• Sonuç bulunamadı

1.4. EKONOMİK İSTİKRAR KAVRAMI VE POLİTİKALARI

1.4.3. İstikrar Politikaların Türleri

1.4.3.3. İMF Tipi Yapısal Değişim ve Uyum Politikaları

Türkiye ekonomisinde 24 Ocak Kararlarıyla yeni bir dönem başlamış ve ülkede piyasa ekonomisi hakim olmaya başlamıştır. Söz konusu dönemle ilgili özellikle İngiltere ve ABD ekonomi politiği örnek alınmış ve bu durum arz yanlı politikalara da yansımıştır (Osborne ve Gaebler, 1992).

Genel anlamıyla piyasa ekonomisi ya da ihracat odaklı kalkınma yahut stratejisi diye nitelendirilen bu süreçte uygulanan politikalar ülkede uygulanan vergi sistemleri üzerinde de etkili olmuştur. Vergi politikaları üzerindeki bu değişiklik vergi yükünün üzerinde bulunduğu sermaye biriminden ziyade ücret kesintilerine uygulanması şeklinde kendini göstermiştir. Bunun neticesinde de özellikle dolaylı

vergilerin oranı artarken, doğrudan vergiler için tam tersi durum geçerli olmuştur (Ökmen, 2003: 117-139).

Vergi politikaları bu dönemde tercih edilmeye başlayan piyasa ekonomisini güçlendirmek ve sürdürülebilir kılmak için ekonomi politikalarına entegre edilmiştir. Bu uygulamalardan biri olarak günümüzde de hala varlığını sürdüren, dolaylı bir vergi olan Katma Değer Vergisi (KDV) 1985 yılından bu yana vergi sistemleri içerisinde kendine yer bulmuştur. Harcama vergileri alanında modern verginin simgesi olan KDV Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Ekonomik işbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) gibi uluslararası ekonomi kuruluşlarınca özellikle gelişmekte olan ülkelere tavsiye edilmiştir (Ökmen, Baştan ve Yılmaz, 2004: 23-80). Daha sonraları 29 Temmuz 1998 tarihli Resmi Gazete ile 4369 sayılı Kanunla 15 farklı vergi kanununda çeşitli değişiklikler yapılmış ve Türk Vergi Sisteminde bu dönemde ciddi düzenlemelere gidilmiştir. Vergi Reformu diye adlandırılan bu değişikliklerin amaçları sırasıyla (Özel, 2008: 23-80):

 Vergi tabanında genişleme,

 Vergide adaleti sağlanma,

 Kayıt dışı ekonominin kayıtlı hale getirebilme,

 Vergi sisteminin daha anlışılır ve basit hale getirilmesidir.

Bu amaçla yapılan düzenlemelerin başlıcaları ise (Polatoğlu, 2000: 3-24) ;

 Gelirin mevcut tanımı değiştirilerek her türlü harcama ve tasarrufun gelirin alt unsuru olarak kabul edilmesi,

 Son tarih olarak 30 Eylül gününün kabul edilerek kurum veya kişilere ait varlıkların kayıt altına alınması ve bundan sonraki tüm harcamalar için cevaplanması gereken "nereden buldun" sorusunun cevabının aranması,

uygulayarak kampanyayla sunan gazeteler içinde KDV uygulama zorunlu hale getirilmiştir. Bununla beraber, hayat standardı esası olarak bilinen uygulamanın 1 Ocak 2000’den itibaren kaldırılması da söz konusu düzenlemelerden biridir (Hatipoğlu, 2010:1). Aynı dönem için; Türk Vergi Sistemine ciddi reformlar getiren kanun, Güneydoğu Asya ve Rusya Krizleri gibi uluslararası konjonktürle ilgili krizlerden dolayı zorunlu kalınan daraltıcı maliye politikasının etkisiyle uygulama alanı daralmıştır ve sahadaki yeterliliğini kaybetmiştir. Bu olumsuz gelişmelerden sonra 14 Ağustos 1999 tarihli Resmi Gazete ile yürürlüğe giren 4444 sayılı Kanunla 4369 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler özelinde birkaç değişiklik yapılmıştır (Hatipoğlu, 2010: 2). Bu düzenlemeler çerçevesinde;

 Varlıkların tümünün kayıt altına alınması ve nereden buldun düzenlemeleri üç yıl süreyle ertelenmiş,

 Gelirin yeni tanımından vazgeçilip eski tanım geçerli olacaktır,

 Üç ay olarak belirlenen beyan süreleri üç aydan altı aya uzatılacak, kurumlardan alınan peşin vergi oranında indirime gidilecektir,

 Faiz gelirleri için getirilen beyan zorunluluğu tekrar kaldırıp stopaj yöntemi uygulanacaktır (Pollitt, 2000).

Söz konusu düzenlemelerin amacı;

 Dönem reformlarıyla ülke dışına çıktığı düşünülen takribi 30 milyar doların tekrardan ekonominin içerisine çekebilmek,

 Yeni sistemde yani üç aylık bilanço hazırlama ve peşin vergi zorunluluklarıyla çeşitli sıkıntılarla karşılaşan piyasanın içerisine düştüğü bu sıkıntıdan kurtarmak,

 Özellikle faiz için getirilen beyan zorunluluğunun tekrardan kaldırıp, finans kesiminin elinden giden parayı tekrardan piyasaya dahil etmek olarak açıklanmıştır (Saçlıoğlu, 1991: 385-393).

Ülkemizde 1980’lerle başlayan liberalleşmenin bir sonucu olarak yabancı etkili istikrarsızlığın etkileri 2000’li yıllara gelindiğinde kendisi tüm ağırlığıyla hissettirmeye başlamıştır. Türkiye, 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde ise bütçe açıklarındaki

yüksek oranlar, gittikçe yükselen enflasyon ve faize ayrılan kamu harcamalarının artması gibi günümüzde dahi devam eden sorunları önünde bulmuştur. Diğer taraftan zaten içte sıkıntılarla uğraşan Türkiye ekonomisi, Asya ülkelerinde baş gösteren istikrarsızlığın da etkisiyle daha da içerisinde çıkılamaz bir hal almıştır. Bu istikarsızlığı gidermek amacıyla 1999 yılında IMF’ ninde desteği alınarak “Döviz Kuruna Dayalı Enflasyonla Mücadele Programı” adı altında 2000-2002 dönemini kapsayan bir programı uygulamaya başlamıştır.

Bu program sonucunda elde edilmek istenen amaç, kamu mali dengesi, finansal piyasaların ve döviz kurunun istikrarı ve yapısal reformlar yoluyla büyümenin arttırılması gibi başlıca sorunların giderilmesidir. Ancak, programın yürürlük tarihinden hemen önce 1999 Marmara depreminin olması, aynı dönemde dünya petrol fiyatlarındaki artış, ülkeye gelmesi beklenen yabancı sermayenin beklenen düzeyde gelmemesi, özel sektördeki ücret artışlarının düşünülenin üstüne çıkması, TL.’nin aşırı değerlenmesi gibi olumsuzlukların sırasıyla gerçekleşmesi programın uygulanmasında ciddi aksaklıklara neden olmuştur. Tüm bunların yanısıra, faiz oranlarında gerçekleşen hızlı düşüş, azalan tasarruflara ve tüketim ve makine-teçhizat mallarındaki ithalatın artmasını sağlamasına rağmen, programın aynı düzeyde üretim artışını gerçekleştirmesini engellemiştir. Yine, Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) söz konusu nedenlerden dolayı, düşünülenden daha hızlı artması ve dış ticaret açığındaki büyümenin yanında enflasyonda öngörülenden fazla yükselme, reel para stokunu daraltmış, faiz oranlarının daha da yüksek seviyelere ulaşması yönünde baskı oluşturmuştur. Bu olumsuz tablo neticesinde, bankalar arası para piyasasında faiz volatilitesinin fazla olması ve özelleştirmenin planlanan seviyenin çok altında kalması; yerel yönetimlerin fiyat ve harcama politikalarının programla uyumlu olmaması ve sorunlu bankalardaki zarar ile kamu bankalarına ait zararların 16 Kasım 2000 tarihinde, daha sonraları “Kasım 2000 Krizi” diye hatırlanacak olan ciddi bir krizin zeminini oluşturmuştur . Krizin neticesi olarak IMF’e sunulan “Ek Niyet Mektubu”nda tedbirler belirli bir zamanla sınırlandırılmış; enflasyon, cari açık, kamu sektörü faiz dışı fazlası ve borçlanma ihtiyacına ilişkin çeşitli düzenlemeler yapılmış kısıtlamalarla birlikte

Söz konusu kanuna ilişkin bazı düzenlemeler şu alanlardadır (Tortop ve diğerleri, 2007):

 Motorlu Taşıtlar Vergisi,

 Taşıt Alım Vergisi,

 Ek Taşıt Alım Vergisi,

 Eğitime Katkı Payı,

 Özel İletişim Vergisi ve Özel İşlem Vergisi

 Gelir ve Kurumlar Vergisi üzerinde yapılan değişikliklerle servet ve işlemler üzerinden alınan bazı vergilerde arttırıma gidilmiş, geçici olarak alınan vergilerin süreleri uzatılmış; kurum kazançları üzerinden alınan gelir vergisi tevkifatının zarar eden kurumlarda zararları daha da artırıcı etkide bulunmasını önlemek amacıyla ilave hükümlerle Gelir Vergisi Kanununa geçici madde eklenerek “hayat standardı esası” adında yeni bir düzenleme getirilmiştir.