• Sonuç bulunamadı

4.1 II Dünya Savaşı’na Kadar Almanya

4.1.1 Bölünmeler ve Birleşmeler Tarihi

II. Dünya Savaşı’na kadar Alman tarihi başlığı altında incelenmesi gereken ilk konu şüphesiz, Almanların tarihsel bölünmüşlükleri konusudur. Nitekim bölünmüşlük

49

ve bunu ortadan kaldırmak için ortaya konan birlik sağlama çabalarının Alman tarihi içerisinde bir sarmal oluşturduğu iddia edilebilir (Pirinççi, 2005). Alman tarihindeki bu bölünmüşlük durumu, günümüzde modern ulus devletin ve bunların oluşturduğu uluslararası sistemin ortaya çıktığı Vestfalya Antlaşması ile belki de en net şekilde görünür hale gelmiştir. Bu anlaşma ile bugünkü Avrupalı devletlerin temelleri atılırken Kutsal Roma Germen İmparatorluğu sayısı yüzlerle ifade edilen küçük devletlere bölünmüştür. Öyle ki bu siyasi çoğulluğun, mutlakiyet yönetimlerinin geliştiği o çağda Kutsal Roma İmparatorluğu’nu merkezi bir devletin gelişmesi için gerekli olan zeminden uzaklaştırdığı iddia edilebilir ki bu durum da Napolyon’un 1806 yılında bu imparatorluğa son vermesine kadar devam etmiştir. (Fullbrook, 2008, s. 78).

Vestfalya Antlaşması ile Napolyon Savaşları arasında geçen bu siyasi bölünmüşlük içerisinde iki devlet ön plana çıkmaya başlamıştır. Bunlardan biri Habsburg Hanedanının yönettiği Avusturya, diğeri ise Prusya’dır. Bu iki devlet Napolyon’a karşı kurulan ittifakta birlikte yer almış olsalar da sürekli olarak birbirleri ile rekabet halinde olmuşlardır. Nitekim bu süreçte topraklarını genişletip güçlü bir devlet olarak ortaya çıkan Prusya’nın en temel amaçlarından biri Avusturya’nın dışlandığı bir Alman birliğinin kurulmasıydı (Fullbrook, 2008, s. 81). Ancak bu durumun oluşması o kadar kolay olmayacaktı. Nitekim 1815 Viyana Kongresinde Alman prensliklerinin sayısı bir hayli düşürülmüş olsa bile halen iki haneli rakamlarla ifade edilmekteydi ki bu da Alman bölünmüşlüğünün devamı demekti (Uçarol, 2006, s. 266). Ancak giderek güçlenen Prusya’nın Alman prensliklerini tek bir devlet çatısı altında toplama isteği halen devam etmekteydi. Burada Prusya’nın karşısına çıkan tek sorun ise bu prensliklerin çok sayıda olması değildi. Nitekim Avusturya, Prusya’nın önderliğinde kurulacak bir Alman birliğine karşı çıkarken, Fransa Avrupa’nın

50

ortasında kurulacak birleşik bir Alman devletine her koşulda karşı çıkıyordu (Pirinççi, 2005).

Bu koşullara rağmen Prusya topraklarını genişletmeyi başarmış ve önce bir Kuzey Alman Federasyonu daha sonra ise gümrük birliği oluşturmuştu. Bunun yanı sıra döneme damgasını vurmuş olan isimlerden biri olan Otto von Bismarck’ın şansölye olması da Alman birliğinin sağlanması yolunda önemli bir gelişmeydi. Nitekim Bismarck izlediği etkili politika ve diplomasi ile Prusya’yı çok daha ileriye taşımayı başarmıştı. Prusya’nın bu güçlenmesini Avusturya ve Fransa’ya karşı alınan zaferler izleyecek ve bu durum 1871 yılında Alman birliğinin sağlanmasını İmparatorluk Almanya’sı dönemini de beraberinde getirecektir.

Bu ilk büyük birleşmeden sonra Avrupa’daki güç dengelerinin değiştiği çok açıktır. Öyle ki Avrupa’nın büyük güçleri arasına iki yeni güç olan Almanya ve İtalya da eklenmiştir. Bu devletlerin büyük güçler arasındaki sömürgecilik yarışına katılmaları ise dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük savaşlardan biri olan I. Dünya Savaşı’na giden yolu açmıştır. I. Dünya Savaşı Almanya için büyük zafer umutları ve milliyetçi duygularla başlamış ancak uzun ve yıpratıcı bir sürecin ardından büyük bir yenilgi ile sonuçlanmıştır (Fullbrook, 2008, s. 151). Savaş sonunda imzalanan Versay Barış Antlaşması ise çok ağır şartların yanı sıra Almanya için yeni bir bölünmüşlük durumu doğurmuştur. Nitekim savaş öncesinde Almanya’ya ait olan Alsace-Lorraine Fransa’ya, Poznan ve Batı Prusya Polonya’ya verilmiş, Çek Cumhuriyeti bağımsız hale getirilmiş, Saar Bölgesi Fransa kontrolüne bırakılmış ve Almanya’nın Avusturya ile birleşmesi yasaklanmıştır (Sander, 2009, s. 402). Anlaşmanın ağır şartları daha sonra Almanya’da Hitler’in yükselip iktidara gelmesinin en önemli sebepleri arasında sayılacaktır.

51

Savaş sonrası dönemde Almanya’da, Weimar Anayasası’na atıfla adlandırılan Weimar Cumhuriyeti dönemi başlamıştır. Bu Anayasa ve yönetim her ne kadar demokratik ilkelere bağlı da olsa savaş sonrası şartlarda sorunlara çözüm üretme noktasında yetersiz kalmıştır. Bu duruma, birçok Alman’ın yönetim biçimi olarak demokrasiyi reddetmesi ve 1929 ekonomik buhranının etkileri de eklenince, Weimar Cumhuriyeti kuruluşundan 14 yıl sonra Hitler’in şansölye olmasına sahne olmuştur (Fullbrook, 2008, s. 153-154). Hitler ülke içindeki ekonomik koşulları iyileştirdikten sonra Versay Antlaşması’nın hükümlerinden sıyrılmaya ve aynı anlaşma ile Almanya’nın kaybettiği toprakları geri almaya başlamıştır. Bu duruma, belli bir süre Avrupa’nın diğer büyük güçleri tarafından göz yumulmuş olsa da Hitler Almanya’sının Polonya’ya saldırması ile II. Dünya Savaşı başlamıştır. Hitler’in Almanları tek bayrak altında toplayıp sonrasında da “yaşam alanı” (Lebensraum) dediği bölgeleri ele geçirme planının büyük bir yenilgi ile sonuçlanması ise Alman tarihindeki son bölünmeyi getirmiştir. II. Dünya Savaşı sonunda Almanya önce müttefik devletleri arasında dört işgal bölgesine, sonra da Doğu ve Batı blokları arasında iki ayrı devlete bölünmüştür (Pirinççi, 2005). Bu çalışmada ele alınan temel noktalardan biri olan 1945 sonrası bölünmüşlüğü ilerleyen bölümlerde detaylı şekilde ele alınacaktır.

Bu bölümde kısaca verilen ve kısaca bölünme ve birleşmeler tarihi olarak adlandırılan Alman tarihinin, bir diğer karakteristik özelliğinin ise militarist bir kimlik yapısı olduğu iddia edilebilir. Bu bağlamda, bir sonraki bölümde Almanya’nın 1945’e kadar etkin şekilde özümsediği ve yine Prusya ile başlayan militarist değerlerinden bahsedilecektir.

52