• Sonuç bulunamadı

Ebû Hanîfe iman nedir sorusuna Cibril hadisi ile cevap verdikten sonra kendisine “Buna kesin olarak inanan ve ikrar eden mü’min midir?” diye sorulmuş, Ebû Hanîfe de “Evet, bunu ikrar edince İslâm’ın bütününü ikrar etmiş olur ve o kimse mü’mindir” cevabını vermiştir. Cûzcânî de bu mesele ile ilgili şunları söylemiştir: İman kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Her ikisi de rükündür. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate göre biri diğerinden ayrıldığı zaman iman gerçekleşmemiş olur. Kişi kalbi ile inansa fakat dili ile ikrar etmese, bu kimse ikrar etme imkanı üzeredir mü’min olmaz, dili ile ikrar edip kalbi ile inanmadığı zaman da bu böyledir.

Eş‘arilere göre kişi kalbi inanıp dili ile ikrar etmediği zaman mü’mindir.

Cûzcânî onların bu görüşüne «Ben insanlarla onlar ‘Lâ ilâhe illellah’ deyinceye kadar mücadele etmekle emrolundum»1 hadisi ile karşı çıkar. Ona göre bu hadiste dilin ikrarı adam öldürme, esir alma ve ganimet uygulamasının terki için bir rükün ve teminat kılınmıştır.

Kerramiyye’ye göre kalbi ile inanmadığı halde dili ile ikrar eden kimse mü’mindir. Cûzcânî ise bunun Kur’an’a aykırı olduğunu Allah Teala’nın şöyle buyurduğunu ifade etmiştir: «Münafıklar sana geldiklerinde».2 Cûzcânî’ye göre Allah Teala, dilleri ile ikrar etseler de kalplerinde tasdik olmayınca onları yalancı saymış ve onlardan imanı nefyetmiştir, böylece tasdik ve ikrarın her ikisinin de imanın rüknü olduğu ortaya çıkmıştır.

Şafiiyye, Zahiriyye ve Şekkakiyye’ye göre iman; ikrar, tasdik ve ameldir. Onlar bu görüşlerine şu ayeti delil göstermişlerdir: «Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir».3 Onlara göre burada namaz kastedilmektedir, namaz burada iman olarak isimlendirilmiştir. Cûzcânî ise bu iddianın Kitab’a, sünnete ve icma-i ümmete aykırı olduğunu, ayette «Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa»4 buyrulduğunu söylemiş ve burada kişinin amel olmadan mü’min olarak isimlendirildiğine dikkat çekmiştir.

1 Buhari, İman 28, Salat 28, Zekat 1; Müslim, İman 32-36, Ebû Davud, Cihad 95; Nesaî, Zekat 3, İbn Mace, Fiten 1-3.

2 el-Münafikun 63/1.

3 el-Bakara 2/143.

4 et-Talak 65/11.

Cûzcânî bunu şöyle açıklamıştır: Atfedilen, kendisine atıfta bulunulandan başka bir şeydir. Çünkü eğer ameller imandan olsaydı nesh caiz olmazdı. Örneğin bin sene küfür üzere yaşayıp da ömrünün sonunda iman eden ve bu hal üzere ölen kimsenin imanı tam bir mü’min olarak öldüğü hususunda ittifak ettik. Eğer amel imandan olsaydı bu kimsenin imanı eksik olurdu, çünkü bu kimse hiç amel işlememiştir. Cûzcânî’ye göre böylece onların görüşlerinin yanlışlığı ortaya çıkmıştır.1

Ebû Hanîfe’ye göre Türk diyarında bulunan, İslâm’ı mücmel olarak kabul eden, farzları ve amelleri bilmeyen, Kitab’ı ve İslâm’ın icaplarını ikrar etmediği halde Allah Teala’yı ve imanı kabul eden fakat imanın icaplarını ikrar etmeyen kimse mü’mindir.

Cûzcânî’ye göre bunun iki faydası vardır: Birincisi; Mutezile ve Eş‘ariyye’nin aksine taklidî iman sahihtir. Onlar ise taklidî imanı sahih kabul etmezler ve halkın küfrüne kail olurlar. Cûzcânî’ye göre bu Allah Teala’nın risalet ve nübüvvetteki hikmetinin faydasının ortadan kalkması sonucuna götürür. Çünkü kendisine risalet ve nübüvvet verilen zat, İslâm’ı önce kâfirlere arz etmekle emrolundu. Eğer İslâm arz ve taklit ile sahih olmasaydı risaletteki hikmet ortadan kalkardı. Bununla birlikte istidlal edebilme derecesi taklit derecesinden bin defa daha üstündür. Ayrıca istidlal ve istinbat derecesinde olanların çoğunun imanı daha nettir. İkinci fayda; imanın dil ile ikrar kalp ile tasdik olması, amelin ise şerai‘den olması, imandan olmamasıdır. Şekkakiyye’ye göre ise amel imandandır. Onlar bundan dolayı imanın artıp eksileceğini düşünür ve bu görüşlerini şu ayete dayandırırlar: «İman edenlere gelince onların imanlarını artırır».2 Ancak Cûzcânî’ye göre buradaki imanın mânâsı tasdiktir. Yani onların tasdiklerini artırır, demektir. Cûzcânî bunu şöyle açıklar: Kur’an’ın tamamına inanmak gerekir.

Kur’an Hz. Muhammed’e (sav) ayet ayet, sure sure iniyordu ve her ayet indiğinde onu tasdik etmek gerekiyordu. Kur’an’ın bir ayetini tasdik etmeyen kimse Kur’an’ın tamamını tasdik etmemiş bir kimse gibi küfre girmiş olur. Cûzcânî’ye göre ayetin te’vili budur. İman doğrular üzerine bir akittir, akitten bir şey nakzedilirse akdin tamamı fesholur.

Cûzcânî, amelin imandan olduğu görüşünün, Mutezile’nin taklidi iman sahih değildir görüşünden daha çirkin olduğu fikrindedir. Çünkü Allah Teala imanını doğruladığı kimseye amel ile hitab etmektedir. Ayette şöyle buyrulur: «Ey iman edenler!

1 Süleymaniye Ktp., a.g.e., vr. 271a.

2 et-Tevbe 9/124.

Namaz kılmaya kalktığınız zaman».1 Eğer abdest, namaz ve zekat imandan olsaydı, iman hitabının içine girerdi ve amel ile emir hitabı geçersiz olurdu. Bu durumda ölümden sonra amel etme emri ile karşı karşıya kalınırdı. Oysa ölüm ameli kesendir.

Cûzcânî’ye göre Allah Teala imanla beraber salih ameli, sevap vermek için şart koşar ve şu ayetler de buna delalet eder: «İman edip iyi işler yapan»,2 «Ancak tövbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir».3 Ona göre imanın mahallinin kalp, amelin mahallinin organlar olması da buna delalet etmektedir. Kim birini diğerinden kabul ederse onu yerinden uzaklaştırmış olur, çünkü onun mahallini ortadan kaldırmış olur.4

Ebû Hanîfe’ye göre iman eden fakat namaz kılmayan oruç tutmayan bu amellerin hiçbirini işlemeyen kişinin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır, dilerse azab eder dilerse rahmet eder. Ebû Hanîfe Allah’ın Kitab’ından herhangi bir şeyi inkâr etmeyen mü’mindir dedikten sonra Muaz b. Cebel hadisini zikretmiş ve şöyle demiştir:

“Bana ilim ehlinden birinin haber verdiğine göre, Muaz b. Cebel Hıms şehrine geldiği zaman insanlar onun çevresinde toplandılar. Bir genç ona: Namaz kılan, oruç tutan, beyti hacceden, Allah yolunda cihada bulunan, köle azad eden, zekatını veren fakat Allah ve Resulü’nden şüphe eden kimse için ne dersin, diye sordu. Muaz: Onun için ateş vardır, dedi. O genç: Namaz kılmayan, oruç tutmayan, beyti haccetmeyen, zekatını vermeyen fakat Allah ve Resulü’ne inanan kimse için ne dersin, diye sorunca Muaz b.

Cebel: Onun için Allah’tan affedileceğini umar, azaba uğrayacağından da korkarım, dedi. Bunun üzerine o genç: Ey Abdurrahman’ın babası, şüphe ile amel fayda vermediği gibi, iman ile beraber de herhangi bir şey zarar vermez, dedi ve gitti. Muaz b. Cebel de:

Bu vadide bu gençten daha bilgilisi yok dedi.”

Mürcie, mü’minin kebair ve masiyet irtikab etse de cennetlik olacağını, kebair ve masiyetlerin imanla beraber zarar vermeyeceğini savunur ve bu görüşüne gencin sözünü ve Muaz’ın gencin sözünü inkâr etmemesini delil gösterir. Cûzcânî ise bu konuyu şöyle açıklar: Gencin sözü, Muaz’ın “Onun için Allah’tan affedileceğini umar, azaba uğrayacağından da korkarım” sözünün ardından çıkmıştır. Gencin “İman ile beraber herhangi bir şey zarar vermez” sözünden kastedilen, Muaz’ın sözünden

1 el-Maide 5/6.

2 el-Bakara 2/277.

3 Meryem 19/60.

4 Süleymaniye Ktp., a.g.e., vr. 271b-272a

kastedilen şey değildir. “İman ile beraber herhangi bir şey zara vermez sözünden”

kastedilen, imanın büyük günah ile ortadan kalkmayacağıdır. Bununla birlikte korkunun gerekli olduğunun delili Allah Teala’nın kullarına Kur’an dışında da takvayı emretmesidir. Bu, korkuyu gerektirir. Korkunun zevali ise kulluğun ıskatını, rububiyyetin tatilini gerektirir, bu da caiz değildir.1

Ebû Hanîfe’ye göre “Ben cennetliğim” diyen kimse iddiasında yalancıdır, o bunu bilmemektedir. Mü’min imanı sebebiyle cennete giren, işledikleri sebebiyle ateşte azab gören kimsedir. “Ben cehennemliğim” diyen kimse de iddiasında yalancıdır, onun bu hususta bilgisi yoktur, bu kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmiştir.

Cûzcânî’ye göre “Ben cehennemliğim” diyen kimse kendisinden korkuyu, “Ben cennetliğim” diyen kimse de kendisinden ümidi ıskat etmiştir ve her iki durum da caiz değildir. Ancak bunu cümleten söylemek yani, “Mü’minler şüphesiz cennetliktir”

demek caizdir. Çünkü nebîler, resuller ve veliler mü’minler cümlesindendir. “Şüphesiz kafirler cehennemliktir” demek de caizdir. Eğer bunda şüphe edilirse küfre girilir, çünkü nass inkâr edilmiş olur. Ona göre, bir kimseye aynıyla işaret edildiği zaman, eğer işaret edilen nebîlerden, resullerden ya da nebî ve resullerin cennetlik olduğunu tasdik ettiklerinden ise, “Şüphesiz bu cennetliktir” demek caizdir. Bunda şüphe edildiği zaman Allah Teala ve Resulü yalancı çıkarılmış olur. Eğer kendisine işaret edilen nebîlerden ve nebîlerin cennetlik olduğunu tasdik ettiklerinden değilse, “Bu cennetliktir demek” ancak bir şartla caiz olur o da, “İman üzere öldüyse bu cennetliktir” demektir. Kâfirde de aynı şekilde ancak Kitab’ın cehennem ehlinden olduğunu söylediklerinden ise onun için “Bu cehennemliktir” demek caiz olur, mesela Ebû Cehil, Bel‘am, Firavun ve benzerleri için caizdir.2

Benzer Belgeler