• Sonuç bulunamadı

İslâmiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik Dinlerinde İş Ahlâkı

İş ahlakı ilkelerinin oluşumunda İslam ahlaki ve İslam uygarlığının zengin mirasının önemli rol oynadığı ve konuya yeni açılımlar kazandırdığı pek çok düşünür tarafından kabul edilmektedir. İslam dininin iş ahlakı konusundaki uygulamaları da dinin ortaya çıkış tarihi gelebilecek prensiplerden oluşurken, bir kısmı ise dinimize özgü prensipleri ifade etmektedir.

Müşterek ilkelere örnek olarak; doğru sözlü, güvenilir ve dürüst olmak, sözünde durmak, borcu zamanında ödemek, çalıştırdığı kimsenin hakkını geciktirmeden vermek, karaborsacılık yapmamak, haksız rekabet yapmamak vb. sayılabilir.

Ortak prensiplere ilaveten, dinimize özgü olanlar ise iş ahlâkını daha 3mükemmelleştirici niteliktedir. Bunlara örnek olarak ise; sabahları erken kalkmak ve işe erken başlamak, nimetlere saygılı olmak, israf etmemek, cimri, açgözlü, hırslı ve kibirli olmamak, borçluyu sıkıştırmamak, çaresiz kalmadıkça borçlanmamak, ücreti zamanında ödemek, haram yollarla mal edinmemek, işyerine giderken Allah’a sığınmak, faize bulaşmamak, faizcilik ve tefecilik yapmamak, alıp satarken kolaylık göstermek, sabırlı ve sebatkâr olmak, Allah’a güvenmek, ibadetleri aksatmamak, alışveriş yaparken yemin etmemek, güçlük yerine kolaylık göstermek, emanete hürmet ve saygı göstermek, alçak gönüllülük göstermek vb. gösterilebilir.

İslam ahlakı, doğruluk, ölçülü olma ve erdem esası üzerine kurulmuştur. İslam toplumları için iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırmada, insanın kendi nefsine, ailesine, çevresine ve yönetime karşı yükümlü olduğunu belirlemede en yüksek ahlak kaynağı olarak

"Kur'an-ı Kerim" kabul edilmiştir. İslam dininin Peygamberi hadisleriyle, insanlığa mükemmel bir ahlak disiplini kazandırma düşüncesini açıkça ortaya, koymuştur. İslam ahlakının kuralları hayatı zenginleştirici niteliktedir.

Allah sevgisi ve korkusu bireyin bütün davranışlarının temelinde yer alırsa, ancak o zaman birey ahlaki olgunluğa erişebilir. Şöyle ki İslam toplumlarında Peygamber mükemmel bir ahlaki model olarak kabul edilmektedir. Peygamberin sözleri / "Hadislerinin yanı sıra şahsiyetleri, toplumsal saygınlıkları ile bütünleşmiş seçkin kişilerin "pendname",

"nasihatname" gibi eserleriyle aşıladıkları yaşam tarzı ve buna ilişkin öğütleri de birer toplumsal ahlak kılavuzu olarak kabul görmüştür

İslam ahlakı, temel kavramlarını "Kur'an-ı Kerim"den alan ve aklın süzgecinden geçirerek toplumların gereksinimlerine, bilimsel gerçeklere ve çağların gelişimine göre kendini düzenlemektedir. İslam ahlakında Gazali, İbn Sina ve İbn Miskeveyh gibi ünlü filozofların çok büyük etkisi olmuştur. İbn Miskeveyh'in ahlak felsefesi alanında en tanınmış

eseri "Tehzibu'l-Ahlak"tır. İbn Miskeveyh başta Aristo olmak üzere diğer Yunan filozoflarının ahlaka dair görüşleriyle İslam ahlakını bağdaştırarak ahlaka yeni bir yorum getirmiştir. O, Yunan geleneğini temsil eden rasyonel ahlak anlayışıyla kendi döneminde geçerli olan tasavvufi ahlak anlayışına karşı çıkmıştır. O'na göre, topluma karışmayı reddeden bireyler, erdemi de elde edemezler. Böylesi bir bakış açısı, tasavvuf ahlakına da yeni bir açılım kazandırmıştır. Özellikle Gazali İslam ahlakı düşüncesinin en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. O zamana kadar felsefi ahlak, gelenekçi ahlak ve tasavvufi ahlak anlayışları arasında uzlaşma sağlayanların öncüsü olan Gazali şöyle der: "Nasıl ki tıp beden sağlığı ilmi ise, aynı şekilde ahlak da ruh sağlığı ilmidir."

Öte yandan, Katib Çelebi'ye göre İslam ahlakında insanın toplumdaki görevlerinin ve hareketlerinin, herkese faydalı olması temel kuraldır. Bu sosyal terbiye olarak ifade edilmektedir. Önemli olan ahlaki açıdan faydalı olan şeyleri gönüllü olarak öğrenmektir.

İnsan yalnızken de başkalarını düşünerek, işlerinin veya eylemlerinin iyi ve kötü yanlarını bilmelidir. Çünkü İslam ahlakı “hiçbir şeye zarar vermemek”, “herkese faydalı olmak ve iyilik etmek” ve “sözle işin bir olması” ilkelerini esas almaktadır. (Özgener, 2004: 58-59)

Geleneksel Müslümanın Allah korkusu ve O'na karşı duyduğu sorumluluk, hem ibadeti ve hem de çalışmayı kapsar. Gerçekten de Hz. Muhammed’in çok bilinen bir hadisine göre, Allah, tövbe eden kulunun kendisine karşı olan borcunu affeder ama Allah'ın diğer yaratıklarına olan borcunu affetmez. Onun için bir sözleşmenin şartlarının yerine getirilmesi, bir işin en iyi şekilde icra edilmesi ve ayrıca işi icra eden kişiye iyi davranılması gibi hususları içeren sorumluluk duygusu kadim Müslüman gelenekte çok güçlüdür. Kısacası İslami iş ahlaki, bir Müslümanın dünyadaki konukluğu süresince Kutsal Yasanın genel yol göstericiliğine ve emirlerine uygun olarak kazanmış olduğu ahlaki karakterden ayrı düşünülemez.

Sonuç olarak, Protestanlığın bazı biçimlerinde görülen, çalışmanın kendi içinde bir değer olduğu (ödevci anlayış) düşüncesi, İslamiyet'te söz konusu değildir. İslami perspektife göre çalışma, insanın ihtiyaçları ve kişinin bireysel ve toplumsal yaşamada denge sağlama gereksinimi bağlamında bir erdemdir.

Dolayısıyla, çalışma ödevi ile kişinin kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu daima belli bir kontrol mekanizmasına tabidir. Kişinin bu konuda aşırıya kaçma eğilimi, Nasr'a göre Kur'an'ın insan hayatının fani oluşuna, açgözlülüğün ve başkasına göz dikiciliğin tehlikesine ve aşırı mal biriktirmekten kaçınmanın önemine dikkat çekmesiyle önlenmektedir. (Kapu, 2009: 83-84)

Özellikle çalışma ahlâkına ve çalışmanın önemine İslâmî kaynaklarda geniş şekilde değinilmektedir. Her ne kadar Max Weber, eserlerinde, çalışkanlıkla eşdeğer tuttuğu Protestan ahlâkından bahsetse ve Batı’nın öne çıkışını çalışmayı ibadet olarak gören Protestan ahlâka bağlasa ve İslamiyet’i sadece öteki dünyayı önceleyen bir din olarak görse de, dinimizin çalışmaya değer verdiği ve insanlara çalışmayı tavsiye ettiği bilinen bir gerçektir. İslâmiyet, kişilerin çalışıp rızkını kazanmasını, geçimini sağlamasını fark olarak görmektedir. Kur’an’da Allah Teala, çalışmayı emretmektedir (Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir

şey yoktur; Kur’an, Necm, 39). Hz. Muhammed (sav) de çalışmayı tavsiye etmektedir. Bir Hadis-i Şerif’te, “Sizin hayırlınız, âhiretini dünyası için, dünyasını da âhireti için terk etmeyenlerdir. Hayırlı Müslüman, dünyasına da âhiretine de çalışan, her ikisinden de nasibini alandır” buyrulmaktadır. Yine başka bir hadiste ise, peygamberimiz “kişi kendi elinin emeğinden daha temiz, daha helal bir kazanç elde etmemiştir” buyurmuş ve çalışıp da emeğiyle kendi ve ailesinin geçimini sağlayanlara “Allah’ın dostu” iltifatında bulunmuştur.

Lakin, Müslüman toplumlarda gerileme başladığında, çalışma ve iş ahlâkı gibi konular unutulmaya yüz tutmuştur.

Peygamberler tarihine bakıldığında, bütün peygamberlerin bizatihi çalışıp kazandığı ve geçimlerini o şekilde sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Örneğin, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, İdris peygamberin terzilikle uğraştığı, Nuh ve Zekeriya peygamberlerin marangozlukla geçimlerini temin ettikleri, Şuayp peygamberin hayvancılık yaptığı, Davut peygamberin zırh yapıp sattığı, İbrahim peygamberin dokumacılık, Süleyman peygamberin ise hasırcılık yaptığı, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in de ticaret ile uğraştığı bilinmektedir. Yine, İslâm’ın dört büyük halifesinin de ticaretle uğraştığı, Hz. Ebubekir’in kumaş ticareti, Hz. Ömer’in deri ticareti, Hz. Osman’ın gıda toptancılığı yaptığı, Hz. Ali’in ise ücretli işler yaptığı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Ayetler ve hadisler incelendiğinde, İslâm dininin çalışmaya çok büyük önem verdiği, çalışmayı ibadet olarak, hatta herkesin borcu olarak gördüğü, Kur’an’da 360 ayette çalışma (iş ve amel) terimine işaret edildiği, 50’den fazla yerde ise amel’in imanla birlikte zikredildiği (bu ayetler, çalışmanın ibadet olduğuna delil olarak gösterilmektedir), buradan yola çıkarak kimi yazarlarca, İslâm’ın insanı sadece “kişisel ve ailevi ihtiyaçlarını giderecek çalışmaya değil, aynı zamanda içtimai üretimi ve refahı sağlayacak çalışmaya da teşvik ettiği ve bunu kendisine çok yönlü bir vazife olarak hatırlattığı” yorumu yapılmaktadır. Dolayısıyla, Müslüman birey ve işletmelerin, yalnızca kendi çalıştıkları işletmelerine ve çalışanlarına, paydaşlarına (müşteri, tedarikçi, hissedar, rakip vb.) ve çevreye karşı sorumlulukları yoktur;

aynı zamanda bir parçası oldukları toplumun tümüne karşı, genel refah düzeyiyle ilgili sorumlulukları vardır.

Çalışmanın tezatı boş durma ve tembelliktir. Tembellik dinimizce hiç hoş görülmemiştir. İslâm dini, çalışmayı ve üretmeyi teşvik eden bir dindir. Peygamberimiz zaman zaman “Allah’ım! Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım” şeklinde dua etmiştir.

11.2.2. Hristiyanlık ve İş Ahlâkı

Hıristiyanlık da iş ahlakının gelişiminde önemli bir rol üstlenmiştir.

Hıristiyanlık, çağın sosyal yönden bunalım yaşayan toplumuna hoşgörü aşılayan ve birleştirici rolü oynayan evrensel ahlaka sahip semavi bir dindir. Yahudi ahlakına göre Hıristiyan ahlakında üslup yumuşaklığı hâkimdir. Hıristiyanlık, ahlakı "gösteriş ahlakı"

olmaktan çıkarıp, ahlakı akıl ve vicdan çerçevesinde benimsetmeye çalışmış ve yorumlamıştır. İncil’de insanın önce kendi kusurlarını araştırması, yardımda gösterişten kaçınması gibi birçok ahlaki prensip yer almaktadır. Ancak Tanrı korkusu, tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi Hıristiyanlıkta da ahlaklı olmaya yönlendiren bir motif olma özelliğini korumuştur.

Hıristiyanlık ahlakında iyi olmak ve iyilik yapmak yetmez, aynı zamanda her türlü dünyevi imkâna sırt çevirmek gerekir. Yahudiliğin sonuna kadar değer verdiği dünyevi yatırımların Hıristiyanlık ahlakında hiçbir önemi yoktur. Ayrıca Hıristiyan ahlakı kayıtsız şartsız af ve merhamet düşüncesini esas almaktadır. Thomas Aquinas'ın görüşlerinde belirttiği gibi Hıristiyanlıkta temel erdemler, üç teolojik erdemden (inanç, ümit ve sevgi) dört de insan erdeminden (hoşgörü, metanet, ılımlılık ve adalet) oluşmaktadır. Hıristiyanlıktaki değerler, Tanrı ile insanın barışık olmasını, yeryüzündeki bütün insanlar arasında barışın sağlanmasını, insanoğluna sevgiyle yaklaşılmasını ve Tanrı vergisi becerilerin insanlığa hizmet edecek şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını telkin etmektedir (Özgener, 2004: 57).

Hıristiyanlık da iş ahlakında önemli etkisi olan bir dünya dinidir. Hıristiyanlık öncelikle köleler arasında yayılan bir dindi ve ilk zamanlarda bir çeşit Yahudi mezhebi olarak anlaşılıyordu. Hıristiyanlığın evrensel bir din haline gelmesi, Tarsuslu Paul'un bu inanışı Yahudi olmayanlar arasında da yaymasıyla mümkün olmuştur. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında Kilise zenginlik ve ticarete şüpheyle bakmıştır. İlk Kilise papaları her ne kadar işletmecilik ve ticaret faaliyetlerini ahlaken kabul edilebilir bulmuşlarsa da, para hırsı, hilekârlık ve lüks tüketime karşı uyarıları da hemen arkasından eklemişlerdir. Yahudiliğin aksine Hristiyanlık, ticarette Hristiyan tüccarların Hristiyan olan ve olmayan tüm insanlara karşı dürüst olmaları ve aynı iş ahlakı standartlarını uygulamalarını vaaz etmiştir. İşte bu özellik, Hristiyanlığın evrensel bir iş ahlakı oluşumundaki katkısıdır.

Orta Çağlar boyunca Kilisenin iş ahlakı konusundaki düzenlemeleri iş faaliyetlerine sınırlayıcı bir etki yapmamıştır. Ancak faiz yasağı, Kilise ile iş dünyası arasında bir gerilim yaratmıştır. Yunan ve Roma'dan gelen bir gelenek olarak faiz yasağı 19. Yüzyılın ikinci yansına kadar Kilise tarafından korunmuştur. Borç verilen miktardan daha fazlasını istemek bir günah olarak kabul edilmiştir. Burada Hıristiyan kilisesi Aristote1es ve Yunan düşüncesinden gelen bir mantıkla parayı ancak bir mübadele aracı olarak görmüştür. Örnek olarak, bir ev sahibi evini kiraya verdiğinde evinin hala sahibidir ve ev üzerinde satmak, kiraya vermek gibi tasarruflarda bulunabilir. Oysa, nakit para sahibi bir-kimse parasını borç olarak verdiğinde artık o para kendine donene kadar herhangi bir tasarrufta bulunamaz. Borç alan da kiracı örneğinde olduğu gibi gerçek bir hizmetten yararlanmamaktadır. Bu konuda ünlü Katolik ilahiyatçı St. Thomas Aquinas şöyle demektedir:

“Şimdi filozofa göre para bir değişim aracı olarak icat edilmiştir. Paranın doğal ve doğru kullanımı, onun başka bir malın satın alınmasına kullanılmasıdır. Öyleyse, faiz olarak bilinen borç, verilmiş paranın kullanımından ötürü bir ödemeyi kabul etmek meşru olmayacaktır.

Orta Çağ Hristiyan felsefesinde paranın bir zaman değeri olduğu kabul edilmemiştir.

Kapitalizmin gelişme aşamasındaki iş dünyası ile kilise arasındaki faiz yasağından kaynaklanan bu gerilim, Protestan Reformcuları tarafından giderilmiştir. Çünkü Protestanlıkta sermaye koyan kişinin faiz hakkı yasallaştırılmış ve dinen meşru sayılmıştır. Faiz yasağını kaldırması, ticari ve mesleki başarıyı tanrısal bir lütuf saymasıyla Protestanlık ve özellikle de Kalvinizm, kapitalizm için gerekli psikolojik alt yapıyı hazırlamıştır. Faiz yasağına ilişkin yasalar İngiltere'de l854'te yürürlükten kaldırılmıştır.

Her ne kadar dini sistemler iş dünyasının gerekleriyle uzlaşmaya zorlanmışlarsa da, faizin reddi uzun süre din ve iş dünyası arasında bir gerilim ve ahlaken bir ikilem oluşturmaya devam etmiştir. İlahiyatçılar cari faiz haddiyle tefecilerin finansal açıdan zor durumda kalmış olanlardan aldıkları aşırı faiz arasında bir ayrım yapmaya başlamışlardır. Aslında Batı toplumunda problemin kökeni Rönesans’a kadar uzanmaktadır. Şöyle ki o dönemde kar elde etme ve ticarete karşı ahlaken olumsuz tutum ve tavırlar devam ettiği halde pratik olarak sermaye birikiminin ve kapitalizmin yolu açılmıştır. Kapitalizm geliştikten sonra da eski ahlakın yerini alacak yeni bir ahlak oluşmamış ve böylece bir ahlaki boşluk ve bundan doğan toplumsal gerilim meydana gelmiştir.

Kapitalizme yol açan Protestan çalışma ve iş ahlakının yanı sıra Hıristiyan politik iktisatçıları tarafından 18. Yüzyılın sonu ve 19.yüzyılın başında bu konuda bazı ideolojiler geliştirilmiştir. Bu ideolojilere göre politik ekonomi, fakirlik, eşitsizlik gibi konuların kaçınılmaz olarak içerildiği sosyal realiteyi objektif olarak tanımlamak durumundadır.

(Arslan, 2005: 25-26)

11.2.3. Yahudilik ve İş Ahlâkı

Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat’taki iki grup “On Emir”den ikinci grubun son altısı tümüyle ahlaki emirlerdir. Bu ahlakı prensipler, hükümet ve saltanatın emirlerine itaat şeklinde ortaya konulmuştur. Yahudi ahlakı, katı ve tavizsiz adalet düşüncesini esas almaktadır. Kısacası, Tevrat'ın ahlaki değerler sistemini "on emir" ile özetlemek mümkündür.

On emir, yapılması gerekenden önce yapılmaması gerekenleri vurgulayan ve yasaklayan bir üsluba sahiptir. (Özgener, 2004: 56)

Yahudilik serveti, Tanrının bir lütfu olarak görüyor ve kişinin işindeki başarısını tanrısal bir onay olarak kabul ediyordu. Her ne kadar, Yahudi kutsal metinlerinde gelir ve servet eşitsizliklerinin tehlikelerine ve kötülüklerine dikkat çekiliyorsa da, servet biriktirmenin genel ahlaka aykırı olmadığı kabul edilmiştir. Bu da Weber'in işaret ettiği gibi kapitalizme giden yolu açmıştır. Yahudi kutsal kitaplarının tefsiri sayılan Talmud'da sosyal adalet, özel mülkiyet, kar, fiyat kontrolü, ölçüler tartılar ve kalite hakkında hükümler yer almıştır. Daha da önemlisi bu gibi konulara bakan yargıçların varlığıydı.

Yahudi hukukundaki faiz yasağı yine iş ahlakına ilişkin bir düzenlemeydi ve ticari işlemleri etkiliyordu. Bu yasağa karşı geliştirilen kar ortaklığına dayalı sözleşmeler yapılıyordu. Her ne kadar Yahudi iş ahlakı, Püriten ya da Protestan iş ahlakıyla benzerlik içindeyse de, Yahudilik günlük yaşam üzerinde kapitalizm ile sonuçlanacak bir rasyonalite getirememiştir. Weber buna neden olarak Yahudi iş ahlakındaki çifte standardı göstermiştir.

Çünkü bir Yahudi diğer bir Yahudi kardeşinden faiz alamazken Yahudi olmayan birinden rahatlıkla alabilirdi. İşte bu çifte ahlaki standart, kapitalizmin gelişmesi için elzem olan toplumsal güven ve rasyonalite ilkeleriyle çelişiyordu" Buna rağmen Sombart, Yahudiliğin ve Yahudi iş ahlakının kapitalizmin gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığını belirtmiştir.

(Arslan, 2005: 23-24)

12. DİN VE AHLAK / İŞ AHLAKI İLİŞKİSİ: DİĞER DİN VE