• Sonuç bulunamadı

2.2 Uluslararası İlişkiler Teorileri Bağlamında Güvenlik, Güç ve Güç

2.2.3 İnşacılık Bağlamında Güvenlik, Güç ve Güç Kullanımı

Uluslararası ilişkiler disiplinin doğuşu ve gelişmesinde küresel çapta yankı uyandıran olayların büyük rol oynadığına ve yer yer disiplinde kırılmalara da sebebiyet verdiği daha önce de ifade edilmişti. II. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın bitimine kadar geçen süreç genel itibari ile realizm ve liberalizm teorilerinin tartışmaları ve durumlara göre kendilerini yenileyip farklı yaklaşımlar geliştirmeleri ile geçilmiştir. 1990’ların başında SSCB’nin dağılması ve bu durumun öngörülememesi, disiplini en fazla etkileyen mezkûr kırılmalardan biri olmuştur. Bu durumun birincil sonucu ise başta realizm olmak üzere teorilerin sorgulanmasına zemin hazırlamış olmasıdır.

Realist akımın en başından bu yana ortaya koyduğu “devletler hayatta kalmak için sürekli güçlerini arttırmak isterler” yaklaşımının SSCB’nin dağılmasında birkaç örnek dışında görülmemesi ciddi bir soru işaretini beraberinde getirmiştir. Nitekim iki kutuplu dünya sisteminde, Doğu Bloku’nun lideri olan SSCB, bu gücü elinde tutmak için büyük çapta askeri girişimlerde bulunmamıştır. Bu durum mevcut realist ve liberal teoriler tarafından ne öngörülebilmiş ne de bu teorilerin varsayımları ile açıklanabilmiştir. Bunun sonucu ise inşacı teorinin disiplin içinde kendine yer bulmasında etkili olmuştur (Walt, 1998, s. 41)

Temel olarak yukarıda verilen olayları sorgulayan inşacılar bu durumları açıklamak için yeni kavramlara ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir. Bu doğrultuda

25

teorinin disipline en önemli katkılarından biri olarak karşımıza çıkan “kimlik” kavramı bunlardan biridir. Kimlik kavramı neorealist teori için temel aktör olan rasyonel, hayatta kalma odaklı ve bencil devletlerin özelliklerini değiştirebilen bir kavram değilken, inşacı teoride bu kimlikler sosyal, kültürel ve tarihsel inşaların sonucu oluşmaları bağlamında özgünlük ifade ederler (Hopf, 1998, s. 175-176). Bu bağlamda realist görüşlerin ifade ettiği bütün devletlerin bencil çıkarları ve dolayısıyla güç peşinde koştukları varsayımı tekrar ele alınmalıdır. Nitekim inşacılar tarihsel, kültürel ve sosyal inşa süreçlerinin ürünü olan kimliklerin çıkarları dolayısıyla da devlet politikalarını etkilediğini ifade ederler (Reus-Smit, 2005, s. 197).

İnşacı teorinin realist teoriyi eleştirmek sureti ile disipline getirdiği bir diğer yenilik ise yapı ve aktör arasındaki ilişkiye bakış açısı olmuştur. Buna göre yapı, aktörleri iradeleri dışında politikalar izlemelerine sevk eden belirleyici (determinist) bir yapıda değildir. İnşacıların yapı anlayışı daha çok yapı ve yapanın etkileşimleri sonucunda karşılıklı inşalarına dayanır (Demirtaş, İnşacılık, 2014, s. 112). Bu durumun sonucu ise devletlerin içinde buldukları yapıdan etkilendikleri neorealist sürecin, tam tersi şekilde devletlerin içinde bulundukları yapıyı da etkilemeleri anlamına gelmektedir.

Yapı – yapan ilişkisinin en belirgin olarak görüldüğü noktalardan biri, teorinin öncü isimlerinden A. Wendt’in anarşi kavramına bakış açısında karşımıza çıkar. Wendt’e (1992, s. 394-395) göre kurumlar üzerine inşa edilmiş bir anarşi kavramı ise meşhur ifadesiyle “devletlerin onu oluşturduğu mahiyettedir (Anarchy is what states make of it). Bu da aslında anarşi gibi realist ve liberal teorilere temel teşkil eden bir kavramın bile aslında inşa edildiği şekilde var olduğu anlamına gelmektedir. Sistemin yapısından kaynaklı olduğu iddia edilen kendi kendine yetme ve bu bağlamda güç peşinde koşma politikaları anarşik yapının bir özelliği değil aslında onun kurumlarıdır.

26

Wendt (1999, s. 257) bu görüşü destekler nitelikte, T. Hobbes, J. Locke ve I. Kant tarafından ortaya konulmuş üç farklı anarşi durumundan bahsetmiştir. Bu üç farklı anarşi durumu sırasıyla realist, rasyonalist (Grotiusçu) ve liberal (devrimci) görüşlerce benimsenmiş ve farklı teorilerin oluşumuna temel oluşturmuşlardır. Bu durum inşacı yaklaşımın “gerçekliğin sosyal inşası” kavramsallaştırması ile de yakından ilgilidir. Bu kavramsallaştırmaya göre sosyal gerçeklikler materyal gerçekliklerin yanı sıra, onlara atfedilen anlam ve değerler ile vardırlar (Fierke, 2010, s. 182). Bu noktada, farklı anarşi durumları aslında inşa edilmiş olgulardır ve inşa edildikleri şekilde vardırlar. Bu yönüyle inşacı teorinin eleştirel teoriye de yakınlaştığı iddia edilebilir.

İnşacı teorinin güvenlik ve güç kullanımı konularına bakış açısı da yukarıda bahsedilen varsayımlar çerçevesindedir. Buna göre anarşik yapının devletin güç peşinde koşmasını gerektirdiği fikrine karşı çıktıkları açıktır. Sosyal inşa gereği devletler anarşik yapıyı nasıl inşa ederlerse öyle algılayacaklardır ki bu bağlamda anarşik yapı güç kullanımına meşruiyet kazandıracak bir konumda değildir. Güvenlik ile ilgili bir diğer konu da devletlerin kimlikleri ile ilgilidir. Kimliklerin devletlerin tehdit algılamalarını etkilediği ve bunun sonucunda aynı güce sahip devletlerden birinden tehdit hissedilirken diğerinden hissedilmeyebilmektedir. Bu konuyla ilgili literatürde ABD’nin kendisine eşit uzaklıklarda olan Kanada ve Küba’yı güvenlik bağlamında farklı algılaması örneği sıkça kullanılmaktadır (Hopf, 1998). Bu doğrultuda realist görüşlerin tek tip güdülere sahip devlet anlayışının ortaya koyduğu çatışma ortamının geçerli olmayacağı da iddia edilebilir.

Bunun yanı sıra inşacıların güç yaklaşımı da realist ve liberallerin maddi unsurları vurgulayan güç tanımlarından farklıdır. İnşacılar, gücün sadece somut kaynakların toplamından ibaret olmadığını, buna fikirlerin ve dilin etkisinin de eklenmesi gerektiğini söylerler (Mingst, 2004, s. 108). Bu doğrultuda inşacı teoride

27

norm ve değerlerin de önemli öğeler olduklarını söyleyebiliriz. Nitekim Reus-Smit’e (2005, s. 198) göre normlar ve fikirsel yapılar; tahayyül, etkileşim ve sınırlama mekanizmaları ile devletlerin kimlik ve çıkarlarını şekillendirirler. Bu üçlü yapının ilki düşünceleri etkileyen normların onların eyleme dökülmüş halini de etkileyeceğini varsayar. İkincisi normların sağlayacağı meşruiyetin aktörü istenen harekete yönelteceği varsayımına dayanır. Son mekanizma ise kurumsallaşmış normların yaratacağı meşrulaştırmadır ki bu güç politikaları üzerine kurulu realist anarşik yapının güç kullanımını meşrulaştırması şeklinde örneklenebilir.

Normlar ile ilgili verilen mekanizmalardan üçüncüsü olan sınırlama diye çevrilen ancak anlam itibari ile sosyal inşalar sonucu oluşan ortak kabullerin meşrulaştırıcı etkisini anlatan kavram inşacı teoride farklı noktalarda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Baldwin (2004, s. 80), güç politikalarının hâkim olduğu Soğuk Savaş’ı bitirenin Gorbaçov’un ortak bir bilgiye yol açan fikirleri olduğunu iddia eder. Buna göre iki taraf da Soğuk Savaş’ın bittiğini kabul ettiğinde savaş gerçekten bitmiştir. Bu durumun anarşi algısı için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki güç politikaları üzerine kurulu bir yapı yerine iş birliğine dayalı bir yapının kabulü sistemdeki devletlerin davranışlarını tamamen değiştirecektir.

Sonuç olarak inşacı teori sosyal gerçekliklerin inşası noktasına yaptığı vurgu ve yapı ve yapan arasındaki etkileşim anlayışı ile alternatif düzenlerin mümkün olabileceğini söylemektedir. Buna göre sistemin yapısının dayanağındaki ya da aktörlerin ortak bilgisindeki değişimler güç kullanımına hiç de gerek olmayan bir sistem ortaya koyabilirler. Bunun yanı sıra, inşacı teoriye göre güç yalnızca maddi kaynakların toplamı değil, kimlik ve değerlerin bunları etkidiği daha büyük bir yekûnu ifade eder. Bu bağlamda hem gücün belirlenmesinde hem de realist teorinin ifade ettiği ulusal çıkarın ifade edilmesinde kimliğin etkisi göz ardı edilmemelidir.

28

2.2.4 Eleştirel Teori ve Alternatif Yaklaşımlar Bağlamında