• Sonuç bulunamadı

Darbe Sonrası Ortadoğu Siyasetindeki Gelişmeler

4. ORTADOĞU’DA DARBELER (1953-1958)

4.1. İran(1953)

4.7.4. Darbe Sonrası Ortadoğu Siyasetindeki Gelişmeler

General Abdülkerim Kasım liderliğinde gerçekleştirilen rejim değişimi, sadece Irak politikasıyla sınırlı kalmayarak, Ortadoğu’da da önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Darbenin gerçekleştiği gün Lübnan Devlet Başkanı Camille Chamoun, Irak darbesinin kendi ülkesinde de yaşanmasından endişe duyarak, ABD’ye askeri müdahale için resmen başvurmuştur (Gerger, 2012). Bu davet üzerine ABD Başkanı Eisenhower, Lübnan’a asker gönderme kararı almış ve ardından da ABD halkına ve Kongreye bu kararın izahatını183 yapmıştır (Ülman, 1958: 242).

Irak Darbesiyle birlikte endişeye kapılan diğer bir Ortadoğu ülkesi ise Ürdün olmuştur. Darbenin Ürdün Monarşisini tehlikeye soktuğunu düşünen Kral Hüseyin, ABD ve İngiltere’den yardım talebinde bulunmuş ve bu talep üzerine de İngiltere 2.200 kişilik paraşütçü birliğini Ürdün’e göndermiştir (Armaoğlu, 1999: 512-513). Kral Hüseyin almış olduğu bu kararın, “sınırlarını çevreleyen düşmanlardan ve uluslararası komünizmden korumak için” geçici bir tedbir niteliğinde olduğunu ve (Gönlübol, 1993: 303) BM Antlaşması’nın 51.maddesinde184 tanınan meşru müdafaa hakkına uygun bulunduğunu ileri

183Eisenhower bu kararı aldıktan sonra ABD halkına hitaben yayınladığı beyanname ile Kongreye yolladığı bir

mesajda şu açıklamayı yapmıştır: Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne sıkı sempati bağları ile bağlı oldukları sanılan

unsurların Irak’ta Batı taraftarı idarecileri öldürerek iş başına geçmeleri Beyrut hükümetini endişeye düşürmüş ve aynı olayın Lübnan’da yaşanmasından korkan Camille Chamoun, Lübnan’ın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunması için Başkan Eisenhower’den Lübnan’a ABD askerlerinin gönderilmesini istemiştir. Birleşmiş Milletler tarafından alınan tedbirlerin Irak darbesinden sonra Lübnan’a bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü korumaya yeterli gelmeyeceğine inanan Eisenhower da Chamoun’un bu isteği üzerine bir yandan barış ve güvenliğin korunması hususunda yeni tedbirler almak üzere Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırırken, diğer taraftan da bu tedbirler alınıncaya kadar Lübnan’daki ABD vatandaşlarını korumak ve Lübnan’ın, ABD’nin milli menfaatleri ile dünya barışı bakımından hayati öneme sahip bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmek hususunda Lübnan hükümetine yardım etmek üzere Beyrut sahillerine bir ABD deniz piyade birliği çıkarılması emrini vermiştir (Ülman, 1958: 242-243). ABD, Irak darbesinden bir gün sonra Lübnan’a

asker çıkarmaya başlamıştır (Gönlübol, 1993: 303).

184 “Madde 51- Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef

olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma

113

sürmüştür. Ayrıca yardım istenmesine yönelik kararın alınması hususunda ise, Ürdün Parlamentosu ve hükümetinin oybirliği ile onayı alındıktan sonra bu kararın verildiğini belirtmiştir (Ülman, 1958: 243).

Irak’taki rejim değişikliği, Bağdat Paktı’nın İstanbul’da toplanacağı gün gerçekleşmiştir. Genç Kral II. Faysal’ın ve onun yaşlı Başbakanı Nuri Said’in darbe sırasında katledilmeleri haberinin gelmesi185 Bağdat Paktı üyelerinde büyük bir şaşkınlığa ve tepkiye neden olmuştur (Bağcı, 2001: 131; Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001: 632). Bunun üzerine Pakt devletleri, Irak olaylarına ilişkin görüşmeler yaptıktan sonra 16 Temmuz 1958’de Eisenhower’a ortak bir mesaj göndererek Irak Darbesine yönelik tepkilerini dile getirmişlerdir. Pakt üyeleri mesajlarında, Irak’taki darbenin Nasır ve komünistlerin telkinleri sonucu olduğu ve bu durumun paktın diğer üyelerinin güvenliklerini tehlikeye düşürdüğünü belirtmişlerdir. Ayrıca buna bağlı olarak ABD’nin göstereceği tepkinin hayati bir önem taşıdığını ve darbecilerin cesaretlerini kırmak için ABD’den Eisenhower Doktrini’ni uygulayarak Irak’a müdahale etmesini istemişlerdir (Sever, 1997: 212-213).

Başbakan Nuri Said ve kraliyet üyelerinin kanlı bir darbe ile öldürülmeleri karşısında en fazla endişe duyan ülke Türkiye olmuştur. Türkiye’yi ve özellikle de Başbakan Adnan Menderes’i bu denli endişeye sevk eden sebep ise Irak’ta vuku bulan darbenin, Türkiye’de de olabilme ihtimali186 olmuştur (Bağcı, 2001: 131). Bu ihtimal, Menderes hükümetini iç ve dış olaylarda daha sert bir tutum sergilemeye sevk etmiştir. Darbeden hemen sonra Türkiye, askeri müdahale üzerinde yoğunlaşarak187 17 Temmuz 1958 tarihinde ABD’ye başvurmuş, Irak’a karşı müdahale hususunda kararlı188 olduğunu bildirmiş ve ABD’nin kendisine destek vermesini istemiştir (Armaoğlu, 1999: 512-513). Ancak ABD ve İngiltere, böyle bir müdahalenin Irak’ı, Mısır ve SSCB ile daha da yakınlaştıracağına ve ayrıca SSCB’nin de bu olaya dahil olabileceğini düşünerek Türkiye’yi Irak konusunda durağan olması yönünde

gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” (Uluslararası Mevzuat, 2016).

185 Öldürülme haberi, Bağdat Paktı’nın İslam ülkeleri liderlerinin katılacakları zirve konferansı için İstanbul

Havaalanı’na inmelerini beklerken ulaşmıştır (Bağcı, 2001: 131).

186 Irak’taki darbenin Türkiye’nin iç siyasetine etkisi belirgin olmuştur. Irak darbesinin ardından Türkiye’de

“ihtilal” tartışmaları yoğunlaşmış ve Demokrat Parti (DP) iktidarı, kendisinin de bir askeri darbeyle

devrilmesinden çekinmiştir (Arslan, 2013: 20).

187 Menderes hükümetinin bu kararını, muhalefet kanadı şiddetli bir şekilde eleştirmiştir. Muhalefete göre

Menderes hükümeti maceracı dış politikasıyla ülkeyi yeni bir savaşın eşiğine getirmiştir. Ankara Milletvekili Bülent Ecevit’in ifadesiyle Türkiye’deki Demokrat Parti iktidarının yıllardır güdülen Orta Doğu politikası iflas etmiştir (Arslan, 2013: 18).

188 Hem İngiliz Başbakanı Macmillan hem de ABD Başkanı Eisenhower, neşrettikleri anılarında Menderes

Hükümeti’nin Irak’a yönelik müdahale konusunda kararlı olduğunu göstersen raporlardan söz etmişlerdir. Yakın Doğu İlişkileri Müsteşarı W. Rountree ise tersi bir yorumda bulunarak Türkiye’nin kati bir kararda olmadığını

114

uyarmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001: 632). Temmuz ayının sonlarına doğru Irak’taki yeni yönetimin konumunu giderek güçlendirmesi karşısında Batı dünyası da buna bağlı olarak detant sürecini başlatmış ve yeni rejimin tanınması konusunu gündemine almıştır. Gerçekleştirilen görüşmelerden sonra Almanya ve İtalya’nın yanı sıra ABD ve İngiltere’de Irak’ın kontrolünü elinde tutan yeni rejimi tanımaya karar vermiştir. Batılı devletlerin bu kararı sonrası Türkiye ise, Londra’da yapılan Bağdat Paktı Bakanlar Konseyi toplantısının ardından 31 Temmuz 1958’de Irak rejimini -isteksizce- tanımıştır. (Sever, 1997: 217).

Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerle birlikte Bağdat Paktı’nın durumunu görüşmek amacıyla Irak temsilcisi hariç diğer bütün üyelerin hükümet başkanları ile ABD’nin Dışişleri Bakanı Dulles’in katıldığı Bağdat Paktı Zirve Toplantısı 28-29 Temmuz 1958 tarihinde Londra’da düzenlenmiştir (Gürün, 1983: 360; Yeşilbursa, 2017: 182). Toplantı sırasında ABD’nin imzasını taşıyan bir deklarasyon yayınlanarak Pakt’ın yeni bir gelişim içinde olduğu ve ayrıca Irak olmaksızın birliğin devamı vurgulanmıştır (Gönlübol, 1993: 305-306; Soysal, 2000: 495). Londra’da düzenlenen zirve toplantısında ABD ile yapılması öngörülen ikili antlaşmalar 5 Mart 1959 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Ancak Irak, böyle bir antlaşma imzalamayı düşünmediği gibi 24 Mart 1959 tarihinde Bağdat Paktı’ndan resmen ayrıldığını açıklamıştır (Gürün, 1983: 360-361). Yeni rejimin aldığı bu kararla birlikte Pakt’ın adındaki Bağdat kelimesinin anlamı da kalmamıştır (Armaoğlu, 2019: 172). Yaşanan bu gelişme üzerine örgütün merkezi 18 Ağustos 1959 tarihinde Ankara’ya taşınmış, Pakt’ın ismi de Merkezi Antlaşma Örgütü (CENTO)189 olarak değiştirilmiştir (Soysal, 2000: 494).

115