• Sonuç bulunamadı

İMAJ; ISMARLAMA KİMLİKLER

Beni gözlerinle işit. Genevieve Cadieux

İnsan göstergeler, simgeler, imgeler ve biçimlerle çevrili bir dünyada yaşar. İnsan başka insanlarla yani çevresiyle iletişim kurmak için farklı şekillerde göstergeler oluşturmuş ve bunları iletişim kurmak amacıyla kullanmıştır. Göstergeyi anlamlı hale getiren insandır. İnsanı görünür kılan da imajıdır.

İmaj kavramını zaman ve mekân’da farklılaşan, derin dönüşümlere uğrayarak kendini yeniden var eden şeyler olarak düşünerek işe başlarsak Mitchell gibi imajların kendilerini farklı kurumsal söylemler temelinde birbirinden farklılaştıkları yerlere bakıp; İmaj Benzerlik Andırma Yakınlık\Benzeyiş Grafik Resimler Heykeller Tasarımlar Optik Görüntüler Projeksiyonlar Görünüşler Algısal Duyu verileri Neviler-türler Düşünceler Zihinsel Rüyalar Hatıralar Fanteziler Sözel Metaforlar Tasvirler Şekil 1. (Mitchell, 2005: 13)

İmajın çok geniş bir bölgede incelenmesi gerektiğini daha net görürüz. İmajın bizimle gerçeklik arasına girerek duyu verilerimize hükmedip algılamamızı etkilediği gerçeğini gözden kaçırmamalıyız. İmaj, zihindeki şeylerin üretimi için dünya üzerindeki her maddeye etki edebileceği için sadece bir gösterge ya da işaret olarak ele alamayız.

İmaj, Foucault’un da dediği gibi “dünyayı,’bilgi figürleriyle’ bir arada tutan ve farklı özgül benzerliklerde/ suretlerde dallanıp budaklanan genel nosyondur”(Mitchell, 2005: 15) Dolaysız, aracısız ya da dolaylı bilgi dâhilinde imaj türleri vardır. Kimi maddi görüntüden yoksun hayalet gibi, kimi de dokunulabilir, maddi objelerdir. Zihindeki imajlar, görsel imajlar, dildeki imajlar… Kurgulanmış bir söz olan imajın türleri, nasıl oluşturulduğu, tarihi, sözlü, görsel vb. imaj algılarının neler olduğu, imajların doğası üzerinde vs. uzun uzun durulabilir. Ancak ben imajın genel bir tanımla kimlik temsilindeki önemi üzerinde duracağım.

İçimizde taşıdıklarımızı görünür hale getiren imajımız düşüncelerimizi başkalarına yansıttığı için görünen biçim bizim için önemlidir. İmajımız bizim nasıl olduğumuzla birlikte nasıl olmak istediğimizi de gösteren şeydir. ‘Benzerlik’,‘andırırlık’ ve ya ‘miş gibilik formu’ olan imajımız bizim ötekiyle aramızdaki sınırımızdır. Bizi ötekinden ayıran şeydir. Bu yüzden imaj bir kimlik sorgulamasıdır. Yalnızca bizim algılarımızı değil ötekinin bizim hakkımızdaki algılarını, sorgulamalarını görebileceğimiz bir şeydir. Çünkü tek başına bedensel özelliklerin bile etiketlemeye yetebileceği göz önüne alınırsa imajımız ayırt edici bir bilgidir.

Bir benlik, bir kimlik sahibi olabilmek için kendimize ait bir tarzımızın olması gerekir. Ancak özgün tarzın anlatımı yine diğer kişilerden farkınızı belirtmeniz gereksinimi nedeniyle, diğerlerine bağlıdır:“Bundan dolayı, kişilerdeki kimlik oluşumu, kısmen, farklılaşacakları bir başkasını gerektiren bir öz-farklılaşma sürecidir”( Türkbağ, 2007: 214) “İmaj belirli bir toplumsal konum içinde belli amaçlar için gerçekleştirilen kurgusal bir görüntüdür”( Türkoğlu, 2000: 103). Martin Eslin “her toplumun kendi hakkında bir imajı vardır ve her toplum bu imajla

şekillenir(Güneş, 1995: 13) söyleminden sadece bireysel değil toplu imajlarımızın da olabileceğini ama önemli olan imajın olumlu ya da olumsuz bir amaç taşıdığıdır.

İmaj benin ötekiyle olan ilişkisinde oluşmaktadır. Kişinin ötekine kendini anlatmasıdır. Kendini tanımlaması, anlamlandırması, olduğu ya da olmadığı şeyleri sergilemesidir. Milas’ın da dediği gibi “imajlar dünyaya kendi değerlerimizi, kendi görüşlerimizi ve kendi haklarımızı yansıtmak için vardır. İmaj temelde önyargıyı içeren bir yakıştırmadır. Kontrol edilebilen nedenlerden kaynaklanmamakta, toplumsal bir mesaj olarak zihinlerde, davranışlarda yer etmektedir”(Milas, 2005: 19). Bu yüzden reklamlarda kullanılan bir ifadeyi tersinden tekrar söylemek gerekirse “susuzluk hiçbir şey, imaj ise her şey”dir.

İmajlar nasıl yorumlanmaktadır? Neye göre yorumlanmaktadır? Sorularına cevap aradığımızda“ a) kişilerin deneyimlerinden b) üyesi olduğu grubun ortak algılamalarından ve c) iletişim araçlarından, okuldan edebiyattan vb. etkilenerek (Milas, 2005: 18) şeklinde bir sınıflandırma yapabiliriz. Kendi görüşlerimizi, kendi değerlerimizi yansıtmak için var olan imajlarımız Daniel-Henri Pageau’ya göre;“ bir yerde bir “ben” ya da “burası” ile bir “öteki” ya da “orası” ilişkisinden doğmaktadır. bu yolla toplumlar ya da insan grupları kendilerinin bağlı oldukları kültürel, politik, ideolojik vb. çevreyi de saptamaktadırlar(Milas, 2005: 20).İmajlar bireyin/toplumun kendini tanımlamasını,“ben” ve “öteki”nin bu yolla ayrışmasını ya da birleşmesini sağlar. İmaj Alver’in de dediği gibi“bir kimlik oluşumunun belirgin hale gelmesidir”( Alver, 2007: 256).İmajların söylediği şeyler bizim seçimlerimizdir.

Birey kendini giyimi, konuşması, arkadaşları, evi, arabası, yeme içme kültürü vb. pek çok pratik şeyle ifade eder. Yaşamımızdaki her şey bizim kendimizi ifade edişimizin bir parçasıdır. Bütün bir ifadenin tümüyle kontrol altına alınması ya da tümüyle özgür olmasını düşünmek yanlıştır. Herb Schiller’in de dediği gibi “bireysel bütünlüğü nasıl olursa olsun, sonuçta o kendi kendilerine değişebilirlik özelliğine sahip, ama her zaman var olan sosyal sınırlara maruz kalmaktır. Bu sınırlar toplumda, geçmişte ve bugünde söz konusu güç oluşumları tarafından yaratılan sınırlardır(Lull, 2001: 224).Bu sınırlar, “ben” in, “öteki”nin belirlendiği sınırlardır.

Bir nesnenin, bir görüntünün, bir fikrin üzerimizde bıraktığı etki birleştirici ya da ayrıştırıcı olabilir. Bunun nedeni yaşanan ya da bilinen olaylara verilen tepkilerle ilgilidir. Ya da bilinmezin korkusudur. Bu yüzden imaj denilen olgu, çok büyük bir olay yaşanmadığı sürece kolay kolay değişmemektedir. Yapılan araştırmalara göz attığımızda ilk 30 saniyede karşı tarafta bırakılan etkiyi değiştirmek pek de kolay değildir. Yani şeylerin ve kişilerin tanınmasında ilk olarak imajın yani taşıdığı anlamın yönlendirmesi söz konusudur. Çünkü genelde biz karşımızdakinin görüntüsünden, davranışlarından kendimizi konumlamak için, bizimle aynı ya da bizden farklı olan şeyleri bulmaya çalışırız. Bu yüzden vitrin yani ilk algıladığımız şey yani imaj bizim için önemlidir.

Goffman’dan hareketle vitrini açıklayacak olursak “performans sırasında kişi tarafından kasıtlı ya da kasıtsız olarak kullanılan standart ifade donanımıdır” (Goffman, 2009: 33). Standart ifade donanımı, bizi önemli sorularla karşı karşıya bırakıyor; “imaj, en derindeki gerçek benliğimi mi yansıtıyor yoksa onun sahte versiyonlarından biri mi? Saklanmayı mı istiyorum, ortaya çıkmayı mı? (Davis, 1997: 36). Kimlikle ilgili bu belirsizlikler özellikle post modern dönemde kişinin benliğinde bir kaos oluşturmakta ve huzursuz bir kişilik sergilemesine neden olmaktadır.

İmajın gerçeklikle ilişkisi artık çok da önemli değildir. Önemli olan bu imajların kişinin ya da toplumun hangi gereksinimine yanıt verdiğidir. Hangi model ve projeyi, hangi ideolojiyi anlattığıdır. Bu şekilde baktığımızda imajlar bize toplum içindeki düşünce kalıplarını ve kimlik algılamalarını ortaya çıkaran şeylerdir. Özgürlük Anıtı Amerika’yı, Eiffel Paris’i, Fes Arap ülkelerini, Pisa Kulesi İtalya’yı, sarık müslümanları, top sakal solcuları, kel kafalı motosikletlilerin dazlakları zihnimize getirmesi, hareketli ve hareketsiz doğal çevrenin, ya da toplumsal geleneklerin belleğimizin ayrılmaz birer parçaları olduğunu ve bunun algımızda önemli bir yeri olduğunu görürüz. Bütün bu imajlar belleğimizin ayrılmaz birer parçasıdır.

Biz imajlarımızla neler yapıyoruz? Onları nasıl kullanıyoruz? Son zamanlarda “önemli bir kaygı konusu haline gelen vücut ya da beden imajı, kimliğin önemli bir

bileşeni ve hatta başlı başına bir kimlik olmuştur. Bunun temel bir nedeni, pek çok insan tarafından kimlik göstergelerinin daha ziyade vücutta toplanmasıdır”(Bilgin, 2007: 101). İnsanlar hakkındaki yargılarımız onun bedenini nasıl kullanışıyla başlayıp, bedenini ve etrafını nelerle dekore ettiğiyle devam ediyor. Kullanılan işaretler, semboller, göstergeler vs. oluşturulan imaj ötekinin kendinin net ayrıştırmasına değil, kafa karışıklığı yaşamasına neden oluyor. Robins’in dediği gibi “teknoloji hükümranlığı ve aşkınlığıyla dolu eski fantazyalar yeniden ısıtılıp yeniymiş gibi önümüze konulmakta”(Robins, 1999: 23) bununla birlikte oluşan yeni algılarla eski algılar aynı nesne hakkında farklı anlamlar ortaya koymakta, kullanılan görüntünün bir ironi mi, yoksa bir gerçeklik mi olduğu hemen anlaşılmamaktadır. Bununla birlikte bizim diğerine sunduğumuz imaja verilen tepki ötekinin anlam haritasının sınırlarını bize göstermektedir.

Simmel,“çağdaş kentte sürekli bilgi bombardımanına tutulduğumuzu ve bir “sinirsel uyarım yoğunlaşması” yaşandığına vurgular. Her şey yeni, hızlı ve gelip geçicidir ve yurttaşlar yabancılarla kuşatılmıştır(Smith, 2007: 36–37). Burke ile Lessing “imajı ırki açıdan, sosyal açıdan ve cinsiyet bakımından ötekinin göstergesi, hem korkunun hem de küçük görmenin nesnesi olarak görür”(Mitchell, 2005: 191). Sembollerin gücüne yön veren imajlar hem kontrol altına alınması hem de kullanılması gereken şeylerdir. İmajın hatırlatıcı etkisinin bedenleştirici bir yanı vardır.

Elbiseler, giyim tarzları, yüz ifadeleri, jestler, tavırlar, karakterler, niyetler, yetenekler vs. yani günlük hayatta kullandığımız ipuçları kimliğimizin hayata yansıyan kısmını gösterir. Bu yüzden “insanlar arası ilişkide giyinilen, yenen, içilen ve kullanılan şeyler büyük önem taşır”(Erdoğan, 2005: 208). İmajımız, “kendi kültürel benlerimizi tanımlamak için bilim mistisizmini, sağduyunun ve geleneğin otoritesini, kültürel(cinsiyet, ırk ve tarih bakımından)ötekilerin gücünü kendi retoriğinde yeniden üretir”(Mitchell, 2005: 192). Günlük dildeki merak duygumuzu körükleyerek ilave bir güç kazandırır. Wittgenstein’ın imajlar nosyonuyla birlikte oynadığımız “dil oyunları” diye adlandırdığı şey bu merak duygumuzu

perçinlemekte bilgi edinme isteğimizi artırıp yeni öğretilerle yeni bir tarz üretimine girmemizi sağlamaktadır.

İmajlar “her zaman “seyreltik” varlıklardır, gerçeğin yalnızca bölük pörçük kısımlarını, parçalı bir tarzda ifade ederler. Yüksek görme yetisinden anlamamız gereken de işte bu bölük pörçük imajlar, metinler, bilgiler, enformasyonlar arasındaki üst bağı kurmayı başarmak olmalıdır”(Baker, 2005: 50). İmaj temsil öncesi bir alanda yer alır. Anlatmak istediği şey ne ise onu direk anlatır. Görsel imajlar içeriği anlaşılmasa da pek çok kişiye direk ulaşabileceği için etki alanı büyüktür. “İmaj veya temsiller “gerçek” olmasalar da, sonuçları bakımından gerçektirler”( İmançer, 2007: 250). Çünkü imaj fiziksel bir benzerlik oluşturur. Ortak bir bellek inşa eder.

İmaj uygarlığının ve benlik teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, insanın görüntüsü önemli bir kaygı konusu ve insan vücudu da bir yatırım alanı haline gelmiştir. (Bilgin, 2007: 103). Beden bir gösterge, metin, söylem ve anlam objesi haline dönüşmüştür. Beden imajı zihnimizdeki benin ya da başkalarının zihnindeki benin kimliğini gösterme tarzıdır. İmaj “orijinal imago’ya yaklaşmaktadır. Dünyayı, temaşa etme ve onu görülebilir kılma tarzı, herhangi bir bilimin, hangi ölçekte olursa olsun dış dünyanın bir noktasının ölçümsel veya en azından adlandırılabilir özelliklerini yakalama gücüne tümüyle bağlıdır”( Moles, 2001: 57). Bourdieu’nun simgesel sermayeyle belirttiği ayrımı davranış biçimlerinde, yeme alışkanlıklarında ve giyim zevklerinin kültürel farkın ve üstünlüğünün göstergesi olarak estetik ayrımlar olduğunu bulabiliriz. Bourdieu’nun deyişiyle “stil, sunum ve görüntü gibi özellikler orta sınıfın kimlik ve statüsünü belirlemede büyük önem taşıyor”(Ayata, 2005: 50).Estetik ayrımlar kültürel bir kimlik göstergesi olmakla birlikte toplumsal tabakaları görebileceğimiz şeyler olması bakımından önem taşıyorlar.

Günümüzde toplumdaki konumlarını değiştirme arzusundaki bireyler veya gruplar seçkinlere ait simge, sembol ve göstergeleri kullanarak kendine bir imaj oluşturup bunu başarabilir. Bireyin yeni imajı, kendine bir kimlik sunar. White gibi biraz daha radikal bir biçimde ifade edersek imaj; “sosyal dünyanın algılanma ve değerlendirilme kategorilerini dönüştürmek suretiyle sosyal dünyanın kendisini dönüştürme çabasıdır”(White, 2005: 201) diyebiliriz. Kundera’nın yaklaşımıyla

söyleyecek olursak ideoloji gibi tarihe ait bir şey değil ama hatırlatıcı etkisiyle tarihin bittiği yerde başlayan bir şeydir.

Her mevcudiyet iki-yüzlü bir temsildir: ilki imaj, ikincisi imajın İmajı’dır( Schrift, 2002: 7). Artık günümüzde her toplumun birden fazla imajı var. Sarıbay’ın da dediği gibi: modernizmin bünyesinde post modernizmle birlikte artık gerçekliğin yerini imajın almaya başladığını söylemek de olanaklıdır(Urhan, 2008: 156) İmaj’ın imajı hatta onun imajı üzerinden anlamlar oluşturulmaktadır. Bu yüzden şeklin anlamı bakana göre değişir. Bazı göstergeler bize yaşanılan toplumu onun yerel kimliği hakkında bilgi verse de medya ve popüler kültür küresel bir imaj oluşturma yönünde ilerliyor.

Artık “ambalajlanmış anlam!”(Güneş, 1995: 103)ları (göstergeleri) bir marketin tek bir rafında bulabilir alıp açıp kullanarak o nesneyi anlamlı bir parça haline getirebiliriz. İmaj artık nesnenin hem paketi hem kendisidir. Artık günümüz insanı (paketlenmiş anlamları: göstergeleri) Amerikan sigarası, İngiliz birası, Fransız şarabı, Alman arabası, İtalyan marka saat, Japon yapım bilgisayarı, Çin malı fotoğraf makinesi kullanıp, Rus tıraşı saç modeliyle de iyi bir Türk lokantasında Türk olmasıyla övünebilir. Bu aynı şekilde bir İngiliz bir Fransız için de geçerlidir. “Vitrin, reklam, üretici firma ve burada temel bir rol oynayan marka parçalanmaz bir bütün, bir zincir gibi bu anlamın tutarlı, kolektif vizyonunu dayatırlar; sıradan nesneleri değil, gösterenleri birbirine bağlayan bir zincir gibi her nesne daha karmaşık bir üst-nesne olarak diğerlerini gösterir”( Baudrillard, 2004: 18). “Yerel ve egzotik olan şeyler ait oldukları yerlerden sökülüp koparılarak dünya piyasası için yeniden ambalajlanıyor”( İmançer, 2007: 252). Sahip olunan imaj Türk olmanın, Çinli olmanın, Amerikan olmanın ötesine geçmiş, ekonomi politiği üzerinde konuşmaya başlamıştır. Hatta konuşmaya bile vakti olmayan bireyi sadece gösteren, daha çok gösteren bir nesneye dönüştürmektedir.

Kimlikler artık yerelliğin, kurulan ütopyaların ötesinde, yapılan bireysel tercihlerin anlamlandırmanın etrafında imajlarla oluşturuluyor. “İmajlar ve serbest dolaşımdaki göstergeler dünyası, üretim tarzının yerini üretim kodunun aldığı bir toplumdur”( Slattery, 2007: 471). “Post-modern koşulların en tanınmış özellikleri:

kurumlaşmış çoğulculuk, çeşitlilik, olabilirlik ve çift anlamlılıktır”(Bauman, 1992: 187; Chaney, 1999: 94). “Simgelerin mantığında olduğu gibi göstergelerin mantığında da nesneler artık hiç de bir işleve ya da tanımlı bir ihtiyaca bağımlı değildir”(Baudrillard, 1997: 89). Post modern dönemde bütün göstergeler anlamlarından sıyrılarak anlamlanmış ve ortada bir tür imaj ya da boyut olarak bağlamsallaştırılmamış ve kolaylıkla idare edilebilir gösterenler kalmıştır.

İnsanlar arasındaki iletişim ilk olarak görmeye dayandığı için imaj önemlidir. Günlük yaşamımızda, hepimiz imajımızın “ben”i yansıttığını düşünürüz. Bu genel sosyal bir düşüncedir. Ancak özellikle son dönemde gerçekliğe ilişkin temsillerimiz, imajımız basit bir yansıma değildir. Sürekli değişen algı hem bizi şekillendirmekte, hem de biz bu algıya etki etmekteyiz. Richard Kearney gerçekliğin imajın soluk bir yansıması haline geldiği “ Görüntü Medeniyeti”nden bahseder. Görüntü medeniyetinde kendi kendini durmaksızın yok eden görüntülerin nasıl anlam dünyamızı sömürgeleştiğini görmek için hiç yerimizden kalmasak bile televizyona şöyle genel geçer bir bakmamız bile yeterli olacaktır.

Görünümlerle anlam üretir, düş kurar, sınıflandırma yaparız.”Anlam üretimini mümkün kılan imaj, üretici ve tüketicilerinin beraberce çizdikleri ortak kültürel şifredir. Öyleyse çağrışımlar sadece imaj yapımcıları tarafından üretilmezler; aynı zamanda var olan ortak kültürel birikim aracılığıyla harekete geçirilirler”( Storey, 2000: 109). “İmajlar onlarla neler yapabileceğimiz ve bize hangi anlamlar taşıyacakları açısından önemlidir”( Robins, 1999: 266). Var olan bütün imaj biçimleri bakma, görme farkımızı, yani anlam haritalarımızı ortaya koyarak kullanılmakta, bize karmaşık bir kullanım kılavuzu oluşturmaktadır.

Birey artık ötekiyle karşı karşıya gelen bir özne değil, kendi kendisi için bir imaj oluşturan hem özne hem nesne görevi gören aynının aynıyla ilişki kurduğu bir şeye dönüşmüştür. Schutz’a göre biz “bir değil, pek çok gerçeklik içinde yaşıyoruz. Herkes, gerçekliği kendi bilişsel stil ve heyecanına, kendi anlamlarına, değer ve normlarına göre deneyimliyor”( Zijdervelt, 2007: 188). Pek çok gerçeklik içerisinde birey imajlardan yararlanarak kendine “mış gibi görünerek” kendi ötekisini kuruyor.

‘-Mış gibi’ Baudrillard’ın yazılarında sıklıkla bulabileceğimiz bir kavramdır. “ –mış gibi” bir deneyim yani simülasyon, gerçek şeyin taklididir. O çoğu kez aradaki farklı söylemeyi zorlaştıracak kadar gerçektir”( Slattery, 2007: 470). İnsanın hangisi gerçek şüphesine düşerek, kendi anlam dünyasına uyan şeyi gerçek gibi almasıdır. Gerçeğin hangisi olduğu açıkçası çok da önemli değildir. Önemli olan hangisinin daha güçlü bir etki bıraktığıdır.

Biz imajlardan ne istiyoruz? İçimizdeki yabancıyı görünür hale getirmesini mi? yani kendi ötekilerimizi görmeyi mi, kendi gerçeğimizi anlatmayı mı? Çünkü imaj kullanımına göre iki işlevi de yerine getirebilecek bir şeydir. Dünyayı tanımak ve anlamak için kullanılabileceği gibi, onu reddetmek, gerçeği önlemek ve inkâr etmek için de kullanılabilecek bir şeydir. Bir imaj tümüyle gerçeği yansıtabileceği gibi tümüyle gerçeği gizleyebilir de. Bu yüzden nerden ve kimin seslendiği imaj dünyasında önemli bir noktadır. “Ben bir şeyi görmek için imajlardan yararlanırım diyen”( Baker, 2005: 55) Godard “peki ya sen, sen nereden sesleniyorsun?” diye sormaktadır bu yüzden. Nerden seslenildiği görüntünün nasıl ve neye göre şekil alabildiğinin de bir referansıdır.

Günlük yaşamımızda yer alan sıradan ve farklı imaj kullanımlarını ortaya çıkartmakta, ideolojik, teolojik bakış açısının tersine çağımızda farklı imaj biçimlerinin deneyimlenme istemiyle oluştuğu, tüketim kültürünün, medyanın(kitle iletişim araçlarının) özellikle televizyonun etkisi vardır. Ellul, imajların istilasıyla karşı karşıya kaldığımızı öne sürer:“Bir imajlar evrenince kuşatılmış durumdayız: Fotoğraflar, filmler, televizyon, reklâm panoları, yol işaretleri, resimlemeler vb.. Alışkanlık icabı her şeyi görselleştiririz”(Ellul,1998:146). Her şeyin görselleşmesi gerçek dünyadaki anlamlardan bağımsız imajların oluşmasına neden olmuştur. Artık “gerçekliğin aracısı olmaktan çıkan imajlarla, benzeşimlerle ilişki kurar hale geldik. Scottlash’ın söylediği gibi post modernizm, gerçeğin sorunsulaştırmasını merkez alır. Artık kimliğimizi gerçeklikle değil de imaj yoluyla ifade etmekteyiz” ( Robins,1999:82). Ve bu ifade de yani imajda teolojik ya da ideolojik bakışı aramak ve bunu genellemek bizi yanılgıya götürebilir.

Göstergebilim yazılarıyla tarzı okuma metodu sunan Barthes “imajların temsil özelliklerini anlamak için, uyandırdıkları arzu veya keder duygularını- temas- larını – anlamak”( Robins, 1999: 252) gerektiğini öne sürer. Richart Rorty’nin de söylediği gibi:“dünya konuşmaz, yalnızca biz konuşuruz.”Dünya orada dışarıdadır, ama dünyaya ilişkin betimlemeler orada, dışarıda değildir”(Argın, 1999: 26). İmajlar ve imaj teknolojileri dışarıdaki dünyaya bir cevap verme şeklinde ortadadır. Ancak bütün cevaplar ben neslinin olduğu bu dönemde genellemelerle cevaplandırılamaz. Yani bütün top sakallılar solcu, bütün uzun saçlı erkekler asi, bütün küpeli erkekler marjinal, bütün açık kadınlar ahlaksız, bütün kapalılar yobaz, bilgisiz, dar kafalı, bütün siyah giyenler satanist, bütün puşililer Kürt gibi genellemeler bizim gerçeği farklı göremememize neden olacaktır.

John Berger’e görme biçimleri bir algının oluşmasında en önemli etkenlerden biridir. Berger’e göre “Görünümler, yaşayanları hedefleyen göstergelerdir… Orada, gözün okumasını beklerler”( Robins, 1999: 253). Gözün bir görüntüyü okuması ne demektir? Görünüm somut algıdan daha fazlasını içinde barındıran, temsil ettiği başka bir gerçeklik olan bir şeydir. Görüntüyü okumak arkeolojik bir kazıyı beraberinde getirir. Böylelikle okuma görüntünün ötesine geçer. Ancak her kazı bireyin bilgi ve deneyim dağarcığıyla şekillendiği için ima edilen şeyle, anlaşılan şey farklı okumalara neden olabileceği için çatışma ve tartışmalara neden olabilecek bir şeydir. Dinleyen ve anlatan kişinin talepleri ve ihtiyaçları da bu anlamayı etkileyen bir faktör olarak arka planda yer almaktadır.

Çoğumuz imajlara gündelik, kişisel ilgi konusu olarak bakarız. Hatta olağan bir şeydir. Ancak imaja bir metin olarak bakarsak bu metni anlamamız Gadamer’in deyişiyle” tarihsel bir gelenek içindeki konumumuzdan ortaya çıkar ve bu gerçekte, bizim tarihsel tesir ile ya da bizzat metnin etkili oluşuyla bağlantılı”( Outwaite, 2007: 36) iç ve dış gerçeklik arasında aracılık yapan bir şeydir. “İmaj uygarlığının ve benlik teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, insanın görüntüsü önemli bir kaygı konusu ve insan vücudu da bir yatırım alanı haline gelmiştir”( Bilgin, 2007: 103).