• Sonuç bulunamadı

Arapça’da “kazâ” kökünden türetilmiş olan kâdı, fıkıh terimi olarak insanlar arasında meydana gelen çekişme ve davaları şer’î hükümlere göre çözümlemek için yetkili makamca tayin edilen kişiyi ifade etmektedir. Kâdılık kurumu, Hz. Peygamberin ölümünün ardından İslâm devleti sınırlarının genişlemesi ve halifenin tüm işleri tek başına idare etmesinin mümkün olmadığının anlaşılmasıyla ilk defa, Hz. Ömer zamanında oluşturulmuştur.239 Ardından bütün İslâm devletlerinde de bu kurum varlığını korumuştur.

Osmanlı Devleti’nde beylik döneminden beri fethedilen yerlere hukuku temsilen bir kâdının, idareyi temsilen de bir beyin tayini yerleşmiş bir gelenekti. Bey, kâdının hükmü olmadan hiçbir cezayı yerine getiremez, kâdı da hiçbir kararını kendisi icra edemezdi. Kâdı, kararlarında, yani şeriat ve kânunu uygulamada beyden bağımsızdı. Emirleri doğrudan doğruya sultandan alır, sultana doğrudan doğruya dilekçe verebilirdi. Eyâlet yönetimindeki bu güçler ayrımını, Osmanlı bürokrasisi, adil bir yönetimin temeli olarak görmekteydi.240 İşte elimizdeki belgelerden birinde, kâdının yeri geldiği zaman beylerbeğini bile yargılamasının merkez tarafından gelen bir emirle sağlandığı görülmüştür241 ki, adil bir yönetimin sağlanması hususu daha anlaşılır bir hale gelmiştir.

Osmanlı kâdısı, İslâm devletleri içinde özgün bir yeri olan adliye ve mülkiye görevlisidir. Memuriyeti, kendinden önceki İslâmî asırlardaki meslektaşlarına göre daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Ayrıca tahsili, mesleğe geçişi ve terfii itibariyle de gelişmiş bir hiyerarşiye ve kurallar bütününe tâbidir. İlmiye sınıfına mensup olan Osmanlı kâdısı son İslâm devletinin geniş ve renkli coğrafyasındaki temsilcisi, bu dünyayı baştan sona en iyi tanıyan memur tipidir ve bu devletin hukukçular sınıfını şahsında temsil eden meslek adamıdır. Mesleğe giriş, terfi ve tayin yerlerindeki çeşitlilik sebebiyle bütün devlet görevlileri içinde, hem Osmanlı devlet işlerinin malî, idarî, askerî kompartımanlarını hem de Anadolu, Rumeli coğrafyasının birçok noktasını tanımaları açısından farklı bir konuma sahiptir.242

239 Fahrettin Atar, “Kadı”, DİA, C.24, Ankara 2001, s.66. 240 İnalcık, Klasik Çağ, s.108.

241 Ahâli üzerine konup bedava zahire ve akçe alan Karaman Beylerbeyi hakkında bkz. KŞS 26 / 250-2;

Eşkıya teftişi için ahâliden kanunsuz akçe alan aynı beylerbeyi için bkz. KŞS 26 / 264-1.

Osmanlı kâdısının mülkî, beledî, malî, askerî ve adlî sahaları kapsayan görevleri göz önüne alınırsa onun kadar geniş bir görev alanı bulunan bir başka memur olmadığı gibi memuriyet kompartımanı ve şahsiyeti onun kadar çeşitli olanı da yoktur denebilir. İlmiye sınıfındandır. Şer’î hukuk adamıdır, ancak mülkî erkân içindedir. Müslüman halkın dahi merkezî devlet karşısında sözcüsü odur. Şer’î hukuku uygulamakla vazifeli olması sebebiyle merkezî hükümet memuru olduğu kadar ahalinin de devlet karşısındaki temsilcisi ve sözcüsü durumundadır. Aynı zamanda gayri müslim ahalinin yaşayışına dahli yoksa da o zümrenin de hukukunu gözetmek ve malî yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerine dikkat etmek zorundadır.243

Geniş bir bölgede bütün davaları göremeyen kâdının nâibleri vardır ve nâib mahkemesinin bölgesi için kullanılan “nahiye” buradan kalmadır. Nâibler, yatay bir hiyerarşi içinde kâdının görevlerini kendi nahiyelerinde yerine getirirler. Şehrin asayişini sağlamakta kâdıya; subaşı, asesbaşı, kalelerde dizdarlar gibi görevliler yardımcıdır. Mahkeme personeli ise; sicil kâtipleri, muhzır, tercümanlar, müşavirler, mübaşirler, kasamlar, beledî hizmetler için muhtesib gibi görevli yardımcı memurlardan oluşmaktadır.244

Kâdılar, hem adlî hem de idarî görevler üstlendiklerinden şer’iye sicillerinde onların idarî görevleriyle ilgili kayıtlar da vardır. Bunlar; memur ve müderris tayini, resmî yapıların keşif ve tamiri, vakıfların denetimi, vakıf binalarının kiraya verilmesi, vergi toplanması, esnaf teftişi, narh koyma, yiğitbaşı ve kethüda tayini, mukâtaʻa teftişi ve ihtida işlemleri gibi kayıtlardır.245 Bu görevler kâdının görevli olduğu bölgede ne kadar söz sahibi olduğunun da bir kanıtıdır. Ayrıca görüldüğü gibi, kâdının sadece bir hukuk adamı olarak tanımlanmaması burada üzerinde durulan bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kâdının tanımı ve Osmanlı Devleti’ndeki görevlerinden bu şekilde bahsettikten sonra özelde Konya şehrinde kâdının konumu hakkında bir takım tespitlerde bulunmaya çalıştık. Özellikle “II. Bölümde” de ifade edildiği gibi, Karaman eyaletinin ve Konya Sancağı’nın görevlisi olan beylerbeyinin (vali) yanında, sınırlarıyla aynı zamanda sancağın içinde olan Konya kazâsının bir de kâdısı bulunmaktaydı. Kâdıların tayin oldukları yerlerin büyüklüklerine göre derecelendirilmesi üzerine Konya kâdılığı, 1575’te büyük derece olan

“mevleviyet” derecesine yükseltilmiştir. Böyle büyük kâdılar, kâdıaskerin (Konya için

243 İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kâdı, Ankara 1994, s. 12-15. 244 Abdullah Demir, “Osmanlı Hukuku ve Adliye Teşkilatı”, Osmanlı Teşkilat Tarihi,

Ankara 2012, s.361-365.

78

Anadolu kâdıaskeri) uygun bulması ve sadrazamın arzı üzerine padişahın tayin etmesiyle görevlerine başlamaktaydılar.246

Konya’ya ait elimizdeki 26 numaralı kâdı defterinde, 1681-1682 yıllarında, iki kâdı ismi zikredilmiştir diye daha önce vurgulamıştık. İlk önce eski kâdının görevinin sona erdiğine dair bir yazı ve mühür karşımıza çıkmıştır ki bu kâdının ismi, “Hasan Hüseyin Efendi”247 olarak belirtilmiştir. Hemen ardından yeni Konya kâdısının göreve başlama kaydını tespit etmek mümkündür ki bu kayıtta ise Konya kâdısı, “El-vâkıʻa fî zaman-ı ʻalemi’l-ʻulemâi’l-ʻizâm

efdalü’l-fuzalâi’l-fihâm Hazret-i Ahmed Efendizâde”248 diye tanımlanmıştır. 23 Receb 1092 (8 Ağustos 1681) tarihinde kaydedilen bu yazı ile birlikte bu tarihten başlayıp defterin de bitiş tarihi olan, 8 Cemâziye’l-evvel 1093 (15 Mayıs 1682) tarihine kadar görülen bütün davalarda hâkimin Hazret-i Ahmed Efendizâde olduğu görülmektedir.

26 numaralı defterde bulunan belgelerde, yukarıdaki ismi geçen Konya kâdılarının

“mevleviyet” derecesinde olduklarını gösteren “Mevlânâ” ünvanlarına rastlamak mümkün

olmuştur.249 Bu kâdıların görev tayin belgesine rastlanılmamış fakat yukarıda da ifade edildiği üzere “göreve başlama kaydı” denilen bir kayıt tespit edilmiştir.

Kâdı, şer’iye mahkemelerinde şer’î hükümlere göre yargılama yapmaktaydı ve Hanefî mezhebi üzere hüküm vermekteydi.250 Şer’iye mahkemelerini ifade etmek için ise “mehâkim-i

şer’iye, meclis-i şer’, meclis-i şer’i enver” veya “meclis-i şer’i şerîf” gibi tabirler

kullanılmaktaydı. Şer’iye mahkemelerinin belirli bir makam binası yoktu. Ancak bu, şer’î meclis adıyla yargılamanın yapıldığı muayyen bir yerin olmadığı manasına gelmemelidir. Kâdıların yargı işlerini rahat yürütebilecekleri ve ilgililerin her zaman kâdıyı bulabilecekleri belli bir mahkeme yerinin olması gerekliydi. Bu, ya kâdının evinin bir köşesi veya cami, mescid yahut medreselerin bir odası olmuştur.251 II. Mahmud ile birlikte zamanla mahkeme kurulan yerler sabit olarak resmî mahkeme binalarına taşınmıştır.

Tüm bu bilgilerden sonra Konya’da incelediğimiz tarihlerde bir mahkeme binasının varlığı bir merak konusu olmuştur. Genelde kâdının ikamet ettiği evi bu husus için kullanılmış olabileceği yorumu öne çıkmaktadır. Konya’da sabit bir yerin varlığına gelince ise, XVII. yüzyıl seyyahı olan Evliya Çelebi Seyahatnâmesine müracaat etmekteyiz. Evliya Çelebi,

246 Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s.87. 247 KŞS 26 / 3-2.

248 KŞS 26 / 4-1. 249 KŞS 26 / 242-1.

250 Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s.108. 251 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri I, s.76-77.

79

Şems-i Tebrizî Tekkesi’nden bahsederken “mahkemeye yakın eski bir tekke”252 olarak tanımlar. Onun bu ifadesinden de anlaşılacağı üzere mahkeme binası, Şerafeddin Camii’nin kuzeydoğusunda bulunmaktaydı. Günümüzde Şerafeddin Camii’nin kuzeyinde ve Şems-i Tebrizî Camii’nin güneyinde yer alan hamam ise “Mahkeme Hamamı” olarak bilinmektedir. Böylece mahkemenin bu alanda olabileceği düşünülmüştür. Bununla birlikte mahkeme binasının, küçük bir avlu içinde iki katlı, mutfak, ahır, kütüphane, kışlık odalar ve kâdının ailesine özel “harem” denilen yazlık bölümleri bulunmaktadır. Avlu ve ahır, mahkemeye gelenlerin atlarını bıraktıkları bir yer olarak kullanılmaktadır. Bu mahkeme binasında zamanla meydana gelen tahribatlar sonucunda, şahıslar veya vakıflar tarafından tamirlerinin yapıldığı da görülmektedir.253

Bütün bu açıklamalardan sonra kısaca Osmanlı kâdısı, kazâda devletin en yetkili görevlisi olduğundan, bulunduğu kazânın hem mülkî amiri, hem hâkimi, hem belediye başkanı, hem noteri, hem de müfettişi konumundadır.254 Bu yüzden devlet kademelerinde onun kadar geniş bir görev alanına sahip başka bir memur bulunmamaktadır diyebiliriz. Burada sözünü etmemiz gereken başka bir husus da yukarıda, “Şer’iye Sicilleri” başlığı altında ayrıntılı olarak açıklanan, kâdıların tutmuş oldukları defterlerdir. “Şer’iye sicili,

mahkeme defteri” veya “kâdı defteri” gibi isimlerle zikredilen bu defterler, Osmanlı

mahkemesine yansıyan bütün hadiselerin kâtipler tarafından kaydedildiği çeşitli belgelerden oluşmaktadır. İşte çalışmamızın ana kaynağı olan bu belgeler, buraya kadarki ve buradan sonraki sayfaların kaleme alınmasında büyük pay sahibidir. Konya şehri hakkında yaptığımız tespitler, Konya mahkemesinde kaydedilen belgeler ışığında ortaya çıkmıştır.

252 Evliya Çelebi, C.III, s.22. 253 Tuş, Konya, s.86.

80