• Sonuç bulunamadı

İSNÂDLA İLGİLİ TAKVİYE EDİCİ UNSURLAR

Hadislerin takviyesinde muhaddisler arasında hâkim olan metod o hadisin mütâbeat ve şevâhidini tespit etme metodudur. Bu tespit işlemine itibar denilmekte ve kısaca “hadisin aynısının veya benzerinin başka yollardan rivâyet edilip edilmediğini ortaya çıkarmak için araştırma yapmaktır”110

şeklinde tarif edilmektedir. Hadislerin mütâbeat ve şevâhidini tespit etmek, hadislerin sahih ya da zayıf olarak kabul edilmesinde çok önemli bir rol oynadığından Usûl-i Hadis ilminin en kritik ve en hassas meselelerinden biridir.

Bir hadis metninin aynısının ya da benzerinin aynı Sahâbe kanalıyla rivâyet edildiği ikinci hadise Mütâbî’/ Tâbî’111, ayrı Sahâbe kanalıyla geldiği hadise de Şâhid denir.112 Bunların çoğulu olarak da mütâbe’ât ve şevâhid kullanılır. Bazen de mütâbi’ ya da mütâbeat kavramlarıyla her iki tür de kastedilmektedir.

Tariflerden anlaşılacağı üzere hadisin lafzen rivâyet edilmesi ile manen rivâyet edilmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Yalnızca sahâbenin aynı olup olmamasına göre farklı isim almaktadır.

Bununla birlikte aynı Sahâbe kanalıyla gelen ikinci hadise (müfred kalıbıyla) mütâbeat denildiği gibi, ikinci hadisteki takviye eden râvîye mütâbi’; birinci hadiste takviye edilen râviye de mütâbe’un-aleyh denir.113 Eğer mütâbeat, mütâbi’in doğrudan mütâbe’un-aleyhe takviyesi şeklinde olursa, yani her iki râvî de aynı şeyhin talebesi ise mütâbeat-ı tâm; eğer mütâbeat, mütâbi’in mütâbe’un-aleyhin hocasına ya da daha yukarıdaki bir râviye takviyesi

110

Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 142. (“İ'tibâr” maddesi)

111

İbn Hacer, Şerhu Nuhbeti’l-Fiker, s. 343.

112

İbn Hacer, a.g.e., s. 353.

113

şeklinde olursa buna mütâbeat-ı kâsır/nâkıs denir.114

Şahidin ise bu tür kısımları yoktur. Çünkü şâhid ile takviye edilen hadis arasında ortak olan sadece metindir.

Hadisleri takviye etmek bakımından mütâbeat ile şâhid arasında ciddî bir fark yoktur. Ancak sıralama yapmak gerekirse en etkili ve faydalı olandan aşağıya doğru mütâbeat-ı tâm, mütâbeat-ı nâkıs ve şâhid şeklinde sıralanır. Çünkü mütâbeatın aranmasındaki öncelikli amaç, birinci hadisteki râvinin hata ve yanılma şüphesidir. Bu şüpheyi kaldırmakta hangisi daha etkili ise elbette o öncelikli olarak tercih edilecektir. Tâbi’, şâhidden daha güçlü bir takviye unsurudur. Çünkü mütâbeat, iki râvinin aynı hocadan rivâyette bulunması demektir ki bu, hadisin o hocadan doğru bir şekilde alındığına, râvinin rivâyet ederken hata etmediğine ve diğer bir takım hadisin kabûlüne mani teknik şüphelerin olmadığına delalet eder. Dolayısıyla takviyede asıl olan önce mütâbeatın i’tibâr edilmesi, yani aranmasıdır. Eğer bulunamazsa şâhidi aranır. Eğer şâhid de bulunamazsa sened dışı takviye unsuru aranır.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken şudur; ilk bakışta mütâbeat veya şâhid diye gözüken rivâyet, hakikatte hafızadan kaynaklı bir hatanın ürünü olabilir; ya tamamen değişmiş ya da bir kısmında diğer rivâyetlerle bir tedahül söz konusu olabilir ve hadisi başka bir hocaya ya da başka bir Sahâbe’ye nispet etmiş olabilir. O yüzden mütâbeatların şaz ve illetten salim olduklarından emin olunmalıdır. Bir başka ifadeyle mütâbeat olarak getirilen hadisin, senedinin başından mütâbi’e kadar olan kısmında bir illet ya da takviyeye mani bir râvî bulunmamalıdır. Aksi takdirde sirkat gibi kasten ya da vehem gibi kasıtsız meydana gelen bir problem neticesinde tek tarik birden fazla olarak gösterilmeye çalışılıyor ya da gözüküyor olabilir ve bu husus dikkatten kaçırıldığında zayıf olan sahih olarak kabul edilmiş ve başkalarının, verilen sıhhat hükmüne bakarak o hadisten hüküm çıkarmalarının, karşı tarafı ilzam etmelerinin önünü açmakla büyük bir vebal altına girmiş olabilir. Fakat bu durum, sorumluluktan kaçarak zayıf gözükenleri olduğu gibi bırakmak gibi bir sonucu da doğurmamalıdır.

Câbir Vasfı Olan Mütâbe’ât ve Şevâhid

Câbir/destekleyici olan takviye unsuru bulunduğunda; bazen sadece takviye edilen senedin sıhhat derecesi yükselir ve hüküm sadece takviye edilen hadise (yani senede ve

114

onunla birlikte olan metine) verilir,115 bazen takviye edenin de sıhhat derecesi yükselir ve hüküm her iki hadise (yani senede ve onunla birlikte olan metine) verilir,116 bazen de sıhhate dair hüküm, senedlerin hükmü müstakil olarak devam etmekle birlikte, senedlerin mecmû’una itibarla metne verilir.117

Peki, burada sözü edilen ve câbir vasfı olan mütâbe’ât ve şevâhid nasıl bir isnâddır? Bunun cevabına aslında önceki bölümlerde yer yer işaret edilmişti. Fakat konunun daha iyi anlaşılması için meseleyi bir bütün olarak ele almak yerinde olur kanaatindeyiz.

Özetle ifade etmek gerekirse “mu'teber” mütâbeat ve şevâhid her hal-ü kârda hadisi takviye eder. Fakat bu takviyenin niteliği, (a) mütâbe’ât ve şevâhidin niteliğine/sıhhat derecesine, (b) kemmiyyetine ve (c) konusuna göre değişiklik arz eder. Bazen bir derece, bazen birden fazla derece yükseltir, bazen de sadece emsalleri arasından tercihini ve derecesindeki veya konusuyla ilgili hadisler içinden dikkate alınmasını gerektirir. Eğer takviye edici, edilen ile aynı ya da daha üst derecede ise ittifakla o hadisi bulunduğu sıhhat derecesinden yükseltir. Eğer daha alt derecede ise; tercih edilen görüşe göre bazen bir, bazen de birden fazla tarikin bulunmasıyla o hadisi takviye eder ve bir derece yükseltir.

Şimdi bu ifadelerimizi biraz açalım: İbnü’s-Salâh (v. 643/1245), zayıf hadislerin takviyesini anlatırken118

câbirden bahsetmiş fakat ne olduğunu, hangi şeyin câbir olup hangisinin de olamayacağını netleştiren bir tarif vermemiştir. Buna dikkat çeken İbn Hacer (v. 852/1448) de bu boşluğu doldurmak adına şunları söylemiştir: “Bu, kabûl ve red

taraflarındaki ihtimallere râcî’ bir durumdur; kabûl ve red ihtimalleri eşit bir konumda olan, kuvvetlenmeye (ve kuvvetlendirmeye) elverişlidir, red tarafı ağır basan ise kuvvetlenmez (ve kuvvetlendirmez). Kabûl tarafı ağır basan hadise gelince, o zaten konumuz dışı olup, o hasen lizâtihîdir.”119

İbn Hacer’in bu ifadeleriyle bir metot vermeye çalıştığı muhakkak olmakla birlikte, bu ifadesi önceki bölümlerde naklettiğimiz diğer açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde ya burada farklı bir görüş beyan ettiğinden bahsedeceğiz ya da bu ifadelerinde kullandığı “kabûl

115

Hasen lizâtihînin takviyesinde sıhhat hükmünün bizzat hasen lizâtihî olan isnada verildiğine dair bkz. İbn Hacer, Şerhu Nuhbeti’l-Fiker, s. 298.

116

Bkz. Aliyyü’l-Kârî, ‎Şerhu Şerhı’n-Nuhbe, s. 538.

117 İbn Hacer, Şerhu’n-Nuhbe, s. 538–542; Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, I/130. 118

Bkz. s. 23. (İbnü’s-Salâh, el-Mukaddime, s. 178)

119

ve red ihtimalleri” ile usûlî açıdan râvîlerin güvenilirlik derecelerine bakılarak hâsıl olan kabûl ve red ihtimalini değil, daha geniş bir bakışla dirayet açısından bakılarak hadisin kabul ve red ihtimallerini kastettiğinden bahsetmek durumundayız. Anlaşılan o ki ikincisini söylemek daha doğrudur. Nitekim İbn Hacer’in zayıf hadislere yaklaşımına bakıldığında za’fı şedîdlerin bile usûlî açıdan râvîlerin incelenmesiyle elde edilen metruk bilgisine rağmen yeri geldiğinde takviye edilebileceğinden müte’addid yerlerde bahsediyor olması onun bir takım za’fı şedîdlerin âdeta sadece senede bakılacak olsa red ihtimalinin ağırlıkta olması, sadece metine bakılacak olsa kabul ihtimalinin ön planda olması durumunda her ikisini de dikkate alarak burada söylediği kabul ve red ihtimallerini eşit kabul ediyor ve za’fı şedîdlerin kuvvetlenebileceğinden bahsediyor olsa gerektir.

Öte yandan İbn Hacer, hasen hadisin takviyesinden bahsederken şöyle demektedir: “Hasen bir isnâdla gelen ya ferd(-i mutlak) hadistir, ya da bir mütâbi’i vardır. Eğer mütâbi’i varsa o mütâbi’120; ya daha alt ya eşit yahut da daha üst derecededir.121 Mütâbi’i daha alt derecede ise, o hasen hadisi sıhhat derecesine çıkarmaz.122

Fakat bununla birlikte alt derecedeki o mütâbi’, yalanla itham edilenin dışında bir râvî kanalıyla geliyorsa, bu hasen hadisi, tearuzları durumunda ferd bir senedle gelen başka bir hasen hadise tercih ettirecek bir kuvvet kazandırır. Eğer mütâbi’ aynı ya da daha üst derecede ise bunlardan her biri o hasen hadisi sıhhate (yani sahih liğayrihî mertebesine) yükseltir.”123

İbn Hacer’den önce İbnü Seyyidi’n-Nâs Ebû’l-Feth el-Ya’murî de (v. 734/1334) zayıf hadislerin takviyesinden bahsederken şöyle demiştir: “Mütâbî’ olan râvî, kuvvetlendirilmeye çalışılan râvî ile zayıflık noktasında ya eşit, ya daha düşük, ya da daha üst derecededir. Eğer daha düşük derecedeyse mütâbeat hiçbir şey ifâde‎ etmez. Eğer eşit olursa kuvvetlendirir. Fakat bu, onu zayıflık derecesinden çıkarmayan bir kuvvetlendirmedir. Bununla beraber tabîki tek başına kalan bir zayıf, mütâbî olan zayıftan derece olarak daha zayıftır. Bu yüzden bunlardan biri ile ihticâca yönelinmez. Bunun semeresi de sadece tercihte ortaya çıkar. Eğer

120

Buradaki mütâbi’ tabiriyle şâhidi de kastetmektedir.

121

“Daha alt” ifâde‎sinden zayıflık derecesinin daha fazla olması, “daha üst” ifâde‎sinden de zayıflığın daha hafif olması ve dolayısıyla râvînin daha kuvvetli olması kastedilmektedir.

122

Burada İbn Hacer daha alt mertebede olan tek bir isnadın kuvvetlendiremeyeceğinden bahsediyor. Yoksa birden fazla ve sıhhate dair endişeleri izale edecek kadar çok olursa bu tür mütâbi’lerle o hadisin sıhhate yükselmesine bir mani olmaması gerekir. Birazdan nakledeceğimiz Alâî’nin (v. 761/1359) ve Bikâî’nin (v. 885/1480) hasen hadisin, daha alt mertebede olan tek ya da bir den tarik ile sahihe yükselebileceğine dair açıklamaları da bunu te’yid etmektedir.

123

mütâbî daha kuvvetliyse, birinci tarîkten zayıflık şüphesini izâle eden bir mütâbeat söz konusu olduğu takdirde hasen hükmünü vermeye engel hiçbir şey yoktur.”124

Bu sözleri nakleden Zerkeşî (v. 794/1391) “Bu, çok güzel ve açıklayıcı bir ifâde‎dir. Fakat aşikârdır ki, bunların tamamı, ahkâma taalluk eden hadislerdeki bir durumdur. Fezâilden olan bir hadisteyse her hal-ü kârda mütâbeat gerçekleşir. Zira o tür bir hadis tek kaldığında dahi bir kıymet ifâde‎ eder” der ve devam eder; “Bu konuda, İbn Hazm cumhurdan ayrılır ve şöyle der: ‘Zayıf hadisin yolları bine de varsa ne kuvvetlenir, ne de zayıfa zayıflık katmaktan başka bir şey ifâde‎ eder.’ Bu merdûd bir görüştür. Çünkü bir araya gelmenin inkâr edilemez bir etkisi vardır. Dikkatle düşünmez misin; mütevâtir haber (sözün sahibinden sübûtu noktasında) kat’ıyyet/kesinlik ifâde‎ eder. Ne var ki âhad haberler tek tek ele alındığında bunu ifâde‎ etmez. O halde, tek kaldığında ifâde‎ etmediği kat’ıyyeti bir araya gelip toplandığında ifâde‎ ediyorsa, (zayıf hadislerin) bir araya gelip toplanmasının, zayıflık derecesinden kuvvet derecesine intikal etmeyi ifâde‎ etmesi evlâdır.”125 Bu durumun bir benzeri sahih liğayrihîde de görülmektedir.126

Ayrıca, hasen bir hadisin daha alt mertebede olan tek bir tarik ile de sahihe yükselebileceğine dair Alâî (v. 761/1359) şöyle demektedir: “Hasen derecesinde olan müsned bir hadis, mürsel bir hadisin ona katılmasıyla her biri diğerini kuvvetlendirir ve hadis iki (tarik) ile sahihliğe yükselir. Bu önemli bir noktadır ve bunu ancak bu ilimden nasîbi olmayan inkâr eder.”127

Bikâî de (v. 885/1480) hocası İbn Hacer’in (v. 852/1448) notlarından istifade ederek hazırladığı Elfiyyetü’l-Irâkî şerhinde bu görüşü teyit edecek şu açıklamada bulunmuştur: “Zayıf hadisler bir araya geldiğinde hasen liğayrihî olurlar ve bunlar ile hasen lizâtihî olan tarikler sahih derecesine yükselir. Çünkü hasen olan bir hadis, benzeri olan hasen hadise katılmıştır. Bunlardan birinin lizâtihî diğerinin liğayrihî olması zarar vermez.”128

Bu sözleriyle Bikâî, hasen lizâtihînin, kendisinden alt mertebede olan hasen liğayrihî ile kuvvetlenebileceğini açıkça ifade etmektedir.

124

Zerkeşî, en-Nüket, I/322.

125

Zerkeşî, a.g.e., I/322.

126

Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, I/129.

127

Alâî, Câmiu’t-Tahsîl, s. 41.

128

Bir hadisin mütâbeat ve şahidinin bulunması anlamında haberin teaddüd etmesinin hâricinde bir takım senedle ilgili takviye unsurlarından sayılabilecek başka karînelerden de bahsedilmektedir. Örneğin el-İksâr ani’ş-Şeyh diye ifade edilen güvenilir bir râvînin hocasından çokça rivâyette bulunmuş olması, o râvinin o hocadan rivâyetlerinin kabûlü noktasında bir takviye unsuru olarak -dolaylı da olsa- dile getirilmiştir. Râvinin hocasına uzun bir zaman mülâzemet etmesi de bu tür karînelerden sayılabilir.

Ayrıca İbn Hacer’in el-muhtef bi’l-karâin diye ifade ettiği üç tür hadis de129 bu kabilden yani senedle ilgili takviyenin belki de yakînî karînelerinden sayılabilir, eğer hadisin Buhârî ve Müslim’de geçmesi ile iktifa edilirse. Eğer daha da nedenlerine inilecek olsa o zaman karşımıza sened dışı takviyenin yakînî unsurları çıkacaktır. Bunların dışında, doğrudan olmasa da dolaylı olarak senedle ilgili başka bir takım başka takviye karînelerinden bahsedilebilir.