. 17

136 Çiğdem Dürüşken, a.g.e., s. 24

51 oluşturmasına engel olabiliyordu138. Birde buna mukabil III. yüzyıl itibariyle artan vergi yükü, toplum içerisinde doğal bir köle ekonomisini oluşturdu. Bu gelişme zamanla zenginler ile fakirler arasında büyük bir sosyal uçurum oluşturdu. Çok az bir Romalı (Bizanslı) vatandaş rahat ve zevk içinde yaşarken, gelecek zamanlar içerisinde bu vatandaşlarında fakirlik içerisinde yaşayacaklarını hesap etmemişlerdi. Hiçbir Romalı zengin kendi çocuğun sahip olamıyordu. Fakirler ise satın alma gücü olmadıklarından ne çocuk yapabiliyorlar ne de bağımsız yaşayabiliyorlardı. Kölelerin ise durumu bundan kötüydü. Nitekim kölelerin evlenmelerine izin verilmezken, efendisinden hamile kalan bir kölenin doğurduğu çocuk bile köle sayılıyordu. Bu da kölelerin aile kurma düşüncesini ellerinde alabiliyordu139. Avrupa topraklarında da burum bundan farklı sayılmazdı. Nitekim bu erken dönemlerde dahi genel bir yapı olarak, hür olup da evli olan bir kimse ile bir köle arasında evliliğe dayalı olan bir ilişki olamazdı. Eğer ki, bir baba oğluna, kızına veya kız kardeşine veya erkek kardeşine izin vermezse. Bu izin verilse dahi evlenen özgür kişi köle konumuna düşerdi. Ama köle normal üst tabaka sınıfa geçemezdi140.

Roma hukukunun bilgi kaynakları incelendiğinde, Abligation Civilis ve Abligation Naturalis ayrımının ilk kez Klasik Hukuk döneminde, kölelerin borçlarının hukuki niteliklerinin belirlenebilmesi amacıyla yapıldığı görülmüştür141. Çünkü Roma ailesi (familia) içinde, özgür olmayan ve Roma yurttaşı sayılmayan köleler, Res

Mancipi grubuna giren bir mal olarak alınıp, satılıyor, borç ilişkilerinin konusu

sayılabiliyordu. Ancak kölelerin düşünebilen ve irade sahibi canlı varlıklar olması, onların işledikleri haksız fiiliyatlardan dolayı ortaya çıkan sorumluluklarının dışında, başkaları ile de hukuki ilişkiler içine girmesini kaçınılmaz kılıyordu. Bu nedenle ortaya çıkan hukuki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için, “kölelerin yaptıkları hukuki işlemler nedeniyle kazandıkları haklar, doğrudan doğruya onlar üzerinde Dominica Potestas (köle üzerindeki egemenlik) sahibi olan efendilerine ait sayılırken, yüklendikleri borçlardan efendileri sorumlu tutulmazdı.” Kölelerin yaptıkları hukuki işlemler sonucunda, efendi ya da azat edildikten sonra köle, aslında hukuken ödemek

138 Evelyne Patlagean, a.g.m., s. 127. 139 Judson Knight, a.g.e., s. 8. 140 Tribonian, a.g.k., Title X-10.

141 Haluk Emiroğlu, “Roma Hukukunda Eski Borç Olarak Doğan Borçlar”, A.Ü.H.F.

52 zorunda olmadığı bu borcu öderse, yapılan bu ödeme herhangi bir hukuki yolla geri alınamazdı. Bu Roma hukukunda açıkça belirtilmişti. Bu hukuktan faydalanan Avrupa kavimleri genel mana ile bunu kendilerine uyarlamışlardı ve köle aile yaşantısını da bu şekilde tasarlamışlardı. Nitekim borçlu olarak ölen bir kölenin borcu oğluna ya da karısına yüklenebiliyordu. Kölenin ailesel hukuku yok sayıldığı için, kölenin çucuğu ya da karısı her an satılabilirdi142. Bu sadece Avrupa’da bu dönemler içerisinde kurulan kavimlerde gözüken bir olgu değildi. Nitekim kölenin bir mal görülmesi ve aile kuramaması gibi kanunlar cahiliye dönemi Arap toplumunda da kabul ediliyordu. Nitekim bu toplum içerisinde hür olmayan bir kişi ile hür bir kişi arasında evlilik asla gerçekleşemezdi. Aksi halde idama kadar giden cezalar vardı. Cahiliye dönemi Arabistan’ında buna mukabil köleler evlat edinilebilirdi143.

Şunu da söylemek gerekirse ister bu dönem Avrupa krallıklarında olsun istere Bizans ve son dönem Roma hayatında olsun normal bir vatandaşın dahi canı tehlikede sayılabiliyordu. Bu konumda kölelerin hayat güvencesi ise yok gibi bir şeydi. Aile kuran bir köle her an öldürülebilirdi. Karısı ve ya çocuğu başka bir yere köle olarak satılabilirdi. Kendisi ise buna karşı bir şey yapamazdı. Bu dönem Halkları arasında insan öldürmek oldukça normal sayılıyordu. Kilisede ayin yapılırken dahi insan öldürmek normal hale gelmişti. Bir darbe ile insan öldürmek çok başarılı bir spor olarak kabul görüyordu. Özellikle bu amaç doğrultusunda köleler kullanılıyordu. Fakat öldürülen kölenin ailesi var mı, bakması gereken çocuklar var mı diye düşünülmezdi. Diğer taraftan Bizans halkı korkunç bir şekilde batıl fikirliydi. Müneccimler, şarlatanlar, falcılar, havadis meraklıları, zaman zaman Bizans halkını heyecanlara düşürmekten geri kalmazlardı. Bilhassa kadınlar, bu gibi şeylere çok inanıyorlardı. Bundan dolayı sihirli muskalar, şuruplar ve büyüler yaptırabiliyorlardı. Kölelerde bu ve benzeri gibi olaylara sıcak bakabiliyordu144.