• Sonuç bulunamadı

1.3. İnsan Hakları Kavramı ve İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi

1.3.3. İnsan Haklarının Önemi

İnsan hakları kavramının özünde insan olgusu yatmaktadır. İnsan hakları kavramını bütün boyutlarıyla anlayabilmek için öncelikle insanın kim ve ne olduğunu bilmeliyiz. İnsan bir canlı olarak vardır, doğar, yaşar ve ölür. Ancak insanı diğer canlılardan ayıran özellikleri vardır. İnsan sadece yaşamak istemez, onuruyla yaşamak ister, tanınmak, kabul edilmek ve saygı duyulmak ister. Çünkü insan sadece biyolojik istekleri olan bir canlı değildir. Onurlu bir canlıdır. Özgür olmak, özerk olmak, eşit olmak, insan olarak var olmak ister.

33

Osman Şekerci (1996: 15–16 ) insan haklarının kaynağını, insan olma ve insanlık kavramlarına atıf yaparak şu şekilde ifade etmiştir:

“İnsan hakları kavramı başlı başına bir kaynağa işaret ediyor. İnsanlık, insan doğası, bir kişi veya insan olma. Nasıl ki; hukuki kaynakların kaynağı hukuk, akdi hakların kaynağı ise sözleşmelerdir; dolayısıyla insan haklarının kaynağı da açıktır ki; insanlık veya insan doğasıdır. İnsan doğası çoğu zaman, insan ihtiyaçlarıyla tanımlanır. Bu ihtiyaçlar maddi ihtiyaçlar şeklinde yalnız düşünülürse, İnsanın yalnız biyolojik ihtiyaçları tatmin edildiği zaman bununla yetinmesi gerekir. Hâlbuki İnsan yalnız fiziksel bir varlık değil, bunun ötesinde insanın çok önemli ahlaki ve ruhsal değerleri vardır. Bu bakımda tanımda yer alan “ihtiyaçlar” kelimesini mecazi anlamda ele almak daha gerçekçi bir yaklaşım olur.”

Akıl taşıyan, düşünen ve aynı zamanda psikolojik bir varlık olarak insanın sırf insan olmasından dolayı doğuştan bazı hakların sahibi olduğu savı insan hakları düşüncesinin de başlangıcı olmuştur ( Çeçen, 1990: 10 ). İnsan, sosyal bir varlıktır. Yaşayabilmek için topluluklar, kültürler oluşturmuştur. Öyleyse toplumsal anlamda insan kavramından söz etmek yanlış olmayacaktır. İnsan bu iki boyutu ile anlam ve kişilik kazanmaktadır. Genç (1997: 1), bu bağlamda şunları belirtmiştir:

“Hukuk sosyologlarına göre, insan iradesi dışında, değişim ihtiyacı nedeniyle diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Birlikte yaşam, insanların doğal olarak diğer insanlara karşı hak ve yükümlülüklerini sorgulamasına ve bu konuda nitel bir değer yargısı oluşturmasına neden olmaktadır.”

Birçok bilim adamı ve düşünür, insan için değişik tanımlar yapmışlardır. Her birinin kendi açılarından doğru yönleri de vardır. Günümüzde yavaş yavaş her bilimsel yaklaşımın verileri doğrultusunda genel bir tanım geliştirmek ve boyutları bir bütünlük içinde ortaya koyabilmek söz konusu olabilmektedir. İnsan kavramının günümüzdeki içeriğine kavuşmasında, insanın doğuştan gelen bazı haklarını aramasının ve zaman içinde kazanmasının önemli bir işlevi vardır. Her dönemin değişen şartlarına göre insan kendi kişiliğini bulma ve benliğini toplumsal gerçeklik içinde kanıtlama çabasında olmuştur (Çeçen, 1990: 10- 11).

Düşünür ve yazarlar insan hakları kavramının doğumuna temel oluşturan zorlu ve sancılı dönemden de bahsederek insan haklarının önemine vurgu yapmışlardır. İnsanlar tarafından oluşturulan ve bu bağlamda var olması gereken bir değerler sistemi olduğundan bahsetmişlerdir.

İnsanlık tarihsel süreç içerisinde, temelinde insanın düşünce ve eyleminin bulunduğu ve insan olma bilincinin yokluğundan ya da eksikliğinden kaynaklanan birçok olumsuzluk

34

ve zorluklarla savaşmak zorunda kalmıştı. Zorlu bir süreçten geçerek bugünkü uygarlık düzeyine ulaşmış, olumsuz deneyimlerden çıkardığı deneyimlerden dersler çıkararak evrenselleştirdiği bir değerler sistemi oluşturmuştur. İnsan bu değerlerin öznesini oluşturur. İnsan, bu değerleri oluşturmak ve bunları ortak ve evrensel değerlerine ve mal varlığına katarak, insanlık ve uygarlık tarihini geliştirmiştir. İnsan Hakları, insanı diğer canlılardan ayıran bu değer oluşturma özelliğini korumak ve bu insani sorumluluklarını yerine getirmesini sağlamak için vardır ve tanınmıştır (Gülmez, 2001:1 ).

Tarihteki gelişim süreci içerisinde insan haklarının anlamı, neleri kapsadığı veya dışladığı sürekli olarak felsefi ve politik mücadelenin konusu olmuştur. Savaşların, ekonomik bunalımların yaşandığı dönemlerde de insan haklarının “göz ardı edildiği” görülmüştür, görülmektedir. Ancak insan hakları bu mücadeleden hem kavramsal bazda, hem de kurumsal düzeylerde güçlenerek çıkmıştır. İnsanlık dikta rejimlerinin, savaşların sebep olduğu yaraları hep insan haklarını yücelterek aşmak yoluna gitmiştir. Bütün büyük bunalımların sonucunda her zaman insan haklarına vurgu yapılmış, dünyanın uzlaştığı nokta hep “insan haklarını geliştirmek ve güvence altına almak” olmuştur. Dolayısıyla insan hakları, “ahlâki bir ideal” olmanın ötesinde, aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzenlerin istikrarı, barış ve güvenliğin sağlanması açısından da zorunlu olarak benimsenmesi ve korunması gereken bir değerler sistemidir (T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, 2009). İnsanların yaşadığı sorunlar, yaşadığımız çağda ve özellikle son yıllarda giderek uluslararası bir nitelik kazanarak devam etmektedir.

Bilen de (2004: 2) günümüzde insan haklarının artan önemine farklı bir açıdan yaklaşmıştır. Son yıllarda yeryüzünde insandan başka her şeyin büyüdüğüne ve geliştiğine dikkat çeken Bilen, bütün bu hızlı ve köklü değişmelerle başa çıkabilmek, değişmelerle mantıklı bir şekilde baş edebilmek, uygun olanı seçip onlarla dengeli yaşayabilmek için bu yüzyılın insanının her zamankinden daha fazla insan olmak, insanlığın üstün niteliklerine sahip olmak zorunda olduğunu ifade etmiştir.

Günümüzde bütün dünyanın temel değer olarak kabul ettiği ve evrensel bir boyut kazanan insan hakları artık, uluslararası bir boyut kazanmıştır. Çünkü insan hakları; insanın sadece bir devletin vatandaşı, bir dinin mensubu, bir etnik kimliğin üyesi vb. olmakla değil, insan olarak doğduğu için doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez ve

35

devredilmez haklardır. Bu anlamda, devletler, kültürler, coğrafyaların çizdiği sınırlar ötesi bir değerler sistemi olarak kabul gören insan hakları, çağdaş dünya düzeninin de temelini oluşturmaktadır.

Yaşadığımız çağ çok büyük gelişmeler, teknolojik atılımlar, sosyo-kültürel dönüşümler yanında kitle imha silahları, küresel ısınma, ekonomik bunalımlar gibi kâbusları da beraberinde getirmektedir. Modern çağın insanlığa sunduğu belki de en paha biçilmez kazanç, insan haklarının evrensel bir değere dönüşmesi olmuştur. Bu anlamda günümüzde insan haklarının, modernleşmenin içinde taşıdığı tehlikelere karşı ahlâki ve hukuki bir sigorta görevi yaparak toplumsal düzenleri korumakta olduğu söylenebilir (T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, 2009).

Özetlemek gerekirse; insan tek yönlü bir varlık değildir. Biyolojik bir varlık olmanın yanında aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir varlıktır ve bu haliyle belirli değerlere sahiptir. Gülmez’ in de dikkat çektiği gibi (2001: 3), “insan; bölünmez bir kişiliğe sahiptir.” Bu bağlamda insanın birçok istek, gereksinim, özlem ve beklentileri vardır. İşte insan hakları bunları gerçekleştirmek için vardır. Bu bağlamda insan hakları, insana onurunu teslim ederek, özde insanı, genelde ise insanlığı geliştirmenin ve korumanın aracıdır. İnsan haklarını gerçekleştirmenin başlıca yolu da demokrasiyi yerleştirmektir.

Demokrasinin istenilen seviyede işlerliğinin olması için insanlar tarafından sadece algılanması yetmez, onun bütün değerleriyle ve nitelikleriyle bireyler tarafından içselleştirilmesi gerekir. Çünkü demokrasi ancak, değerini bilen vatandaşların çokluğuyla yaşayabilir ve gelişebilir. Bu anlamda öncelikle insana, “insan olma bilinci” kazandırılmalıdır. Bu bilinci kazandırmanın başlıca yolu da insan hakları eğitiminden geçmektedir.