• Sonuç bulunamadı

4. ORTADOĞU’DA DARBELER (1953-1958)

4.1. İran(1953)

4.7.1. Irak Siyasi Tarihi

Eski Mezopotamya olarak bilinen Irak toprakları, stratejik önemi dolayısıyla tarihin en eski dönemlerinden itibaren birçok medeniyetin ilgisini üzerine çekmiş ve bu durum da bölgenin pek çok göç ve istilalar ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Başta Sümerler, Akkad, Babil, Asur, Med-Pers, Grek, Roma-Bizans ve Sasaniler’in hakimiyet sahası haline gelmiştir (Halil, 1999: 87). 7. yüzyılda ise Müslümanların Sasaniler’i mağlup etmesiyle birlikte Irak tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Robertson’un ifadesiyle tarihte çığır açıcı bir olay olarak değerlendirilen bu fetih, (Robertson, 2016: 354) Irak’ın modern kimliğinin oluşmasında belirleyici olmuştur (Abdullah, 2006: 6).

Irak, Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından, Hz. Ali döneminde İslam’ın önemli bir merkezi haline gelmiş ve başkent, Kufe’ye taşınmıştır (Yeşilbursa, 2018: 353). Sonrasında ise Abbasi Halifesi Mansur tarafından 762 yılında yeni baştan inşa edilen Bağdat, İslam medeniyetinin başkenti olarak belirlenmiştir. Ancak bu parlak dönem150 9. yüzyılın ortalarından itibaren değişmeye başlamış ve yaşanan ekonomik zorlukların yanı sıra bölgeye

148 Kruşçef toplantıda bulunanlara şunları söylemiştir: “Barışa! Barışa! Savaş isteyen her kimse kahrolsun!

Bırakın kendi kendine savaşsın! Fakat savaştan niçin bahsediyoruz? Savaş asla olmayacak!” Suriye ile ilgili olarak savaştan bahsedilmekte olduğunu hatırlatanlara da Kruşçef, şu cevabı vermiştir: “Savaş bahsi ne kadar çok edilirse, gerçekleşme ihtimali de o kadar az demektir.” (Kürkçüoğlu, 1972: 112).

149 Birleşik Arap Cumhuriyeti uzun ömürlü olmamıştır. Bu birliktelik Mısır’ın Suriye üzerine kurmuş olduğu

siyasi baskı nedeniyle yerini huzursuzluğa bırakmıştır. Eylül 1961’de Albay Kerim el-Nahlavi liderliğindeki darbe ile Birleşik Arap Cumhuriyeti sona ermiştir (Şöhret, 2016: 53; Özkoç, 2008: 93).

150 786-809 yılları arasında halifelik yapan Harunürreşid ve oğlu Me’mun döneminde Irak, dünyanın en önemli

101

çeşitli gruplar tarafından saldırılar düzenlenmiş (Marr, 2012: 4-5) ve nihayetinde 1055 yılından itibaren Büyük Selçuklu Devleti hakimiyetine girmiştir. Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, Abbasiler ile anlaşma yaparak Halifeliği, birleştirici bir manevi kurum haline getirmeye çalışmışlardır (Bostancı, 2017: 40). Ancak sonrasında 1258 yılında Cengiz Han’ın torunu Hülagü komutasındaki Moğol kuvvetleri, Bağdat’ı ve diğer şehirleri ele geçirip, büyük tahribat yapmışlar ve Abbasi halifeliğine de son vermişlerdir (Nissen ve Heine, 2009: 142- 143).

Iraklılar tarafından karanlık dönem olarak adlandırılan bu çalkantılı yüzyıllarda (Abdullah, 2006: 6) İlhanlılar sonrası sırasıyla Celayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler egemenlik kurmuştur (Yeşilbursa, 2018: 353). Yirmi altı yıllık Safevi hakimiyeti, 1534’te Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’yle sona ermiştir (Halîl et-Tâlib, 1999: 90). Yüzyıllar boyunca istikrarsız ve zayıf yönetimlerin hakimiyeti altında yer alan Irak, böylelikle güçlü ve iyi organize olmuş Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girmiştir. Bu dönemde Bağdat şehri, Irak’ın ana idari merkezlerinden biri haline getirilmiştir. Diğer taraftan Basra’da Osmanlılar için önem kazanmış ve başta Avrupa olmak üzere Ortadoğu’nun ekonomik faaliyetlerinin kilit noktası haline gelmiştir. Bağdat, Basra ve Musul’da Osmanlı idarecileri belli bir düzen kurmayı başarmış olsa da kırsal bölgede hakimiyet çeşitli kabile liderleri tarafından sağlanmıştır (Nissen ve Heine, 2009: 144-145).

1908 yılında Irak sınırından çok da uzak olmayan Güney İran’da petrolün bulunmasıyla birlikte İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa’nın dikkati bu bölgeye çevrilmiştir (Abdullah, 2006: 10). Bu noktadan itibaren kendi petrol rezervlerine sahip olmayan İngiltere, Irak üzerindeki Osmanlı hakimiyetine meydan okumaya başlamıştır (Hunt, 2005: 58). İngilizlerin Irak bölgesindeki ekonomik ve stratejik menfaatleri giderek dini, siyasi ve askeri alanları da içerisine almış151 ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na dahil olmasından neredeyse bir gün sonra, İngiliz askerleri Osmanlı kuvvetlerinin zayıf olduğu Şattülarap’ın girişinde yer alan Fâv mevkiini ele geçirmiştir (Çetinkaya, 1999: 95). Ardından 22 Kasım 1914’te Basra’ya giren İngilizler, Kütül’amare’de Osmanlı kuvvetlerinin güçlü direnişiyle karşılaşmış ve burada uğradıkları yenilgiyle birlikte askerlerinin tamamı esir152 alınmıştır (Yeşilbursa, 2018: 354). İngilizler bu yenilgi sonrası bölgeye asker ve mühimmat

151 İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasında daha önce Irak’a gelmişlerdir. 17. yüzyılda Basra’da

Ticaret Karakolu’nda görev yapan İngilizler, kısa süre sonra konsoloslukta Osmanlı paşalarına danışman olmaya başlamıştır (Hunt, 2005: 58).

152 Kütül’amare zaferiyle İngilizler ve onlara bağlı güçlerden 500 subay ve 27.000 asker Osmanlı ordusu

102

takviyesinde bulunarak ve çeşitli iş birlikleri içerisinde yer alarak, toparlanma sürecini hızlı bir şekilde tamamlamış ve ardından Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçirmiştir. İngilizler, Bağdat’ın ele geçirilmesinin ardından Mayıs 1918’de Kerkük’e kadar ilerleyerek, Musul’u ve petrol yataklarını ele geçirmek için hızlı bir şekilde hareket etmeye başlamışlardır. Ancak bu sıralarda, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi nedeniyle kısa süreli de olsa hedefine ulaşamayan İngilizler (Çetinkaya, 1999: 95), Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından mütarekenin 7. maddesine153 dayanarak 9 Kasım 1918’de Irak’ın tamamını işgal etmişlerdir (Talibi, 2016: 217).

1917 yılında Irak’ta başlayan İngiliz hakimiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte yerini manda sistemine154 bırakmıştır (Turan, 2003: 133). Bu durum karşısında Iraklılar, İngilizlerin yönetimine tepki gösterip, ayaklanmaya başlamışlardır. 1920 İsyanı olarak bilinen bu ayaklanmada Sünniler ve Şiiler ilk kez bir araya gelip ülkelerini İngiliz işgalinden kurtarmaya yönelik iş birliği yapmışlardır. Iraklılar ile İngilizler arasında dört ay süren kanlı çatışmalar her iki taraftan da büyük kayıpların yaşanmasına neden olmuştur (Hunt, 2005: 63). Yaşanan bu ayaklanmalar neticesinde İngilizler, bölgedeki politikalarını değiştirerek, İngiltere’ye bağlı bağımsız bir Irak devleti kurma yolunu seçmişlerdir. Değişen bu politika ile birlikte İngiltere, birkaç hafta içerisinde kralı belirleyip sahte bir referandum düzenlemiştir. Bu referandumda Irak nüfusunun % 96’sının yeni kralı kabul ettiği iddia edilmiş ve Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu -aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlılara karşı Arap İsyanının lideri- Faysal, 27 Ağustos 1921 yılında Irak’ın ilk kralı olarak taç giymiştir (Tripp, 2007: 47; Abdullah, 2006: 12-13). Kurşun’un ifadesiyle, İngilizler bu politikasıyla birlikte bir taşla iki kuş vurmuşlardır. Bir taraftan Peygamber torunu birini Kral yaparak Şiiler’in, diğer taraftan da Suriye’de bulunan Fransızların önünü kesmişlerdir (Kurşun, 2003).

Faysal’ın kral olarak ilan edilmesinden sonra 10 Ekim 1922’de imzalanan İngiltere- Irak Antlaşması ile manda yönetimi şartları teyit edilip, İngiltere’nin çıkarları güvence altına alınmıştır (Çetinkaya, 1999: 95). 20 yıl sürecek olan bu antlaşma, Irak hükümetinin dış ilişkiler, maliye politikası ve ayrıca İngiltere menfaatlerini etkileyen tüm konularda İngilizlere danışılacağını garanti etmiştir. Ardından da İngiliz destekli Kral’ın ve parlamentonun

153 Müttefikler güvenliklerini tehdit edecek bir durumda herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkına sahip

olacaklardır (Sakin, 2016: 243).

154 Birinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan San Remo Konferansı'nda Sykes-Picot ile belirlenen Arap

bölgelerinde, bilhassa Irak ve Suriye’de manda idarelerinin oluşturulmasına karar verilmiştir (Aljazeera Turk, 2016).

103

yetkilerini tanımlayan anayasa hazırlıklarına girişilmiştir (Hunt, 2005: 66). Hazırlanan anayasa ile meşruti monarşi kurulmuş ve 1925 yılında yeni anayasa yürürlüğe girmiştir (Abdullah, 2006: 14). Irak’taki kontrolü ele geçiren İngilizler, Musul meselesinde de Avrupalı devletlerin desteğini alarak meseleyi kendi menfaatine uygun155 olarak çözmüştür (Keleş, 2016: 282).

1924 yılından sonra Iraklıların bağımsızlık talepleri giderek artmaya başlamış ve bunun üzerine İngiltere, Irak ile 13 Ocak 1926 ve 14 Aralık 1927’de iki yeni antlaşma imzalamıştır. İmzalanan bu antlaşmalarla Irak’a tanınan hak ve özgürlükler artırılmış olsa da milliyetçi kesimi pek de memnun etmemiştir (Yeşilbursa, 2018: 357). Bu durum karşısında İngiltere, Irak’a iç işlerinde daha fazla özerklik tanıyan 25 yıl süreli yeni bir antlaşma öne sürmüştür. 30 Haziran 1930 tarihinde imzalanan bu antlaşmaya göre Irak iki yıl içerisinde tam bağımsız olacak, İngiltere -Mısır’da olduğu gibi- askeri ve güvenlik imtiyazlarını korumasının yanında ülkede iki hava üssü bulunduracaktı (Cleveland, 2004: 233). İngilizlerin çıkarları doğrultusunda yapılan antlaşmadan iki yıl sonra Irak, bağımsız hale gelmiş ve ayrıca MC’ye de kabul edilmiştir (Arı, 2012: 445).

Irak’ın kâğıt üstünde bağımsızlığına kavuşmasından kısa bir süre sonra Kral Faysal, tedavi için gittiği İsviçre’de ölmüştür.156 Yerine ise en büyük oğlu Gazi geçmiştir. Arap milliyetçisi ve Pan-Arabizm savunucusu olan Gazi157, İngiliz karşıtı bir tutum sergilemesi nedeniyle Irak’taki İngilizler tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu karşıt tutumu halk ile uyumlu olmasına rağmen, Iraklılar tarafından babası Faysal gibi meşru bir yönetici olarak kabul edilmemiştir (Hunt, 2005: 69-70). Faysal’ın krallığı sürecinde yönetim kademesinde başlayan fikir ayrılıkları, oğlu Gazi döneminde daha da belirginleşmiş ve Irak’ın yönetim kadrosu İngiliz yanlısı olanlar ve İngiltere karşında yer alanlar şeklinde iki ayrı gruba bölünmüştür. Yaşanan bu ayrışmaya, Kral Gazi’nin devlet işlerindeki ilgisiz tutumu ve ayrıca otoritesini kuramaması da eklenince, ülkedeki siyasetçiler arasında şiddetli çatışmaların yaşanmasına neden olmuştur (Yeşilbursa, 2018: 358; Cleveland, 2004: 234-235).

155Musul meselesinde, Lozan görüşmelerinde ve sonrasında taraflar arasında gerçekleştirilen ikili görüşmelerde

mutabakatın sağlanamaması üzerine konu Milletler Cemiyeti’ne intikal etmiştir. Milletler Cemiyeti’nde yapılan görüşmelerde, Türk temsilcisinin halk oylaması teklifi reddedilip, İngiliz temsilcisinin komisyon oluşturulması teklifi kabul edilmiştir. Kurulan komisyonun hazırlamış olduğu rapor doğrultusunda Musul vilayetinin Irak’a ait olması yönünde karar verilmiştir. Türkiye bu karara tepki gösterse de dönemin siyasi şartlarından dolayı kabul etmek durumunda kalmıştır. 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imza edilen Ankara Antlaşması’yla Türkiye-Irak sınırı belirlenmiştir (Sipahioğlu, 2006: 367-368).

156 Manaz’ın ifadesine göre Faysal, İsviçre’de İngiliz hakimiyetine son vereceğini açıklamasından sonra

hastanede zehirlenerek öldürülmüştür (Manaz, 2005).

157 Pan-Arab hedeflerini ilerletmek için Gazi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap ülkeleri arasında bir ittifak

kurmaya çalışmıştır. Örneğin, Suudi Arabistan’ın yönetici ailesi olan akrabalarıyla bir anlaşma imzalamıştır (Hunt, 2005: 69).

104

Bu huzursuz ortamda planlı bir kabile ayaklanmasıyla birlikte Yasin Haşimi iktidara gelmeyi başarmıştır (Al-Marashi ve Salama, 2008: 46). Ancak Haşimi Hükümeti, Genelkurmay Başkanı Bekir Sıtkı’nın, Kral Gazi’nin desteğini158 alarak Kasım 1936’da girişmiş olduğu darbe ile sona ermiştir. Yerine de Sıtkı’nın müttefiki ve yakın arkadaşı olan Hikmet Süleyman159 yeni başbakan olmuştur (Fattah ve Caso, 2009: 176). Bu süreçte İngilizler ise 1936 darbesini kabullenirken, darbe sonrası ordunun kışlaya döneceğini ve siyasi işlere müdahalede bulunmayacağını düşünmüştür. Ancak işler İngilizlerin düşündüğü gibi gelişmeyerek sahnenin arkasından Bekir Sıtkı’nın yönetimi devam etmiştir (Al-Marashi ve Salama, 2008: 50).

Bekir Sıtkı, Türkiye’yi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini rol model alarak ülkesinde uygulamak istemiştir. Sıtkı’nın bu tutumu iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmış ve bunun sonucu olarak da (Yeşilbursa, 2018: 359) 8 Ekim 1937’de Tahran’da Türkiye, İran, Afganistan ve Irak arasında Sadabat Paktı adı verilen antlaşma imzalanmıştır160 (Armaoğlu, 1999: 347). Dış politikada yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra iç politikada Sıtkı karşıtı muhalif sayısı her geçen gün artmaya başlamış ve ordu içerisinde de bölünmeler baş göstermiştir. Giderek gerginleşen bu ortamda, halkın desteğini almayı başaran Yediler adlı grup, Bekir Sıtkı’ya 11 Ağustos 1937’de suikast düzenleyip iktidarı devirmişlerdir. Gerçekleştirilen bu darbe sonrası ilk olarak Cemil Madfai başbakanlık koltuğuna oturmuş, ancak Madfai’nin iktidarlığı süresince ordu ile yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle görevinden uzaklaştırılmış ve yerine İngiliz yanlısı olarak bilinen Nuri Said Paşa getirilmiştir (Marashi ve Salama, 2008: 52-58; Yeşilbursa, 2018: 359).

Nuri Said’in başbakan olmasından kısa bir süre sonra 4 Nisan 1939’da Kral Gazi, otomobil kazasında161 ölmüş ve yerine dört yaşındaki oğlu Faysal tahta geçmiştir. Ancak yeni kralın yaşından dolayı tahtını üstlenene kadar yerine kral vekili olarak kuzeni Emir Abdullah seçilmiştir. Emir Abdullah’ın kral vekili olmasıyla daha da güçlenen Said Paşa, (Robertson, 2016: 508; Turan, 2003: 136) İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Irak’ın Almanya ile olan diplomatik ilişkilerini kestiğini açıklamıştır. Said Paşa’nın İngiliz yanlısı bu tutumu hükümete yönelik tepkileri giderek artırmış ve ordunun yoğun baskısı karşısında daha fazla

158Yasin Haşimi’nin yönetiminden memnun olmayan Kral Gazi bu değişimi onaylamıştır (Fattah ve Caso, 2009:

176).

159Mahmud Şevket Paşa’nın küçük kardeşidir (Yeşilbursa, 2018: 358).

160 25 Haziran 1938 tarihinde meriyete girmiştir. Fakat kısa zaman sonra İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması

seebiyle paktın yürürlüğü askıya alınmıştır (Bilge, 2008: 382).

161 Kral Gazi’nin bizzat kullandığı otomobili aydınlanamayan bir sebepten dolayı telgraf direğine çarpmıştır.

Kafatasından yaralanan kral birkaç dakika sonra vefat etmiştir (“Kral Gazi Bir Otomobil Kazasına Kurban Gitti”, [1939], Cumhuriyet, 1).

105

direnemeyen Said Paşa 1940 yılında başbakanlıktan istifa etmiş ve (Cleveland, 2004: 237; Turan, 2003: 136) yerine Raşid Ali Geylani başbakanlığında kabine kurulmuştur. Ancak bu kabine de uzun süreli olmamış ve yapılan darbe neticesinde Yasin Haşimi’nin ağabeyi General Taha Ocak 1941’de iktidarın yeni sahibi olmuştur (M. Sluglett ve P. Sluglett, 2001: 21). General Taha’nın iktidarı da Altın Kare olarak bilinen dört ordu mensubunu162 yok etmeye yönelik harekete girişmesiyle Nisan 1941’de karşı bir darbe ile sona erdirilmiştir (Tripp, 2007: 100). Bu darbe neticesinde Kral Naibi Abdullah ve Nuri Said Paşa Ürdün’e kaçmışlardır (Mansfield, 1973: 96).

Hükümetin kontrolünü ele geçiren dört subay, Raşid Ali Geylani’yi başbakanlık makamına getirmiş ve yeni Başbakan Altın Kare’nin yanında Almanya’nın da desteğinden yararlanacağına olan inancı ile ilk olarak Irak’taki İngiliz etkisini sınırlandırmaya yönelik çalışmalara girişmiştir (Hunt, 2005: 71). Çok geçmeden Raşid Ali Kabinesinin, İngiliz askeri birliklerinin Basra’ya geçişine izin vermemesi üzerine iki taraf arasındaki ilişkiler iyice gerilmiş ve ardından 2 Mayıs 1941’de Atın Kare grubunun, Bağdat yakınlarındaki İngiliz hava üssünü muhasara emrini vermesiyle birlikte de savaş durumuna gelinmiştir (Mansfield, 1973: 96; Cleveland, 2004: 238). Yaklaşık dört hafta süren çatışmaların ardından, güvendikleri Almanya’dan yardım alamayan Irak, yenilgiye uğramıştır. Bu yenilgiyle birlikte Raşid Ali Hükümeti devrilmiş ve başta Başbakan Geylani olmak üzere birçok politikacı163 Irak’tan kaçmıştır (Nissen ve Heine, 2009: 153-154; Hunt, 2005: 71). Darbecilerin bertaraf edilmesinin ardından İngilizler, Kral Naibi Abdullah ile Nuri Said Paşa’nın Irak’a geri dönmesini sağlayarak, tekrar ülkenin başına getirmişlerdir. Böylece ülkenin yönetimi tekraren İngiliz yanlılarının eline geçmiştir (Yeşilbursa, 2018: 360). Said Paşa’nın İngilizler tarafından iktidara getirilmesinin ardından ilk iş olarak Irak Hükümeti, 17 Ocak 1943’te Almanya ve Mihver devletlere savaş ilan etmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin yanında yer almıştır (Hunt, 2005: 72).

Said Paşa iktidarında dış politika ekseninde gelişen olayların yanı sıra iç politikada da yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu minvalde -İngilizlerin önerisi üzerine- Kürtlerin üst zümresiyle uzlaşma sağlayabilmek için Kürtlerin temsilcisi konumunda bulunan Macid Mustafa’ya Irak kabinesinde bakanlık verilmiştir. Bu gelişme karşısında cesaretlenen

162 Albay Selahaddin el-Sabbah, Albay Kâmil Shabib, Albay Fahmi Said’i ve Albay Mahmud Salman (Marashi

ve Salama, 2008: 61).

163 Altın Kare grubundaki dört albaydan üçü Fahmi Said, Mahmud Salman ve Kâmil Shabib tutuklanıp, idam

edilmişlerdir. Selahaddin el-Sabbah, ise bir derviş gibi giyinerek Türkiye'ye kaçmış, ancak o da Irak’a iade edilip, idam edilmiştir (Marashi ve Salama, 2008: 65).

106

Kürtlerin lideri Molla Mustafa Barzani de hükümete yönelik taleplerini daha da artırmıştır. Ancak iktidarın bu politikasına Anti-Barzanici164 kesim şiddetle karşı çıkmış ve Araplar ile Kürtler arasındaki huzursuzluklar da had safhaya ulaşmıştır. Başbakan Nuri Said ise bu gergin ortamda, Kürtlere yönelik yeni haklar tanıyan çözüm önerilerini Bakanlar Kurulu’na sunmuş, ancak Said’in önerileri kabul edilmemiştir. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu ile ters düşen Başbakan Nuri Said, 3 Haziran 1944 tarihinde istifa etmiştir. Said’in yerine ise Hamdi Paçacı, hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. Paçacı, Kürtlere karşı Said’in tutumundan çok daha farklı bir politika izleyerek, öncelikle Macid Mustafa’yı görevden almış ve ordudaki birçok Kürt subayı tutuklatmıştır. İngilizlerin çıkarları doğrultusunda başlayan uzlaşma fikri, sonrasında İngilizlerin çıkarlarına ters düştüğü için sona erdirilmiştir (Öznur, 2003: 38-43).