• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3. İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi

İnsan hakları, kavram olarak II. Dünya Savaşını takiben Birleşmiş Milletler'in kuruluşuyla birlikte söylenir olmasına karşın, kökeni, eski Yunanda Aristoteles'in, Stoa'cıların ve daha sonra Roma'lıların doğal hukuk (ius naturale) öğretisine dayanır. Aristoteles'e göre "doğaya göre haklı olan" her şey "yasalara göre haklı" değildi; insanların düşünce biçiminden bağımsız, her yerde aynı güçte geçerli bir doğal adalet vardı. Kition'lu Zenon'un kurucusu olduğu Stoa'cı görüşe göre ise, site (devlet) düzeni dışında ve üstünde us, yasa ve adalet vardır. Özgürlük, doğaya, akla ve aklın gerektirdiği etik değerlere uygun davranıştır. Erdem, doğayla uyum içinde yaşamaktır.206

18. yüzyıl düşünürü John Locke, insanın bazı haklarının, sırf insan olmasından dolayı var olduğunu, toplumsal sözleşme öncesinde içinde yaşadığı doğal durumda da bu haklara sahip olduğunu ileri sürmekteydi. Locke, doğal durumu, "doğal hukuka uygun davranan özgür ve eşit insanların oluşturduğu bir toplum" biçiminde tanımlayarak Hobbes'un kötümserliğinden uzaklaşmıştır. Ona göre, insanlar, önceki

204 Öndül, Hüsnü, İnsan Onuru ve İnsan Hakları, www.ihd.org.tr, 28.08.2009, sf. 1

205 Suntinger, Walter, İnsan Hakları Kavramı, İnsan Hakları Bülteni, İnsan Hakları Yazıları, Özel Sayı 3,1998, s. 52. 206 Aliefendioğlu, Yılmaz, İnsan Hakları ve Sivil Toplum Örgütleri, s. 1

yaşamlarında sahip oldukları yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, kişi dokunulmazlığı (keyfi tutuklanmama) gibi hakların, kendisini değil korunmasını, toplumsal yaşama geçişle devlete devretmişti, devlet koruma görevini yerine getirmezse, insanların karşı koyma (direnme) hakkı doğacaktı.9 Daha sonra Montesquieu, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler, bu görüşü desteklediler ve geliştirdiler. Montesquieu, doğa yasalarının toplumsal yasalardan önce geldiğini, dinin ve devletin yasalarından üstün olduğunu ileri sürdü. Ona göre, özgürlük uygar yasaların izin verdiği her şeyi yapabilme hakkıdır.207

Bilindiği gibi, modern liberal düşüncenin bireyi ve onun haklarını önceleyen yaklaşımı John Locke'a dayanır. Locke'un savunduğu sosyal sözleşme tezinde doğa durumundan siyasal topluma geçişin temel nedeni, doğal hukukun bireye sağladığı temel hak ve özgürlükleri koruma kaygısıdır. Locke'un temellendirdiği liberal siyasal düşüncenin ve özellikle de doğal haklar görüşünün daha sonra Fransız İnsan Hakları Bildirgesi'ne yansıdığını görüyoruz. Bu bildirgenin ilk üç maddesi siyasal meşruiyetin dayanaklarını belirtmektedir. Bu maddelerde insanların özgür ve eşit oldukları, her siyasal topluluğun amacının doğal hakları korumak olduğu ve egemenliğin kaynağının ulusal irade olduğu açıkça vurgulanmaktadır.208

İnsan hak ve ilkeleri tarihsel geçmişin bir çok önemli belgelerinde yerini bulmuştur. İnsan hakları açısından çok önemli bir belge olan Magna Carta, 1215 yılında İngiliz Kralı John ve soylular arasında, karşılıklı yetki ve görevleri belirleyen bir anlaşma imzalanmıştır. Bu sözleşmede ilk kez suç ve cezada yasallık ilkesi bir kral tarafından kabul edilmiştir. Yine İngiltere’de 1628 tarihli “Petition of Rights”, parlamento tarafından kabul edilen bir yasa olmadıkça hiç kimseden para, vergi alınamayacağını, savunması alınmadan hiç kimsenin tutuklanmayacağını hükme bağlamıştır. 1679 tarihli Habeas Corpus Act, 1689 tarihli Bill of Rights, 1701 tarihli Act of Settlement gibi belgelerle, İngiltere’de zor durumda kalan herkese yargıca başvurma hakkı tanınmıştır.

207 Age, s. 2.

Gerek Bill of Rights ve gerekse Habeas Corpus belgeleri, 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve Anayasası’nı, keza; 1789 ve 1793 Fransa İnsan Hakları Bildirisi’ni etkilemiştir. Böylece, insan haklarının genel ilkeleri, ulusal yasalarda yer almaya başlamıştır. İnsan hak ve ilkeleri ulusal veya uluslar arası belgelerle güvenceye alınmaya çalışılmıştır. İnsan hakları belgeleri günümüz belgelerine temel referans kaynağı olmaktadır.

İnsan Hakları, felsefi kökleri çok eskiye gitmekle beraber, esasen 17 ve18. yüzyılda Doğal hukuk okulu içinde gelişen ve “insan hakları öğretisi” olarak adlandırılan bu düşünce akımı, insanların sırf insan olması sıfatıyla doğuştan bir takım dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklara sahip olduğu inancına dayanmaktadır.209 İnsan hakları bir kavram olarak 1789 Fransız burjuva devrimi ve onu izleyen toplumsal mücadeleler ve devrimler sürecinde tanımlanmıştır. İnsan hakları mücadelesi sonucu, insanlığın ortak birikim ve kazanımı insan haklarının bir kavram olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur.210

Devletin müdahale edemeyeceği doğal hakların var olduğunu söyleyerek iktidarın sınırlanması ve kötüye kullanılmasının önlenmesi amacına hizmet eden bu anlayışın izleri çok eskilere dayanmakla birlikte, bu görüşün, klasik insan hakları düşüncesine kaynaklık eden açıklama biçimi 17 ve 18. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Bu yüzyıllarda doğal hukuk düşüncesi, Ortaçağ’da egemen olan ilahi doğal hukuktan koparak, rasyonalist ve laik bir çizgiye doğru evrilmiş; Aydınlanma hareketinin güçlü bir kültürel etkeni, hukuk ve siyaset bilimlerinin egemen görüşü ve insan hakları idesine açıklık kazandıran önemli bir faktör haline gelmiştir.211

Gerçekten, özellikle daha önceki yüzyıllarda başlayıp varlığını ve etkisini sürdüren ekonomik canlanma, reform hareketleri, bilimsel gelişmeler ve Rönesans kökenli felsefi

209 Erdemi, Fazıl, Hüsnü, İnsan Hakları Düşüncesinin Evrimine Genel Bir Bakış, Batman Barosu Dergisi, Sayı 2,

2003,

210 Anar, Erol, İnsan Hakları Tarihi, Çivi Yazıları, İstanbul, 2000, s. 329.

devrimin etkisiyle, doğal hukukun “dinsel” temeli sarsılmış, onun yerini “akıl” almıştır.212

İnsan Hakları disiplini, felsefi kökleri çok daha eskilere gitmekle beraber, asıl on yedinci ve on sekizinci yüzyıllar içinde gelişen ve ‘insan hakları doktrini’ olarak adlandırılan bu düşünce akımı, insanların sırf insan olmak sıfatıyla doğuştan birtakım dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklara sahip oldukları görüşünü yaymaya çalışıyordu. O zamana kadar sınırsız olan devlet gücünü sınırlandırmayı ve insanları baskıdan korumayı amaçlayan bu doktrine göre devlet, kendi yarattığı hukuktan önce var olan doğal hukukla bağlıydı ve insanların bu hukuktan kaynaklanan doğal haklarına saygı göstermek zorundaydı. Giderek güçlenen ve yaygınlaşan bu inanç, on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru yayımlanan Amerikan Haklar Bildirileri ve 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Evrensel Bildirisi ile ilk resmi açıklamalarına kavuştu213

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan ve bu yüzyılın son çeyreğinde patlak veren teknolojik gelişim, dünyanın hemen her yerinde eşzamanlı olarak birtakım değişimlere yol açmıştır. Özellikle enformasyon teknolojisindeki gelişmeler, beraberinde bilginin neredeyse sınırsız dolaşımını ve etkileşimini olanaklı kılmakta, bilgi tekellerinin zayıflaması sonucunu doğurmakta; böylece insanlar, bilgi ve haber kaynaklarına ulaşma konusunda kendi devletlerinin her türlü sınırlamalarını aşabilmekte, dünyanın başka yerlerinde yaşanan gelişmeleri izleyebilmekte ve etkileşim içine girebilmektedirler.214

20. yüzyılın en önemli başarısı, insan hakları fikrini ön plâna getirmesidir. İkinci Dünya Savaşından sonra ön plâna çıkmaya başlayan insan hakları, yüzyılın sonlarına doğru moda haline gelmiş, moda olunca da kavramın içi boşalmaya başlamıştır.215 İnsan hakları, çağımızın büyülü kavramlarından biridir. Bu kavram, 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayıp bugüne kadar devam eden tarihsel süreç içerisinde önemini gittikçe arttırarak 21. yüzyıla taşınmıştır. Bugün artık, insan hakları kavramı, -eskisi gibi- bir

212 Öktem, Niyazi, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, Genişletilmiş 4. Bası, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.,

İstanbul, 1988, s.130-131.

213 Kapani, Münci. İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları. Bilgi Yayınevi. İstanbul,1987, s.17. 214 Şaylan, Gencay, Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Yayınevi, İstanbul, 1994, s.101. 215 Kuçuradi, İoanna, Etik İlkeler ve Hukukun Temel İlkeleri Olarak İnsan Hakları, s. 1.

avuç entellektüelin tartıştığı felsefi bir kavram değil, halkların paylaştığı ve sahip çıktığı canlı ve dinamik bir yükselen değerdir.216

İnsan haklarının bugünkü anlamıyla uluslararası boyuta ulaşması, insan haklarının en çok çiğnendiği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olmuştur. 1945’te Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuş ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni imzalayan devletler insanlığa ve insan haklarına yapılan saldırıların önlenmesi amacıyla tüm ulusların benimseyeceği kuralların saptanması için yoğun bir çaba içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana evrensel ve bölgesel düzeylerde çok sayıda uluslar arası insan hakları standardı yaratıldı. Hukuksal bağlayıcılığı olmayan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara ilişkin Uluslar arası Sözleşme, Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme ile tamamlandı. Diğer özgül sözleşmeler, (örneğin kadınlar, çocuklar gibi) kişi gruplarının haklarının korunmasına hizmet ederler ya da insan hakları ihlallerinin belli biçimlerini (ayrımcılık, işkence gibi) hedef alırlar. Bu uluslar arası sözleşmeler gittikçe genişleyen devletler topluluğu tarafından yaratılmakta ve kabul edilmektedir.217

1950’li yıllarda birçok kişi, kuruluş ve ülke tarafından bir fantezi olarak değerlendirilen BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve bunun arkasındaki insan hakları anlayışı, bugün artık uygulanabilirliği olmayan “ütopik” ilkeler manzumesi olmaktan çıkıp, yaşama geçirilmesi mümkün evrensel değerler haline gelmiş durumdadır. Öyle ki, günümüzde insan hakları kavramı; birçok ülkenin iç ve dış politikasını belirleyen ve yönlendiren bir faktör; uluslararası kuruluşların tüzük ve programlarının referans kaynağı; BM’den AGİT’e, Avrupa Konseyi’nden Avrupa Birliği’ne kadar birçok uluslararası kuruluşun izlediği politikaların ana öğesi haline gelmiş bulunmaktadır.218

216 Erdem, Fazıl Hüsnü, İnsan Hakları Düşüncesinin Evrimine Genel Bir Bakış, Batman Barosu Dergisi, Sayı 2,

2003, s. 1

217 Suntinger, Walter, İnsan Hakları Kavramı, İnsan Hakları Bülteni, İnsan Hakları Yazıları, Özel Sayı 3,1998, s. 51. 218 Erdem, Fazıl Hüsnü, İnsan Hakları Düşüncesinin Evrimine Genel Bir Bakış, Batman Barosu Dergisi, Sayı 2,

Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgelerde formüle edildiği şekliyle, bugün insan hakları siyasal liberalizmin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle, modern insan hakları düşüncesi, liberalizmin birey-devlet ilişkisinde bireyi önceleyen ve devleti bireyin haklarını korumaya yönelik "ehven-i şer" olarak gören yaklaşımına dayanmaktadır. Bu yaklaşıma göre devletin varlık nedeni bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır.219

İnsan hakları düşüncesinin tarihsel süreç içerisinde geçirdiği evrim dikkate alındığında, insan haklarının, “ihtiyaçlar”, “çelişkiler” ve “mücadeleler” üçlüsü ekseninde şekillendiği görülmektedir. Farklı bir anlatımla, insan hakları düşüncesinin, tarihsel-toplumsal koşullara bağlı olarak şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda, önce, toplumsal koşulların değişimine koşut olarak yeni ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların karşılanması gerektiğini düşünen toplumsal grup, katman ya da sınıflar ortaya çıkmakta; bu yeni aktörlerin talepleri eski yapının koruduğu değerlerle çelişmekte ve bunlar arasında mücadeleler başlamaktadır. İnsan haklarının “genelleşmesi” olarak da tanımlanan bu aşamada, yeni hak anlayışı toplum nezdinde yaygın kabul görmekte ve siyasal bir talep olarak dile getirilmektedir. Bu mücadeleler temelinde yeni hak kategorileri oluşmakta ve/veya yeni sentezlere ulaşılmaktadır. Bir başka anlatımla, yeni ihtiyaçlar önceleri birer özlem, dilek ve istek olarak sunulmakta; bunlar, başka taleplerle çelişme ve mücadele etme süreçlerinde olgunlaşarak “hak istemi” biçiminde somutlaşmakta ve kurumsallaşarak hukukun düzenleme alanına girmektedirler 220